₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Silahların sustuğu ama sözün hâlâ eksik kaldığı bir eşik: Barışın toplumsallaşması neden mümkün olmuyor?

11 Temmuz Cuma günü Irak Kürdistanı’nın Süleymaniye kentinde düzenlenen ve PKK’nin silah bırakma töreni olarak duyurulan gelişme, Türkiye’de uzun süredir donmuş halde bekleyen barış tartışmalarını yeniden gündeme taşıdı. Tören sırasında Abdullah Öcalan’ın görüntüsü eşliğinde yapılan açıklamada, silah bırakma kararı “Barış ve Demokratik Toplum” hedefiyle ilişkilendirildi. Törende yer alan 30 kişilik PKK’li grup, ellerindeki silahları yakarak imha etti.

Bu tarihi gelişmeleri ve sürecin siyasi-toplumsal boyutlarını, William & Mary University’de siyaset bilimi alanında çalışmalarını sürdüren Doç. Dr. Yonca Özdemir ile konuştuk. Özdemir, silah bırakma kararını önemli bir eşik olarak tanımlarken, barışın kalıcılığı için atılması gereken demokratik adımlara dikkat çekiyor. Söyleşi boyunca, kavramsal çerçeveden uluslararası deneyimlere, mevcut siyasi ortama ve demokratikleşme sorununa kadar birçok başlık ayrıntılı biçimde ele alındı.

Barış kavramının sınırları: Sembolik jestten kalıcı çözüme

Söyleşinin ilk bölümünde Özdemir, süreci değerlendirmeye kavramsal bir çerçeveden başlıyor. Barış çalışmalarının temel ayrımlarından biri olan negatif ve pozitif barış tanımlarını hatırlatıyor:

“Barış çalışmalarında genellikle negatif ve pozitif barış ayrımı yapılır. Negatif barış, yalnızca silahların susması anlamına gelir. Pozitif barış ise, çatışmaların kökeninde yatan nedenlerin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür.”

Bu ayrım üzerinden bakıldığında, 11 Temmuz’daki törenin mevcut barış çabalarının henüz sadece ilk eşiğini temsil ettiğini vurguluyor:

“Silah bırakma sembolik olarak önemli bir jesttir. Ancak sürecin sürdürülebilir olabilmesi için daha kapsamlı, yapısal adımlara ihtiyaç vardır.”

Sürecin belirsizliği: Fesih mi, dönüşüm mü?

Pozitif barışa geçişin önündeki en büyük engellerden biri, sürecin ne kadar açık ve güven verici yürütüldüğüdür. Özdemir’e göre, törenle birlikte ilan edilen “fesih” kararının detayları kamuoyuyla net biçimde paylaşılmış değil:

“Fesih kararının kapsamı kamuoyuna açık biçimde aktarılmış değil. Silahların tümü mü bırakıldı, yoksa sembolik bir kısmı mı? Bu sorular yanıtsız. Şeffaflık eksikliği, güven inşa sürecini zayıflatıyor.”

Bu nedenle, söz konusu törenin etkisi ancak devam edecek açıklamalar ve eylemlerle pekiştirilebilir. Aksi durumda, barış jesti belirsizlik içinde kalma riski taşıyor.

2013–2015 süreciyle farklar: Görüşme yoksa, neden silah bırakıldı?

Özdemir, bu yeni dönemi değerlendirirken geçmiş deneyimlerle kıyas yapma ihtiyacı duyuyor. 2013–2015 yılları arasında yürütülen çözüm süreciyle bugünkü sürecin yapısal olarak farklılaştığını belirtiyor. Bu farkın temelinde ise hükümetin benimsediği “tek taraflılık” söylemi yatıyor:

“2013–2015 sürecinde müzakere vardı. Bugün ise Cumhurbaşkanı Erdoğan açık biçimde ‘pazarlık yok’ diyor. Bu yaklaşım, tek taraflı bir silah bırakma süreci izlenimi yaratıyor.”

Bu noktada Özdemir, sürecin rasyonel zeminini sorgulayan bir soruyu gündeme getiriyor:

“Silah bırakmanın arkasında herhangi bir siyasal ya da hukuksal karşılık yoksa, bu karar neden alındı? Bu, süreci izleyen herkes için önemli bir soru.”

Uluslararası deneyimlerin gösterdikleri

Türkiye’de yaşanan süreç, elbette sadece bu coğrafyaya özgü değil. Özdemir, benzer çatışma-sonrası barış süreçlerinin uluslararası örneklerine başvurarak deneyim karşılaştırması yapıyor. Kolombiya’daki FARC süreci ve Güney Afrika’daki “Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu” modeli, bu noktada öne çıkan örneklerden:

“Kolombiya’da yalnızca silah bırakılmadı; siyasi temsil, sosyal entegrasyon ve yoksullukla mücadele gibi başlıklar da anlaşmaya dahil edildi. Güney Afrika’da ise geçiş dönemi adaleti uygulamaları sayesinde geçmişle yüzleşme kurumsallaştırıldı.”

Bu örneklerle karşılaştırıldığında, Türkiye’de sürecin sembolik düzeyde kaldığına dikkat çekiyor:

“Af, rehabilitasyon ya da kamusal yüzleşme konusunda bir planlama göremiyoruz. Süreç, yalnızca semboller düzeyinde kaldığında, derinleşme şansı zayıflar.”

Demokratikleşme olmadan barış nasıl sürdürülebilir?

Özdemir’in sürece dair en ciddi uyarılarından biri, mevcut siyasi ortamın demokratik bir barış zemini sunmadığı yönünde. Bu durum, barışın toplumsallaşması açısından önemli bir engel oluşturuyor:

“DEM Parti ve benzeri siyasal yapılar, hâlihazırda demokratik kanallar üzerinden mücadele yürütüyordu. Ancak mevcut otoriter yapının bu mücadeleyi tanıma kapasitesi sınırlı.”

Ayrıca devletin genişletilmiş terör tanımı da sürecin güvenceden yoksun ilerlediğine işaret ediyor:

“Türkiye’de terör tanımı zaman zaman genişletilerek farklı siyasal aktörleri de içine alabiliyor. Bu durum, demokratik mücadele yürüten gruplar açısından kaygı verici.”

Demokratik toplum vizyonu ve devletin yaklaşımı

Söyleşinin ilerleyen bölümünde, Abdullah Öcalan’ın “demokratik toplum paradigması”nın içeriği ve uygulanabilirliği ele alınıyor. Özdemir’e göre bu vizyon ile devletin mevcut siyasal yönelimi arasında açık bir uyumsuzluk bulunuyor:

“Özerklik, yerinden yönetim gibi kavramlar, mevcut hükümetin siyasal çizgisiyle örtüşmüyor. Bu konular tartışılmadan, barış sürecinin genişlemesi mümkün olmayabilir.”

Toplumsal barış için geçiş dönemi adaletine ihtiyaç var

Sürecin sadece siyasi düzlemde değil, toplumsal düzeyde de anlam kazanabilmesi için geçiş dönemi adaleti mekanizmalarının devreye girmesi gerektiğini vurgulayan Özdemir, şunları söylüyor:

“Bu süreçler, yalnızca af çıkarmakla sınırlı değildir. Kurumsal reform, yüzleşme ve toplumsal iyileşme de gerekir. Örneğin emniyet teşkilatlarının insan hakları eğitimi alması ya da siyasal tutukluların durumunun gözden geçirilmesi gibi adımlar atılmadan, gerçek bir toplumsal barışa geçiş zor olur.”

Bir eşik mi, bir vitrin mi?

Söyleşinin sonunda Özdemir, sürece dair beklentilerin gerçekçi biçimde şekillenmesi gerektiğini belirtiyor. 11 Temmuz törenini olumlu bir gelişme olarak tanımlamakla birlikte, bunun neye evrileceğinin belirsizliğini de vurguluyor:

“Silah bırakma kararı, olumlu bir adım olarak kayda geçmiştir. Ancak bu adımın kalıcı barışa dönüşebilmesi, ancak demokratikleşmenin ve toplumsal yüzleşmenin eş zamanlı biçimde yürütülmesiyle mümkün olabilir. Şu an için böyle bir yönelimin emareleri henüz görünür değil.”

Akın Olgun: “Yol haritasından daha çok bahsedeceğimiz bir aşamadayız”

Fikir Gazetesi Sayı 63 | Tam ortasındayız yazın: Ortasındayız “yangının”, dünün, yarının…

Akın Olgun ile Söyleşi: “Yeni Çözüm Sürecinin Akıbeti Ne Olacak?”