Sanatçıları cinsiyetlerine göre sınıflandırmak hatta ikili cinsiyet kalıplarına göre bir tanımlamada bulunmak günümüz dünyasında artık kabul görmeyen, demode bir tutum olsa da ülkemizde, yaşadığımız şehirde ve pratik hayatta maalesef hâlâ geçerliliğini koruyor.
Linda Nochlin’in 1971 yılında yayımladığı makale (“Neden hiç büyük kadın sanatçı yok?”) doğru sorular sormanın önemini bize yeniden hatırlatıyor. Kadın sanatçılar elbette var ve pek çoğu da işleriyle sanat tarihine yön vermiş ama onların görünürlükleri ne durumda? Kadınları sanat alanının neresinde aktif olarak görüyoruz? Alanlarında profesyonelleşmesinin önündeki engeller neler?
Geleneksel sanatlara baktığımızda, kadınların üretimleri, hane içinde bir estetik algı yaratmaya yönelikti. Dokunan kilimlerin üzerine işlenen motifler, yazmaların renkleri, kenarındaki oymaların anlamları bir kendini ifade ediş biçimiydi. Tüm bunların maddi bir karşılığı yoktu, günlük hayatın içinde, dolaşımda nesnelerdi ancak herkes tarafından da anlamları bilinirdi. Kadınların yapıp ettikleri, hane içinden dışarıya pek çıkmazdı; zaten kadının da kamusal alanda çok bir yeri yoktu.
Modernleşme ve batılı anlamda sanat estetiğinin hayatlarımıza girmesiyle birlikte, Anadolu’da yaşayan kadınların sanat eğitimine erişiminin olmadığını da düşünürsek kendilerine bir alan yaratmaları elbette çok zordu.
Büyük kentlerde yaşayan kadınların eğitime erişmek anlamında işleri nispeten kolay olsa da erkek dünyasının içinde kendini kabul ettirmek ve bir alan açmak ciddi anlamda mücadele gerektiriyordu.
Bu mücadele hâlâ devam ediyor.
Bir işte ustalaşmak için, sihirli 10.000 saatten bahsedilir. Bu kadar zamanı yaptığınız işe vermelisiniz, bu zamanı oraya vermek için o işten kazanç elde ediyor olmanız ya da maddi bir kaygınızın olmaması ya da bakım vereceğiniz birilerinin olmaması gerekiyor. Toplumsal kalıplar içinde kadınlardan beklenen roller; maalesef 10.000 saati ailesine, çocuklarına, ebeveynlerine ayırması gerektiği yönünde oluyor. Burada açıkça bir baskı olmasa bile bir kadın, bu düzenin içinde doğup büyüdüğü için bu kalıpları kendi içinde tekrar etme eğiliminde oluyor ve bunun dışına çıkma cesaretini gösterdiğinde de içindeki suçluluk duyguları ile bir noktada mücadele etmek durumda kalıyor.
Kadınların yaptıkları işlerde erkeklere göre aldıkları ücretlerin düşük olduğu kanıtlanmış bir gerçek. Bu durumda bir kadının kendi işinde uzmanlaşması için geçireceği zamanı bir de maddi olarak zorluklarla geçirdiği düşünülürse ortaya “yap ama hobi olarak yap” şeklinde bir manzara çıkmış oluyor.
Peki, kadınlar neden sanatlarından, erkeklerin kazandığı kadar parayı kazanamıyorlar? Ben bunu öğrenilmiş çaresizlik olarak tanımlıyorum. Bunun aksi örnekleri görmedikçe ve bu konuda açıkça desteklenip cesaretlendirilmedikçe kız çocuklarının sanatçı olma isteklerinin ve heveslerinin kalmadığını düşünüyorum. Sanatı yalnızca kişisel gelişim olarak görmek, eğitim sistemimizin ve sanata bakış açımızın bir sorunu.
Büyükşehirde yaşayan bağımsız sanatçıların durumu da pek iç açıcı değil. Bir kurumda maaşlı çalışmayı tercih etmeyen sanatçılar para kazanmak ya da içinden geldiği gibi sanatını icra etmek konusunda ikilemde kalıyor. Kendilerini ifade edecek alanların yetersizliği ve alıcısıyla buluşmadaki zorluk, sanatçıların özgüvenlerini kırıyor.
Sahne sanatları alanında üreten bağımsız bir sanatçı olarak, kendi işimi yapabilmenin zorluklarını her anlamda hissediyorum. Profesyonel anlamda üretim yapmak için o alandan gelir elde etmek durumundasınız. Bunun için de kaynaklara ulaşmayı bilmek ve bu konuda desteklenmek gerekiyor. Sanatsal üretim için yeterli vaktiniz olmalı. Boş vakitlere ihtiyacınız var. Bunlarsa günümüz ekonomik koşullarında ütopya gibi görünüyor.
Bu noktada, sanatınızı icra etmekteki motivasyonunuz devreye giriyor. Şehrin her yeri, bir ağacın altı, yüksekçe bir kaldırım, deniz kenarı bir sanat mekânı olabiliyor. Evinizin salonu, küçük bir kafe, seyircilerinizle buluşmak için yetiyor. Sayıca az da olsa bağımsız sanatçıları destekleyen mekânlar size ev sahipliği yapıyor. Üretmeye, yaşamaya, emek vermeye devam ediyoruz. Hakların verilmesini, bize bir alan açılmasını beklemiyoruz; inatla kendi yolumuzu açıyoruz ve dans ederek o yolda ilerliyoruz.
Sanatsal faaliyetlerin tekelleşmediği, çeşitli mekânlarda ulaşılabilir olduğu, şehirdeki sanatçıların desteklendiği ve iş geliştirme konusunda ellerinin güçlendirildiği bir düzen kurmak zor olmamalı. İşte bu noktada yerel yönetimlerin ve şehirdeki sanatsal ve kültürel faaliyetlerde söz sahibi olan kuruluşların sanata bakış açılarının esiri oluyoruz. Maalesef kurumsal tutum yerine bireysel bir heves belirliyor bu hareketleri. Yerel yönetimlerin iyi niyetli çalışmaları yetersiz kalıyor. Senede bir, belediye tarafından alınan bir işiniz sizi geçindirmeye yetmiyor. Sanatta sürdürülebilir politikaların, destekçilerle sanatçıları buluşturan yapıların oluşması çok önemli. Bunlar yapılırken de gençlerin, kadınların, dezavantajlı grupların sorunlarının ve ihtiyaçlarının tespiti de önem kazanıyor. Hâlihazırda sanatsal üretim ve faaliyetler zorken bir de bu durumun içinde bir kadın olarak var olmaya çalışmak dalgalara karşı yüzmeye benziyor ama yine de yolumuza devam ediyoruz. Hem sanatın alıcısı hem de üreticisi olarak çoğunluğu kadınlar oluşturuyor, dilerim yakın zamanda ekonomik gücün ve karar mekanizmalarının büyük bir kısmı da kadınların elinde olur. İşte o zaman gerçek bir dönüşümden söz edebiliriz.