*Kadın, Kent Hakkı ve Temsil Üzerine Zeynep Altıok Akatlı’yla Söyleşi
Kadınların hak mücadelesi, yerel düzeyden küresel arenaya kadar uzanan bir yolculuk… Kentler; kadınların yaşam kalitesi, toplumsal katılımı ve refahı üzerinde önemli bir etkiye sahip olsa da; kadınların kent hakkı konusundaki talepleri, politika belirleyiciler tarafından genellikle görmezden geliniyor.
Bu bağlamda, kadınların siyasette temsiliyeti de kritik bir öneme sahip. Eşit temsil, kadınların seslerini duyurabilmesi ve karar alma süreçlerine etkin bir şekilde katılabilmesi için vazgeçilmez bir ilkeye dönüşüyor. Ancak kadınların liderlik pozisyonlarında yeterince temsil edil(e)memesi Türkiye siyasetinde kendini her dönem yeniden üreten bir gerçek. 8 Mart’a giderken Zeynep Altıok Akatlı ile gerçekleştirdiğimiz röportajda kadının kent hakkını, yerel yönetimleri ve eşit temsili konuştuk.
Altıok, “Kadının eşit temsili ve erkeklerle eşit haklara sahip olması ekseninde bakmak gerekirse ülkemizde çok ciddi gerilemenin yaşandığı bir dönemdeyiz. Kadının yaşamda varoluşu ile ilgili birçok temel sorunu varken kırsalda ve kentte farklı farklı sıkıntılarla karşı karşıya geliyoruz. Elbette bu durum rol dağılımlarıyla ilgili… Kadının toplum içerisindeki rolü, nelere hakkı olup olmadığıyla ilgili belirleyici oluyor” dedi ve ekledi:
“Bu roller için de genellikle kadına kendi kölesiymiş, hizmetlisiymiş gibi davranan; belli roller atfeden erkek aklı belirleyici oluyor. Kırsaldaki kadının yaşamı, kentteki kadına göre bir nebze daha kolay olabilir. Çünkü erişim, ulaşım alanı zaten sınırlı olan bir alan. Örneğin, ailenin geçimi için yapılması gereken işler köy ortamında, imece ortamında -hiç değilse kadınlar arasında işbirliği yapılarak- çözülebiliyor. Burada kenara bir not düşeyim, azımsayarak ‘kırsalda az bir problem var’ demek için söylemiyorum bunları. Fakat kent yaşamı içinde, ekonomik varlığını sürdürebilmek için uzun mesafeler kat etmek, belli saatlerde yolculuk etmek ya da belli saatler dışında yolculuk etmek, kalabalıklara karışmak, kalabalıklar arasında var olabilmek gibi birçok başka temel sorun ortaya çıkıyor.”
“CEZASIZLIK İLE BİRLİKTE ŞİDDETİN DOZU ARTIYOR”
Geceleri kadının kentte, iki apartman ötesindeki komşusuna giderken bile can güvenliğinin olmadığı, daha vahşi bir ortam oluştuğunu dile getiren Altıok, “Güvenlik sorunu, hak temelli sorunları aşarken önemli bir başka unsur, bir tehdit unsuru olarak önümüze geliyor. Az önce bahsettiğim siyasi aklın kadına biçtiği rol, erkeklere beğenmediğini hizaya getirme, cezalandırma hakkı tanıyor. Cezasızlık ile birlikte şiddetin ve ‘cezalandırmanın’ dozu da artıyor. Dolayısıyla dezavantajlı kabul edilen kadın ve çocuklar yaşam mücadelesi içinde kentlerde daha büyük sorunlarla karşı karşıya gelebiliyorlar. Mesela kent üzerinden konuştuğumuzda benim verdiğim bir örnek var; verilere baktığımızda İzmir kadına yönelik şiddetin en yüksek olduğu yerlerden biri. Şaşırtıyor değil mi, ters köşe yapıyor? Çünkü İzmir daha özgür, İzmir daha eğitimli, İzmir daha laik, İzmir daha modern bir kent… Peki neden kadına yönelik şiddet burada daha fazla? Aslında bu, şiddetin fazlalığını değil, kendini ifade etme özgürlüğüne sahip kadınların fazlalığını gösteriyor. Çünkü başına geleni utanmadan, hakkını arama cesareti gösteren kadın sayısı İzmir’de daha yüksek. Dolayısıyla daha çok vaka göz önüne çıkmış oluyor. Bazen gördüğünüz veriye karşın, nereden okumanız gerektiğiyle ilgili şeyler de size çok şey anlatıyor kadın haklarıyla ilgili, kadın eşitliğiyle ilgili” dedi.
Altıok, kadınların sorunlarına öncelikli çözümler üretilmesi gerektiğini şu sözlerle vurguladı:
“Öğretilmiş doğrular ve kadının da öğretilmiş çaresizliği üzerinden bakmak lazım. Mesela daha bir yıl evvel bir deprem yaşadık. Ondan önce bir pandemi sıkıntısı yaşadık. Kriz dönemlerinde hiç aklımıza gelmeyen sorunlar ortaya çıktı, değil mi? Mesela deprem bölgesi için hiç kimse kadınların hijyen problemiyle ilgili öncelikli yardım göndermeyi ya da kadınların depremin ardından konteynerlerde yaşarken nasıl malzemelere ihtiyaç duyacağını akıl bile etmedi. Önce hep öğretilmiş yerlerden bakılıyor. O deneyim; kriz belediyeciliği içinde bunu düşünen, öngören ve kadınlara özel yardımlar götüren hizmetleri çok kıymetli kıldı. Kriz dönemleri dışındaki hayata baktığımızda nedir yerel yönetimlerin payına düşen? Çalışan anneye çocuğunu iyi yetiştirebilmesi için olanaklar tanınması, kadınların kendi haklarını bilip talep edebilmesi için pozitif bilimler üzerinden bilgilendirilmesi, farkındalık kazandırılması, özgür olmanın kadının da hakkı olduğunu hissettirmek, öğretmek ve o şekilde yaşarken de başına bir şey gelmeyecek güvence koşullarını sağlamak… Yerel yönetimlerin bu noktada önemli sorumlulukları var. Kreş, eğitim hizmetleri, çalışan annelere yardım, ulaşım hakları… Birçok alanda farklılaşma hizmetleri olabilir.”
“KİMLİKSEL OLARAK SUÇ İŞLEDİĞİNİN FARKINDA OLMAYAN ERKEKLERİN ARASINDA YAŞIYORUZ”
Yerel yönetimlerin kadınlara yönelik uygulamalarına dikkat çeken Altıok, “Yerel yönetimler perspektifinden baktığımızda kadınların gece seyahat ederken durak olmaksızın istedikleri yerde inebilmeleri çok anlamlı, fayda getiren ve özel düşünülmüş bir çözüm. Öte yandan bence yerel yönetimler en büyük hizmeti, erkeklere verecekleri eğitimle sağlayabilirler. Çünkü mağdur edilenler ya da hakları elinden alınanlar, bilmeseler bile, mağduriyet durumundan bir öğrenim yaşarlar. Deneyim üzerinden gelen bir öğretidir. Bence erkeklerin bihaber olma durumunu yok ettiğimiz zaman eşitlik için zihinsel bir devrim yapmış olacağız. İlk önce oradan başlamak gerekli. Dolayısıyla erkekleri bilinçlendirecek yerel yönetim farkındalık projeleri çok kıymetli olacaktır. Aslında kadının toplumdaki yerini ve hakkını daha fazla benimsemiş olduğunu düşündüğümüz muhalefet partilerinin içinde bile kadın ayrımcılığının yüksek şekilde yaşandığını görüyoruz. Kendi at gözlüklerinin arasından kadınlara bir hak bahşettiğini düşünürken aslında kimliksel olarak suç işlediğinin farkında olmayan erkeklerin arasında yaşıyoruz biz. Buna aslında en iyi örneği siyaset üzerinden bakarak şöyle verebilirim; birkaç yıl önce meclise bir yasa tasarısı geldi. Kadınların tecavüzcüleriyle evlendirildiklerinde, erkeğin (‘koca’nın) suçunun işlenmediğini öngören; ‘aile birliğini koruma’ üzerine kurulu, anlamsız bir sistemdi. Tasarı mecliste görüşüldüğü zaman reddi matematiksel olarak mümkün değildi. AKP sıralarındaki kadın siyasetçiler bile evet oyu kullandı. Ya kendilerine yapılan haksızlığı fark etmediler, ya kendilerine öğretilen yaşam rolü içerisinde olağan buldukları bir durumdu ya da öyle olmadığını pekala bildikleri hâlde, biat kültürü içerisinde kendilerine vekil yapmış olan partinin fikrini koşulsuz ve sorgusuz kabul etmek zorunda oldukları için böyle bir irade göstermişlerdi” diye konuştu.
“ERKEKLERİN, KENDİLERİNİ BİRİNCİ ROL BELİRLEYİCİ OLARAK GÖRMELERİNİN ÖNÜNE GEÇMEMİZ LAZIM”
Ardından yaşananları “Bu iradeye karşı; meclis çatısı altındaki muhalif partilerin yanı sıra, örgütlü kadınlar ve sivil toplumun bireylere erişip farkındalık yaratan gücü sayesinde öyle büyük bir itiraz dalgası oluştu ki… İktidar kendi getirdiği yasayı kendi çekmek zorunda kaldı, uzunca bir süre bunu yeniden gündeme getiremedi” sözleriyle ifade eden Altıok; “Ardından bir seçim oldu ve seçimlerden sonra Cumhuriyet Halk Partili bir milletvekili, kendisine gelen bazı talepleri yeterince sorgulamadan, eşleri hapiste olan kadınların mağduriyeti üzerinden bu yasaya çanak tutacak bir basın açıklaması yaptı ve yasayı savunanlara mecliste söz hakkı verdi. Ardından AKP, bu yasayı yeniden gündeme getirme cesaretini buldu. Başka bir örnekle aktaracak olursam; benim milletvekili olduğum dönemde müftülere nikah kıyma hakkı tanınırken, yol arkadaşlarım içerisindeki erkekler ‘Muhtarlar kıyabiliyorsa müftüler de kıyabilir. Bunda ne sakınca var ki?’ diyebildiler. Oysa bir müftünün kıydığı imam nikahı, yeterince bilgili olmayan bir kadın tarafından resmi nikah zannedilebilir ya da bu durum kullanılarak birçok hak ihlali yaşanabilir. Erkeklerin bu konularda kendilerini birinci rol belirleyici olarak görmelerinin önüne geçmemiz lazım. Eşit temsilin olmadığı bir siyasi iklimde, bir avuç kadının kendi haklarıyla ilgili kanunlara ilişkin, kadınlardan önce partilerin erkeklerinin sınırlı pencerelerinden, kendilerine hak görerek düzenlemeler yapmaları ve bunu da hizmet zannetmeleri çelişkisinin önüne geçmek zorundayız. En büyük problemlerden biri son dönemde yerel seçimlere ilişkin aday gösterilen kadın sayısının bir marifet olarak parlatılarak kamuoyunda bir reklama, bir vitrin malzemesine dönüştürülmesi. Türkiye’nin üç büyük ilinden sadece İzmir’de kadın aday çokluğunun ortaya konması bile, ‘Kadın adaylar İzmir gibi kentlerde adaylaştırılmalıdırlar’ gibi tuhaf bir bakış açısını önümüze getirir. İktidarın bakanlıkları dağıtırken, toplumda kadına biçilen roller üzerinden, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nı sadece kadınların görev alabileceği bir bakanlık gibi tanımladığı ortamda, siz de o zaman İzmir gibi kentlerde kadın siyasetçilerin daha çok olmasının normal olduğu algısını yaratabilirsiniz.” şeklinde konuştu.
“30 İLÇEDE 6 YERİNE 9 KADIN ADAY KOYMAK BİR MARİFET DEĞİL”
Altıok, CHP’nin siyasette kadınlara yönelik eşit temsili savunuyorsa verdiği kanun teklifindeki yüzde 50 kotayı da uygulaması gerektiğini aktarırken bu konuda da bir tutarsızlık olduğunu belirtti ve devam etti:
“‘Cumhuriyet tarihi boyunca İzmir’de 6 kadın aday gösterilmişken, biz şimdi 9 aday gösteriyoruz.’ diye övünmek bence düşüncesizlik. Bu çarpık bir bakış açısıdır, kimseye de bir faydası yoktur. Çünkü 30 ilçede 6 yerine 9 kadın aday koymak bir marifet değil. Siz bu sayıları söylerken o kadınların kaçını seçilecek yerlere koydunuz? ‘Karaburun’a kadın aday koyalım; küçük ilçelere, daha yumuşak yerlere, daha siyasi olarak kazanılması garanti olan ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin açık ara önde olduğu yerlere kadın koyalım’ gibi bir algıyı kırmadığınız sürece gerçek anlamda kadın haklarını savunan bir siyaset düzenlemesi yaptığınızı iddia edemezsiniz. Daha da önemlisi kadınların siyasette adaylaşmaları sürecinde liyakat esasını kadınlık olarak kurguladığınız zaman büyük bir hataya daha düşersiniz. Nasıl ki kimseyi erkek olduğu için bir yere aday olarak göstermiyorsanız, kimseyi kadın olduğu için veya kadın sayısı üzerinden tanımlayarak da aday gösteremeyiz. Elbette kadın adayların çoğalması ya da siyasette kadın sesinin dönüştürücü, değiştirici ve daha iyilik sağlayıcı bir yere getirilebilmesi için, gösterilen kadın adayların eşitlik ve kadın hakları anlamında liyakatli ve birikimli olması gerekir. Bunun yanı sıra aday gösterildikleri görev tanımı içerisindeki birikimleri kadınların başarısını sağlar. Aksi takdirde ‘daha çok’ kadın aday göstererek, seçilemediğinde de faturayı, ‘Bak kadın koyduk, olmadı’ diyerek kadına kestik gibi yine sürreel ve saçma bir sonuca erişiyoruz. Dolayısıyla elbette daha çok kadın olsun ama kadınları vitrine çıkarmadan… Kadınları hak ettikleri yerlere getirerek yürütülecek bir siyasetin dönüştürücü etkisine çok ihtiyacımız olduğunu söyleyebilirim.”
Altıok, sözlerine şunları ekledi: “Örneğin, Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’na ‘Topuklu Efe’ diyorlar ya… İyi bir yönetici olabilmesi için mutlaka ‘Efe’ olması bekleniyor ve ona böyle bir lakap takılıyor. Başarabilen kadın güçlü kadın oluyor ve güçlü kadın da ‘erkek gibi kadın’ tanımlamasına geçirilmiş oluyor. Oysaki kadın bir yöneticinin böyle bir sıfata, böyle bir alkış aldığı yerde kendi başarısını azaltan tanımlamalara hiç ihtiyacı yok. Bugün Avrupa’nın refah düzeyi ve yaşam koşulları anlamında en önde gelen İsviçre gibi ülkelerinden on yıllarca evvel kadına seçme ve seçilme hakkını tanıyan, kadının eşit temsilini koruyucu kanunlar getiren, medeni kanunu buna göre şekillendiren Atatürk’ün partisinde; az önce örneğini verdiğim ve medeni kanuna tamamen aykırı ‘müftünün nikah kıyması’ gibi bir uygulamayı sorgulamayan erkek siyasetçiler varsa ve hatta buradaki sorgulamamak kötü niyetle değil, bunun neye yol açabileceğinin bilinmemesindense, bu düzeye gelemeyen siyasetçiler varsa, demek ki parti içerisinde de medeni kanun üzerinden, kadın hakları üzerinden cinsiyet eşitliği eğitimlerinin verilmesi gerekiyor. Dediğim gibi İzmir’i Cumhuriyet’in simge kentlerinden biri olarak görüp İzmir’den daha fazla kadın aday göstermek gibi bir strateji izlemek ve kadını vitrin malzemesi olarak değerlendirip yine de yüzde elli bile kadın aday göstermemek… İzmir’deki bu durum, üzerinde çok düşünülmesi gereken ve ‘biz bunu çok iyi yaptık’ diye iyi hissetmek yerine, şöyle bir arkaya yaslanıp özeleştiriyle birlikte başka bir ev ödevi çıkarmak için çok iyi bir tablo çiziyor.”
“YEREL YÖNETİM BİLİNÇLENDİRMEYİ VE FARKINDALIĞI SAĞLAYICI EĞİTİM PROGRAMLARI YAPMALI”
Peki hâl böyleyken yerel yönetimlerin payına neler düşüyor? Altıok’a göre çözüm çok uzakta değil:
“Yerel yönetim bilinçlendirmeyi ve farkındalığı sağlayıcı eğitim programları yapmalı. Bu; bazen sanatla, mesela bir tiyatro eseriyle hayata geçirilebilir. İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda Mor Şalvar adlı bir oyun vardı. Altı yedi kadının bir banka soyması ile ilgili bir komedi bu. Oyunun satır aralarında kadın meselesi ile ilgili o kadar güzel ve çarpıcı şeyler var ki… İnsanlar gülerken düşündü. Ben bunu faydalı görüyorum. Çünkü bir pencere açmak, düşündürmek, öğretmek için kültürel ve sanatsal aktivitelerin artırılması, konu doğrudan kadınla ilgili olmasa bile, genele dair sorgulama mekanizmasının artması ya da haklarını talep etme noktasında bilinçlendirme için çok faydalı. Elbette bu aktiviteleri gerçekleştirmenin yanı sıra erişimi sağlayabilmek önemli. Sadece duyurmak yetmiyor. Bazen kadınlar izin alamıyorlar, bazen kadınlar ulaşım problemi yüzünden bu tip aktivitelere gidemiyorlar. Toplu katılım için servis kaldırmak, etkinliklerin zamanlarını buna göre düzenlemek gibi ince ayarlanan mekanizmalara da ihtiyaç var.”