“Burdur’da kıskançlık cinayeti!”
Bu haber başlığını okuyunca aklınıza ilk gelen düşünce ne oldu? Kadın cinayetlerine dair haberlerde genellikle failin bakış açısına odaklanılırken, mağdurun sesi pek duyulmaz. Burdur’un Çavdır ilçesinde yaşanan son olayda da bu durum pek farklı değil.
Katledilen Özlem Şımarık’ın yaşadığı duyguları, deneyimleri ve içinde bulunduğu koşulları göz ardı etmek… Basına yansıyan; televizyonlarda, haber sitelerinde konuşulan, haberleştirilen kadın cinayetleri sadece suçun işleniş biçimine değil, suçun işlenme sebeplerinin ardındaki gerçeklere de odaklanmayı gerektiriyor. Toplumdaki cinsiyetçi kalıplar, kadınların güçsüzleştirilmesi ve kadına yönelik şiddet gibi temel sorunlar, bu tür cinayetlerin kökenlerinde yatıyor.
Gazetelerin ve haber sitelerinin sayfalarında dolaşırken, gördüklerim yalnızca haberlerin başlıkları değil, toplumun eril yüzünün çarpık bir yansıması. Kadının, karanlıkta kaybolmuş gölgeler gibi, haber başlıkları altında suçlu ilan edildiği bu düzende, gerçeğin ne kadar derinlere saklandığını görmemiz gerek.
Her gün haber başlıklarında karşılaştığımız ‘aşk cinayeti’ gibi ifadeler, sadece birer sözcük yığını değil, aslında toplumun kadınlara bakışını da yansıtıyor. Bu bakış açısı, kadını sadece bir obje olarak gören ve hayatının, duygularının ve değerinin ikinci plana atıldığı bir anlayışın ürünü.
Bu bakış açısının, iktidarla olan ilişkisini kurmak önemli elbette. Muhafazakar eril düşünce ve yapılanma, kadını sadece aile içindeki konumuyla sınırlı görmek ve onu erkeğin mülkiyeti olarak algılamak istiyor. Kadının bağımsızlığı, özgürlüğü ve kendi kararlarını alma hakkı, bu düşünce yapısına tehdit olarak görülür.
Bahsi geçen erkler kadını sadece ailenin ve toplumun gözünde bir itaatkar olarak görmek istiyor. Onlar için kadının duyguları, istekleri ve yaşamı, erkeğin onun üzerindeki kontrolünü kaybetmemesi için bastırılmalı. Bu nedenle kadını aşağılayıcı bir konumda tutmak ve onun bağımsızlığını engellemek, muhafazakar eril düşüncenin temel hedeflerinden biri hâline geliyor.
‘Aşk cinayetleri’, aslında bu muhafazakar eril düşünce yapısının bir sonucu ve kadının toplum içindeki konumunu belirleme ve kontrol altına alma çabasının bir yansıması. Haber başlıklarının arasında kaybolmuş gerçeklik, buzdağının sadece görünen kısmı. Kadın, haberlerde sıklıkla mağdur olarak sunulurken, bir yandan da suçlanıyor. Medyanın dili hâlâ eril, hâlâ mağduru suçluyor…
Bu dil, kadını sürekli olarak zayıf ve savunmasız bir varlık olarak gösterir. Kadınlar, ya kurban olarak ya da suç ortağı olarak sunulurken, kendi iradeleri, duyguları ve hikâyeleri yok sayılır. Aslında mağdurun suçlanması, toplumda yaygın bir norm hâline gelmiş durumda. Özellikle kadınlar mağdur olduklarında, medya ve toplum genellikle suçlama eğiliminde oluyor. Bir kadının şiddete uğraması durumunda, kıyafetlerinden davranışlarına kadar her detayın sorgulanması ve suçlu aranması, bu durumun en açık örneklerinden biri olarak ortada.
Toplumda kadın, genellikle erkeklerin egemen olduğu bir yapı içinde var olmaya zorlanıyor. Bu yapı, kadınların duygularını bastırmasını, kendilerini küçük düşürmesini ve mağduriyetlerini sessizce yaşamalarını teşvik ediyor, tembihliyor. Dolayısıyla, bir kadın mağdur olduğunda, toplumun bu eğilimi, aslında kadınların seslerini yükseltmelerine, haklarını aramalarına ve kendi hikayelerini anlatmalarına karşı bir barikata dönüşüyor.
Bir kadının şiddete uğraması durumunda, onu suçlamak, aslında toplumun kadınlara yönelik ön yargılarını ve cinsiyetçi kalıplarını korumak için başarılı bir yol olabilir. Kadınların güçlenmesi ve kendi hikâyelerini anlatmaları, bu kalıpları sorgulamak ve değiştirmek demek, ki bu da mevcut eril yapıya meydan okumak anlamına geliyor.
Elinizi bir gazeteye attığınızda veya haber sitelerinde dolaştığınızda, erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü bir dünya ile karşılaşıyorsunuz. Kadınlar, yaşamlarını yitirirken bile suçlu ilan ediliyor. Bu, sadece bir dil meselesi değil, aynı zamanda toplumsal bir bilinçsizliğin ürünü. Medya ise kadına yönelik şiddeti toplumsal bir sorun olarak değil, bireysel bir problem olarak görmeye devam ediyor.
Özellikle ana akım medyanın haberleri ele alışı, sıkça üçüncü sayfa haber kültürüyle magazinel bir boyuta kayıyor. Bu durum, gazetenin veya televizyonun tirajını artırmak için ‘acayip olay’lara odaklanma eğiliminden kaynaklanıyor herhâlde. Bu tür olaylar, sıradan bir suç haberi gibi sunulmak yerine, daha fazla ilgi çekmek ve satış yapmak için abartılı bir şekilde sunuluyor. Magazinel yaklaşım, asıl sorunu göz ardı ederek, okuyucusunu/ izleyicisini kadına yönelik şiddeti ciddi bir toplumsal sorun olarak ele almaktan uzaklaştırıyor. Olaylar, sanki bir film sahnesiymiş gibi dramatize ediliyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, Şubat ayında en az 36 kadın öldürüldü, 17 kadın şüpheli şekilde öldü. Peki haberlere nasıl yansıdı? Birkaç başlığa göz atalım:
Kapıcıyla yasak aşk ölümle bitti: Teslim oldu
Ümraniye’de aile faciası! Cinnet geçiren adam, eşi ve 2 kızını öldürdü
Beş ay önce boşandılar… Eski eşe kanlı ‘sevgili’ pususu
Eşlerin kavgası kanla son buldu
Başlıkların alt metinleri, birçok açıdan toplumsal cinsiyet algısının nasıl şekillendiğini gösteriyor. Örneğin sıklıkla karşılaştığımız, “yasak aşk cinayeti” ifadesi, adeta suçun makul bir sebebi olduğunu ima ediyor. Ana akım medya çoğu zaman suçu işleyenin yanında durmayı tercih ediyor. “Kıskançlık cinayeti” ifadesi ise kıskançlığın bir cinayeti haklı çıkarmaya yeteceği gibi tehlikeli bir mesaj taşıyor. Bu başlıkların alt metinlerinde, kadınları suçlama eğilimleri ve salt mizojini açıkça görülüyor.
Başlıklar, sadece birer örnek olmakla kalmayıp, erkek şiddetinin nasıl normalleştirildiğini gösteriyor. Medya kuruluşlarının bu sorumluluğu üstlenmesi; mağdurların duygularını ve deneyimlerini ön planda tutarak, toplumun daha empatik ve bilinçli bir şekilde bu konuları ele almasını sağlaması gerekirken, kuruluşlar bir anda faile sebep üretmeye çalışan bir fabrikaya dönüşüyor. Kadın odaklı hak haberciliğinin esamesi okunmuyor.
Haberlerin erkek toplumuna kadın cinayetleri için “eğer sebep varsa normaldir” mesajı vermesi ve erkek zihnindeki algıyı bu mesaj üzerinden kurması, medyada öznenin yanlış ele alınıyor olmasının sonuçlarından biri. Kadın cinayetleri haberlerinde sıkça görülen dil ve yaklaşım, toplumda kadına yönelik şiddeti meşrulaştırıyor.
Bir kadının şiddete uğramasının ardında genellikle kadının davranışlarına veya giyimine atıfta bulunuluyor ve bu da sanki şiddetin bir tür meşru cevap olduğunu, toplumsal olarak kabul edilebilir olduğunu ima ediyor. Bu düşünce inşası, failin suçluluk hissetmeyerek kendinde ‘hak’ görmesine ve hatta şiddeti meşrulaştırmasına yol açıyor.
Bütün bu karanlığın içinde, kadının her şeye rağmen hakları için mücadele etmesi, toplumun her kesiminde duyulması gereken bir çağrı aslında. Bu mücadelede hepimize düşen görevler var. Kadın odaklı haberlerin desteklenmesi, medyanın kadınları daha adil, daha eşit şekilde temsil etmesi için birlikte çaba göstermeliyiz. Cinsiyetçi ve ayrımcı dilin karanlığına karşı aydınlık bir ışık olmalıyız. Belki de bir gün, haberlerde gördüğümüz başlıklar, kadınların gerçek hikayelerini yansıtacak. Belki de dil, daha adil ve eşitlikçi olacak. Belki de o zaman, kadınlar artık gölgelerde değil, ışıkta yaşayacaklar.