Şüphesiz ki, 1980’lerden bu yana küresel siyasete damgasını vuran neoliberalizm, yerel yönetimleri birer işletmeye dönüştürerek kamusal hizmetleri parçalamıştır. Bu ideoloji, Türkiye’de ise 2000 sonrası AKP iktidarının yıkıcı merkeziyetçi ve rant-odaklı stratejisiyle benzersiz bir tahribat yaratmıştır. Bugün, barınma, gıda ve iklim krizlerinin kentlerdeki şiddeti, bu modelin iflas ettiğini gözler önüne sermektedir.
İşte tam bu kritik kavşakta, bu makale “Yeniden Kamuculuk” kavramını merkeze almaktadır. Makaledeki iddia odur ki, bu, salt geçmişin bürokratik devletçiliğine dönüş değil; demokratik, katılımcı ve toplumsal mülkiyeti esas alan radikal bir paradigmadır. Makale, Türkiye’de siyasal muhalefetin 2019 sonrası yerel yönetim deneyimlerini, merkezi vesayetin ve yapısal krizin yarattığı finans prangaları bağlamında analiz etmeye çalışacaktır. Yeniden Kamuculuk, merkeziyetçi (otoriterleşmiş) siyasete ve rantçı kapitalizme karşı Türkiye toplumu için güncel bir siyasal araç ve tarihsel bir çıkış imkanı sunmaktadır. Kamuyu yeniden kazanma mücadelesi, demokrasiyi ve toplumsal adaleti yeniden kazanma mücadelesidir.
Çoklu krizlerin gölgesinde kamunun ölümü ve dirilişi
Yerel yönetimler masası, bugün bir hesaplaşma alanıdır. Siyaset biliminin bu kadim disiplini, son kırk yıldır, küresel kapitalizmin neoliberal hegemonya altında nasıl yeniden biçimlendiğine, nasıl iğdiş edildiğine tanıklık etmektedir. 1980’lerde başlayan bu ideolojik dönüşüm, kamu hizmetlerini “etkinlik” ve “verimlilik” gibi yanıltıcı argümanlarla piyasalaştırmış, yerel yönetimleri de sosyal hizmet (güncel kullanımındaki haliyle sosyal yardım-destek mekanizmaları değil) sağlayıcısı olmaktan çıkarıp, birer “girişimci” ve “işletmeci” kimliğine zorlamıştır (Harvey, 2005; Peck, 2010). Neoliberalizmin büyük anlatısı, kamuyu hantal ve israfçı olarak yaftalarken, piyasayı kutsamıştır.
Ne var ki, 21. yüzyılın ikinci on yılında, bu neoliberal tahayyülün toplumsal ve ekolojik sınırlarına tosladığını görüyoruz. Dünya, iklim krizi, pandemi süreci ve rekor düzeyde derinleşen barınma krizi gibi birbiriyle iç içe geçmiş çoklu krizler silsilesiyle boğuşmaktadır (Sassen, 2014). Piyasalaştırılmış suyun, ticarileştirilmiş konutun ve kâr odaklı altyapının, en temel insani ihtiyaçları dahi adil ve erişilebilir bir şekilde karşılamakta sefaletle başarısız olduğu artık bir sır değildir. Sosyal maliyetlerin yoksullara yüklendiği bu modelin sürdürülebilirliği, kaçınılmaz olarak tükenmiştir.
Türkiye bağlamında ise, bu küresel süreç, 2000 sonrası dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı altında yıkıcı bir merkeziyetçi rant devleti biçiminde kristalize olmuştur. AKP, bir yandan merkezi siyasi gücü aşırı derecede güçlendirirken, diğer yandan yerel yönetimlerin, gayrimenkul birikiminin ve rant transferinin ana araçları haline gelmesini sağlamıştır (Keyder, 2000; Özsoy & Sönmez, 2022). Kentler, sosyal politika ağlarından çok, bir arsa spekülasyonu alanı olarak işlev görmüştür.
İşte tam da bu çöküş alanında, Siyaset Bilimi literatürü ve tabii ki güncel siyasal alan, cesur ve radikal bir kamusal dönüşüm çağrısı yapmalı-tartışmalı: Yeniden kamuculuk.
Bu makale, Kamuculuğu sadece bir “geri alma” eylemi olarak değil, demokratik, katılımcı ve toplumsal adaleti merkeze alan, yepyeni bir yerel yönetim paradigması olarak tartışacaktır. Türkiye’deki muhalif yerel yönetimlerin bu zorlu yoldaki krizlerini ve potansiyelini analiz ederek, Yeniden Kamuculuğun, merkeziyetçi (otoriter) siyasete ve rantçı kapitalizme karşı güncel ve tarihsel bir direniş ve çıkış imkanı olup olmadığını sorgulayacağız.
Kavramsal çerçeve: Kapitalizm, neoliberalizm ve kamunun siyasal araçsallaşması
Yeniden Kamuculuk siyasetini anlamak için, öncelikle Kamuculuk, Neoliberalizm ve Kapitalizm üçgenindeki yapısal ve tarihsel gerilimi çözmek elzemdir.
Klasik kamuculuk ve bürokratik sınırlar
Kamuculuk, en yalın hâliyle, mal ve hizmetlerin üretim ve kontrolünün, özel kâr güdüsü yerine kolektif ihtiyaçlar doğrultusunda, kamu eliyle sağlanması ilkesidir (Jessop, 2002). Keynesyen dönemde yükselen Sosyal Devlet, bu ilkeleri kentlere taşıyarak temel hizmetlere erişimi genişletmiştir. Ancak kabul etmek gerekir ki, bu “klasik kamuculuk”, doğası gereği merkeziyetçi, bürokratik ve çoğu zaman teknokratik elitlerin kontrolünde kalmıştır. Kamusal hizmetler vardı ama halkın söz hakkı sınırlıydı.
Neoliberal hegemonya: Sermayenin yeni kâr alanları
1970’lerdeki krizlerin ardından gelen Neoliberalizm, kamuyu birikim sürecinin önündeki bir engel olarak gördü. Bu ideoloji, kamusal hizmetleri ve varlıkları, kâr marjının düşük olduğu alanlardan, yüksek kârlılık vadeden yeni sermaye birikim alanlarına (su, sağlık, eğitim, arsa) dönüştürmeyi hedefledi. Bu dönüşüm, yerel yönetimlerde Yeni Kamu Yönetimi (YKY) reformları adı altında uygulandı:
Ticarileşme ve KÖİ: Hizmetler “kullanıcı öder” ilkesine tabi kılındı. Belediye iştirakleri, kâr odaklı işletmeler gibi yapılandırıldı. Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) modelleriyle, kamusal riskler halka yüklenirken, kâr garantisi özel sermayeye verildi (Brenner & Theodore, 2002).
Girişimci kentleşmenin yükselişi: Yerel yönetimler, sosyal refah misyonunu terk edip, kentlerini küresel sermaye için birer çekim merkezi olarak pazarlama görevini üstlendi. Bu, belediye bütçelerinin sosyal politika hizmetlerinden altyapı ve kentsel pazarlama projelerine kaydırılması anlamına geliyordu.
David Harvey’in (2005) belirttiği gibi, bu süreç, kamusal varlıkların “mülksüzleştirerek birikim” mantığıyla sermayeye devrinin bir mekanizmasıdır. Hizmete erişim, siyasal bir haktan, piyasa koşullarında satın alınabilen bir metaya indirgenmiştir.
AKP’nin yıkıcı merkeziyetçi stratejisi: Rant devleti
Türkiye’de neoliberalizm, AKP iktidarında merkeziyetçilikle ve devlet destekli rant kapitalizmiyle tehlikeli bir sarmal oluşturmuştur. İddia odur ki, bu, kamunun sadece piyasaya açılması değil, aynı zamanda merkezi iktidarın kendi siyasi ikbali için bir araçsallaştırma süreci olmuştur:
TOKİ’nin gaspı ve rantın merkezileşmesi: Başta TOKİ olmak üzere merkezi kurumlar, yerel yönetimlerin imar ve planlama yetkisini gasp ederek, büyük arazi stoklarını hükümete yakın sermaye gruplarına aktarmıştır. Bu, kentsel dönüşüm adı altındaki zorunlu mülksüzleştirme ve yerinden etme operasyonlarını hızlandırmıştır (Özsoy & Sönmez, 2022).
Mali ve hukuki vesayet: Merkezi hükümet, mali yardımları kesintiye uğratarak, muhalif belediyelerin borçlanma ve yatırım projelerini engellemek için yetkilerini kullanmıştır. Bu siyasi tercih, kamucu bir sosyal belediyecilik arayışını kasıtlı olarak mali bir prangayla boğmayı hedeflemiştir. Yerel yönetimler, sosyal hizmet ve altyapı ihtiyaçlarını karşılamaktan çok, merkezi ekonomik modelin kentsel rant ayağını oluşturan pasif aktörlere dönüştürülmüştür.
Yeniden kamuculuk: Kavramın derinliği ve toplumcu belediyecilik manifestosu
Yeniden Kamuculuk, neoliberalizmin yarattığı bu tahribata karşı sadece teknik değil, siyasal ve ideolojik bir cevaptır. Bu kavramı, klasik devletçilikten ayıran üç temel boyut vardır.
Yeniden kamuculuğun üç temel boyutu
Yeniden Kamuculuk (Re-municipalisation), radikal bir siyasal dönüşümü ifade eder:
Geri alma (Re-municipalisation): Özelleştirilen hizmetlerin (su, enerji, ulaşım) kâr amacı gütmeyen, kamusal bir yapıya kavuşturulması. Paris’in suyunun geri alınması örneği (Hall & Lobina, 2012), bunun mümkün ve gerekli olduğunu göstermiştir.
Yeniden düzenleme (Re-regulation): Hizmetlerin kalitesini ve fiyatlarını, kâr maksimizasyonu yerine sosyal fayda, evrensel erişim ve iklim adaleti ilkelerine göre düzenlemek. Su tarifelerinin sosyal kademeli hale getirilmesi bu alana örnektir.
Radikal demokratikleştirme (Radical democratisation): En can alıcı boyut budur. Kamuyu, tepeden inme bürokratik bir aygıttan çıkarıp, kullanıcıların, emekçilerin ve yerel halkın doğrudan katılımıyla yönetilen Ortak Yönetim (Co-governance) ve Toplumsal Mülkiyet (Social Ownership) modellerine dayandırmak. Kamuyu, bir ilişki biçimi olarak yeniden tanımlamaktır.
Toplumcu belediyecilik ve radikal demokrasi laboratuvarı
Yeniden Kamuculuğun demokratikleştirme boyutu, İspanya’da Barcelona en Comú gibi “korkusuz şehirler” hareketleriyle somutlaşan Toplumcu Belediyecilik (Socialist Municipalism) akımıyla sıkı sıkıya bağlıdır. Bu akım, yerel yönetimi, merkeziyetçi siyasete karşı anti-neoliberal bir kale ve demokrasi laboratuvarı olarak görür:
Siyasal itaatsizlik: Merkezi hükümetlerin dayattığı neoliberal kısıtlamalara karşı yerel ölçekte muhalif bir siyasal irade ortaya koymak (Davies & Blanco, 2017).
Bakım emeği odaklılık: Nancy Fraser’ın (2016) dikkat çektiği toplumsal yeniden üretim bağlamında sosyal üreme- (social reproduction) krizine karşı, kent politikalarını bakım emeğini (kadınların omuzlarındaki yükü) merkeze alarak yeniden düzenlemek; ucuz/ücretsiz ve yaygın kreşler, ücretsiz toplu taşıma gibi hizmetleri önceliklendirmek.
Bu, sadece hizmet iyileştirmesi değil, sermaye birikiminin mantığına itiraz eden radikal bir eylem siyasetidir. Kâr, kamunun kapısından kovulmalıdır.
Türkiye’de muhalefet ve kamuculuk arayışı: Finans prangasını kırmak
2019 yerel seçimleri sonrası büyükşehirlerin önemli bir kısmının muhalefete geçmesi, Türkiye siyasetinde yerel yönetimlerin değişim potansiyelini yeniden alevlendirmiştir. Ancak bu belediyeler, devraldıkları neoliberal miras ve merkezi vesayet nedeniyle ikili bir krizle karşı karşıya kalmıştır.
Neoliberal mirasın ağırlığı: Borç ve şirketleşme
Muhalif belediyeler, devraldıkları yerel yönetimlerde AKP döneminin neoliberal mirasıyla yüzleşmek zorunda kalmıştır: yüksek borçluluk, taşeronlaşmış hizmet ağı ve belediye iştiraklerinin kâr odaklı piyasa mantığı. Bu yapısal engeller, bütçenin büyük bir kısmının borç servisine ayrılmasına neden olmuş, rantı kamulaştırma yolundaki her adımı maliyetli ve hukuki açıdan zorlu bir mücadeleye dönüştürmüştür. Bir kamu hizmetini geri almak, dev bir finansal engel demektir.
Merkezi vesayetin kısıtlayıcı siyaseti
Merkezi hükümetin uyguladığı kısıtlayıcı siyasi strateji, muhalif belediyelerin radikal kamucu politikalar uygulama kapasitesini bilinçli olarak sabote etmiştir. Mali yardımların kesilmesi, silkeleme politikaları, borçlanma engelleri ve kritik kamu arazilerinin (Milli Emlak, TOKİ) devrinin engellenmesi, Yeniden Kamuculuğun gerektirdiği finansal hareket alanını kısıtlamıştır.
Bu koşullar altında, muhalif belediyelerin kamuculuk pratikleri çoğunlukla sosyal belediyecilik ve şeffaflık alanlarında yoğunlaşmıştır (Pıhtılı, 2021). Halk Ekmek üretimini artırmak ve ücretsiz kreşler/yurtlar açmak gibi adımlar önemli ve değerlidir, lakin bunlar sistemsel ve radikal bir Yeniden Kamuculuktan çok, sosyal refah misyonunu yeniden canlandıran sınırlı adımlardır.
Eleştirel duruş: Ancak, muhalif belediyelerin bu zorlu koşullarda dahi radikal kamuculuk yerine popülist bir sosyal yardım siyasetine sıkışıp kaldığı, rantı kamulaştırma yolunda yeterince cesur adımlar atamadığı gerçeği, samimiyetle masaya yatırılmalıdır. Kamuculuk bir “hizmet iyileştirme” yarışı değil, radikal bir siyasal dönüşüm kararlılığı gerektirir.
Yeniden kamuculuk: Türkiye toplumu için güncel ve tarihsel çıkış imkanı
Yeniden Kamuculuk, Türkiye’nin merkeziyetçi, rantçı ve kriz üreten siyasal sarmalından kurtuluşu için hayati bir çıkış imkanı taşır.
Barınma kamuculuğu: Konutun metalaşmasına itiraz
Barınma krizi, Türkiye’de toplumsal adaletin en büyük sınavıdır. Yeniden Kamuculuk burada radikal çözümler sunmalıdır:
Arsa stokunun kamulaştırılması: Belediyeler, elindeki tüm arsa stokunu spekülasyondan çekerek, ticari konut üretimine değil; kâr amacı gütmeyen Topluluk Mülkiyet Tröstleri (Community Land Trusts) benzeri kar amacı gütmeyen yapılar ve sosyal konut kooperatiflerine tahsis etmelidir.
Boş konut vergisi: Merkezi yasal çerçeveye rağmen, yerel yönetimler hukuki yaratıcılıkla (örneğin artan oranlı Emlak Vergisi ile) boş ve spekülatif tutulan konutlar üzerinde ağır vergilendirme uygulamalıdır. Bu, konutun bir yatırım aracı değil, temel bir hak olduğunu siyaseten ilan etmektir.
Ekolojik ve ekonomik kamuculuk: Alternatif üretim modelleri
Yeniden Kamuculuk, ekolojik adaleti ve yerel ekonomiyi de dönüştürmelidir:
Enerji ve Su: Yerel yönetimler, Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri (Municipal Energy) kurarak, enerji kamuculuğunu başlatmalıdır. Su yönetiminde, su havzaları üzerindeki ticarileşmeyi durdurmalı ve kararları halkın su meclisleri ile birlikte almalıdır.
Gıda Egemenliği: Yerel yönetimler, kooperatifleri ve yerel üreticileri destekleyerek, kent-kır ilişkisini yeniden kurmalı ve kamusal gıda dağıtım kanalları aracılığıyla gıda güvencesizliğine karşı mücadele etmelidir. Bu, sermaye yoğun tarıma karşı yerel ekonomik direnişin temelidir.
Tarihsel potansiyel: Yerelden merkez siyasete alternatif blok
Kamuculuk, Türkiye’de siyasal muhalefetin ulusal düzeyde sağlam bir zeminde birleşmekte zorlandığı bir dönemde, yerel ölçekte anti-neoliberal bir blok inşa etme potansiyeli sunar.
Sınıfsal Birlik: Kamucu politikalar, barınma, ucuz ve sağlıklı gıda, düşük maliyetli (ya da ücretsiz) ulaşım gibi temel konularda, emeklileri, yoksulları, öğrencileri ve ücretli çalışanları ortak bir çıkar hattında birleştirir. Bu, siyasal mücadeleyi sadece kimlikler üzerinden değil, sınıfsal adalet zemini üzerinden yürütür.
Demokrasi Okulu: Merkeziyetçi, kutuplaştırıcı ulusal siyasete karşı, yerel yönetimler birer demokrasi okulu işlevi görmelidir. Mahalle Meclisleri ve Katılımcı Bütçeleme gibi araçlarla, yurttaşların siyasete olan inancı ve kolektif eylem kapasitesi yeniden tesis edilir. Bu, uzun vadede, ulusal siyasete yayılabilecek yeni bir yönetim tahayyülünün tohumlarını atar. Kamuculuk, mevcut merkeziyetçi, bürokratik, rantçı devlet anlayışına karşı, yerinden, katılımcı ve toplumsal fayda odaklı yeni bir siyasal kültürün adıdır.
Siyasal direnç ve irade: Finans prangasını kırmak
Yeniden Kamuculuğun başarıya ulaşması, merkeziyetçi ve neoliberal direnci aşacak siyasal irade ve yaratıcı finansal stratejiler gerektirir.
Finans prangasını kırmak: Radikal finansman çözümleri
Finansal bağımlılığı kırmanın yolu, rantın adil sosyal politkalarla halka yeniden dağıtılmasından geçer:
İlerici yerel vergilendirme: Emlak vergisi, değerli konut vergisi ve boş konut vergisi gibi yerel vergileri ilerici ve kamucu bir yapıda yeniden düzenlemek. Rant gelirlerini, doğrudan sosyal konut ve altyapı projelerine aktarmak.
Kamu-kamu işbirliği (KİK): Kâr odaklı KÖİ yerine, belediyelerin kendi şirketleri, üniversiteler ve kooperatiflerle işbirliği yaparak, toplumsal faydayı maksimize eden projeler geliştirmesi.
Yerel tahvil ve topluluk fonları: Kamucu projelere finansman sağlamak için şeffaf denetim altında, halka açık, düşük faizli yerel tahvil ihracı ve yurttaş katılımıyla oluşturulan topluluk fonlarının kurulması.
Hukuki yaratıcılık ve siyasal itaatsizlik
Yeniden Kamuculuk, kurumsal itaatsizliği (Davies & Blanco, 2017) ve hukuki yaratıcılığı zorunlu kılar:
Halkla sözleşme: Kamucu projelerin (Kamulaştırma, Boş Konut Vergisi) yasal/siyasal engellere takılması durumunda, kararların meşruiyetini Yerel Referandumlar ve Mahalle Meclisleri kararları ile güçlendirerek, merkezi hükümete karşı siyasal baskı oluşturmak. Bu, siyasal mücadelenin meşruiyetini halktan alma stratejisidir.
Belediye şirketlerinin dönüşümü: Belediye şirketlerini, kâr maksimizasyonundan çıkarıp, hizmetin toplumsal faydasını maksimize eden, şeffaf ve işçi/kullanıcı katılımına açık bir yapıya dönüştürmek, anti-neoliberal bir kurumsal reformdur.
Kamuculuğun başarısı, sadece teknik kapasiteye değil, aynı zamanda bu engellere karşı radikal ve süreğen bir siyasal irade ortaya koymaya bağlıdır. Yerel yönetimler, sadece birer yönetim birimi değil, siyasal direnişin son kalesidir.
Sonuç ve siyasa çağrısı: Toplumsal adaletin yerel manifestosu
Neoliberalizmin ve onun Türkiye’deki AKP tipi merkeziyetçi, rant-odaklı uygulamasının yarattığı çoklu kriz, kamusal hizmetlerin çöküşünü, derin eşitsizlikleri ve Kent Hakkı’nın kitlesel ihlalini beraberinde getirmiştir. Neoliberalizmin yerel yönetimleri birer işletme haline getirme misyonu, Türkiye toplumunu barınma, gıda ve iklim krizlerinin eşiğine taşımıştır.
Yeniden Kamuculuk, bu krizin çözümünde merkezi bir rol oynamaktadır. Bu, Toplumcu Belediyecilik anlayışının, 70’ler Türkiye’sinin ilerici ve devrimci belediyecilik birikiminin bugüne uyarlanmasıdır. Yine iddia odur ki, bu mücadele, sadece hizmetleri geri almakla kalmaz, aynı zamanda merkez-yerel ilişkisini, sermaye-emek dengesi(zliği)ni ve yurttaşların siyasetin öznesi olmasını yeniden tanımlama potansiyeli taşır.
Yeniden Kamuculuk, Türkiye toplumu için tarihsel bir çıkış imkanıdır. Kent hakkının, barınmanın ve temel hizmetlere evrensel erişimin bir kâr aracı olmaktan çıkarılıp, insan onurunun ve toplumsal adaletin temeli haline getirilmesi, yerel yönetimlerin radikal ve devrimci bir görevidir.
Bu görev, doğasına, ağacına, kurduna kuşuna, toprağına sahip çıkan köylülerin, barınma ve eğitim hakkı için mücadele eden öğrencilerin, kumpas davalarıyla esir alınmış-halkın oylarıyla seçilmiş yerel siyasetçilerin direncinin, hemen hemen her gün daha insani ve adil koşullarda çalışmak için direnen her sektörden on binlerce işçinin, yaşam hakkı için neredeyse savaş koşullarındaymışçasına cephe savaşı veren kadınların vb pek çok toplumsal hareket ya da grubunkine benzer, sıradan her yurttaş açısından sadece gözlemlemek değil, aynı zamanda örgütlenmek ve yerel yönetimlerini bu radikal kamucu yola zorlamaktır.
Krizin derinleştiği bu dönemde, kamuyu yeniden kazanma mücadelesi, aynı zamanda demokrasiyi ve toplumsal geleceği yeniden kazanma mücadelesidir. Yerel yönetimler, rantı kamulaştırarak, kararı demokratikleştirerek ve hayatı güvence altına alarak bu yolda ilerlemek zorundadır.
Kaynakça
Brenner, N., & Theodore, N. (2002). Cities and the geographies of “actually existing neoliberalism.” In N. Brenner & N. Theodore (Eds.), Spaces of neoliberalism: Urban restructuring in North America and Western Europe (pp. 2–32). Blackwell Publishing.
Castells, M. (1983). The City and the Grassroots: A Cross-Cultural Theory of Urban Social Movements. University of California Press.
Cunill Grau, N. (2014). The challenges of democratic governance in local services: From New Public Management to Co-governance. Public Management Review, 16(5), 629–646.
Davies, J. S., & Blanco, I. (2017). Local democracy, social movements and the new municipalism: The view from Spain. Urban Studies, 54(14), 3290–3306.
Fraser, N. (2016). Contradictions of capital and care. New Left Review, (100), 99–117.
Hall, D., & Lobina, E. (2012). Re-municipalisation: The future of water and energy services? Public Services International Research Unit (PSIRU), University of Greenwich.
Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. Oxford University Press.
Jessop, B. (2002). The Future of the Capitalist State. Polity Press.
Keyder, Ç. (Ed.). (2000). İstanbul: Küresel ile Yerel Arasında. Metis Yayınları.
Lefebvre, H. (1968). Le Droit à la ville [Kent Hakkı]. Anthropos.
Öncü, A. (2010). Neoliberalism and the transformation of urban governance in Turkey: The case of the Istanbul metropolitan area. International Journal of Urban and Regional Research, 34(4), 793–809.
Özsoy, N., & Sönmez, M. E. (2022). Neoliberal Urbanism and Resistance: The Gezi Park Movement and Urban Transformation in Istanbul. In Handbook of Urban Studies (pp. 1-20). Routledge.
Peck, J. (2010). Struggling with the Creative Class. Routledge.
Pıhtılı, C. (2021). Sosyal demokrat belediyeciliğin krizi ve yeni arayışlar: 2019 sonrası Türkiye örneği. Yerel Yönetimler ve Demokrasi Dergisi, 2(1), 45-68.
Poulantzas, N. (1978). State, Power, Socialism. Verso.
Sassen, S. (2014). Expulsions: Brutality and Complexity in the Global Economy. Harvard University Press.
Stiglitz, J. E. (2010). Freefall: America, Free Markets, and the Sinking of the World Economy. W. W. Norton & Company.
Anahtar Kelimeler: Yeniden Kamuculuk, Neoliberalizm, Yerel Yönetimler, Toplumcu Belediyecilik, Kapitalizm, Kent Hakkı, AKP Rant Siyaseti, Merkezi Vesayet, Krizden Çıkış.
