Gebelik fotoğraflarının kamusal olarak kutlandığı bir çağda, kadınların jinekolojik muayeneyi giderek daha fazla gizlemesi keskin bir toplumsal gerilim yaratıyor. Bir kadın hekimin bile kendi kurumunda muayene olmaktan çekinip başka bir hastaneyi tercih etmesi, mahremiyetin çevre baskısıyla nasıl yeniden tanımlandığını gösteriyor. Aynı anda sosyal medyada jinekolojik deneyimlerini paylaşan kadınlar, mahrem olanı politik bir görünürlük alanına taşıyor; muayene, “ayıp”tan “hak”ka doğru yeniden çerçeveleniyor. Bu çelişkili görünürlük, jinekolojik muayeneyi salt bir tıbbi prosedür olmaktan çıkarıp toplumsal ve politik bir meseleye dönüştürüyor.
Obstetrik sahiplenme ve jinekolojik görünmezlik
Obstetrik sorunlar (gebelik, doğum, doğum sonrası) kurumlar ve toplum tarafından ayrıntılı protokoller ve yoğun gözetimle sahipleniliyor; kamusal kültürde de görünürlüğü teşvik ediliyor. Buna karşılık jinekolojik hizmetler (adet sancısı, menopoz, kronik pelvik ağrı, cinsel sağlık) hem yetersiz arz ediliyor hem de mahremleştiriliyor. Bekar ve evli kadınlar için ayrıştırılmış poliklinikler, sağlık hakkını evlilik statüsü üzerinden kategorize ederek eşitsizliği derinleştiriyor. Bu asimetri, kadınları muayeneyi saklama, paylaşma veya daha farklı koruma stratejileri geliştirmeye zorluyor.
Mahremiyet rejimleri ve görünürlük ikilikleri
Bir uçta kadınlar çevre baskısından korunmak için muayeneyi gizliyor; diğer uçta sosyal medyada deneyimleri açıkça tartışılıyor. Bu ikilik, mahremiyetin kişisel bir sınır değil, toplumsal müzakere alanı olduğunu açığa çıkarıyor. “Kutlanabilir” ve “saklanması gereken” deneyimler arasında çizilen normatif hat, kadınların öznelliğini etkiliyor: kimileri için saklama güçlendirici bir kalkan, kimileri için paylaşma güçlendirici bir politik eylem hale geliyor. Her iki strateji de kadınların bedenleri üzerinde kurulan bakışı yeniden yönlendirme çabası.
Mütedeyyin kadınlarda emanet algısı ve sahiplenmeye geçiş
Mütedeyyin kadınlar jinekolojik muayeneye daha rahat başvuruyor; üreme sistemini “korunmak üzere kendilerine emanet edilmiş” bir sorumluluk alanı olarak görüyorlar. Bu algı muayeneyi normalleştiriyor ve düzenli bakımın etik çerçevesini kuruyor. Zamanla bu sorumluluk pratiği, “emanet beden”den “kendi bedenim”e doğru bir sahiplenme ve farkındalık geçişini tetikliyor; teslim alınmış bedenle özneleşen beden arasındaki sınırlar silikleşiyor. Böylece dini-ahlaki sorumluluk, bedensel öznelliği güçlendiren bir kanal haline geliyor.
Seküler kesimde biyopsikososyal baskı ve kendini koruma refleksi
Seküler kadınlarda mahremiyetin daha belirgin ve zorlayıcı oluşu, yoğun sosyal denetimin biyopsikososyal bir yansıması. Mahremiyeti artırma, görünürlükten kaçınma ve kurumsal ilişkilerden uzaklaşma, bedeni ve ruhu koruma refleksi olarak devreye giriyor. Bu refleks yalnızca kültürel bir seçim değil; sosyal çevre, mesleki hiyerarşi ve dijital bakışın birleşik baskısına verilmiş uyumlanma yanıtı. Sonuçta muayene, sağlık hakkının sessizce icrası ile bakışı siyaseten boşa düşürme çabası arasında gidip geliyor.
Kavramsal çerçeve mahremiyet politikaları ve gözetim toplumu
Sara Ahmed’in mahremiyet politikaları, mahremiyetin “kimin neyi saklayıp neyi paylaşması gerektiğini” belirleyen toplumsal normlarca düzenlendiğini vurgular. Bu normlar gebeliği kamusal olarak teşvik ederken jinekolojik deneyimleri ya ayıplar ya da politikleştirir; böylece mahremiyet, kadın bedeninin anlamını sürekli yeniden çizen bir güç alanı olur.
Michel Foucault’nun gözetim toplumu, bakışın yalnızca devlet ve kurumlarca değil, çevre, meslektaşlar ve dijital ağlarca da üretildiğini gösterir. Kendi kurumunda muayeneden kaçınma, gözetimin içselleştirilmiş etkisini; deneyimi kamusal olarak paylaşma ise bakışı tersine çeviren bir karşı-eylemi ifade eder. Ahmed ve Foucault birlikte düşünüldüğünde, jinekolojik muayene kadınların mahremiyet ve gözetim arasında konum aldıkları bir iktidar müzakeresi olarak görünür.
Kadınların lehine çözüm yönleri
• Bütünlüklü hizmet tasarımı: Menopoz, adet sancısı, kronik pelvik ağrı ve cinsel sağlık dahil yaşam döngüsünü kapsayan, sürekli ve erişilebilir jinekolojik hizmetler.
• Eşitlikçi klinik düzeni: Bekar/evli ayrımını kaldıran, tek kapıdan eşit erişim ve gizlilik garantisi veren poliklinikler.
• Mahremiyet ve güven: Meslek içi etik protokoller, gizlilik sözleşmeleri ve kadınların tercihlerini koruyan rıza odaklı süreçler.
• Anlatı ve anamnez: Kadınların deneyimlerini merkeze alan hikâye alma ve ağrı-etiketleme pratikleri; “önemsizleştirme”yi kurumsal olarak engelleyen geri bildirim mekanizmaları.
• Dijital kamusal alan: Doğru bilgi ve dayanışma için moderasyonlu paylaşım kanalları; mahremiyetin bilinçli yönetimi ve gözetimin farkındalığı.
• Eğitim ve dönüşüm: Sağlık çalışanlarına feminist etik, mahremiyet politikaları ve gözetim farkındalığı eğitimi; kurum içi denetim yerine güven inşa eden pedagojik yaklaşımlar.
Kapanış
Jinekolojik muayene bugün yalnızca bir tıbbi prosedür değil; kadınların bedenleriyle kurdukları ilişkinin, toplumsal normların ve kurumsal politikaların kesiştiği bir müzakere alanı. Obstetrik sorunların ayrıntılı protokollerle sahiplenilmesine karşılık jinekolojik hizmetlerin yetersiz ve mahremleştirilmiş kalması, kadınların sağlık hakkını eşitsizleştiriyor. Bu eşitsizlik, kadınları farklı stratejiler geliştirmeye zorluyor: kimi gizleniyor, kimi paylaşarak politikleştiriyor, kimi sorumluluk üzerinden sahiplenmeye yöneliyor. Seküler kesimde mahremiyetin daha belirgin olması, baskının biyopsikososyal bir yansıması olarak kendini koruma refleksine dönüşüyor; mütedeyyin kesimde ise “emanet beden” algısı zamanla öznelliğe doğru evriliyor.
Bu gerilim, Sara Ahmed’in mahremiyet politikaları ve Foucault’nun gözetim toplumu kavramlarıyla birlikte düşünüldüğünde daha da görünür hale geliyor. Mahremiyet, toplumsal normlarla düzenlenen bir alan; gözetim ise yalnızca kurumların değil, çevrenin ve dijital ağların bakışlarıyla işleyen bir mekanizma. Kadınların muayeneyi saklaması, paylaşması ya da sahiplenmesi, bu iki güç alanının kesişiminde şekilleniyor.
Dolayısıyla jinekolojik muayenenin politikleşmesi, kadınların sağlık hakkı açısından bir kriz değil, aynı zamanda bir fırsat olarak da okunabilir. Bu fırsat, kadınların öznelliğini merkeze alan eşitlikçi sağlık politikalarının geliştirilmesiyle değerlendirilebilir. Menopoz, adet sancısı ve kronik pelvik ağrı gibi sorunların önemsizleştirilmesi yerine bütünlüklü hizmet tasarımı; bekar/evli ayrımını ortadan kaldıran eşitlikçi klinik düzeni; mahremiyet ve güveni koruyan etik protokoller; kadınların anlatılarını merkeze alan anamnez teknikleri bu dönüşümün temel taşlarıdır.
Sonuçta jinekolojik muayene, kadınların bedenleriyle kurdukları ilişkinin hem en mahrem hem de en politik alanlarından biridir. Bu alanın kadınların lehine yeniden tanımlanması, yalnızca sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi değil, aynı zamanda toplumsal eşitliğin ve özgürlüğün güçlendirilmesi anlamına gelir. Kadınların bedenleri üzerindeki denetimi kırmak, mahremiyetin baskıdan değil öznellikten doğduğu bir düzen kurmak…
Ayşenur Kılıç: “Toplumsal cinsiyet mitleri sahte feminizm diskuruyla yeniden üretiliyor”
