Ali Ansari’nin 10 Haziran 2025 tarihli makalesi, İran’ın nükleer programını teknik bir “prestij projesi” olarak inceliyor. Ancak bu mirasın bugün, bölgesel bir savaşın tetikleyicisine dönüşmüş olması, meseleyi yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda ahlaki ve ekolojik boyutlarıyla da değerlendirmeyi zorunlu kılıyor. Nükleer teknolojiye sahip ülkelerin imtiyazı, İran gibi devletlere tanınmazken; ortaya çıkan çifte standart yalnızca jeopolitik değil, gezegenin geleceği açısından da yıkıcı.
Batı’nın nükleer ayrıcalığı: Kim yaparsa “caydırıcılık”, kim yaparsa “tehdit”?
İran, 1970’te Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) taraf oldu ve 1974’te kendi zenginleştirme tesislerini kurmaya başladı. Ancak ABD ve Batılı müttefikleri, bu hakkı sistemli biçimde engelledi. Aynı yıllarda İsrail, UAEA denetimi dışında nükleer başlıklar geliştiriyor; Hindistan ve Pakistan ise resmi olarak nükleer güç haline geliyordu.
Ali Ansari’nin ifadesiyle, İran’ın nükleer arayışı “aspirational” – yani simgesel bir yükseliş projesi – olarak şekillendi. Ancak bu vizyon, Batı tarafından “gizli militarizm” olarak damgalandı. 1978’de İngiltere ile yapılan 20 reaktörlük iş birliği dahi, devrim korkusuyla iptal edildi. O tarihten itibaren İran, yalnızca teknolojiye değil, sistemin kendisine karşı mücadele verir hale geldi.
Ali Ansari’nin yorumu: Teknolojik prestij, yapısal yalnızlık
Makalesinde Ansari, İran’ın nükleer geçmişini bir dizi stratejik sapma ve uyumsuzluk olarak tanımlar. Devrim sonrası programın askıya alınması, sonra tekrar başlatılması ve 1980’lerden itibaren Batı karşıtlığıyla iç içe geçirilmesi, teknolojik planlamayı siyasi kimlikle özdeşleştirmiştir. İran’daki yöneticiler, zenginleştirme faaliyetlerini “ulusal hak” olarak tanımlarken; Batı ise bunu 1974’ten beri istikrarlı şekilde tehdit olarak görmüştür.
Ansari, İran’ın enerji politikalarındaki irrasyonelliğe de dikkat çeker: “Gelişmiş bir nükleer altyapıya sahip olmak, gerçek enerji politikası anlamına gelmiyor.” Bushehr santrali faaliyete geçmesine rağmen ülkenin toplam enerji ihtiyacının yalnızca %2’sini karşılamaktadır. Geri kalan ise ideolojik sembollere hapsolmuş bir nükleer romantizmdir.
Nükleer enerjiye ekolojik itiraz: Ne için, kime rağmen?
Çernobil, Fukuşima gibi felaketlerin ardından nükleer enerji yalnızca ekonomik değil, ekolojik bir tehdit haline de gelmiştir. Yüksek miktarda soğutma suyu gerektiren bu santraller, kuraklık riski taşıyan bölgelerde büyük tahribat yaratır. İran’ın güneş potansiyeli ve geniş doğalgaz rezervlerine rağmen ısrarla nükleer enerjide ısrar etmesi, sürdürülebilirlik açısından da sorgulanmalıdır.
Bu çerçevede, nükleer teknoloji bir “enerji çözümü” olmaktan çok, ulusal prestij ve caydırıcılık aracı olarak konumlanıyor. Ancak bu silik başarı öyküsünün çevresel ve ekonomik faturası giderek büyüyor.
Üçüncü gününde savaş: Kim “meşru”, kim “provokatör”?
İsrail’in 11 Haziran 2025’te İran’da bir nükleer bilim insanını ve Natanz’daki bir zenginleştirme tesisini hedef almasıyla başlayan çatışma hali, bugün üçüncü gününe girdi. İran’ın karşı saldırıları Tel Aviv çevresine kadar ulaştı. Saldırılar karşılıklı hale gelirken, uluslararası toplumun çağrıları dikkat çekici şekilde tek taraflı kaldı. ABD, AB ve NATO’nun “itidal” çağrıları yalnızca Tahran’a yöneliyor.
İsrail’in yıllardır denetime kapalı yürüttüğü nükleer silah programı göz ardı edilirken, İran’ın karşılık vermesi uluslararası medya tarafından “provokasyon” olarak tanımlanıyor. Bu çifte standardın diplomatik sonuçları olduğu kadar ahlaki bedeli de ağır. Barışı ve diyalogu savunan aktörlerin suskunluğu, militarist siyasetlerin alanını genişletiyor.
Eşitlikçi ve ekolojik çözüm: Nükleerden değil, müştereklerden yana bir gelecek
İran’ın nükleer hakkını savunmak, militarizmi savunmak değildir. Fakat bu hakkın yalnızca belli ülkelere tanınması, küresel düzeyde adaletin bozulmasına neden olur. Bugün ihtiyaç duyulan, tüm ülkeler için geçerli olacak şekilde nükleer teknolojinin şeffaf, denetlenebilir ve barışçıl amaçlarla kullanılmasıdır.
Daha da önemlisi, enerji geleceğimizin nükleere değil ekolojiye, adalete ve toplumsal müştereklere dayanmasıdır. Güneş, rüzgâr ve yerel enerji çözümleri, yalnızca İran değil, tüm Ortadoğu halkları için yaşanabilir bir gelecek sunabilir. Batı’nın dayattığı nükleer hiyerarşiye karşı, halkların ortak doğasını savunmak en gerçekçi ve barışçıl stratejidir.
Kaynakça:
Ali Ansari, The Price of Iran’s Nuclear Prestige, New Lines Institute, 10 Haziran 2025.
Güncel çatışma bilgileri: Reuters, Al Jazeera, Le Monde diplomatique, 11–14 Haziran 2025.
UAEA raporları, IPFM (International Panel on Fissile Materials) verileri (2022–2024).
Yorum, çeviri ve gazetecilik uyarlama: Fikir Gazetesi Yayın Kurulu.