₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Herkes kendi hücresinde: İki taraflı düşünce hapishanesi

Türkiye’de siyaset iki kutba sıkışmış durumda. Farklı düşünenler, tartışmanın değil dışlanmanın konusu haline geliyor. Bu tablo sadece siyasette değil, engelli hareketinde de karşımıza çıkıyor. Herkes kendi hücresinde, kendi duvarını örüyor.
Türkiye uzun süredir siyasal bir sarkaçta sıkışmış durumda. Sarkaç bir sağa, bir sola savruluyor ama nedense bir türlü merkeze gelmiyor. Ya “bizdensin” ya “onlardan.” Ya alkışlayan koroda yerini alacaksın ya da karşı tribüne geçip slogan atacaksın. Arada “bir dakika, bu doğru mu?” diye soracak bir alan kalmadı.
Muhalefet cephesinde biri konuştu mu, sorgulamak ayıpmış gibi kabul edilir; iktidar kanadında ise her cümle alkış kıyametle karşılanır. Ne güzel, kimse kimseyi ikna etmeye çalışmıyor artık. Zaten kimsenin kimseyi dinlediği de yok.
Muhalefet “Senin dediğin doğru ama önce bir iktidar olalım, sonra konuşuruz” diyerek erteleme sanatında ustalaşırken, iktidar “Ben söylediysem doğrudur” duvarının arkasına saklanıyor. Ortada ne tartışma kalıyor, ne de düşünce… Geriye sadece iki taraflı, kalın duvarlı bir düşünce hapishanesi kalıyor.
Toplum ise bu hapishanenin gönüllü gardiyanı olmuş durumda. Herkes kendi hücresinde, kendi rengini seçtiği duvarlara sloganlar yazıyor. Karşı hücreden gelen sesi duymamak için de kalın bir ideolojik yastığa başını gömüyor.
Bu tabloyu sadece siyaset sahnesiyle sınırlı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Benzer bir manzara, Türkiye’deki engelli hareketinde de yaşanıyor. Hakları her geçen gün törpülenen engelli bireyler ve örgütleri, sokaklarda değil, kendi küçük siyasi mahallelerinde mücadele ediyor.
Farklı düşünen platformlara sırt çevrilmiş, hatta arkadan “alaycı kuş” misali dolaşılıp itibarsızlaştırma çabaları sıradanlaşmış durumda. Mücadele alanı olması gereken kamusal mekanlar yerini süslü salonlara, hak arama mücadelesi de yerini rutine binmiş “farkındalık etkinliklerine” bırakmış. Adı farkındalık ama içerik tam tersi. Hücrede yankılanan ses farkındalık değil, kendi yankısıdır.
Peki bu düşünce hapishanesinden nasıl çıkılır?
Öncelikle “biz” ve “onlar” ayrımını merkeze koymayı bırakıp “hak” ve “adalet” ekseninde buluşmayı öğrenmek gerekiyor.
Engelli hareketi özelinde; siyasi gölgelerden uzak, bağımsız bir dil kurulmalı. Farklı seslere kapı açmak bir lütuf değil, zorunluluk olmalı. Salonlardan çıkıp sokağa inmek, protokol konuşmalarından çıkıp gerçek mücadele alanına girmek şart. Birlikte hareket etme kültürü güçlenmeden duvarlar yıkılmaz. Eleştiriye açık, şeffaf yapılarla içe kapanık hücreler yerini toplumsal meşruiyeti olan örgütlere bırakabilir.
Duvarlar yıkılmadan ne siyasal tartışma gerçek olur ne de hak arama mücadelesi büyür. Belki de önce hepimiz aynaya bakıp şu soruyu sormalıyız:
“Bu duvarları kim ördü?”
Cevap aslında basit: Kendi ellerimizle, kendi hücrelerimizi inşa ettik.
Artık bu hücrelerden çıkmanın zamanı geldi.
Bunun yolu ne mucizevi liderlerden ne de dışarıdan gelecek bir kurtarıcıdan geçiyor. Ortak zeminler kurmak, eleştiriden korkmamak, birlikte üretmek ve birlikte mücadele etmekten geçiyor. Küçük adımlar, büyük değişimlerin kapısını aralayabilir. Her bir birey, kendi hücresinde bir tuğla sökerse; o duvarlar bir gün mutlaka yıkılır. Çünkü hiçbir duvar, arkasındaki iradeden daha güçlü değildir.