Türkiye’deki kentler, her geçen gün artan bir silahlı şiddet tehdidi altında. Umut Vakfı’nın 2023 yılı Türkiye Silahlı Şiddet Haritası verilerine göre, silahlı şiddet olayları adeta bir salgın gibi yayılmaya devam ediyor. Son yıllarda yaşanan trajik vakalar, toplumun güvenliğinin giderek daha fazla riske girdiğini gösteriyor.
Rapora göre, sadece geçen yıl medyaya yansıyan silahlı şiddet olaylarında 2 bin 318 kişi hayatını kaybetti, 3 bin 820 kişi ise yaralandı. Bu çarpıcı veriler, silahların Türkiye’deki şiddetin ana aktörleri olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Özellikle dikkat çeken bir diğer nokta ise, yaşanan şiddet vakalarının yüzde 85’inde ateşli silahların kullanılmış olması.
Vakıf tarafından 2014’ten bu yana tutulan kayıtlar ise durumun vahametini gözler önüne seriyor. Raporlara göre son on yılda, 34 bin 197 silahlı şiddet olayı medyaya yansırken, bu olaylarda 21 bin 434 kişi hayatını kaybetti ve 31 bin 207 kişi yaralandı. Ancak, bu istatistikler yaralananların ne kadarının iyileştiği veya hayatta kaldığı konusunda net bilgiler vermiyor.
Bu verilerin ışığında, toplumun artan silahlı şiddet riskiyle yüzleştiği açıkça görülüyor. Güvenliğin sağlanması için bireysel silahlanmanın önlenmesi ve etkili önlemlerin alınması kaçınılmaz hâle geliyor. Umut Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve Yaşar Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Timur Demirbaş, Türkiye’deki bireysel silahlanma sorununu Fikir Gazetesi’ne değerlendirdi.
“İKİ KİŞİDEN BİRİ SİLAH TAŞIYOR”
Bireysel silahlanmanın Türkiye’nin bugünkü sorunu olmadığını dile getiren Demirbaş, 2002 yılında yaptırdığı bir ankette her on kişiden ikisinin silah bulundurduğu sonucuna ulaştığına değindi.* İzmir’de yapılan bu ankette neden silah taşıdıkları sorulan kişilerin “suç korkusu”, “merak” veya “Türkiye’de erkeklik sembolü” gibi cevaplar verdiğini belirten Demirbaş, “Fakat bugün yapılan araştırmalara göre her iki kişiden biri silah taşıyor. Ateşli silahı olmasa dahi herkes yanında bıçak taşıyor, muşta taşıyor, göz yaşartıcı sprey taşıyor” diyerek artan silah sahipliğine dikkat çekti.
Bireysel silahlanmanın nedenlerinden birisi ise suç korkusu. Kriminolojide yer alan bu kavram kişinin, suç mağduru olma riski varsa korunma amacıyla silah taşımasını ifade ediyor. Öte yandan 6136 sayılı Kanun gereğince yasal olarak 21 yaşını dolduran ve sabıkası olmayan herkesin silah ruhsatı alabileceğini vurgulayan Demirbaş, suç korkusunun yanı sıra artan silahlanmada ruhsat alma kolaylığının etkisine de dikkat çekti.
“KAMU GÖREVLİLERİ EMEKLİ OLDUKTAN SONRA, DEMİRBAŞ SİLAHLARINI MUHAFAZA EDİYORLAR”
Demirbaş silah taşıma hakkına sahip olan kamu görevlilerinin emekli olmalarının ardından, demirbaş silahlarını muhafaza ettiklerini ifade ederek, “Biz Umut Vakfı olarak şunu ifade ediyoruz; kamu görevlilerininin -bulundukları görev bir güvenlik riski taşımıyorsa- silahını görev mahallinde bırakması ve evine silahsız gitmesi gerekiyor. Emekli olanların silahlarını teslim etmesi gerekiyor. Örneğin Cumhurbaşkanının silah hediye etme yetkisi var. Milletvekilleri gibi belirli makam sahipleri harç ödemeden silah sahibi olabiliyorlar, bunun önüne muhakkak geçilmesi lazım. Emekli olan kamu görevlilerinin, silah taşıma ya da bulundurma yetkilerinin sınırlandırılması görüşündeyiz ve hatta eğer taşıyorlarsa diğer vatandaşlar gibi onlar da harç ödesin.” dedi.
“SİLAHLARIN MUTLAKA KİLİT ALTINDA BULUNDURULMASI LAZIM”
Demirbaş, ruhsat sahipliğinin ve ruhsata kolay erişimin de ayrı bir tartışma konusu olduğunu belirtti ve şunları ekledi:
“Benzin istasyonu sahipleri, çiftlik sahipleri, kuyumcular, avukatlar, gazeteciler gibi belirli meslek sahipleri rahatlıkla silah sahibi olup ruhsat alabiliyorlar. Kolay ruhsat vermenin önüne geçilmesi lazım, ruhsat vermeyi güçleştirmek lazım. Silah almak isteyen kişinin mesleği çiftlik sahibi gösteriliyor, benzin istasyonu sahibi gösteriliyor, kuyumcu gösteriliyor ve kişiye ruhsat verilebiliyor. Bu da tabii zaman zaman basında da gördüğümüz üzere rüşvetin yolunu açıyor. Silah ruhsatı olanların da silahlarını kilit altında bulundurmaları gerekir. Avrupa’da bazı kentlerde veya Amerika’da bazı eyaletlerde olduğu gibi. Silahların mutlaka kilit altında bulundurulması lazım.”
TÜRKİYE, AVRUPA’DA ORGANİZE SUÇ ENDEKSİNİN EN YÜKSEK OLDUĞU ÜLKE
Dünyada yaşanan suçlara ilişkin Uluslararası Organize Suç İnisiyatifi tarafından oluşturulan Küresel Organize Suçlar Endeksi 2023 raporuna göre Türkiye, Avrupa’da organize suç endeksinin en yüksek olduğu ülke. Dünyada 193 ülke içinde 14’üncü sırayı alan Türkiye’de genel organize suç oranı 7,03 olurken, silah ticareti, eroin ticareti ve mafya benzeri suç gruplarında ise puanı 8,5 oldu.
PEKİ YA CEZASIZLIK?
Artan suç oranlarından hareketle, kamuoyunda akla ilk gelen sebep cezasızlık oluyor. Cezasızlığın Türkiye’de bir gerçek olduğunu dile getiren Demirbaş, cezaevlerinin doluluk oranına şu ifadelerle dikkat çekti:
“Cezaevleri aşırı doldu ve bu aşırı doluluğa çare olarak öncelikle 2012 yılında ‘Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’la, hapis cezasının denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak infazı şeklinde 105/A maddesi eklendi. Bu madde kimleri kapsıyordu? Koşullu salıverilmesine bir yıl kalanları… Geçici madde ile açık cezaevinde ve çocuk eğitimevinde belli bir süre geçirme koşulu aranmadı. Ardından 15 Temmuz’da cezaevlerinde yer açmak amacıyla koşullu salıverilmelerine 3 yıl kalanlar bu hükümden yararlandı. En son ise 2020 yılında 7242 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’la Covid-19 bahanesi ile -belki haklı bir sebeptir- Covid-19 izni dendi. Sonradan ise Covid-19 izni süresi, muhtelif kanunlarla uzatıldı. Şu anda birisi suç işledikten sonra yakalanıyor ve ‘failin sabıka kaydı varmış’ deniyor. İşte bu kişi aslında cezaevinde bulunması gereken kişi. Hatırlarsınız, 2019 yılında Beyoğlu’nda iki kişi, para istedikleri genç mühendis Halit Ayar’ı bıçaklayarak öldürmüştü. Ardından iki saldırganın da açık cezaevinden izinli çıktıkları belirlenmişti. Hepimizin başında gelebilir, serseri mayın gibi dolaşıyorlar.”
“KİMSE KANUNLARDAKİ CEZALARIN TAMAMIYLA UYGULANACAĞINA İNANMIYOR”
Prof. Dr. Timur Demirbaş, Ceza Hukuku’nun son yıllarda çaresiz kaldığını ifade ederken cezanın amacının ‘genel önleme’ ve ‘özel önleme’ olduğunu aktardı ve ceza ile adalet sistemine dair ciddi problemler olduğunu belirtti. Peki nedir genel önleme? Aynı zamanda ‘korkutma önleme’ adı verilen bu kavram, suç işleyen kişinin cezalandırılacağına dair topluma bir mesaj verme anlamına geliyor. ‘Özel önleme’yi ise “suç işleyen kişinin bizzat cezalandırılıp cezaevine gönderilerek ıslah olması” ifadeleriyle aktaran Demirbaş, Türkiye’deki cezasızlık hâline şu sözlerle ışık tuttu:
“Şu an hiç kimse kanunlardaki cezaların tamamıyla uygulanacağına inanmıyor. Dolayısıyla ‘korkutma önleme’ yok. İnsanlar etkin bir cezalandırma süreci olmayacağını düşünerek suç işleyebiliyorlar. Öncelikle toplumda suçun cezasız kalmayacağına dair bir inanç olması lazım ve herkesin yerinin yurdunun belli olması lazım. Avrupa’da herhangi bir kente eğitim amaçlı ya da belli bir süreden fazla gittiğiniz zaman, mutlaka poliste kaydınız olur. Türkiye’de maalesef böyle bir şey yok. Yurtdışından kaç kişi geldi? Resmi kayıt farklı, gerçek sayı farklı… Kim nerede oturuyor? Yani siz bunu kontrol edemiyorsanız nasıl suçlulukla mücadele edecekseniz? Polisin yaptığı durdurma ve kimlik sorma işleminde bazen çıkıyor, yüzlerce aranan kişi yakalanıyor. Demek ki etkin bir kontrol yok.”
‘HÜKMÜN AÇIKLANMASI’ NEDEN ‘GERİ BIRAKILIYOR’?
Geçmişte sabıka kaydı bulunmayan, 2 yıla kadar hapis cezası ya da adli para cezası gerektiren bir suç işleyip işlediği suçun zararını gideren kişiyi mahkeme yargılıyor, hüküm veriyor fakat hükmü açıklamayı geri bırakıyor. Kişi 5 yıl süreyle yeni bir suç işlemez ve kurallara uygun davranırsa, o hüküm verilmemiş sayılıyor. Demirbaş, kamuoyunda da oldukça tepki çeken ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılması’na benzer (uzlaştırma, tecil, ön ödeme gibi) çok sayıda düzenleme olduğunu aktarırken, bu düzenlemelerin sebebini cezaevlerindeki doluluk oranıyla ve şu sözlerle açıkladı:
“Cezaevlerindeki doluluk sebebiyle kanunlarda birtakım kurumlar kabul edilmiş. Örneğin, hükmün açıklanmasının geri bırakılması… Bizde kanunlarla suçlar, cezalar var ama yargının iş yükünü hafifletmek amacıyla çok sayıda bu tür kurum da var. Çoğu kişi de biliyor, ‘beni nasıl olsa cezalandırmayacaklar’ diyor. Cezalandırılsa dahi denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak hapis cezasının infazı uygulaması var. 2020’de cezaevindeki mahpus sayısı 400 bine yakındı. Dolaylı af kanunu ile 100 bin kişi serbest bırakıldı ve cezaevlerindeki mahpus sayısı 300 bine düştü. Şu an o sayı tekrar artmış durumda.”
TÜRKİYE’DE ISLAH SORUNU VE “AÇ İNSAN HER ŞEYİ YAPAR” KISIR DÖNGÜSÜ
Demirbaş, “Tüm bu sebepler yetmezmiş gibi bir de ekonomik kriz var. Şu an çok ciddi bir yoksulluk var.” diyerek ekonomik krizin bireysel silahlanma üzerindeki etkisine dikkat çekti. Ceza İnfaz Hukuku’nun amaçlarından birinin bir suç işleyerek cezaevine girmiş kişinin tahliyesinin ardından yeniden sosyalleştirme, o kişinin ıslah edilerek topluma dönüşünün sağlanması; hatta cezaevinde kişiye bir meslek/ sanat öğretilerek tahliye edildikten sonra da bir işe yerleştirilmesi olduğundan söz eden Demirbaş, “Tabii bunlar mümkün olmadığı zaman ne yapacak? Halk deyişiyle de bilirsiniz, ‘aç insan her şeyi yapar.’ Yeni suçlar işleyecek… Türkiye böyle bir kısırdöngünün içine girdi. Son yıllarda hepimiz yaşıyoruz; hayat pahalılığı ve enflasyon korkunç seviyelerde. Elbette suç oranlarının yükselmesinde en büyük sebeplerden biri ekonomik sebeplerdir. Kişinin iş güç sahibi ol(a)maması ve topluma uyum sağlayamamasıdır.” dedi.
YERELDE ÇÖZÜM VAR MI?
Öte yandan Demirbaş, yereldeki çözüm arayışlarını değerlendirdi ve bu konuda cesaret verici adımların atıldığını vurguladı. Bazı jandarma komutanlarının ve emniyet müdürlerinin kendi il veya ilçelerinde silahla kutlama yapılmasını yasakladıklarını ve afişler astıklarını dile getiren Demirbaş, “Gerçekten de bir yerde silah kullanılıyorsa oradaki emniyet müdürünün ve/ veya jandarma komutanının sorumluluğu var. Anında insanları caydıracak adımlar atılmalı. ‘Silah atıldığı anda düğünü kapatırım. Bitti, taviz yok’ dense kimse cesaret edemez. Gerçekten yaptırımın olması durumunda kişiler o yola sapmaktan kendini alıkoyacak. Birisi silahı ateşlediği zaman düğünün kapatılacağını bildiğinde, ateşlemeye cesaret edemez. Bunu uygulayan yerel yöneticiler oluyor, duyuyoruz. Cesaret verici bir uygulama, olması gereken bu.” ifadelerini kullandı.
“SIKILAN MERMİ BİRİSİNİN KAFASINA İSABET EDECEK, YERÇEKİMİNİN EN DOĞAL KURALI”
Ayrıca kutlama atışlarıyla bağlantılı olarak ortaya çıkan “yorgun mermi” gibi tehlikelere de dikkat çeken Demirbaş; asker uğurlamaları, düğünler veya maç sonrası gerçekleşen bu tür atışların geçmişte birçok can kaybına neden olduğunu ifade etti. Demirbaş, ‘kutlama atışlarının’ kesinlikle yasaklanması gerektiğini söyledi ve ekledi:
“Sıkılan mermi birisinin kafasına isabet edecek, yerçekiminin en doğal kuralı. İçişleri Bakanlığı’nın ciddi bir sorumluluğu var bu konuda. Böyle bir durumda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmeyecek ya da erteleme kararı verilmeyecek. Belki de açıkça bir kanun hükmünde ‘bu suçla ilgili olarak verilen cezalar, para cezasına ya da diğer tedbirlere çevrilemez’ diye bir hüküm konabilir. Bazen oluyor bu tip şeyler, bu tür mücadele etmek gerekiyor.”
“EĞER DUVARDA ASILI BİR TÜFEK VARSA…”
Geçmiş yıllarda, 2011 yılında Diyarbakır’da Ak Parti’den milletvekili seçilen ve 2019 yılında Ak Parti’den ayrılarak Gelecek Partisi’nin kurucuları arasında yer alan Silah Üreticileri, Satıcıları ve Sevenleri Derneği Başkanı Cuma İçten’in, Amerika örneği üzerinden ‘Ruhsatlı silaha sahip olmak daha güvenli. Hiç olmazsa kimde silah olduğunu bilip kontrol edebiliyorsun. Balistik inceleme gibi işlemler daha kolay olacağı için silah sahipleri davranışlarına daha çok dikkat eder’ şeklinde bir görüş öne sürdüğünü ifade eden Demirbaş, “Aslında bu sıkça öne sürülen bir görüş, mantıklı gibi gelebiliyor. Fakat işte evde silah durduğu zaman onun istenmeyen sonuçlara sebebiyet verdiği belli” dedi ve ekledi:
“Anton Çehov’un bir lafı var: ‘İlk bölümde duvarda asılı bir tüfek olduğunu söylüyorsanız, ikinci ya da üçüncü bölümde o tüfek patlamalıdır. Eğer patlamayacaksa o tüfek orada asılı olmamalıdır.’”
*Prof. Dr. Timur Demirbaş’ın 2002 yılında İzmir’de gerçekleştirdiği bireysel silahlanma anketinden veriler:
Silahlanmanın görünüşü hakkında fikir edinmek amacıyla tarafımızdan İzmir ilinde yürütülen ve 4 Ocak 2002’de tamamlanan kamuoyu araştırmasında, 1653 kişiye yöneltilen “Bir suçtan korunmak amacıyla silah bulundurmayı hiç düşündünüz mü?” sorusuna verilen yanıtlar şöyledir:
İzmir |
|||
Genel | % | Kadınlarda | |
Cevap | |||
çok, | 9,40 | 6,65 | |
bazen, | 7,58 | 22,56 | |
hemen hemen hiç, | 18,07 | 16,17 | |
kesinlikle düşünmedim, | 43,12 | 53,59 | |
bilmiyorum/cevap yok, | 1,52 | 1,04 |
“Hiç silah bulundurdunuz mu?” sorusuna verilen yanıtlar:
İzmir |
|||
Genel | % | Kadınlarda | |
Cevap | |||
evet, ruhsatlı, | 11,03 | 4,56 | |
evet, ruhsatsız, | 7,58 | 1,69 | |
hayır, | 79,52 | 92,96 | |
cevap yok, | 1,88 | 0,65 |
İzmir ilinde silah bulunduranların oranı %18,61 şeklinde (kadınlarda %6,25), adeta her on kişiden ikisinde silah olduğunu ortaya koymuştur. Bu oran, Türkiye’nin belirli şehirlerine göre az olmakla birlikte, küçümsenemeyecek boyutlarda olduğunu göstermektedir.