Çin’in Gelecekteki On Yılı

*Michael Roberts’ın 8 Mart 2024 tarihli, ‘Çin’in Gelecekteki On Yılı‘ adlı yazısından çeviri

Çin Ulusal Halk Kongresi’nin (NPC) yıllık toplantısı devam ediyor. NPC resmi olarak Çin’in en yüksek müzakere organı ve her yıl ekonomik ve sosyal politikalara karar vermekte. Aslında bu politikalar Çin Komünist Partisi liderleri tarafından hazırlanıp daha sonra oylanmak üzere NPC’ye sunuluyor. Aynı zamanda NPC toplantısı, Komünist Parti (KP) liderlerinin ülkenin mevcut ekonomik ve sosyal sorunlarıyla başa çıkmak için ürettikleri politikaları dile getirmeleri için bir fırsat.

Her zaman olduğu gibi bu politikaları NPC’ye sunma görevi başbakana ait. Yeni başbakan Li Qiang’ın yaptığı konuşma, bir önceki başbakan olan Li Keqiang’ın geçen sene yapmış olduğu konuşmayla büyük ölçüde örtüşür nitelikte. Li Qiang’ın konuşmasına göre geçen yıl olduğu gibi 2024 yılında da reel GSYH büyümesinin “yüzde 5 civarında” olması hedeflendi ve Qiang, Çin’in ekonomik büyüme modelini “dönüştürmek” istediğini söyledi.

Ayrıca NPC, yıllık bütçeyi de değerlendirecek. Savunma harcamalarının yüzde 7.2 oranında artması beklenirken, Batılı güçlerin Çin’i askeri olarak kuşattığı göz önünde bulundurulduğunda, kamu güvenlik harcamalarının yüzde 1.4 oranında artması öngörülüyor. Merkezi hükümet harcamalarının yüzde 8.6 oranında artması ve böylece yüksek oranda borçlu yerel yönetimlerin üzerindeki yükün bir miktar azaltılması bekleniyor. Li tarafından açıklanan diğer hedefler arasında 12 milyonluk kentsel istihdam yaratılması ve tüketici fiyatlarının yaklaşık yüzde 3 oranında artırılması (görünüşe göre deflasyonu önlemek için) yer alıyor. Li, bu hedeflerin “kolay olmayacağını” ancak önceliğin “yüksek kaliteli kalkınma” olduğunu söylüyor.

Tüm bunlar Çin’in son beş yıllık planında belirlenen hedeflerle hemen hemen aynı doğrultuda. 2021 yılında kabul edilen 14. plan, Çin ekonomisinin tüm yönlerini ayrıntılı olarak içeren kapsamlı bir belge. Bu belgenin bazı temel hedefleri mevcut. Özellikle Çin’in, 2035 yılına kadar “orta düzeyde gelişmiş” bir ekonomi olmasını, kentsel ve kırsal alanlar arasındaki eşitsizliğin azaltılmasını hedeflemekte. Plan, geçmişte Çin’in mucize büyümesinin anahtarı olan imalat ihracatının genişletilmesinin, iç ekonominin geliştirilmesi ve yabancı ithalat ve yatırıma bağımlılığın azaltılmasıyla birleştirildiği ikili dolaşım modeline dayanıyor. Amaç, Batılı hükümetlerin bu büyümeyi engelleme ya da bastırma girişimlerine rağmen Çin’in büyümeye ve yaşam standartlarını yükseltmeye devam edebilmesi.

Çin, hem bu yılki büyüme hedefine ulaşıp hem de önümüzdeki on yıl içerisinde yaklaşık 1,4 milyar insanı Avrupa, Kuzey Amerika ve Doğu Asya’da sadece küçük bir grubun sahip olabildiği yaşam standartlarına ulaştıracak uzun vadeli hedefleri gerçekleştirmeyi başarabilir mi?

Batı basınını ve ekonomistlerini okuyacak olursanız, Çin’in bunu yapma şansının güneşe atılan bir kartopunun kurtulma şansından daha yüksek olmadığı sonucuna varırsınız. Batılı ekonomistlerin, özellikle de “Çin uzmanlarının” neredeyse ağız birliği etmişçesine söylediği şey, Çin “mucizesinin” sona erdiği. Daha da kötüsü Çin’in büyüme hedeflerinin en iyi ihtimalle tutturulamayacağı ve yüksek olasılıkla büyük bir çöküş anlamına gelecek bir borç deflasyonu sarmalına doğru ilerleyeceği ifade ediliyor.  Bu durum, 2023 yılında Çin’in resmi büyüme oranının yüzde 5,2 olmasına, bu oranın ‘patlayan’ ABD ekonomisinin iki katından fazla olmasına ve G7’nin diğer en büyük kapitalist ekonomilerindeki büyüme oranının beş katı olmasına rağmen böyle. Çin’in büyüme rakamının sahte olduğunu ve büyümenin çok daha düşük olduğunu iddia edenler tabii ki mevcut fakat bunu iddia edenlerin destekleyici çok az kanıtı var.  

Ama görüyorsunuz (!), imalat durgunlukta -resmi anketlerle ölçüldüğü gibi-, tüketim zayıf -hâlâ pandemi öncesi seviyelerin altında- ve Çin’in ekonomisi için can damarı olarak görülen yabancı yatırım kurumuş durumda. 

Daha da kötüsü, mal ve hizmet fiyatları düşüyor. Batılı ekonomistler, ülkelerindeki enflasyon oranlarının yılda yüzde 2’nin üzerine çıkmaması için çaba harcarken, son üç yılda COVID sonrası enflasyonist döngünün ardından, Çin ekonomisinde herhangi bir fiyat artışı olmamasını (ve dolayısıyla reel maaşların artmamasını) olumsuz görüyorlar. Onlara göre, “ABD için enflasyon kötü; ancak Çin için hiç enflasyon daha kötü”.

Yakın tarihli bir makalede John Ross, Çin’in 2025 GSYH Planı hedefine, yani Çin’nin GSYH’yi 2021’den itibaren iki katına çıkarma hedefine, ulaşabilmesi için yılda ortalama yüzde 4,7’lik bir büyüme göstermesi gerektiğini yazmıştır. Şu ana kadar Çin, 2020-2023 döneminde yıllık ortalama yüzde 5’lik büyüme ile bu hedefin önünde yer almakta. Nitekim pandeminin başlangıcından bu yana Çin ekonomisi yüzde 20,1, ABD ise yüzde 8,1 oranında büyüdü; yani Çin’in pandeminin başlangıcından bu yana toplam GSYH büyümesi ABD’den iki buçuk kat daha fazla.

Evet, Çin’in yıllık büyüme oranları 1990’lardaki baş döndüren hızından sonra yavaşladı ve Çinli işgücü de azalmakta, fakat 2019’dan bu yana Çin’in kişi başına GSYİH artışına bakın, hatta bazıları küçülmüş olan G7 ekonomileriyle karşılaştırın (IMF verileri). Kişi başına düşen artış ABD’ye kıyasla daha da yüksek (yaklaşık dört kat).

 

Evet, Çin giderek daha fazla üretim elde etmek için kırsal bölgelerden gelen ucuz işgücünün artışına bel bağlayamaz, bunun yerine özellikle teknik inovasyona yatırım yaparak mevcut işgücünün verimliliğini artırmalıdır. Ve bunu yapıyor da.  Dallas Federal Rezerv Bankası, ‘toplam faktör verimliliği’nin -inovasyonun kaba bir ölçüsü- ABD’de düşerken, Çin’de yılda yüzde 6 oranında arttığını gösteriyor.

Bu kanıtlara rağmen, her yıl Batılı ‘Çin uzmanları’ ve -hatta Çin’deki birçok kişi de- tüm sektörlerdeki devasa borç seviyeleri göz önüne alındığında durgunluk öngörüyor. Çin’in Japonya’nın son otuz yılda yaşadığı gibi bir durgunlaşma yaşayacağı düşünülüyor. Bu uzmanlara göre ‘Japonlaşmayı’ önlemenin tek yolu, ekonomiyi ‘aşırı yatırım’, ‘aşırı tasarruf’ ve ihracattan aynı Batı’da olduğu gibi daha tüketici odaklı bir ekonomiye doğru ‘yeniden dengelemek’ ve özel sektörün gelişebilmesi için devletin ekonomi üzerindeki kontrolünü azaltmak.

Bu yıl NPC vesilesiyle Financial Times’ın Keynesyen gurusu Martin Wolf, Michael Pettis gibi diğer Keynesyen Çin uzmanlarının argümanlarını yineleyerek bu temaya geri döndü. Wolf’a göre Çin’in büyümesi, aşırı borç yükü ve ekonomiyi “tüketici” yönünde yeniden dengelememiş olması nedeniyle Japonya’da olduğu gibi yavaşlayacak. Çin’in tüketim payını Batı seviyelerine çıkarması gerekmekte, aksi takdirde Çin büyüyemeyecek ve ‘orta gelir’ tuzağında takılı kalacak.

Çin, 2023 yılında toplam küresel tasarruf miktarının yüzde 28’ini oluşturdu. Bu oran ABD ve AB’nin toplam yüzde 33’lük payından sadece biraz daha az. Wolf ve Pettis’e göre bu tamamen yanlış bir yönelim, aksine Çin’in ekonomisinde ihtiyaç duyulan şey ‘aşırı tasarruftan’ tüketime doğru bir kayma. Hane halkına yardım yapmak yerine emlak ve altyapıya aşırı yatırım yapan Çin, ancak tüketimin öncülüğünde büyüyebilir, yatırımla değil.

Tüketimin büyümenin öncüsü olduğuna dair görüşleri okumak isterseniz, Pettis’in teorilerinin incelendiği yazıya buradan ulaşabilirsiniz. 

Ancak G7’nin olgunlaşmış, ‘tüketici liderliğindeki’ ekonomilerinin istikrarlı ve hızlı ekonomik büyüme sağlamada başarılı olduğunu ya da reel ücretlerin ve tüketim artışının buralarda daha güçlü olduğunu kim iddia edebilir? Gerçekten de G7’de tüketim, ekonomik büyümeyi desteklemekte başarısız olmuş ve ücretler son on yılda reel olarak durgunlaşırken, Çin’de reel ücretler hızla artmıştır. Dahası, bu tüketici güdümlü ekonomiler, üretimde düzenli ve tekrar eden düşüşlerden etkilenmiş ve halkları için trilyonlarca dolarlık ürün ve gelir kaybına neden olmuştur. İronik olan ise Çin’in tüketim büyüme oranının G7 ekonomilerinden çok daha yüksek olmasıdır.

Çin 1976’dan bu yana hiçbir yıl milli gelirinde daralma yaşamamışken, tüketici liderliğindeki G7 ekonomileri 1980-1982, 1991, 2001, 2008-2009 ve 2020’de düşüşler yaşamıştır. Çin’in ‘felaket’ sıfır COVID politikasından çok söz edildi ancak milyonlarca hayat kurtarmanın yanı sıra Çin 2020’de tüm G7 ekonomilerinin aksine herhangi bir çöküş yaşamadı.

Evet, Çin büyük ekonomiler arasında brüt yatırımın GSYH’ye oranının en yüksek olduğu ülke ancak bu sözde ‘aşırı yatırımlı’, ‘aşırı tasarruflu’ ekonomi, tüketici odaklı OECD ekonomilerinden dört kat, Hindistan’dan ise yüzde 40 daha hızlı büyüdü. Bu durum, Çin’in ekonomisini tüketiciye doğru yeniden dengelemesi ve yatırımları azaltması; kamu sektörünü küçültüp özel sektörü (Çin’de tüketim mallarının çoğunu sağlayan sektör) ‘serbest bırakması’ hâlinde, büyüme oranlarının son yıllarda olduğundan daha da fazla düşeceğini göstermekte.Dahası, Batılı uzmanların Çin’in eski tip bir yatırım öncülüğünde ihracat üretimi modeline sıkışıp kaldığı ve özel sektörün dizginlerinin serbest olduğu, tüketici öncülüğünde bir iç ekonomiye doğru “yeniden dengelenmesi” gerektiği yönündeki argümanları ampirik olarak geçerli değildir. Çin’in zayıf tüketici sektörü onu “kapasitenin üzerinde” üretim yapmaya ve ihraç etmeye mi zorluyor? Richard Baldwin tarafından yakın zamanda yapılan bir çalışmaya göre, hayır. Baldwin, ihracata dayalı modelin 2006 yılına kadar işlediğini ancak o tarihten bu yana iç satışlarda patlama yaşandığını ve böylece ihracatın GSYİH’ye oranının düştüğünü tespit etmiştir. “Neredeyse yirmi yıldır, Çin’in ürettiği malların Çin tarafından tüketimi, Çin’deki üretim miktarından daha hızlı artmıştır. Üretimi absorbe edememek bir yana, Çin’in Çin malı ürünlere yönelik iç tüketimi, Çin’in imalat sektörünün üretiminden ÇOK daha hızlı büyümüştür.”

Batılı uzmanlar Çin’in ihracat fazlasının, yani cari işlemler hesabının -ödemelere karşı yurt dışından gelen gelirler dengesi- büyüklüğünden bahsederek bu fazlanın Çin’in GSYİH’sinin yüzde 4’ü kadar yüksek olduğunu iddia etmekteler. Çin’in ihracatı ise dünya ihracatının toplamının yüzde 15’ini oluşturuyor. Sadece geçtiğimiz ay ihracat yüzde 7’nin üzerinde arttı ve Çin’in dünyanın geri kalanıyla olan ticaret dengesi Şubat ayında 125 milyar dolarla tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı.

Ancak bu durum, Batı’nın gümrük tarifeleri ve diğer korumacı önlemleri uygulamaya yönelik tüm çabalarına rağmen Çinli üreticilerin dünya pazarlarında son derece rekabetçi olmaya devam ettiğini gösteriyor. Çin özellikle elektrikli araç üretimi, güneş enerjisi ve diğer yeşil teknolojilerde başarılı konumda. Ancak Baldwin’in de belirttiği gibi, bu ihracat başarısı Çin’in büyüme için ihracata bağımlı olduğu anlamına gelmiyor. Çin’in büyümesinin başlıca nedeni, ABD gibi kendi ekonomisi için yaptığı iç üretim.

Çin’de “üretken” yatırım artışının gerilediği doğru. Bana göre, birbirini izleyen Çin hükümetleri artan kent nüfusunun konut ihtiyacını ipoteğe ve özel müteahhitlere bırakılmış satılık bir konut piyasası yaratarak karşılamaya çalıştı ve bu büyük bir hataydı. Yerel yönetimler insanlara kiralık konut sağlamak için kendileri konut projeleri başlatmak yerine, devlet arazilerini kapitalist müteahhitlere sattılar ve müteahhitler de proje inşa etme sürecinde büyük miktarda borç altına girdi. Kısa süre içerisinde konutlar yaşamak için değil, spekülasyon için kullanılmaya başladı (Xi’den alıntı). Özel sektörün borcu, tıpkı Batı’daki emlak balonunda olduğu gibi fırladı. Her şey COVID salgınında, müteahhitlerin ve yatırımcılarının iflas etmesiyle de doruk noktasına ulaştı. 

Çin hükümetinin şimdi yapması gereken şey, bu büyük emlak geliştiricilerini devralarak onları tekrar kamu mülkiyetine geçirmek ve projeleri tamamlayıp kiralık binalara geçmek.  Hükümet, müteahhitlerin yabancı yatırımcılara olan borçlarını feshetmeli ve sadece küçük yatırımcılara olan yükümlülüklerini yerine getirmeli; ipotek ve özel finans sistemini kalıcı olarak sona erdirmelidir. Verimsiz emlak sektörü Çin’de yatırım ve üretim payı olarak o kadar büyüdü ki genel büyümeyi ciddi şekilde düşürdü. İşte bu noktada ekonominin yeniden dengelenmesi gerekmekte. Teknoloji ve bilgi endüstrilerinde üretken yatırımlara geçiş yapılmalı. Eğer Beş Yıllık Plan sözleri gerçeği yansıtıyor ise, mevcut Çin liderliği bu durumun farkında demektir. 

Önceki Çin liderleri de ekonomiyi büyütmek için yabancı yatırıma ve yükselen bir kapitalist sektöre çok fazla bel bağlamıştı. Ancak Çin’in kapitalist sektörü -tıpkı Batı’da olduğu gibi- kârda düşüş yaşadı ve bu nedenle üretken yatırımları azalttı, devlet sektörü de elini taşın altına koymak zorunda kaldı. Buradan çıkan sonuç şudur: Batılı uzmanların görüşlerinin aksine, Çin’in önceki ekonomik başarısını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu şey; daha az yatırım ve daha fazla tüketim, daha az kamu yatırımı ve daha fazla özel yatırım, daha fazla yabancı yatırım ve daha az devlet yatırımı değil, tam tersidir.

*Çeviri: Simay Özbay