98 Günlük Serbest Fırka ve 1930 Yerel Seçimleri

1923 Lozan Barış Antlaşması uyarınca, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’dan gelecek mallardan alınacak gümrük vergilerini 1916 Osmanlı tarifeleri düzeyinde tutmaya mecbur bırakılan Türkiye, kısıtlamanın biteceği 1929 yılını iple çekiyordu. Artacağı umulan gümrük gelirleriyle, Osmanlı borçlarının ilk taksiti ödenecek; Ankara’nın imarına, demiryolları yapımına ve millîleştirmelerine bütçe ayrılacak; memur maaşları artırılacaktı. Diğer yandan, ticaret erbabı, ileride kısıtlanacakları düşüncesiyle ithal ürünleri stoklamaya başlamıştı. Ancak 1925’ten beri, Doğu vilayetlerinde yaşanan gerginliklerin üzerine 1929 Dünya Büyük Buhranı geldi. 

O yıllarda, Türkiye’deki üretim ilişkileri Osmanlı dönemindekinden çok da farklı değildi; ağırlık tarım ve ticaretteydi. Krizin ilk işaretleri, 1927’de dünya gıda fiyatlarının artmasıyla ortaya çıktı. Lozan Barış Antlaşması uyarınca hükümet, 1930 yılına kadar görece açık pazar ekonomisini sürdürmek zorundaydı. Ticaret erbabı, bu dönemi, ileride kısıtlanacakları düşüncesiyle ithal ürünleri biriktirmek için kullandı. Sonuç olarak, Türkiye’nin ticaret açıkları arttı, fiyatlar yükseldi. Osmanlı İmparatorluğu’ndan 4.100 km (bazı kaynaklara göre 4.600 km) devralınan demiryolu ağının uzunluğu 1929’da 5.131 km’ye ulaşmıştı. İsmet Paşa hükümetinin “müsrif şimendifer politikası” muhaliflerin dilindeydi. 1929’da çıkarılan Barem Kanunu ile memurların maaşları artırılınca bütçe açıkları da iyice arttı, ödemelerin dengesi altüst oldu. Kriz, dalga dalga yurt sathına yayılıyor; üzüm, tütün, incir, zeytin, pamuk, buğday ve yulaf fiyatları neredeyse üçte bir düzeyine gerilerken, bütçeyi denkleştirmek için konulan ağır vergiler ve Ziraat Bankası’nın kredi olanaklarının sınırlı oluşu, kırsal bölgelerde durumu hızla kötüleştiriyordu. Şehirlerde ise hem tüccar ve sanayiciler hem de işçiler daralan pazarların olumsuz etkilerini derinden hissetmeye başlamışlardı. İflasları izleyen intihar olayları toplumun ruh sağlığını bozmaya başlamıştı. Ücretleri düşürülen, işten çıkarılan işçiler protesto gösterileri yapıyorlardı. 

Halkın tepkisini mevcut sistemde radikal bir değişiklik yapmadan yatıştırmak için, güdümlü bir parti kurulmasına karar verildi. Partiyi kuracak kişi, Mart 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu görüşmeleri sırasında güvensizlik oyu verilerek istifaya zorlanan ve ardından milletvekilliğinden de istifa ettirilerek Paris Büyükelçiliği’ne gönderilen Ali Fethi (Okyar) Bey idi. Mustafa Kemal’in çok eski bir arkadaşı olan Fethi Bey, 22 Temmuz 1930’da iki aylığına Paris’ten İstanbul’a döndüğünde, Yalova’da bulunan Mustafa Kemal’e bir telgraf çekerek hürmetlerini arz etmek istemiş ama kendisine Yalova’ya gelmesi söylenmişti. 

“DİKTATÜRE MANZARASI”

Arkadaşı Rize Milletvekili Fuat (Bulca) Bey’in “Sana bir muhalif fırka teşkili teklif olunacaktır. Sakın bu teklife kapılma. (…) Sana yazık olur,” uyarısını dinlemeyen Fethi Bey, yine Yalova’ya gitti. 24-30 Temmuz tarihleri arasında Mustafa Kemal, Fethi Bey, İsmet Paşa ve Kâzım (Özalp) Paşa arasında Yalova’da başlayan görüşmeler Büyükdere’de Necmettin Molla Köşkü’nde devam etti. 

Fethi Bey, Mustafa Kemal’in “Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir diktatüre manzarasıdır. (…) Hâlbuki, ben Cumhuriyet’i şahsi menfaatim için yapmadım. Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o suretle geçmek istemiyorum.” şeklindeki sözleri üzerine, “Rica ederim, beni İsmet Paşa ile karşı karşıya getirmeyiniz.” dedi. Mustafa Kemal ise, İsmet Bey’le Fethi Bey’i yüz yüze getirerek bu direnişi kırdı. Mustafa Kemal’in İsmet Paşa ve Fethi Bey’e; “Ben şimdi bir babayım, ikiniz de benim çocuklarımsınız. İkinizin arasında bana göre hiçbir ayrılık yoktur. Benim istediğim, sadece memleket işlerinin Büyük Millet Meclisi’nde açıkça tartışılmasıdır. Büyük Millet Meclisi’nde, Türk milletinin gözü önünde konuşulamayacak hiçbir iş yoktur.” demiş, muhalefet partisi karşısında tarafsız kalacağını garanti etmiş ve kız kardeşi Makbule Hanım’ı partiye yazdıracağını söylemişti. Bu toplantıda İsmet Bey, kurulacak yeni partiye CHF’den 40-50 milletvekili vermeyi vadetti, Fethi Bey, 120 milletvekili istedi, sonunda 70 milletvekilinde anlaşıldı. Ardından Fethi Bey, Mustafa Kemal’e tarafsız kalıp kalmayacağını sordu. 1924’te parti başkanlığını bırakmadan cumhurbaşkanı olduğu için kendisini eleştirenlere “Bütün cihan bilsin ki benim için bir taraflık vardır, O da Cumhuriyet taraftarlığı,” diyen Mustafa Kemal bu sefer, “Tabii, ben bitaraf [tarafsız] olacağım.” diye söz vermişti. 

PARTİYE BÜYÜK TEVECCÜH

12 Ağustos 1930 günü – Mustafa Kemal’in önerdiği resmî adıyla – “Serbest Layık, Cumhuriyet Fırkası” (kısaca SCF veya “Serbest Fırka” denecekti) kurulduğunda halk, durumu yorumlamakta evvela güçlük çekti. Hele partide Mustafa Kemal’e yakın kişilerin (aralarında kız kardeşi Makbule Hanım da vardı) olmasıyla şaşkınlık iyice arttı. Ancak partinin 11 maddelik programından yedisinin iktisadi konulara ayrılması ve Fethi Bey’in “Her şeyden evvel müzmin hâle gelen iktisat buhranına çare bulacağız, Meclis’te hükümeti açıkça tenkit edeceğiz.” şeklindeki açıklamalarıyla ortalık hareketlenmeye başladı. Mustafa Kemal’in nezaretinde yazılan parti programının hem ticaret burjuvazisine hem büyük toprak sahiplerine hem de çalışan kesimlere aynı anda seslenmesi bile garipsenmemiş; hatta bu kapsayıcılık, herkesi sevindirmişti. Partinin İstanbul’daki faaliyetleri için Galata, Voyvoda Caddesi’ndeki Nazlı Han’ın birinci katı tutulmuş ve bir hafta kadar sonra üye kaydına başlanmıştı. Bir süre sonra, şu veya bu nedenle iktidardan memnun olmayanlar, partinin etrafında kümelenmeye başladı. 

Ağustos sonlarına doğru, partiye 13 bine yakın üye kaydı yapılmıştı. İlgi arttıkça, Fethi Bey işi daha çok ciddiye almaya başladı. Her gün, CHF’yi köşeye sıkıştıran yeni eleştiriler yapıyordu. Bu bağlamda, CHF’nin demiryolları (şimendifer), memur maaşları, şeker tekeli politikaları mercek altına alınmıştı. Ancak bu durum, doğal olarak CHF’de rahatsızlık yaratmaya başladı. Zaten CHF’den yeni partiye aktarılması sözü verilen 70-80 milletvekili, 14’te kalmıştı; yani iş “muvazaa”dan çıkıp gerçek bir muhalefete dönüşüyordu. CHF Genel Sekreteri Hilmi Uran, ileriki yıllarda Serbest Fırka üyelerini şöyle tarif edecekti: 

“Ağrı’nın hesabını soracağız.” diyen Kürtler, milliyetleri kabaran Araplar, belediyeden ceza gören esnaf, polis tazyikinden kurtulmak isteyen irili ufaklı her çeşit serseri, kumarbaz, esrarkeş ve kaçakçı, hatta komünizm fikrini benimseyenler, inkılaplara son verileceğini zanneden mutaassıp tabaka…

“APOSTOLLAR FIRKASI” MI?

Fırkanın kaderini belirleyen ikinci konu, o yıla rastlayan belediye seçimleri oldu. 37 ilde seçimlere katılan SCF’nin İstanbul’daki adaylarının toplam sayısı 117 olup bu adaylar arasında azınlıklardan aday gösterilenlerin sayısı 13 idi. Bunların altısı Rum, dördü Ermeni, üçü Yahudi idi. Buna karşılık CHF listelerinde azınlık temsilcisi aday yoktu. 

Seçim çalışmaları sırasında, iki parti arasında kıran kırana bir propaganda savaşı yaşandı. CHF’nin yaptığı propagandaya göre, SCF kazanırsa azınlıklara 1915 Ermeni Kırımı ve 1924 Mübadelesi sırasında bırakmak zorunda kaldıkları mülkleri geri verilecekti. İslamcılar için Arap alfabesine ve fese geri dönülecekti. İstanbul Kasımpaşa’da toplanan kalabalıkta birilerinin, ortasında beyaz bir yıldız olan yeşil bayrak açması ve Serbest Fırka’nın Adana parti binasında eski harflerle yazılmış bir posterin boy göstermesi CHF’nin eleştiri dozunu artırmasına neden oldu. Nihayet CHF Kırşehir Milletvekili Yahya Galip Bey, Serbest Fırka’yı “Apostollar Fırkası” ilan etti. 

Azınlık düşmanı yazılar artınca, Fethi Bey, Eylül ayında konuyla ilgili bir açıklama yaptı: “Rumları, Ermenileri listemize koymamız Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’nda onlara tanınan hakka riayetimizdendir.” Anadolu gazetesi, Fethi Bey’in bu sözlerine şöyle karşılık verdi: 

Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu ekalliyetlere hak veriyor, bunu biz de biliyoruz. Fakat o Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’nda “Rumların, Ermenilerin dâhil olmadığı intihaplar (seçimler) yolsuzdur, kanunsuzdur!” diye bir kayıt var mıdır? Gene o Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’nda “Bütün teşkilatlara mutlaka bir Rum ve Ermeni konacak” diye bir emir, bir madde var mıdır?

“SOPALI SEÇİMLER”

5 Ekim’de başlayan seçimler, İttihatçıların 1912’deki “sopalı” seçimlerini andıran bir sertlikte geçti. İstanbul’da seçimlerin ilk günü 4 Ekim’di. Serbest Fırkalı seçmenler kime oy vereceklerini bilmiyorlar, adlarını çoğu zaman listede göremiyorlardı. Duvara asılan listelerle sandık heyetinin önündeki listeler birbirini tutmuyordu. Bazı yerlerde Serbest Fırkalı seçmenlerin sandığın olduğu yere girmesi bile mümkün olmuyordu. İtirazlar savsaklanıyor, kimlik kartları ile resmî kayıtlardaki en ufak bir farklılık, Serbest Fırkalı seçmenleri seçim dışı bırakmak için kullanılıyordu. Sesini fazlaca yükseltenleri, jandarmalar karakola götürüyordu. 11 Ekim’de, Nafıa (Bayındırlık) Vekili Recep (Peker) Bey Kasımpaşa’ya geldiğinde, halk tarafından yuhalanınca, itfaiye arazözleri su sıkarak kalabalığı dağıtmıştı. Adalar ve Kadıköy’de, eli sopalı adamlar Serbest Fırkalı seçmenleri dövmüşlerdi. Yahudilerin yoğun olduğu Hasköy, Halıcıoğlu ve Balat’ta; Ermeni ve Rumların oturduğu Kumkapı’da azınlık mensubu seçmenler taciz edilmişti. 

Benzer durumlar Anadolu’da da yaşanıyordu. Antalya’da 8 kişi yaralanmış, 30 kişi tutuklanmıştı. Giresun ve Havza’da olaylar çıkmıştı. Adana ve Mersin’de, bir günde oy kullanabilecek seçmen sayısı kısıtlanmıştı. Konya’da bazı sandıklar kaldırıldığı için oy kullanamayanlar olmuştu. Aydın, Çine, Biga, Ereğli, Kula ve Ödemiş’te seçimler ertelenmişti. Yurdun dört bir yanından seçim sandıklarının kaybolduğu, çalındığı ya da hükümet görevlileri tarafından alıkonduğu haberleri geliyordu. Mersin, Salihli, Trabzon ve Ödemiş’te bazı Serbest Fırkalılar seçim kanununu ihlal etmek suçundan tutuklanmıştı. Edirne’de Serbest Fırka’nın kırmızı oy pusulalarını taşıyan seçmenlerin oylarını kullanmalarına, adlarının kütükte yazılı olmadığı gerekçesiyle izin verilmemiş; suçlu ve cezaevi kaçkını tipinde adamlardan oluşan çeteler; Yıldırım, Kıyık, Kirişhan ve Karaağaç bölgelerinde, geceleri dehşet salmışlardı.

18 Ekim’de bütün yurtta seçimlerin nihayete erdiği açıklandıktan sonra gazetelerde CHF’nin yüzde 75 oyla bütün seçimleri kazandığına dair haberler boy göstermeye başladı. Daha sonra anlaşıldı ki bütün baskı ve engellemelere rağmen Serbest Fırka 502 belediyeden 31’ini kazanmıştı. Bu sayı aslında oransal açıdan bakıldığında çok yüksekti çünkü Serbest Fırka zaten 37 ilde seçime katılabilmişti. En büyük başarıyı da burjuvazinin güçlü olduğu bölgelerde göstermişti. Bu belediyeler Bademiye, Buca, Dikili, Kınık, Kuşadası, Menemen, Seferihisar, Şirince, Urla (İzmir), Bozdoğan, Çine, Germencik, Gördes, Karapınar, Söke, Umurlu, Yenipazar (Aydın), Biga (Çanakkale), Susurluk (Balıkesir), Lüleburgaz, Keşan (Tekirdağ), Malkara, Pınarhisar, Üsküp, Vize (Kırklareli), Armutlu (Bursa), Maltepe, Burgaz (İstanbul), Merzifon (Amasya), Lâdik (Samsun), Silifke (İçel) idi. En büyük seçim bölgesi olan İstanbul’da, CHF’nin 36 bin, Serbest Fırka’nın 13 bin oy alması bir yana; 250 bini aşkın seçmenin (toplam seçmenlerin yüzde 83’ü) oy kullanmaması, halkın bir anlamda rejimi protesto ettiğini düşündürüyordu. SCF kazandığı başarının farkında değilmiş gibi seçimlere hile karıştırıldığını, dolayısıyla yenilenmesi gerektiğini söyleyerek Dâhiliye Vekaleti’ne başvururken, Mustafa Kemal, İsmet Paşa’ya “İyi oldu. Memnun ol. Durumu anlamış olduk.” demiş; Hasan Rıza (Soyak) Bey’e göre de Gazi, CHF’nin başarılı olduğu yerlerde seçimi kazananın aslında “idare fırkası, yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler” olduğunu söylemişti.

Yine de Mustafa Kemal 1 Kasım 1930 günü, TBMM’nin 3. Devre 4.Toplantı Yılının açılış konuşmasında belediye seçimlerine atıfta bulunarak “Bu münasebetle dikkate şayan safhaların şahidi olduk. Bu müşahedelerin verdiği tecrübelerden Türk Milleti, Cumhuriyetin beka ve inkişafı için istifade etmelidir.” deyip ardından gelecek seçimlerde “vatandaşın reyinin emniyet ve samimiyetle tezahür etmesini temin için” her türlü tedbirin alınacağını belirtince SCF’liler çok memnun olmuşlar ve gelecekten umutlanmışlardı. Hatta 2 Kasım tarihli Yarın gazetesindeki yazısına “Tarihi Nutuk” başlığını atan Arif Oruç’a göre, Mustafa Kemal Paşa’nın nutku “Türkiye’de fırka hayatının takip etmesi lazım gelen istikameti tayin etmek itibarile vatandaşları nura kavuşturmuştur.” Son Posta Gazetesi’ne göre ise Mustafa Kemal Paşa’nın nutku sayesinde “Halk Fırkası mensuplarının ümitleri boşa çıkmıştır.” 

Ancak durum hiç de SCF’lilerin algıladığı gibi değildi. Mustafa Kemal 3 Kasım’da Fethi Bey’e konuşması hakkındaki görüşünü sormuş, Fethi Bey “Mükemmel!” deyince “Fakat bazı arkadaşlar memnun olmadılar.” diye cevap vermişti. Mustafa Kemal’in sözünü ettiği memnuniyetsizler kulislerde “Kırklar Heyeti” diye anılıyordu. Sonun başlangıcını bu konuşma oluşturmuştu.

VE “DEMOKRASİ MÜSAMERESİ” BİTİYOR

Ama hâlâ durumun farkında olmayan Fethi Bey, 6 Kasım’da TBMM’de belediye seçimlerinde uygulanan zorbalıklar için Dâhiliye Vekili Şükrü (Kaya) hakkında gensoru açılmasını istedi. 10-13 Kasım’da Mustafa Kemal Fethi Bey’e, “Kırklar Heyeti” kabul etmediği için, “Milli Blok” fikrinden vazgeçtiğini ve Halk Fırkası’nın başına geçip kendisine karşı mücadele etmeye mecbur olduğunu, hatta cumhurbaşkanlığından geçici olarak ayrılarak Cumhuriyet Halk Fırkası adaylarını şahsen belirlemeyi düşündüğünü söyledi. Milli Blok, Mustafa Kemal’in projesiydi. Buna göre CHF ve SCF, Mustafa Kemal’in liderliğinde bir blok hâlinde birleşecekler, tek dereceli olarak yapılacak seçimlere katılacak adayları Mustafa Kemal seçecekti. İşte artık bu fikirden tamamen vazgeçilmişti, elbette Mustafa Kemal’in tam kontrolünde olan Kırklar Heyeti yüzünden değil, bizzat Mustafa Kemal yüzünden! Fethi Bey bu konuşma üzerine ilk defa SCF’yi feshetmekten söz etmiş ama bu teklifi Mustafa Kemal tarafından reddedilmişti.

İsmet Paşa’nın isteği üzerine, gensoru görüşmeleri 15 Kasım’da başladı.  Fethi Bey kendini şöyle savundu:

İşte efendiler! Halk büyük bir terbiyeyi siyasiye sahiplerine yakışacak veçhile sükunetle intihap (seçim) sandıklarına geldiği zaman, hükümet memurları halkın vatani vazifesini ifaya var olan kuvvetlerile mâni olmak istediler. Serbest Fırka için rey vermek için müntehiplerin (seçmenlerin) mühim kısmına defterde ismin yok cevabı verildi. Bu suretle devlete karşı bütün mükellefiyetlerini ika edenler (yerine getirenler) milli hakimiyetlerin tecellisi için yegâne fırsat olan sandık başında en mukaddes haklarından mahrum bırakıldılar. (…) Bazı yerlerde bu tedbirler de kâfi gelmeyince nüfus tezkereleri muteber değildir, yeniden nüfus dairelerinden hüviyet vakaları çıkartınız, denilmiştir. Diğer cihetten de nüfus dairesi, hüviyet vakalarını vermekten imtina etmiştir. Müntahiplerin belediye dairelerine girmeleri polis ve jandarma vasıtasile menedilmiş müntahipler zabıta kuvvetlerile dağıtılmıştır. (…) Serbest Cumhuriyet Fırkası lehine rey vermek isteyenlere karşı bu nihayetsiz müşkülat ika edilmekte iken Halk Fırkasına rey verecekler o nisbette sühulet ve himayeye mazhar olmuşlardır. Bunlardan nüfus kâğıdı göstermeyenlere mahallerinden aldıkları ilmü haberlerle veya nüfus dairelerinden yerlerine verilen pusulalarla rey vermeleri temin edilmiş ve hatta göçebe hâlinde sık sık yer değiştiren birtakım kimselerden nüfus tezkeresi aranılmaksızın cebren Halk Fırkasına reyler toplatılmıştır.

Hükümetin yönlendirmesiyle, 18 milletvekili sırasıyla kürsüye çıkarak Fethi Bey’e ağır saldırılarda bulundu. En ağır suçlamaları Afyon Milletvekili Ali (Çetinkaya) Bey yapmıştı. Ali Bey konuşmasını, “İşte efendiler, size iki şahıs! Mudanya Mütarekenamesi’ni yapan ve Mondros Mütarekenamesi’ni yapan! Hangisini tercih ediyorsunuz?” diye bitirmişti. Dâhiliye Vekili Şükrü Bey ise seçimler sırasında mülki amirlere “Her ne pahasına olursa olsun seçimlerde Halk Fırkası kazanacaktır.” şeklinde emir göndermesinin eleştirilmesi üzerine “Hürriyet namına devlet otoritesini feda edemeyiz!” demişti. Antalya Milletvekili Rasih Efendi ise Serbest Fırka kurucularının vatan hainliği ile suçlanarak derhâl tutuklanmasını önermişti. Konuşmacılar ayrıca SCF’lilerin seçim bölgelerinde düzensizliğe neden olduklarını, serserileri üye olarak kaydettiklerini, bu serserilerin daha sonra kamu görevlilerini yaraladıklarını, SCF’nin irticaya hizmet ettiğini, SCF’nin Arap kökenli halk arasında bölücü propaganda yaptığını, memleketi anarşiye, halkın ve memleketin dâhili emniyetini tehlikeye sevkettiğini ve halkı hükümet aleyhine tahrik ettiğini iddia etmişlerdi. 

FETHİ BEY’İN SORGUYA ÇEKİLMESİ

Celse gündüz 14.30’dan gece yarısı 00.30’a kadar devam etmişti. Bunlar olurken, Serbest Fırka üyesi milletvekilleri seslerini bile çıkarmamıştı. Mustafa Kemal ise tartışmaları Ağaoğlu Ahmet Bey’in deyimiyle “locasından gergin bir dikkat ve sinirli bir tavırla” dinlemişti. 

TBMM oturumunda, özetle, rejim düşmanlığıyla suçlanan Fethi Bey, Mustafa Kemal’in Ağaoğlu Ahmed Bey’e “Anarşi var anarşi, sizin haberiniz yok. Benden tarafsız kalmamı istiyorsunuz!” dediği günlerde, “tek istingâhı (dayanağı) olan” Mustafa Kemal’le karşı karşıya gelmeyi göze alamayacak ve Ağaoğlu Ahmet Bey’in deyimiyle “kahredici ihanet”in baş aktörü Mustafa Kemal ve İsmet Paşa ile birlikte hazırladığı dilekçeyi 17 Kasım 1930’da Dâhiliye Vekâleti’ne verecekti. 

Taslak metindeki “Gazi’nin ısrar ve teşviki ve tasvibi ile kurulmuş olan Fırka” ifadesi İsmet Bey’in talebi üzerine çıkarılmıştı. Fethi Bey, dilekçede “[F]ırkanın, Gazi hazretlerine karşı siyasi mücadeleye girmesi ihtimalini hadd-ı zatında bertaraf ediyorum…” diyerek Serbest Fırka’nın feshine karar verdiğini açıklıyordu. Böylece 98 günlük “demokrasi müsameresi” bitirilmiş; güvenli totaliter rejime dönülmüş, herkes rahat bir nefes almıştı.