İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 25’inci ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 57’inci maddelerinde “yeterli bir yaşam standardı” hakkının ayrılmaz bir parçası olarak tanımlanan barınma hakkı, ne yazık ki Türkiye’de gittikçe büyüyen bir krize evrilmiş durumda. Yasalarla devlet güvencesi altına alınmış olan ‘barınma hakkı’nın ‘barınma krizi’ne doğru ilerleyişinden kim sorumlu?
Fikir Gazetesi, ‘barınma krizi’ni tüm boyutlarıyla ele aldığı haber dosyasında barınma krizinin yaşandığı pek çok alandan uzmanlarla görüştü. Krize neden olan faktörleri, çözüm önerilerini, yerel yönetimlerin sorumluluklarını, sağlık, eğitim, inşaat, emlak, ekonomi, sosyo-psikoloji alanlarındaki yansımalarını ortaya koydu.
Devlet kurumunun yurttaşların temel hak ve hürriyetlerine yaklaşımını, sosyal devlet anlayışının hem genelde hem yerelde ne kadar etkin olduğunu, ekonomi alanında hayata geçirilen politikaların barınma hakkı üzerindeki yansımasını, krizin uluslararası boyutunu ve toplum üzerindeki etkilerini mercek altına aldığımız Barınma Krizi haber dosyasında yapılan görüşmeler neticesinde siyasi otorite eleştiri alırken konuyla ilgili yerel yönetimlerden de barınma krizi ile mücadelede sorumluluk alması talepleri gündeme geldi.
BARINAMAMANIN KÖK NEDENLERİ VE SACAYAKLARI
Türkiye’de her geçen gün büyüyen barınma krizinin kök nedeni olarak siyasi otorite tarafından yürütülen politikaların sosyal politikalar başta olmak üzere eğitim, sağlık, emlak, inşaat, ekonomi gibi alanlarda ‘hak ve özgürlükler’ temelli değil, rant temelli olduğunu belirten profesyoneller, ekonomik krizle beraber artan kira ve konut fiyatlarının, barınma krizi noktasında; işçisinden, memuruna, asgari ücretlisinden, öğrencisine, mühendisinden, öğretmenine, hekimlere, sağlık çalışanlarına ve daha birçok yurttaş kesimini içine alarak büyüdüğünün altını çizdi.
Siyasi otoritenin politikaları neticesinde ortaya çıkan ve büyüyen barınma krizinde yerel yönetimlerin sorumluluğu konusuna da eğildiğimiz haber dosyasında, yerel yönetimlerin barınma krizinin çözümündeki rolünü, yerel politikalarla sorunun çözüme kavuşturulup kavuşturulamayacağını tartıştık.
Krizin küresel boyutu noktasında sadece Türkiye’ye özgü olup olmadığını, Avrupa ülkelerindeki barınma krizi yaşayanlarla konuştuk. Uzmanlardan krize ilişkin Avrupa ülkeleri ile Türkiye kıyaslamalarını alarak aradaki farka işaret ettik.
Barınma krizinin inşaat sektöründeki etkileriyle toplum ve bireyler üzerinde yarattığı sosyo-psikolojik etkileri konusunda yaptığımız görüşmelerde, krizin sacayakları, nedenleri ve çözümüne odaklandık.
BARINMA KRİZİNİN BÜYÜMESİNDE SORUMLU KİM? YEREL YÖNETİMLER NE YAPABİLİR?
Türkiye’de çığ gibi büyüyen barınma krizinin ortaya çıkmasında ve büyümesinde siyasi otoritenin yürüttüğü politikalar eleştiri aldı. Sorunun çözümüne yönelik yerel yönetimlerin barınma krizi ve evsizlikle mücadeledeki sorumluluğu ve Avrupa’da yaşanan barınma krizi ile ülkemizdeki krizin karşılaştırması ile ilgili Şehir Plancısı Dr. Buğra Gökçe ile görüştük.
Gökçe, bugün yaşanan barınma krizinin kök nedeninin Anayasada yer alan konut hakkını korumak için nüfus ve talep artışına paralel olarak, planlı şekilde ve halkın ihtiyaçlarına yönelik konut piyasasını yönetmeyen hükümet olduğunun altını çizdi:
“Zamanında Emlak ve Eytam Bankası olarak kurulan Emlak GYO ve TOKİ, hükümetin rant odaklı politikaları nedeniyle 20 yıldır sosyal konut üretmek yerine yüksek kârlı ve rant odaklı konut üretimine yöneldi.” diyen Dr. Gökçe şöyle devam etti: “Neticede varlık sahibi olanların ikinci, üçüncü konutu olurken, geniş halk kesimleri konut sahibi olamadı. Konut arzındaki bu yetersizlik talep yönünü kışkırtan başka faktörlerin büyümesiyle daha da derinleşti. Makroekonomik politikalarla Türk lirası değerini kaybetti. Sermayesini korumak isteyenler konut yatırımına yönelirken geniş halk kesimleri de parasız kaldıkları için konutlarını satmaya yöneldi.”
Yabancılara konut satışının artması ve 10 milyona yakın sığınmacı ve düzensiz göçmenin ülkemize gelmesinin de konut talebini patlattığına dikkat çeken Gökçe; “Dövizle konut alımı, konut fiyatlarını yükseltti. Tüm bu faktörlerin bir araya gelmesiyle Türkiye derin bir konut krizi yaşıyor.” vurgusunda bulundu.
YEREL YÖNETİMLERİN MÜCADELEDE ROLÜ VAR ANCAK SINIRLI!
Yerel yönetimlerin barınma krizi ve evsizlikle mücadeledeki sorumluluğu üzerine sorumuzu yanıtlayan Gökçe, “Yerel yönetimlerin birkaç yönden konut krizi ile mücadele için atabileceği adımlar var. Birincisi kentlere ihanet olarak tarif edilecek, düzensiz ve kaçak yapılaşmaya izin vermemektir. Usulsüz imar değişiklikleri ve emsal artışları ile haksız rant yaratarak kent suçu işlememektir. Ankara, İstanbul, Bursa gibi kentlerimizde bunlar yaşandı. Şehirler betona gömüldü. Ancak üretilen beton yoğunluğu, sadece bir zümrenin konut stoğuna dönüştü. İkincisi, yerinde kentsel dönüşüm ve sosyal konut üretimi ile konut stoğunun yapısını değiştirmektir.” dedi.
“ÖDÜLLENDİRİLEN İKTİDARLAR POLİTİKALARINA DEVAM EDER!”
Dr. Gökçe, belediyelerin ellerindeki kaynakların, merkezi hükümet ile karşılaştırılamayacağının altını çizerek şunlara dikkat çekti: “Belediyeler ne yaparsa yapsın mevcut makroekonomik politikalar, sığınmacı politikaları ve yabancılara konut satışı devam ettikçe konut krizi de devam edecek. Üçüncüsü sosyal dayanışmayı büyütmek diyebilirim. Bunun güzel örnekleri var. Önemli adımlar atılıyor. İstanbul’da mesela kentsel dönüşümde dar gelirli emeklilere yüzde 65 finans desteği ve aylık 9 bin TL kira yardımı yapılıyor. Yalnız şunu söylemek lazım: Toplumsal talebin yükselmesi gerekiyor. Ödüllendirilen bir iktidar, politikalarına da devam eder. Bu açıdan yerel seçimler bir fırsat. Buradan çıkacak sonuç iktidarın politika değişimine neden olabilir.”
“ÖNGÖRMEK VE TEDBİR ALMAK HÜKÜMETLERİN GÖREVİ”
Siyasi otoritenin yetersizliği nedeniyle barınma krizi ile karşı karşıya olduğumuzu ifade eden Şehir Plancısı Dr. Buğra Gökçe şu ifadeleri kullandı: “Hükümetlerin görevi, öngörmek ve gereken tedbirleri almaktır. Bizde hükümet adeta bu dinamikleri bir emlak satıcısı gibi algıladı. Talep yönündeki artışı bir fırsat olarak kabul edip bir de vatandaşlığı promosyon olarak sunarak konut satışına yöneldi. Bu politikalar değişmedikçe de sonuç değişmeyecek. O yüzden toplumun hükümeti denetleyip, oyunu kullanırken kendi taleplerini birinci sıraya koyması çok önemli. Büyükşehirler yerel seçimlerde buna uygun bir mesaj verebilirse konut krizi konusunda toplum yararına daha çok adım atılmasını bekleyebiliriz.”
“ÇÖZÜM, YEREL YÖNETİMLERİ YÖNETEN ZİHNİYETE GÖRE DEĞİŞİR!”
Yerel yönetimleri yöneten zihniyete göre cevap değişiyor. Örneğin İstanbul’da araştırma yapıldı. AKP’nin 2019’a kadar, İstanbul’da çeşitli imar değişiklikleriyle sadece 130 büyük projede ürettiği rantın parasal değeri 85 milyar dolar. Bu parayla İstanbul, depreme çok daha dirençli, düzenli bir kent olur; yaşadığımız konut sorunu da hafiflerdi. O yüzden kimi iş başına getirdiğimiz büyük fark yaratıyor. Yerel yönetimlerden mucize beklemeyelim ancak yerel yönetimler üzerinden bir direnç oluşturarak merkezi, bu sorunları çözmeye zorlamak, yapmıyorsa değiştirmek mümkün.
AVRUPA’DAKİ BARINMA KRİZİ İLE TÜRKİYE’DEKİ ÇOK FARKLI!
Avrupa’da yaşanan barınma krizi ile Türkiye’de yaşanan barınma krizinin çok farklı olduğunu belirten Dr. Gökçe şunları kaydetti: “Örneğin bizde bir yılda konut fiyatları yüzde 217 artmış, 26 AB ülkesinde binde 3 düşüş yaşanmış. Bizde yüzde 67 enflasyon var, AB’de yüzde 2,6. Avrupa yüksek enflasyon ile yaşamaya alışık değil. Kentlerinde de genel olarak yeni konut üretmek, yasal nedenlerle Türkiye’ye göre çok zor. İmar değişiklikleri ve emsal artışları nadir. Nüfus artışı ve göçmen sayısına uygun şekilde konut artışı yaşanmamasının yarattığı sorunlar var. Avrupa ülkeleri de bugünlerde daha yoğun sosyal konut üretimini tartışıyor.”
İMO ANKARA: EVLER BOŞ, YURTTAŞLAR EVSİZDİR!
İnşaat Mühendisleri Odası Ankara İl Başkanı Ahmet Onur Özergene, Türkiye’de barınma konusunda geçmişten bugüne uzanan bir kriz olduğunun altını çizerek yurttaşların barınma hakkının Anayasanın 57. Maddesi ile güvence altına alındığını ancak bu hakkın uygulamada hiçbir zaman ihtiyacı karşılayacak hedefe ulaşmadığını söyledi.
“Evler boş, yurttaşlar evsizdir.” diyen Özergene, Anayasa Madde 57’de, “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.” hatırlatmasında bulundu.
İMO Ankara Başkanı Özergene, “Ülkemizde barınma konusunda geçmişten günümüze kadar bir kriz olduğu herkesin kabulüdür. Tabii bu sorunun tespitiyle birlikte değişen dönemler boyunca sorunun niteliği de değişmektedir. Anayasa’da bir hak olarak tanımlanan ve bir standardının olması gerektiğini “şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde” ibaresi ile belirtirken uygulamada hiçbir zaman bu hedefe yaklaşılamadı.” dedi.
Geçmişten bugüne gecekondu sorununa yaklaşımına bakıştan örnek veren İMO Ankara Başkanı, “Dünkü gecekondu mahallelerinde bugün şehirlerin ‘yeni gecekondularının’ yükseldiğini göreceğiz. Üst üste yığılmış beton katmanlar arasında insanların sosyal hayatları için göstermelik yeşil alanlar ayrılmış durumdadır. Bu alanlar, deprem açısından da en riskli bölgeleri oluşturmaktadır. Çünkü rant yaratabilmek için başından sonuna kadar kuralsız çalışmalar yürütülmüş ve birçok idarede bu kuralsızlıklara göz yumulmuştur.” değerlendirmesi yaptı.
YOKSULLAŞTIRILAN YURTTAŞLAR BIRAKIN EV ALMAYI, KİRALARINI ÖDEYEMİYOR!
Bugün gelinen noktada yoksullaşan yurttaşların ev sahibi olmayı bırakın, oturdukları evlerin kirasını bile karşılayamaz hâle geldiğini, yaşanan sorunun konut sorunu olarak değerlendirilmesinin yanlış olduğunu belirten Özergene, “konunun bu şekilde değerlendirilmesi sorunun çözüm yollarını daraltmaktadır.” diyerek konut üretim artışı ile sahiplik oranlarının devamlı bir düşme eğiliminde olduğunu ifade etti.
KONUT SATIŞI HANE HALKI SAYISI ARTIŞINDAN FAZLA!
TÜİK’e göre Türkiye’de her yıl 1,5 milyon civarı konut satılırken, bu sayı hane halkı sayısının artışından fazla olarak kendini gösteriyor.
Yıllık satılan konut sayısı, hane halkı artışını aşmasına rağmen kendi evinde oturanların oranının yıllardır azalma eğiliminde olduğunun altını çizen Onur Özergene şunları söyledi: “Konut üretiminin artmasına rağmen sahiplik oranının devamlı düşmesi konutun yatırım aracı olarak kullanıldığının göstergesi durumundadır. Bir tarafta barınma sorunu yaşayan yurttaşlar bulunmaktayken, konutlar ya yatırım amacıyla değerlendirilmekte ya vatandaşlık için yabancılara satılmakta ya da boş kalmaktadır. Evler boş, yurttaşlar evsizdir.”
“BARINMA HAKKI GÜVENLİ YAPILARLA ANLAM TAŞIR”
AFAD’ın 2011 yılında oluşturduğu Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planına (UDSEP) göre mevcut yapı stoğunun deprem güvenliğinin belirlenebilmesi için 2017 yılına kadar kamuya ait binaların envanter çalışmalarının ve sonuç olarak 2023 yılına kadar da tüm yapıların envanter çalışmalarının tamamlamasını hedeflediğini belirten Özergene, resmi kurumlar haricinde bu envanter çalışmasının yapılmadığı bilgisini verdi.
Bina envanter çalışmasının önemine dikkat çeken Özergene, bu çalışma ile önceliğin belirlenerek mevcut yapı stokunun iyileştirilmesinin mümkün kılınabileceğini belirtti.
“Barınma hakkı, aynı zamanda güvenli yapılarla birlikte bir anlam taşımaktadır.” vurgusunda bulunan İMO Başkanı, ülkedeki mevcut yapı stokunun yüzde 60’ının mühendislik hizmeti almamış olmasına, 10 milyonun üzerinde yapının sağlıksız ve afetlere karşı dayanıksız olmasına karşın, bu yapılarla ilgili planlı ve programlı çalışma yürütülmediğini ortaya koydu.
“KENTLERDE RİSKLİ ALANLAR DEĞİL RANT GETİREN ALANLAR DÖNÜŞÜTÜRÜLDÜ!”
Riskli konut alanlarının güvenli konut alanlarına dönüştürülmesi meselesinde aslolanın deprem riskini ortadan kaldırmak değil ranta ulaşmak olduğuna dikkat çeken Özergene şu noktalara değindi: “Dönüşümü sağlaması açısından kamuoyuna sunulan “Kentsel Dönüşüm Uygulamaları” maalesef geçtiğimiz yıllarda beklenen verimi sağlamaktan oldukça uzak kalmıştır. Kentsel dönüşüm konusunda bugüne kadar yapılan uygulamalar göstermektedir ki; aslında gerçekten deprem açısından riskli olan alanlar değil rant değeri yüksek alanlar dönüştürülmüştür. Bu uygulamanın güvenli yapı stoğu oluşturulmasına katkısı oldukça düşüktür.”
KONUT KREDİSİ KAMPANYASININ HEDEF KİTLESİ DAR GELİRLİ DEĞİLDİ!
Siyasi otoritenin, 2022 yılında vatandaşın kendi evini yapabilmesi için kamu alanlarını satışa çıkararak konut sorununu çözeceğini düşündüğünü kaydeden Özergene, “Aynı dönemde çözüm iddiasıyla konut kredisi kampanyası açıklanmıştı. Ancak bu durum konut fiyatlarını düşürmenin aksine fiyat artışına ivme kazandırmıştır. 2022 yılındaki aylık ödemesi 20 bin TL’yi aşan bu kampanya hedef kitlenin çözüm bekleyen dar gelirli yurttaş olmadığını göstermiştir.” yorumunda bulundu.
“RİSK AZALTILMIYOR, RİSK ALTINDAKİ İNSANLAR DEĞİŞİYOR”
Deprem gerçeğiyle burun buruna olunan kentlerde, yerleşim bölgelerinde dayanıksız alanlardan çıkmak isteyenler, artan kira bedelleri ve ev fiyatları karşısında barınamıyor. Barınma krizi burada da kendisini hissettiriyor.
Depreme karşı dirençsiz güvensiz konutlarından, artan kira ve konut fiyatları yüzünden çıkamayanlar açısından da durum tespitinde bulunan Özergene, bu konudaki değerlendirmesinde mağdur olanın yine dar gelirli yurttaşlar olduğunu, ekonomik durumu elveren insanların güvenli yapılara hareket ettiğini belirtti. Ancak bu boşalan alanların başka kişilerce bir yaşam alanı olduğunu, aslında konutlardaki deprem riskinden kaçanlar ve kaçanların ardından o riske tekrar yakalananlar olduğuna dikkat çekti.
“ŞİDDETLİ BİR DEPREMDE İSTANBUL’DA NE OLUR KESTİRMEK ZOR!”
İMO Ankara Başkanı Özergene şunları söyledi: “Bu durumdan asıl etkilenen inşaat sektörü değil, dar gelirli yurttaştır. Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinin üzerinden henüz bir yıl geçmişken herkes gözlerini İstanbul’a çevirmiş durumda İstanbul’da benzer şiddette bir deprem yaşandığında neler olabileceğini kestirmek çok zor. İstanbul’da yaşayan birçok vatandaş yaşadığı konutun güvensiz olduğunu bilmesine rağmen çaresiz durumdadır. Ekonomik durumu elveren bazı insanların daha güvenli yapılara doğru hareket hâlinde olduğu gözlenebilir. Bazı yurttaşlar ise yaşadıkları şehirleri dahi değiştirebiliyorlar. Ancak bazı yurttaşların boşalttığı bu yapılar başka bazı insanlar için bir yaşam alanı olarak varlığını koruyor. Bu da aslında riski azaltmadığımız, sadece risk altındaki insanları değiştirdiğimizi gösteriyor.”
BARINMA KRİZİ İNŞAAT SEKTÖRÜNÜ NASIL ETKİLİYOR
İnşaat sektörü ve barınma krizi arasındaki ilişkiye dair sorumuza yanıt veren Onur Özergene, ülke ekonomisinden kaynaklı konut satışlarının azalması açısından bir etkilenmenin yaşandığını kaydetti.
Enflasyon, yüksek faiz oranları ve artan maliyetlerin dar gelirli vatandaşların konut sahibi olmasını zorlaştırması ve bunun da aslında yine inşaat sektöründe geçimini sağlayan mühendis, mimar ve işçileri etkilediğini belirtti.
UDSEP TAMAMLANSAYDI 6 ŞUBAT BİR FELAKETE DÖNÜŞMEYEBİLİRDİ!
6 Şubat Depremlerinden sonra barınma krizine karşı nasıl politikalar üretilerek önlem alınmalı sorumuza Özergene şöyle yanıt verdi: “Bugün resmi kaynaklar dahi depremden kaynaklı doğrudan veya dolaylı ekonomik kaybın 130 milyar dolar civarında olduğunu dile getirmektedir. Bu bedelden çok daha az kaynak ayrılarak öncelikleri belirlenen bölgelerde yapılacak çalışmalar ile bu yıkımın önüne geçilebilir kitlesel ölümler önlenebilirdi. UDSEP ile yapılması planlanan çalışma tamamlanmış olsaydı mevcut yapı stokumuzda bulunan riskli binalar teşhis edilmiş olacaktı. Binanın durumuna göre güçlendirme ya da kentsel dönüşüm uygulamalarına gidilecek böylesi bir felaketin önüne geçmemizi sağlayacaktı. Bugünde öncelikle elimizde nasıl bir konut stoğu olduğunuz görmek üzere çalışmalar yapmamız gerekiyor. Sıklıkla söylediğimiz bir şey var “deprem değil bina öldürüyor” diye. Aslında bu biraz eksik kalıyor. Ölüme asıl sebep olan çürük binalarda insanların yaşamasına sebep olan, göz yuman sistem.”
YEREL OTORİTELERE VE MERKEZİ HÜKÜMETE ÇAĞRI!
İnşaat Mühendisleri Odaları olarak bazı yerel otoritelerle ülkenin farklı noktalarında çalışmaları olsa da yeterli olmadığına değinen İMO Ankara Başkanı Özergene, “Merkezi hükümet ve yerel yöneticilerin birlikteliği ile beraber bu konuda destek vermeye hazırız” çağrısında bulundu.
KONUT GÜVENLİĞİ VE ÜRETİMİNDE NEDEN AVRUPA’NIN GERİSİNDEYİZ?
Avrupa ve diğer dünya ülkeleriyle kıyaslandığında Türkiye’nin konut güvenliği, inşası anlamında hangi noktada olduğu konusunda değerlendirme yapan İMO Ankara Şube Başkanı Özergene, Türkiye’nin sadece konut değil, şehirleri planlamak, yolları, köprüleri, limanları, binaları tasarlamak ve üretmekle ilgili sahip olduğumuz bilgi ve tecrübe birçok ülke ile yarışır durumda olduğunu kaydetti.
İçinde bulunulan kriz ortamının ne yapılacağını bilmemekten kaynaklı olmadığını bakış açısı ile alakalı olduğunu ifade eden Özergene bu durumu şöyle açıkladı: “Sahip olduğumuz bilginin ülke ve toplum yararına kullanılmasında oldukça gerideyiz. Yaşadığımız her doğa olayının afete dönüşmesi de bu piyasacı bakış açısının bir yansımasıdır. Konut inşası özelinde iki taraf var üretici ve tüketiciler. Tüketiciler konut sahibi olmak isteyen yurttaşlardan oluşmaktadır. Tüketici sadece altyapı sorunu olmayan, deprem açısından güvenli ve ekonomisine uygun bir ev istiyor. Üreticinin odağı ise “olabilecek en büyük karı elde etmek” ve bu odağı ülkemizdeki siyaset-ticaret ilişkilerinden kaynaklı herhangi bir engel ile karşılaşmıyor birçok noktada insan hayatı dahil göz ardı edilebiliyor. Bu durum üzücü olsa da ülke şartlarını düşününce ilginç değil.”
DEVLETİN DEVREYE GİRMESİ GEREKİR!
Tüketicinin talebi ve üreticinin odağının ortak bir zeminde bilimsel çerçevede, rant elde etme anlayışından uzak bir şekilde buluşması için devletin devreye girmesi gerektiğinin altı çizildi. Onur Özergene, plan ve projeleri yapacak olan mühendislerin nitelikli ve yeterli eğitimi almasını sağlamaktan başlayarak, üretilen her projenin, her imalatın doğruluğunun kontrolünü sağlayacak sistemleri kurmak ve bu sistemin işlemesini sağlamak gerektiğini belirtti.
“Kâğıt üstünde her şeyin var olduğunu iddia edebilirler” diyen İMO Ankara Başkanı, “Depremlerde yaşananlar bunun yetersizliğinin ispatıdır. Özetle sahip olduğumuz bilgi ve tekniğin hayata doğru şekilde yansıması için; devletin ilk amacı en yüksek karı elde etmek olan kesime karşı irade koyması gerekmektedir” önemli tespitlerde bulundu.
BARINMA KRİZİ VE EĞİTİME YANSIMALARI
Barınma krizinin en derinden etkilediği alanlardan biri de eğitim! Pandemi, deprem gibi salgınlar ve doğal afetlerde en mağdur kalan kesim öğrenciler! Üniversite öğrencileri kredi yurtlara bağlı KYK yurtlarında ve ev kiralamalarda barınma kriziyle mücadele ediyor. Öğrenciler bu mücadelede eylemlilik sürecini pandemi ile birlikte başlattı hala da devam ettiriyor.
Seslerini bir tek merkezi hükümete değil bulundukları il ve ilçelerdeki yerel yönetimlere de duyurmak isteyen öğrencilerin barınma krizi konusuna, siyasi otoritenin barınma hakkı konusundaki politikalarına eğitim çerçevesinden baktık. Bu konuda Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş) Genel Başkanı Kadem Özbay ile görüştük. Özbay, eğitimde barınma krizi konusunu, nedenlerini, sorunun çözümü için neler yapılması gerektiğini anlattı.
Barınma krizinde başat sorunun siyasi otoriteden kaynaklandığını ifade eden Genel Başkan Özbay, Cumhuriyetçi, halkçı bir yaklaşımdan eğitimin her alanında olduğu gibi barınma olanakları anlamında da uzaklaşıldığının altını çizdi.
Özbay değerlendirmelerine şöyle devam etti: “1,5 milyonun üzerinde üniversite öğrencisi eğitimini tamamlayamadı ve yarıda bıraktı. Bunun en temel sebebi barınma sorunudur. Barınma sorunu eğitimin yarıda bırakılması üzerinde çok büyük bir etkendir. Eğitimin ayrılmaz parçaları beslenme, ulaşım ve barınmadır. Eğer gerçekten fırsat, imkan eşitliğinin olduğu bir eğitimden söz edeceksek o zaman eğitimin ayrılmaz parçaları olan beslenme, ulaşım ve barınmanın da kamusal bir zorunluluk olarak devlet tarafından üstlenip sağlanması gerekmektedir. Çocuklar ve gençlerin barınma hakkı devletin güvencesi altında olmalıdır. Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi olmaktır. Dezavantajlı gruplar, yoksul aile çocukları var ise eğer bunların temel ihtiyaçlarını sağlamak Cumhuriyetin sorumluluğudur. ‘Vatanı korumak çocukları korumakla başlar’ diyoruz. Bu çerçeveden baktığımızda Cumhuriyet’in yüzüncü yılında temel felsefeden uzaklaşılmıştır. Çocukların ve gençlerin temel insan hakları bugün korunmamaktadır. Eğitim maalesef ki ülkemizde herkesin eşit bir şekilde ulaşabildiği temel bir hak olmaktan çıkmıştır. Artık bir ayrıcalık haline dönüşmüş durumdadır. Bunun sebebi de ülkede ekonomik krizin derinleşmesi ve yoksulluğun artmasıdır. Yoksul bırakılan kesimler için de eğitimin bu ayrılmaz parçaları sağlanmadığı için de Anayasada da kamusal bir görev olarak sosyal devletin sorumluluğu olarak yüklenmesine ve Cumhuriyetin temel felsefesi olmasına rağmen ekonomik krizin eğitimde yarattığı tahribatın nedeni AKP iktidarının eğitim sistemine gerici ve piyasacı bir bakış açısından kaynaklanmaktadır.”
“SİYASİ İKTİDARIN CUMHURİYET DERSİ EKSİK!”
Eğitimin kamusal bir hizmet olmaktan çıktığına vurgu yapan Özbay, “Eğitim tüm yurttaşların yararlanacağı bir vazife olmaktan çıkartılarak metalaştırıldı. Satın alınacak bir hizmete dönüştü. Yüksek öğretimden ilkokul düzeyine kadar devlet okullarında bile eğitimin paralı hale gelmiş olması, özel okulların sayısının artması, yükseköğretim ücretlerindeki artış, burs imkanlarındaki yetersizlikler, ülkede yurttaşların büyük bir çoğunluğunun asgari ücretle yaşamaya mahrum bırakılması ve bunların da temel ihtiyaçları bile karşılamaya yetmediği bir durumda barınma, beslenme ve ulaşım gibi destekler de sağlanmayınca eğitimde gerçekten eşit bir şekilde sağlanamıyor. Teşhisi doğru koymak ve tedaviyi doğru uygulamak ancak sağlıklı çözüm getirir. Ama teşhisi ve tedaviyi kimin koyacağı da burada en önemli belirleyici etmendir. Eğer siz Cumhuriyetçi bir bakış açısına sahipseniz, buna eğitimin kamusal bir hizmet olduğu bakış açısıyla yaklaşırsanız; beslenme, ulaşım, barınma gibi temel hakları herkese eşit bir şekilde sunarsınız. Ama siyasi iktidar Cumhuriyet dersi eksik bir siyasi iktidardır o yüzden de burada da böyle bir eşitliğin bilinçli olarak sağlanmadığını görüyoruz” dedi.
“BARINAMAYAN ÖĞRENCİ EĞİTİMİNİ SONLANDIRIYOR”
Eğitimini tamamlamayan 1,5 milyon üniversite öğrencisinin haricinde eğitimini tamamlayan öğrencilere bakıldığında da işsiz ve yurtsuz bırakıldıklarını belirten Kadem Özbay şunları söyledi: “Eğitim sonucunda bir bireyin gelecek ile refahı arasında bir ilişki vardır. Meslek, istihdam, statü arasında bir ilişki vardır. Bugün günümüzde bu ilişki kopmuş durumdadır. Eğitim aldığınızda bir meslek ilişkisi kurarsınız bu meslek size bir statü, ekonomik bir kaynak sağlar. Ve bu sayede de yaşamınızda bir refaha ermiş olursunuz. Diplomalı işsiz sayısı artmış ve birçok gencimiz de bu nedenle barınamadığı için temel insani ihtiyaçlarını karşılayamadığı, barınamadığı için eğitimini devam ettirememektedir. Eğitimde feda edilecek bir fert yoktur diyen bir başöğretmenin kurduğu ülkeden bugün feda edilen nice gençlerimiz ya eğitimini bırakıyor ya da yurt dışına gidiyor.”
YEREL YÖNETİMLER VE BARINMA KRİZİ MÜCADELESİ
Cumhuriyetçi anlayıştan uzaklaşan bir siyasi otoriteye vurgu yapan Özbay’a, Türkiye’de Cumhuriyetçi anlayışla siyaset yapan ana muhalefet partisi ile yönetilen kentlerdeki eğitime yaklaşımı, barınma krizinin çözümündeki rolleri hakkındaki gözlemlerini sorduk.
Kadem Özbay, barınma krizinin çözümünde yerel yönetimlerin de sorumluluğu olduğunu belirterek şunları söyledi: “Ülkemizdeki derin ekonomik kriz sebebiyle konut edinme artık bir yatırım aracı haline dönüşmüş durumdadır. Bir insanın temel ihtiyacın ötesinde yüzlerce konutu var. Peki bu konutu neden alıyor, yatırım aracı olarak kullanıyor. Buradan bir kar elde etmeyi amaçlıyor. Toplumda insanlarımızın büyük bir kısmı barınacak bir eve bile sahip değilken, bir azınlık ülkede derinleşen yoksulluk sebebiyle konutlardan bir rant elde ediyor. Bu noktada merkezi yönetimin ve yerel yönetimlerin de sorumlulukları var. Sosyal kiralık konutlar devreye sokulmalıdır. TOKİ örneği gibi ama arsaları tarikat ce cemaatlere peşkeş çekmek değil, oralara gelecek üniversite öğrencilerinin, gençlerin ya da ekonomik durumu yeterli olmayan insanların barınabileceği sosyal kiralık konut uygulamalarını yaşama geçirmesi gerekir. Yerel yönetimlerin bu sürece katkı sağlaması büyük önem taşıyor. Örneğin büyükşehir belediyeleri, belediyelere ait bazı tesisleri oluyor. Bu tesislerde geleceğimiz olan ve hepsi birer birey olan gençlerimize yurt haline getirmelidir. Birçok yerde atıl durumda kullanılamaz binalar var. Bu binaların ivedilikle çocuklarımızı ve gençlerimiz önceleyerek değerlendirilmesi kiralık sosyal konutlar haline dönüştürülmelidir. Barınma krizinde belediyelerin de sorumluluğu vardır. Boş arazilere sosyal konutlar yaparak ve atıl binaları onararak gençlere yurt imkanı sağlamalılar.”
ANKARA, İSTANBUL VE İZMİR’DE YEREL YÖNETİMLER ÇÖZÜM ÜRETİYOR!
Ankara, İstanbul ve İzmir’deki ana muhalefet partili belediyelerin olduğu yerel yönetimlerin öğrencilerin barınma krizine yönelik olumlu hizmetlerini duyduklarını belirten Özbay, “Ancak bu yeterli değil ve ihtiyacı karşılayamıyor. Görece gördüğümüz Cumhuriyetçi bir bakış açısına sahip olan yapıların barınma sorununa daha çok katkı sağlamaya çalıştığını görüyoruz. Her 8 üniversite öğrencisinden sadece birine yurt düşüyor. Yurt düşlenlerin de nitelikli alanlarda kaldıklarını söylemek çok güç. Adeta yurtlar bir hücre evine dönüştürülmüş durumdadır. Bu yurtların da birçoğu üniversitelere uzak, nitelikli barınmadan yoksunlar.”
ÖĞRENCİLER VAKIF (!) YURTLARINA MUHTAÇ BIRAKILIYOR!
2002’den günümüze kadar öğrenci sayısındaki artış ile yurt sayısındaki artışı karşılaştıran Özbay, “Ciddi bir orantısızlık görüyoruz. Barınma sorunu 2022 Raporu’na göre; Türkiye’de 3 binin üzerinde tarikatlarla yani vakıflarla ilişkili olan yurt var. 2016 yılından bu yana nitelikli bir yurt artışı yaşanmazken öğrenci sayısı giderek artmıştır. 2002’den bu yana Türkiye’de yurtlarda yatak kapasitesinin 180 binden 800 binlere çıkartıldığı, 190 olan yut sayısının 800’e yükseldiği belirtiliyor. Yurt sayısı 21 yılda 4-4,5 kat artış gösterirken, öğrenci sayısı da açıköğretimler de dahil 2 milyon iken bugün 7 milyonu aşmış. Öğrenci sayısı 7-8 kat artarken yurt sayısının 4 kat arttığı, yatak kapasitesinden de bahsedilirken yeni yurtlar açmaktan ziyade odalardaki yatak sayısını artırarak kapasiteyi artırdığını görüyoruz. Asansör kazasında yurtta canını kaybeden Zeren’in ardından başka kayıplar da yaşadık. Yedi sekiz katlı yurtlarda asansör güvenliği sağlanamıyor. Burada da çok ciddi sorunlar var. Yurt çıkan öğrenciler de çok ciddi sıkıntılarla baş başalar. Vakıf dernek maskeli yurtların sayısında da çok ciddi bir artış var” diyerek sorunun başka bir boyutuna dikkat çekti.
Yerel yönetimlere özellikle de iktidar partisi dışındaki belediyelerin sorumluluğuna dikkat çeken Genel Başkan Özbay, “Belediyelere işte burada sorumluluk düşüyor. Ankara Büyükşehir Belediye eski Başkanı diyordu ya “parsel parsel verdik” burada aslında belediyenin o yeri değerlendirip kamusal olarak çocuklara yurt sağlaması gerekirken, bu dini tarikatlara cemaatler olan ancak adına vakıf denen kuruluşlara veriliyor. Devlet yurdu yapılmıyor, bu vakıflar yurt yapıyor. Öğrenciler de buralara mahkum bırakılıyor. Bu nedenle AKP iktidarı ülkeyi gerici bir kuşatma altına almış bir iktidardır” dedi.
ÖĞRETMEN MAAŞIYLA KİRA ÖDEMEK MÜMKÜN DEĞİL!
Kamudaki öğretmenlerin yaşadıkları barınma krizi konusunda da açıklama yapan Kadem Özbay son olarak şunları kaydetti: “Devlet nedir ve devleti kim temsil eder? Bir okula girdiğinizde orada devlet öğretmendir, hastaneye girdiğinizde orada devlet doktoru ve sağlık memurudur. Bugün devletin itibarını temsil eden kişiler siyasi iktidarın bu piyasacı anlayışı sebebiyle ekonomik olarak yoksulluğa mahkum edilmiştir. Devletin de itibarı bu şekilde zedelenmiştir. Devlet memurlarının tamamına yakını yoksulluk sınırının altında ücretlerle yaşamaktadır. Bu insanlar bulundukları yerde görevlerini yaparken insanca yaşayamıyorlar. Kamu emekçisinin alım gücü her geçen gün düşüyor temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiştir. Halkın sofrasındaki ekmeğin, zeytinin, ulaşım hakkının, barınma hakkının, sağlık hakkının gasp edildiği bir dönemi yaşıyoruz.
Memur maaşlarında rakamsal artış var ama alım gücü anlamında bir artış yoktur. Siyasi iktidarın ülkenin çok büyük yüzde 80’e ulaşan bir kesimini açlık sefalet bir yoksulluğun altında bir ücrete mahkum etmiştir. Yüzde 37’lil bir kesi asgari ücretle çalışıyor. Emekliler asgari ücretin altında bir gelir ediyor. Yeni atanan bir memur İstanbul’da maaşıyla ev kirasını ödeyemiyor. Yalnızca barınma çözülerek de insan insan gibi yaşamış olmuyor. Sosyal yaşam alanı için de maddi iyi koşullara ihtiyaç vardır. Bugün günümüzde öğretmenler kiraları ödeyebilmek için ev arkadaşı arıyor. Bir öğretmenin bir ile, ilçeye atandığında bu barınma sorununun devlet tarafından çoktan çözülmüş olması gerekmektedir. Lojman, kira konut yardımı gibi… böyle bir uygulama Türkiye’de yok. Öğretmen evlerinde bile bir ay kalmaya kalksanız maaşınızın kat ve kat üstünde bir ücret ödüyorsunuz. Bu gidişatta devlet ne öğretmen ne doktor ne de bir memur başta büyükşehirler ve sahil kesimleri olmak üzere bulamayacak. Çünkü aldıkları ücret buralarda barınma sorununu çözemiyor. Şu anda Türkiye’de devlet memurları ev arkadaşlığı sistemine dönmüş durumda. Barınabilmek için kirayı paylaşacakları ev arkadaşları arıyorlar. Devlet yok diyoruz! Vergi alıyor ancak yurttaşlarının temel barınma, sağlık, eğitimi beslenme ihtiyaçlarını sağlayamıyor. Ne memurunu ne de gencini düşünen bir devlet anlayışı yok!”
BARINAMIYORUZ HAREKETİ BARINMA KRİZİNİ GÖRÜNÜR KILDI!
Üniversite öğrencileri tarafından 2021 yılında başlatılan Barınamıyoruz Hareketi üyesi Demir Karabacak ile hareketin şu an ki eylemlilik sürecini ve KYK yurtlarında yaşananları konuştuk.
Yaklaşık bir buçuk yıldır KYK yurtları ve öğrenci evlerindeki barınma krizi ile ilgili örgütlü mücadelenin içerisinde olduğunu ifade eden Karabacak, “2021 yılında pandemi sonrası öğrenci evlerinde artan kira bedelleri ve KYK yurtlarının giderek niteliksizleşmesi üzerine kurulan bir hareketiz. İlk bir yıl barınma krizinin ülke genelinde görünür olmasına enerjisini ayırdı. Amacımız buydu farkındalık yaratmaktı. Barınma krizi olarak anılmıyordu. Emlak krizi, bir konut krizi varmış gibi anlatılıyordu. Oysa realite öyle değildi. Çok fazla konut var ancak bunlar boş ve halkın kullanımına kapalıydı. Birinci yılın sonunda strateji açısından farklı bir yol izleme kararı aldık. Üniversiteliyiz barınamıyoruz hareketi içerisinde yakınımızda temas ettiğimiz şey KYK yurtlarıydı. Yurtlarda kalanlar ve öğrenci evlerinde kalanlar noktasında KYK yurtlarında kalanların sorunlarıyla ilgilenmeyi tercih ettik. Uzunca bir dönem KYK yurtlarında kalanların sorunlarını çözmeye dönük hareket ediyorduk. Yurtlardaki ilaçlanmalar, yemeklerin iyileştirilmesi, fiziki sorunlar gibi… Bu eğitim öğretimin başında biz Barınamıyoruz Hareketi olarak sorunların görünür olması için belli başlı kurumlara raporlar hazırlayarak gittik. Gençlik ve Spor Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kredi Yurtlar Müdürlüğü gibi kurumlara raporlar ilettik. Herhangi bir geri dönüşüm ya da kazanım olmadı” dedi.
ZEREN’İN KAYBIYLA ASANSÖR SORUNU DAHA DA GÖRÜNÜR OLDU!
Aydın’da Güzelhisar’da KYK yurdunda asansörde hayatını kaybeden Zeren Ertaş’ın acı kaybından bahseden Karabacak şöyle konuştu: “Zeren’in kaybını yaşamadan önce bir iki yurtta yaşanan sorunları dile getirmiştik. İki yurtta da o dönem sorunlar çözülmüştü. Ülke gündemi değişince biz de gündemi dikey kesecek bir şey olmaması adına eylemlilik sürecine ara vermiştik. Ancak ardından Zeren’i kaybettik. Bu olaydan sonra bizlere her yerden KYK yurtları ile ilgili ihbarlar gelmeye başladı. Zeren eylemlerinde dahi çok sayıda ihbar aldık, hareketimize katılmak istediklerini belirtiyorlardı. Üç günlük eylemler oldu ve biz yeni bir yol haritası önermeye başladık. Yurtlarındaki problemleri belirleyip yurt meclisi oluşturup hareket edilmesini önerdik. Hızlıca bu formatı işler hale getirdiğimiz 12-13 yurtta sorunların çözülmesini sağladık. Talepler kabul edildi. Böyle bir kazanım elde edildi. Bizim de kontrolümüzün dışında tahmin ettiğimizin çok üzerinde 250-300 yurttan ihbar aldığımız için Zeren ölene kadar asansörlerin bu kadar problemli olduğunu bilmiyorduk. Biz de ne yazık ki bu kayıp sonrasında öğrenmiş olduk. Bu sorun çerçevesinde diğer sorunlar da görünür olur algısı oluştu.”
YEREL YÖNETİMLER BARINMA KRİZİNE DESTEK OLDU MU?
Barınamıyoruz Hareketi’nin güncel durumuna ilişkin bilgi almak istediğimiz Karabacak şöyle konuştu: “Şu an iki ayaklı bir mücadele öngörüyoruz. Birincisi tekrar KYK yurtlarındaki sorunlara eğileceğiz. İl il gezip sorun tespiti yapıyoruz. Detaylı bir yurtlar ve sorunlar raporu çıkaracağız. 5-6 Nisan gibi bitmiş olur. 2021 sonrası Türkiye’deki barınma krizine dair bir detaylı rapor olacak.”
YEREL YÖNETİMLERDEN BEKLENTİLERİ!
Kentsel dönüşüm yasası ile acele kamulaştırmayla şehrin çeperinde kalan mahallelerin, şehrin içerisinde kalan yoksul kesimin yaşadığı mahallelerin dönüştürülmesi konusuna değinen Demir Karabacak, “bunlar olursa yapısal zeminde gerçekten hiçbir direngenliğiniz kalmıyor. Buna dair de bir mücadele öngörüyoruz çünkü biz öğrencilerin de yaşadığı mahalleler buralar. Sitelerde, lüks semtlerde yaşamıyoruz” dedi.
BELEDİYELER BARINAMIYORUZ HAREKETİNE DESTEK OLDU MU?
2021 yılında Barınamıyoruz Hareketi ilk çıktığında o dönemki AKP’li belediyeler olan Üsküdar, Güngören ve Ümraniye belediyelerinden bahseden Karabacak, “öğrenci evlerini fatura desteği gibi projelerle destekliyorlardı. Muhalefet de kendi belediyeleri kanalıyla bu tür destekler yapabilirdi. Seçimlerin ardından belediyelerle tekrar iletişime geçeceğiz. Belediyeleri kim kazanırsa kazansın o şehrin bütçesi biz öğrencilere de dağıtılmalıdır. Muhalif bir belediyeden fatura desteği ve benzeri bir destek görmedik. İstanbul Büyükşehir Belediyesi öğrencilere burs veriyor ancak öğrenci evlerini destekleme gibi bir projede muhalif belediye yok. Bizler yerel yönetimlerden taleplerde bulunuyoruz örneğin CHP’li bir belediye olan Nevşehir Belediyesi’nden destek istemiştik. Çünkü orada KYK yurdu yoktu, çok sayıda arkadaşımız okulu bıraktı. Dönemin başında Kemal Kılıçdaroğlu danışmanıyla bize ulaşıp mecliste kürsüye çıkarmak istemişti ancak bizim böyle bir tarzımız yok. İzmir’de CHP’li bir belediye yurttan atılan bazı arkadaşlarımızı belediye tesislerine girmişlerdi. Kaymakamın öğrencileri kendi oteline yönlendirdiği durumlara tanıklık ettik. Sırada belediyelere ‘Öğrenci evlerini destekle’ kentsel dönüşüm ivmesi dahilinde de ‘Öğrenci evlerine dokunma’ gibi kampanyalar da yapmayı planlıyoruz” ifadelerini kullandı.
DARBE GİBİ YÖNETMELİK!
KYK yurt yönetmeliğinin değiştirilmesi için çalışmalar yapacaklarını belirten Barınamıyoruz Hareketi sözcüsü Karabacak şöyle konuştu: “Bir önceliğimizde KYK yönetmeliğinin demokratik bir yönetmelik haline getirilmesidir. Darbe yönetmeliği gibi. Kaldırılması talebimiz var. 1980 darbe döneminde bile gerçekliği olmayan maddeler içeren bir yönetmelik.”
HAREKETE KATILMAK İSTEYENLERE ÇAĞRI!
Hareketle tanışmamış öğrencilerin sosyal medya hesaplarından kendilerine ulaşabileceklerini ve oradaki formlar ile ulaşabileceklerini söyleyen Karabacak, “Barınma hareketli bir çeperdeyiz. Ülke siyasetine dair barınma politikaları haricinde herhangi bir eylemliliğimiz yok. Barınamıyoruz Hareketi Zeren sonrası Ege’de, Kütahya’da Minenur yoldan karşıya geçerken hayatını kaybetmişti, Çorum’da, Kayseri’de, Samsun’da Antep’te, Bartın gibi illerde de örgütlenme arttı. Yoğunluklu örgütlenmemiz büyükşehirlerde. İzmir’de Kütahya’dan daha küçüğüz ama…
SAĞLIKÇILARDAN BARINMA KRİZİNDE LOJMAN ÇAĞRISI!
Barınma hakkı öncelikli en temel insan haklarından biri bu alanda mağdur olan bir başka kesim de sağlık emekçileri… En temel insan hakkı olan barınma hakkı konusunun Türkiye’de lüks denilebilecek bir noktaya geldiğini söyleyen Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri İzmir Şubesi Eş Başkanı Başak Edge Gürkan, “Üniversite öğrencileri içinde başlamış olan barınamıyoruz hareketi şu an neredeyse gelişen koşullar ile birlikte tüm topluma yayılmıştır. Üniversite öğrencileri için yetersiz yurt sayısı ile başlayan sonrasında da yurtların güvenliği ile devam eden barınamama sorunu astronomik kira fiyatları ile daha da belirgin hale gelmiştir. 6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan 11 ilimizde hem güvenli konutlar sorununu bir kez daha gündeme getirmiş hem de depremin üzerinden geçen bir yılı aşkın süredir depremden zarar gören halkımızın hala çözülmeyen barınma sorunu ile de devam etmiştir.
En temel insan hakları devletten tarafından yurttaşlarına sağlanmalıdır ancak geldiğimiz nokta da görmekteyiz ki şu an temel ihtiyacımızı karşılayamaz duruma geldiğimiz söylenebilir. Devletin inşa ettiği ya da ettirdiği üniversite yurtlarında defalarca güvenlik sorunları yaşanmış, üniversite öğrencileri bu yurtlar da kalmaktan korkar hale gelse de ekonomik koşullar öğrencileri o yurtlarda kalmaya zorlamaktadır. Yine ruhsatları kamu kurumları tarafından verilen binaların depremde tuzla buz olduğunu gördük ve binlerce yurttaşımız o binalarda can verdi. Deprem sonrasında hayatta kalanlar açısından ne barınma sorunu çözülebilmiş ne de diğer ihtiyaçları giderilmiştir. Yurttaşlarının en temel ihtiyaçlarını karşılamayan devletin görevinin ne olduğu elbette tartışmaya açıktır.” şeklinde konuştu.
SAĞLIKÇILAR SATILAN LOJMANLARI GERİ İSTİYOR!
“Son dönemde derinleşen ekonomik kriz, artan ev ve kira fiyatları artık orta gelirli bir ailenin bile yaşamasına imkan tanımamaktadır. Son belirlenen asgari ücret düşünüldüğünde neredeyse büyükşehirlerde en ucuz kira bile asgari ücretin üstündedir, günden güne de ekonomik kriz derinleşmekte neredeyse nefes almak bile artık imkansız hale gelmektedir. Kamu kurumlarının yıllar önce lojmanları vardı ve personelin barınma sorunu bir şekilde böyle çözülmekteydi ancak devletin sırtına yük denilerek lojmanlar bir bir satıldı” diyen Gürkan, “satılmayanlar ise şu an kullanılır durumda değil. Sendikamızın lojman talebi bugün daha yakıcı bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Sağlık emekçileri artık tek başına bir evin giderlerini karşılayamaz duruma gelmiştir. Özellikle büyük şehirlerde ve turizm bölgelerinde istenen kiralar maaşlarımızın çok üzerinde astronomik rakamlardır. Maalesef sağlık çalışanları birkaç kişi aynı evde kalarak bu sorunlara bireysel olarak çözüm bulmaya çalışmaktadır.” dedi.
BAKANLIKLARA YENİDEN LOJMAN TALEBİ!
Bakanlıkların yeniden lojman taleplerini dikkate almasını ve bu konuda gerekli çalışmaları bir an evvel yapmasını belirten SES İzmir Şube Başkanı Gürkan şunları söyledi: “Güvenilir ve uygun barınma hakkı kamu emekçilerinin olduğu kadar tüm yurttaşlarımızın hakkıdır. Bu konu da devletin üzerine düşen görevleri yerine getirmesi kadar önemli bir konu da yerel yönetimlerinde bu konu da üstüne düşeni yapmasıdır. Barınma, beslenme, temiz su ihtiyacı gibi temel ve en insani ihtiyaçlar hiç kimse için lüks olmamalıdır.”
YEREL YÖNETİMLERE TALİP OLANLARIN BİR PLANI OLMALI!
“Yerel yönetimlerin bunlara dair bir planı olmalı, bu planları bir an evvel hayata geçirmek için gereken çaba gösterilmelidir. Yerel seçimler öncesi neredeyse hiçbir adayın buna dair gerçekçi bir planı olmadığını görüyoruz” diyerek sözlerine devam eden Gürkan şöyle devam etti: “Günden güne derinleşen ekonomik kriz hepimizi daha çok yoksullaştırıyor. Yoksulluk tek başına bir sağlıksızlık sebebidir. Ekonomik krizi daha çok vergi vb. şekilde çözmeye çalışanlar halkın sırtına daha çok binerek yoksulluğu daha da derinleştiriyor. Yoksulluk daha çok sağlıksızlık sebebiyken barınma, yeterli beslenme, temiz su gibi ihtiyaçlarını bile karşılayamayan halkın sağlığı maalesef kimsenin umurunda değil, çok hasta bakmayı başarı olarak açıklayan Sağlık Bakanı’nın bu açıklamalarından sonra bu daha da belirgin şekilde görülüyor. Toplu konut projeleri, kurumların yeniden lojman alımlarına ya da yapımına dair harekete geçmesi, halkın barınma hakkına dair bir an evvel gerekli tedbirlerin alınması ve uygulanması, tüm yurttaşlarımızın güvenli ve sağlıklı konuta erişiminin sağlanması acil olarak çözülmesini beklediğimiz taleplerimiz arasındadır.”
“BARINMA KRİZİ HALKÇI ANLAYIŞLA ÇÖZÜLEBİLİR”
İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği (İPSD) Başkanı Nesibe Gençer, barınma sorununun halkçı bir anlayışla çözülebileceğine dikkat çekerek, halkçı belediyecilik vurgusunda bulundu.
“Gerek iktidardaki AKPgiller, gerekse yerel yönetimlerin başında olan sözde muhalif partiler, depremler için güvenli ve planlı yapılaşma yapmak şöyle dursun, “kentsel dönüşüm” adı altında insanlarımızı evlerinden etmekte, borç batağına sürüklemekte, şehirlerimizi ucube binalarla doldurmakta, ferah ve huzurlu yaşam alanlarını yok etmektedirler. Yapılan kamulaştırmalarla halkın elinden adeta silah zoruyla alınan arsa ve binalar, birkaç vurguncu müteahhide peşkeş çekilmektedir” diyen Gençer, “Bu yönetim anlayışında, doğaya ve insana sevgi yoktur. Her yeşil alan, inşaat yapılacak, vurgun vurulacak bir arsa olarak görülmektedir. Halkımızın nefes alabileceği daha fazla park, bahçe olanağına kavuşması yerine kentlerimiz alışveriş merkezleriyle doldurulmaktadır” şeklinde ifadelerde bulundu.
DEPREMLERDE SIĞINACAK YER YOKTU!
Deprem konusunda konuşan Gençer, “Deprem anında sığınılacak açık alan bile bırakılmamıştır ülkemizde. İnsan sevgisinin temel alındığı bir mahalle, sokak ve bina anlayışı ne yazık ki ülkemizde bilinçli olarak oluşturulmamış, engellenmiştir. Bu nedenle kentlerimizi insancıl şekilde düzenlemek boynumuzun borcudur. Kentsel dönüşüm, müteahhitler ve inşaat şirketleri için bir rant alanı olmaktan , vurguncular için bir kazanç kapısı olmaktan çıkarılarak halkımız için ucuzlaşacaktır.” diye açıklama yaptı.
YEREL YÖNETİMLER VE HALKÇI BELEDİYECİLİK VURGUSU!
Halkçı belediyecilik anlayışıyla, konut ve imar sorunlarına sürdürülebilir, katılımcı ve bilimsel bir bakış açısı getirilebileceğini söyleyen Gençer şu noktalara parmak bastı: “Halkımızın yaşam kalitesini artırmayı amaçlamaktadır. Geniş sokaklar, parklar ve bahçeler oluşturmak aynı zamanda her evsize ev bulmak şehircilikteki ilk görevidir. “Halkçı Belediyecilik” uygulamasında, Depreme dayanıklı şehirlerin oluşturulması, şehir planlaması, altyapı, yeşil alan düzenlemeleri, afet durumu yönetimi gibi kentsel konularda başta Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği olmak üzere tüm meslek örgütlerinden destek alınarak olmalıdır. TMMOB bileşenleri, mühendislik ve mimarlık disiplinlerini bir araya getirilerek kentlerin deprem riskini en aza indirme konusunda çalışmalar yapılarak, yapı stokunun güçlendirilmesi, yeni yapıların depreme dayanıklı şekilde inşa edilmesi gibi konularda şehirlerimizin daha güvenli, yaşanabilir, çevre dostu ve adaletli bir şekilde planlanması ve yönetilmesi için çaba sarf edilmelidir.”
MESLEK ÖRGÜTLERİ İLE İŞBİRLİĞİ ÇAĞRISI!
“Bir zamanlar büyük şehirlerimizde yangına karşı zengin fakir herkesin katıldığı gönüllü örgütlerin var olduğu örneğini veren Nesibe Gençer son olarak şunları söyledi: “Tıpkı öyle, evsizlere imece yoluyla inşaat seferberliği bir çeşit gönüllülük esasına dayalı dayanışma içinde, maliyeti çok, ömrü az, sağlıksız gecekondu ve izbecikler yerine, nazım imar planına uygun, ucuz, konforlu, depreme ve diğer doğal afetlere dayanıklı, güvenli yapılar, halk örgütleri, belediyeler ve devletçe desteklenerek olacaktır. Meslek örgütleri ile işbirliği içinde Konut ve İmar Sorunlarına çözümler üretmek ancak böyle olur.”
İTALYA’YA GİDEN ÖĞRENCİLER YAŞADIKLARI BARINMA KRİZİNİ ANLATTI
Türkiye’den, İtalya’nın Padova şehrine insan hakları alanında yüksek lisans eğitimine giden Berfin Çağlar ve Sena Armağan, Avrupa’da yaşadıkları barınma krizini anlattı.
Türkiye’den İtalya’ya giderken istedikleri gibi bir ev bulmanın finansal olarak kendilerini zorlayabileceğini düşündüklerini söyleyen öğrenciler, “Paranın hiç konu olmadığını bilmiyorduk. Buraya gelmeden yaklaşık 2 ay önce online ev bulma sitelerinden başvurular yapmaya başladık lakin neredeyse hiç dönüş alamadık. Çok fazla arkadaşımızın dolandırıcılara para kaptırdığını bildiğimiz için dikkatli davrandık aldığımız dönüşler arasında da çünkü genellikle maillerimize dönüş yapanlar dolandırıcı olduğunu tahmin ettiğimiz kişilerdi. Biz okula başlamadan yaklaşık 2 hafta önceden üniversitemizin olduğu şehre gittik ki henüz herkes gelmeden rahat rahat emlakçıları gezip ev bulup yerleşebilelim diye. Lakin süreç hiç bizim beklediğimiz gibi olmadı. İlk bir haftamızda şehirdeki her emlakçıyı gezerek dolaştık lakin çoğunlukla kapılardan çevrildik” dedi.
İKİ BUÇUK AY SONRA EV BULABİLDİLER
“Ajanslar öğrenci değil yalnızca çalışan kontratı yaptıklarını söylediler. Bunu söylemeyenler de ev sahiplerinin yabancı öğrencilere sıcak bakmadıklarını çünkü aradaki dil bariyeriyle uğraşmak istemediklerini söylediler. Daha sonra onlinedan tutabileceğimiz öğrenci evlerine, odalara bakmaya başladık lakin yine bir sonuç alamadık. Bazı ev sahipleri 6 aylık kirayı peşin ödememizi istiyordu ve bu opsiyonu söyleyenler de şehrin iyi olmayan bölgelerinde, iyi kondisyonda olmayan evlerdi. Dolayısıyla biz otele ve airbnblere daha fazla para vermemek adına aynı ülkenin başka şehrinde yaşayan arkadaşımızda kalmaya başladı.” diyerek süreci anlatan Berfin Çağlar şöyle konuştu: “Bu sürecin en fazla 2 hafta kadar süreceğini düşünürken artan öğrenci akımıyla ev bulmak daha da zorlaştı. haftada en az 2-3 kere git gel yaparak sürekli farklı evlerle görüşüyorduk ve ödeyeceğimizi planladığımız kiranın neredeyse 2 katını bile ödemeye razı gelmiştik lakin ev sahipleri bu durumu umursamıyor. Tok satıcılar yani, öğrencidense çalışan maaşı olan kirayı yatıracağından emin oldukları lokal halka evlerini kiralamayı tercih ediyorlar. Bir süre sonra okulumuzun olduğu şehirden ev bakmaktan vazgeçtik, yakındaki şehirlere bakmaya, oralara gidip gelip emlakçılarını gezmeye başladık. Evsiz geçirdiğimiz 2 ayın sonunda bir ev bulup iki buçuk ayın sonunda o eve yerleştik.”
YEREL YÖNETİMLER ÖĞRENCİLERE YARDIM EDİYORMUŞ GİBİ DAVRANIYOR!
Barınma krizi yaşadıkları zor süreçte bölgedeki yerel yönetimlerden destek görüp görmediklerini sorduğumuz öğrencilerden Sena Armağan şunları söyledi: “Ediyormuş gibi davranıyorlar. Okulun da bir housing office’i var. Lakin bunun şikayetinde bulunduğumuzda sadece evet farkındayız ev bulmak büyük bir sorun gibi bir dönüş yapmaktan başka bir yardımda bulunmuyorlar.”
EYLEMLER OLUYORDU AMA NE ÇARE!
“Bütün sosyal medya platformlarında öğrencilerin ev aradığını veya ev ilanlarını paylaştığı sohbet chatleri vardı. Aynı zamanda sık sık barınma sıkıntısıyla ilgili eylemler de yapılıyor. Fakat bizim bulunduğumuz şehrin en büyük sıkıntılarından biri sadece emlakçıların evi kiralatmaması değil, yeterli evin olmamasıydı. Çünkü öğrencisi olduğumuz üniversitenin öğrenci kapasitesi çok yüksekken şehir bu öğrencilerin barınma sorununu karşılayacak altyapıya sahip değil. Dolayısıyla ne kadar ses çıkarılsa da problemi ortadan kaldıracak kesin bir çözüm bulunamıyor” diyen Çağlar, öğrenci yurtları hakkında bilgi verdi: “Öğrenci yurtları çoğunlukla öğrenci evlerinden daha ucuz bir opsiyon değil ve buralarda oda bulmak da ev bulmak kadar zor. Genellikle öncelik ilk senesi değil de en azından 2. senesi olan öğrencilere veriliyor. Kısacası yurtların ev konusunda yeni gelen öğrencilere bir çözüm olabildiğini tam olarak söyleyemeyiz.”
YÜKSELEN GÖÇMEN KARŞITLIĞI DA ETKEN
“Şu anda hala buraya gelen arkadaşlarımızla yakın deneyimler paylaştığımızı dinliyoruz” diyen Berfin ve Sena, Avrupa’da yükselen göçmen karşıtı hükümetler ve politikalar dolayısıyla bu durumun fazlaca arttığını belirterek, “sadece barınma değil farklı konularda da uluslararası öğrenciler olarak bize yansıdığını deneyimliyoruz” dedi.
“BARINMA KRİZİYLE MÜCADELEDE DAYANIŞMA İYİLEŞTİRİCİDİR”
Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Psikiyatrist Prof. Dr. Burhanettin Kaya, barınma krizinin geçmişten bugüne dek var olduğunu köyden kente göçten insanların kendi coğrafyalarından, kendi topraklarından, köylerinden kopup hayatlarını sürdürebilmek adına iş bulmak, yeni bir hayat kurmak için büyük kentlere göçleri ile kendi köylerindeki yaşamın benzerini oralarda kurma eğilimiyle başlayan bir süreç olduğunu belirtti.
Gecekondulaşmanın başladığı 60-70’li yıllar ile beraber barınma krizinin insanın ruh sağlığını şekillendirmedeki rolünün daha da belirginleştiğini ifade eden Prof. Dr. Kaya, “Türkiye’de kentleşme, kentleşme sonrası gecekondulaşma, hatta üçüncü dünya değil, dördüncü dünya terimi kullanılır, yaşamanın olanaklı olmadığı daha kırılgan, dere boylarında vadilerde ciddi yaşam koşullarının kötü olduğu yerlerde yaşamak zorunda kalan insanlarla başlayan bir süreçtir barınma süreci. Bu anlamda barınma meselesi politik ve sınıfsal bir meseledir” vurgusunda bulundu.
BARINMA KRİZİ RUHSAL SAĞLIĞI KÖTÜ ETKİLER!
Türkiye’de eğitim politikalarına bağlı olarak ortaya çıkan değişikliklerle sürekli üniversite sınavlarına başvuran öğrenci sayısının artmasının, neredeyse eksi puan alanın da üniversite okuduğu bir dönemde olduğumuzun altını çizen Kaya şöyle devam etti: “Kentlerin bu kadar çok öğrenci kitlesini soğurabilecek bir yapılaşmaya sahip olması Türkiye’de yapılaşmanın bir toplu konut çözümü değil de bir rant alanı olarak görülmesi ve bütün bu sorunları oluşturan şeyler. Barınmak için başka bir yere gelen insan daha önce yaşadığı yerdeki kurduğu uyum sağladığı çevrenin koşullarını, olanaklarını kaybetmektedir. Daha zor hayatını idame ettirmekte güçlük çektiği belki de sağlık koşullarının uygun olmadığı son derece izbe yerlerde yaşamak zorunda kalıyor. Bu ruhsal durumunu etkileyen bir etkendir. İkincisi barınma krizini öğrenciler üzerinden düşünürsek, öğrenci olmak ev sahiplerinin önyargılı yaklaştığı, aynı zamanda onları sömürülecek bir grup olarak gördüğü, çok yüksek kira ücretleri talep ettiği örseleyeci, yıprattığı bir süreçtir. Ötekileştirme, reddedilme sömürü nesnesi olarak görülmek o kişide belli ruhsal sorunlara neden olur. Huzuru kaçar, kaygılı olur, stres etkenlerine bağlı depresif belirtiler, davranış bozuklukları meydana gelebilir. Olumsuz yaşam koşulları yatkın oldukları ruhsal yapıyı alevlendirebilir. Sadece barınamamak değil kendini gerçekleştireceği olanaklardan yoksunluk yaşar.”
“BÜYÜK UMUTSUZLUK”
Barınma krizinin politik ve sınıfsal bir sorun olduğunun altını çizen Psikiyatrist Prof. Dr. Kaya şunları söyledi: “Ülkemizde 1,5 milyon üniversite öğrencisinin ekonomik nedenlerle barınamadığı için okul bırakması da bunun sonucudur. Bir ülkede ciddi bir öğrenci kitlesi ekonomik nedenlerle eğitimini sürdüremiyorsa, öncelikle büyük bir umutsuzluk yayılır. Hayattan keyif alamaz, depresyona yatkın hale gelir. Bu sorunun çözülemeyeceği her şeyin ona karşı olduğu inancıyla yaklaşımıyla umutsuzluk daha da büyür. Bu umutsuzluk durumu ile başa çıkamayan insanlarda depresyon daha da büyür. Ya da uygun olmayan başa çıkma yöntemleri denenebilir. Madde kullanımı, kumar, bahis gibi şeylere yönelmesinin önünü açar. Bir umut ticaretinin ağına düşerler. Suça yönelme eğilimleri artabilir. Sosyal medya, yeni medyanın sağladıkları olanaklarla yanlış yollara sapabilme ihtimalleri yükselir. Buradan ödüllendirildikçe duruma bağımlılıkları artabilir. Kırılgan yapıları varsa ciddi ruhsal sorunlar tetiklenebilir. Bir ülkenin bunları göz ardı etmesi yok sayması kabul edilebilir bir şey değildir. Eğer çağdaş bir ülkeyse hayatta olan bütün insanlarına olumlu gelecek sağlamak, onların kendilerini gerçekleştirebileceği imkanları sağlamak zorundadır. Avrupa’da da öğrenciler barınma krizi yaşamaktadır, ne kadar çağdaş gelişmiş ülkeler olsa da kapitalist sistem etkeni var.”
DAHA DİRENGEN OLMAK İÇİN DAYANIŞMA VE ÖRGÜTLENMENİN ÖNEMİ
“Barınma krizi yaşayan bireylerin daha direngen olabilmeleri için dayanışma halinde olmalarını önerebilirim. Dayanışma iyileştirir” diyen Kaya, “Barınma krizi karşısında sorun yaşayan herkesin örgütlü mücadeleye dahil olmaları sorunun çözümünde etkili olabilir. Eğitim örgütlerinin de bu konuya eğilmeleri gerekmektedir. Bu sorunda birlikte ve örgütlü hareket etmek sorumluluk alması gerekenlere sorumluluklarını hatırlatır. Bu meseleyi bir propaganda aracı olarak kullanmalarının önüne geçer. Bu eylemlilik hâli hem geneli hem de yereli zorlar. Öğrencilerin de bu hareketlilik içerisinde kimlikleri gelişecektir. Daha çok şey öğreneceklerdir” ifadelerini kullandı.
“ASLİ GÖREV SİYASİ OTORİTENİNDİR”
Barınma sorunu ile ilgili yerel yönetimlerin de daha etkin rol alması gerektiğini ancak siyasi otoritenin benmerkezci yapısının bu durumu daralttığını söyleyen Kaya, “Belediyecilikte siyasi iktidar tarafından kendisinden olan ile olmayan arasında ayrımcılık gözettiğini gözlemliyoruz. Kayyım atamaları buna çok önemli örneklerden biridir. Bu durum da yerel yönetimlerin farklı toplum kesimleri için proje üretmesini engelliyor. Yerel yönetimlerin yapacakları önemlidir ancak asli görev devletindir.” noktasına değindi.