Türkiye, bir süredir “çözüm süreci”ne odaklanmış durumda. Yapılan parti ziyaretleri, Abdullah Öcalan’ın kısa süre önce yapmış olduğu çağrı ya da sürecin aktörlerinden gelen açıklamalar sonucunda PKK, karşılıklı olması koşuluyla bir “ateşkes” ilan etmişti.
Ancak süreç henüz devam ediyor ve kafalarda yol haritasına ilişkin farklı yorum ve bakış açıları da bulunuyor. Öte yandan tutuklu bulunduğu cezaevinden bir yazı kaleme alan ve PKK lideri Abdullah Öcalan’ın dile getirdiği yeni paradigmayı değerlendiren Demirtaş, “Yeni Türk – Kürt ittifakının bu temelde şekillenip gelişeceğini ve bu yeni durumun Suriye, Irak ve İran Kürtlerini de olumlu etkileyeceğini” söylüyor.
Demirtaş, “Artık hiçbir Kürt, bulunduğu devletin de Türkiye’nin de karşıtı, düşmanı, tehdidi olmayacak. Türkiye gibi büyük ve güçlü bir devlet de esasında bütün Kürtlerin devleti olacak” sözleriyle Kürtlere seslenirken, “Türkiye Cumhuriyeti devleti hepimizin devletidir, nokta. Bu anlamda Cumhuriyeti demokratikleştirme görevi de hepimizindir, nokta” ifadelerini kullanıyor.
Güncel gelişmeler ışığında, Fikir Gazetesi’nin çözüm sürecine ve yol haritasının nasıl olacağına ilişkin sorularını yanıtlayan gazeteci ve yazar Akın Olgun, sürecin gidişatı hakkında “Olmaz”ların değil, ‘olur’ halinin daha önce çıkacağı bir döneme giriyor olabiliriz” ifadelerini kullanıyor.
Gazeteci yazar Akın Olgun, Fikir Gazetesi’nin sorularına şu yanıtları verdi:
“Öncelik ve sorumluluklar gelgitler yaşasa da bu yol haritasında sapmaya sebep olmadı”
Öncelikle şunu sormak istiyorum. Yeni görüşmeler ve açıklamalar söz konusu. Çözüm süreci hangi noktada? Yol haritasının netleşmiş olduğunu söyleyebilir miyiz?
Devletin “Terörsüz Türkiye”, Öcalan’ın “Barış için Demokratik Toplum ve Dönüşüm” olarak adlandırdığı bu sürecin, iki farklı adla anılması üzerinden bir cevap vereyim istiyorum bu soruya. Tarafların iki farklı adla bu süreci ele alması dahi, bir yol haritası olduğu gerçeğini bize veriyor. Yani her iki tarafın görevlerini tanımlıyor bu iki tanımlama ve gördüğüm kadarıyla bu yol haritası içerisinde kimi zaman sorumluluklar, kimi zaman öncelikler öne çıkıyor ve genelde de kamuoyunda oluşan kafa karışıklıkları buralarda beliriyor. Yol haritası işliyor ve bence yol üzerindeki sorunlar da çözüme uygun hallediliyor. Örneğin, yol haritasının Suriye ayağında, Mazlum Abdi ile Ahmet El Şara’nın bir araya gelip, sekiz maddelik bir anlaşmaya imza atması gibi. Burada yolu tıkayan bir sorun, garantör ülkeler eşliğinde aşıldı ve büyük bir sıçrama yapıldı.
Bu sürecin Türkiye, Bölge ve Uluslararası ayakları var. Bir uyum içinde götürüldüğünü, herkesin kendi üstüne düşen sorumlulukları yerine getirdiğini ama tekrar etmem gerekirse kimi zaman öncelikler ve sorumluluklar arasında gelgitler yaşandığını ama bunun yol haritasında sapma yaptırmadığını söyleyebilirim özetle.
Aslında tam da bununla ilişkili olarak öne çıkan bir kavram seti var. Stratejik ortaklık… Sizce, stratejik ortaklık fikri, Türk ve Kürt halkının tarihsel birlikteliğini, 21. Yüzyıla uygun, siyasal, toplumsal güç temelinde ele alan bir yaklaşımın adı olabilir mi ve Öcalan’ın önerdiği stratejik ortaklığın boyutlarını nasıl tarif edersiniz?
“Stratejik ortaklık” barış ve çözüm temelinde, Türkiye’nin ikinci yüzyılına ve bölgeye dair bir aklın , “fırsatlar penceresi” eşliğinde ele alınışı ve birlikte kazanma siyasetine dayalı ve Türkiye siyaseti bu yeni ortaklık temelinde kendini yeniden örgütleyecek ve buna uyum sağlayanlar, yeni yüzyılın gelecek aktörleri olacaklar. Elbetteki bu strateji bir çok riski içinde barındırıyor. Tam da bu yüzden , “Stratejik ortaklık” aşamasında, her kesimin yaratıcı ve akılcı bir siyaset konumlanması yapması ve sadece bugünü değil, geleceği planlayacak şekilde konumlanması elzem.
Öcalan’ın tanımladığı, Bahçeli’nin “gelecek yüzyıl” anlayışıyla bunu Devlet diliyle bir düşünsel paket hale getirdiği bu hal, hem Kürtlerin hem de Türklerin tarihsel deneyimleriyle daha akılcı bir zemine oturtulduğu söylenebilir. Yani ne Kürtler dünkü Kürt, Ne Türkler dünkü Türk. Her iki tarafın da siyasal mücadele tarihi ağır bedellerle dolu ve bedel demek aynı zamanda deneyim ve sükut da demek. Sanırım bu ikisi, “stratejik ortaklık” düşüncesinin ana bileşeni.
“CHP, Kürt seçmenin öneminin farkında ama bu önemi, kendi elleriyle önemsizleştirme konusunda da mahir bir parti”
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Öcalan ile görüşmenin detaylarını aktarırken şöyle konuştu ve Öcalan için “Nasıl Bahçeli’nin çıkışını önemsiyorsa CHP’nin de bu sürece dahil olmasını o kadar önemli görüyor” ifadesini kullandı. Ana muhalefetin bu konudaki tutumunu nasıl ele almak gerekli?
Daha önce de ifade etmiştim. Ana Muhalefet bu süreç tartışmaları başlayınca, ön kabulünü “olmaz” üzerine inşa eden bir görüntü verdi ve sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi kendi gündemi içinde kaldı. Gündemleri ise seçim ve aday hikayesiydi. Gelişmeler hızlanmaya, yol almaya başlayınca “bir şey oluyor” tavrına geçildi ama bana sorarsanız bu konuda bir politika üretme ve inisiyatif alarak öne çıkma konusunda çok geç kaldı ve şimdi rol almaya çalışıyor. Evet, Ana Muhaleftin alacağı rol kesinlikle çok önemli ama görünen o ki Ana Muhalefet geç kaldığı zeminde, kaba deyimle çalım atmaya çalışıyor lakin ben CHP’nin sürecin önünde, dayatmacı bir sorun olarak duracağını, duvar öreceğini düşünmüyorum ama bunun karşılığında kimi tavizler isteyebilir. Yeni Anayasa tartışmalarına dönük ifade ettiği “bize gelmesinler” tarzındaki söylemler de, muhtemelen bir tavizler denklemi kurma çabası olarak görülebilir.
CHP, Kürt seçmenin öneminin farkında ama bu önemi, kendi elleriyle önemsizleştirme konusunda da mahir bir parti. İdeolojik tutumdaki katılıklar, geçmiş yüzyılın kodlarında ısrar, doğru gördüğünü yanlışmaya sürüklüyordu. Bunu aşma konusunda önemli bir yol aldıkları çok net ama ne kadar aştıklarını, bu sürecin içinde anlayacağız ve umarım kaba ulusalcı söylemlere kurban etmezler.
“Demirtaş ile Öcalan’ı karşı karşıya getirmek her zaman bir magazin konusu yapıldı”
Öte yandan süreçten okunduğu kadarıyla Demirtaş ile Öcalan’ı karşı karşıya getirmeye çalışanların olduğunu söylemek iddialı mı olur? Bunun yanı sıra Demirtaş ne diyecek diye bakan genişçe bir kesim de var. Bu açıdan Demirtaş’ın bundan sonraki rolü nasıl olur sizce? Kürt halkı bu duruma nasıl yaklaşmalı, doğru tavır ne olur?
Demirtaş’ı, Öcalan ile karşı karşıya getirme politikası, belli kesimlerin çok sevdiği siyasi bir magazin konusu oldu her zaman. Demirtaş, demokratik siyasetin en önemli aktörlerinden biri ve hem Kürt seçmen de hem de Türk seçmende etkili bir karşılığı olan bir isim. Edirneden Kars’a bu etkinin, inişli çıkışlı çok fazla karşılığı olduğunu görebilirsiniz.
Öcalan ise bir bütün olarak, hem Türkiye siyasetinde hem bölgesel düzeyde ve son çağrısıyla anlıyoruz ki uluslararası bir denklemde, siyaset belirleme ve yönlendirme gücü olan bir aktör. Bu yanıyla iki isimi yan yana getirip, etkilerini çarpıştırmaya çalışmak absurd ama burada daha kurnazca kurulan bir alğı çalışması olduğu da gerçek.
Devletin “terörist başı” , “bebek katili” diyerek, 50 yıldır yaptığı kara propagandanın yanına Demirtaş ismini koyarak, toplumun pozitif duygusal tutumları zehirlenmeye çalışılıyor. Böylece demokratik siyaset zemininde, duruşu, söylemleri ve politik çıkışları ile dalgalanma yaratan Demirtaş sempatisi zehirlenmeye çalışılıyor.
Sanırım Halk ile Demirtaş arasındaki o derin bağ bir panzehir işlevi de görüyor. Demirtaş’ın yakın zamanda, yine yol haritasından bağımsız olmayan sonuçlarından biri olarak özgürlüğüne kavuşacağını düşünüyorum. Bu ne kadar hızlı olursa, açılan yaraların kapanması da o kadar hızlı olacaktır. Hepimiz biliyoruz ki Demirtaş hem hukuki hem de vicdani olarak beraat etmiştir. Bu sadece siyasal, hukuksal bir gerçeklik değil, tarihsel anlamda da bir hakikat aynı zamanda.
Bu hakikatin öncelikle toplumda, sonra siyasette ve sonra Türkiye’nin geleceğinde önemli bir yeri olduğu çok net. Demirtaş, işte bu zeminde toplumsal barışın, huzurun ve bu siyaset tarzının kıymetlisi olarak, kendi hakikatini yansıtacaktır, diye düşünüyorum.
“SDG artık Rojava’da değil, tüm Suriye’nin yönetiminde etkin ve kurucu bir güç pozisyonunda…”
İlk başta sorduğum soruya referansla, Suriye’deki gelişmelerin sürece katkısı nasıl olacak? İnsanlar merak da ediyor. Suriye’de HTŞ yönetimi ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında anlaşma imzalandı. Anlaşmada “Kürt toplumu Suriye devletinin ayrılmaz bir parçası olarak tanımlanıyor” da diyebiliriz sanırım. Bu gelişmeye nasıl yaklaşmak gerekli?
Kürt sorunun çözümü ve barışın sağlanmasının Suriye’deki düğümlerin çözülmesiyle daha hızlı yol alacağı gerçeği çok uzun zamandır karşımızda duruyordu. Hamas’ın, İsrail’e dönük olarak 7 Ekim saldırısını gerçekleştirmesiyle başlayan ve böylece bölgede İran etkisini zincirleme tasfiye sürecine sokan ve Suriye’de Esad’ın düşmesiyle sonuçlanan ve etkileri devam edecek bir “çözülme” süreci yaşattı, yaşatmaya devam ediyor. Suriye’de ise iç savaş biliyorsunuz yıllarca sürdü ve aslına bakarsanız savaş, siyasal zeminde başka bir aşamaya geçti ve bu savaşın içerisinde Kürtler önemli bir mevzi kazanarak, organize olarak, diplomatik ilişkiler geliştirerek, stratejik ortaklıklar kurarak, hem idari ve işleyen bir sistem kurdular hem de düzenli ordu mantığına uygun olarak askeri bir sitem geliştirerek, kendilerini donattılar. Kurdukları idari sistemin ideolojik aklı ise Öcalan’a ait. Öcalan’ın “Demokratik ulus” kavramı içinde, tüm kimlikleri özgürlükçü bir zeminde birleştirdiler ve bu sistem çalışıyor.
Ahmet El Şara ise kendisine bir anlaşmayla hediye edilen yönetimi, tek tipçi bir zihin anlayışla, kurmaya ve Suriye’nin çoklu yapısını redetmeye yöneldi. Ordusu çok parçalı ve düzensizdi. İdeolojik anlayışı mezhepçi ve çağın gerisindeydi. Sanırım 90’a yakın silahlı grupların içinde yer aldığı bir konsensuz ile tüm Suriye’ye hükmedebileceğini düşündü. Bölge gerçekliği, bölgenin uluslarası siyasetin bir sahası olması, vekalet savaşlarının canlılığını koruması ile Şara’nın yönetme anlayışının yetersizliği ve ideolojik saplantılarla dolu konsensüsü bir araya geldiğinde, elbette bir kaos ve çözümsüzlük doğacaktı ve ben SDG’nin bunu öngördüğünü ve pozisyonunu daha da sağlama alarak, çağrılmadığı ve dışlandığı masaya kurucu güç olarak oturacağı anı beklediğini ve öngördüğü gibi durumun yaşandığını düşünüyorum.
SDG artık Rojava’da değil, tüm Suriye’nin yönetiminde etkin ve kurucu bir güç pozisyonunda. Yönetme ve siyaset kabiliyetleri çok güçlü. Kurucu güç olma pozisyonuna geçerek, siyasal islamcılara güvenmeyen ve onları dengelemek isteyen batılı güçler açısından da bir garantör rolünde aynı zamanda. Ahmet El Şara’nın “ordu” olarak tanımladığı güçlerin, kendisinden değil, bağlı oldukları örgüt liderlerinden veya devletlerden emir aldıkları gerçeğiyle yüzleşmesi, Alevilere dönük olarak mezhepsel bir temizliğe gireşen ve binin üzerinde Aleviyi katleden güçlerin, kendisinin de elini kolunu bağlayarak, lider olma handikaplarını ortaya çıkarması da, bölge gerçekliğinin çarpıcılığını bir kez daha ortaya koydu.
Ahmet El Şara, bu durumu kendisi için avantaja çevirmek için, bir zaman sonra “yönetilemez” yapıları tasfiyeye girecek muhtemelen ve bu tasfiyeyi tek başına yapmayacağından, en büyük güç olan Kürtler ve Dürzilerle iktidarı daha çok paylaşacak. Hatta paylaşacak demeyelim, kendisi de bir parçası olacak diyelim. Çünkü birleştirici güç an itibariyle Kürtlere geçmiş durumda.
8 maddelik anlaşmanın alt maddelerinde Suriye yeniden örgütlenecek ve bu tüm tarafların daha sağlıklı hareket etmesini sağlayacak. Türkiye açısından da bu böyle. Suriye çıkmazı artık siyaseten somut “çıkar”lar üretiyor olacak. Türkiye’nin ikinci yüzyılı stratejisine uyumlu bu hal. Belki de bu konu temelinde, bölgeyi yakın takip eden uzmanlarla uzun uzun değerlendirmek daha anlamlı olacaktır. Benim yorumlarım kendi siyaset okumam ve deneyimlerden ibaret sadece.
“Yaklaşan Newroz, destek işareti olacak”
Son olarak, DEM Parti, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın silah bırakma ve PKK’nin feshedilmesi çağrısı sonrası siyasi parti ziyaretlerine başladı. MHP lideri Bahçeli de kısa süre önce yaptığı açıklamada, PKK’nin ateşkes açıklamasının doğru, dengeli ve isabetli bir açıklama olmadığını öne sürdü. Bir kafa karışıklığı mı var sizce? Bu ziyaretler netlik ayarı anlamına mı gelecek?
Bir kafa karışıklığı olduğunu düşünmüyorum. Siyaseten gündemleştirilen, dile getirenlere, özellikle bu sürece dair dile getirenlere , aşırı anlamlar yüklemeyi doğru bulmuyorum açıkçası. Bakınız YPG ve kapsam tartışması gündemimizden bir anda çıkıverdi. Çünkü tartışılan ile arka tarafta olan biten arasında çok fazla şey var. Bu nedenle, siyasal zeminde ifade edilen her sözün, belirleyici ve mutlak olduğu algısından uzaklaşmak iyi olabilir.
Dediğim gibi sorumluluklar, öncelikler bazen iç içe geçebilir, bazen biri öne çıkarken diğeri geride kalabilir ama aslolan yoldur.
Kimi zaman iktidar, odağı değiştirmek isteyebilir, odaktan uzaklaştırmak ve o esnada iç siyaseti dizayn edecek hamleler kurabilir. Evet ama zaten siyaset bunları kapsar ve “neden böyle yapıyor” diye şikayet etmek bir siyaset değil, edilgenliktir, kabul ediştir ve maalesef muhalefet partilerinde “söylenme”, “şikayet etme” hali bir huy haline dönüşmüş gözüküyor ki bu da iktidarın başarılarından biri.
Sürece de bu temelde yaklaşılıyor bir yanıyla. Şikayetleniliyor, söyleniliyor ve bu hal asıl olarak bir akıl kurmayı zorlaştırıyor. Devlet ve Öcalan nezdinde bir kafa karışıklığı olduğunu düşündürecek bir veri yok elimizde. Siyaseten ifade edilen söylem kalabalıkları var sadece. Bakın şimdi İmralı heyeti Erdoğan ile görüşecek. Çok muhtemelen bu görüşmenin ardından kimi adımlar da gelecek. Newroz geliyor ve kutlamalar sürece verilen desteğin işareti olacak.
Ramazan bayramı atmosferi içinde, toplumsal barış ruhunu canlandıracak kimi adımlar, sürecin moral gücünü büyütecek belki de. “Olmaz”ların değil, “olur” halinin daha önce çıkacağı bir döneme giriyor olabiliriz bu yanıyla. Başa dönersek, yol haritasından daha çok bahsedeceğimiz ve konuşacağımız bir aşama bizi bekliyor sanırım.
Akın Olgun ile Söyleşi: “Yeni Çözüm Sürecinin Akıbeti Ne Olacak?”
1968’den Günümüze: Yerel Seçimlerde Milli Görüş, Sol ve Kürt Partileri
HTŞ, ‘Şara’laşan Colani ve Post-Esad Dönem: “İdlib Deneyimi ve İp Üzerinde Yürümek”