*Moda Tasarım Öğrencisi İlayda Bozdağ ile moda ve tüketim kültürü üzerine söyleşi
Nasıl karar verdiniz moda tasarım okumaya, bu süreç nasıl gelişti; biraz kendinizi tanıtır mısınız?
Adım İlayda Bozdağ. 3. sınıf öğrencisiyim. Ege Üniversitesinde Moda Tasarım okuyorum. Bu bölümü tercih etmemin en büyük sebeplerinden biri aslında geleneklerimi, geleneksel sanatları merak etmemden kaynaklı. Öncelikle şundan bahsetmek isterim. Aslen Kuşadası doğumluyum ben, babam ve amcam Kuşadası’nda halı dükkânı açıyorlar. O dönemde tabii turizm üst noktalarda ülkemizde, o dönemden etkilenerek duyduğum, bildiğim kadarıyla halı üretimi gibi işlere ilgi duyuyordum. Sonra lisede yabancı dil öğrencisiydim. Ve birçok konuda dilimizi geliştirmek, yeni sözcükler öğrenmek için farklı kaynaklar inceliyor, makaleler okuyorduk. O sırada annem konfeksiyon işçisiydi. Bir fabrikada çalışıyordu. Ondan da süreci az çok biliyordum ve bir de üç yıl kadar Almanya’da yaşadım. O süreçte okulda üretim aşamalarına dair bilgiler ediniyordum. Örneğin bir kot pantolon ne şekilde üretilir, hangi aşamalardan geçer, hangi ülkelere girer. Nerede hangi işlem yapılır gibi süreçleri öğrenmiştim. Bu benim ilgimi çekti. Açıkçası modanın sanatsal yönüne ayrı ilgi duyuyorum. Ama aynı zamanda moda sektörüne karşı duran bir fikirde olduğumu da söylemeliyim. Bu yüzden modayı tercih ettim diyebilirim.
Annenizden bahsettiniz, bir tekstil atölyesinde, modanın fabrikasyona dönüştüğü bir ortamda nasıl bir çalışma süreci işliyordu? Bir tekstil işçisi olarak deneyimleri nasıldı annenizin?
Hatırladığım kadarıyla annem sabah, daha gün doğmadan evden çıkardı ve akşam gün batınca eve gelirdi. Yorgun bir anne modeli hatırlıyorum, genellikle stresli ve gergin olurdu. Bitkin bir hâlde görürdüm. İlik makinesinde çalışıyordu, ilik açıyordu. Yaptığı iş zaten stresli ve zaten herkese verilmeyen bir makineyi vermişlerdi anneme. Nurhan sen yaparsın, sen biraz daha yavaş, dikkatli ilerliyorsun, aklı başındasın, halledersin gibisinden. Yani sektörün içinde de aslında tercih ettikleri kişiler değişiyordu makineye göre. Çünkü çok riskli bir iş.
İlik makinesi nasıl bir makine?
İlik makinesinde balta oluyor, balta önce kumaşa atıyor, sonrasında onun deldiği kısmın etrafından dikiş yapılıyor ve ilik bu şekilde çıkmış oluyor. Yani kumaş deliniyor, geri dönüşü olmayan bir işlem olduğu için riskli.
Yaralanma riski de var değil mi?
Tabii bu da var. Bir hata yaptığında geri dönüş yok. Tamamen gidiyor o iş.
İşçiye de çok ciddi bir sorumluluk yüklüyor bu.
Kesinlikle. Mesela ekoseli bir kumaş, çizgilerine dikkat etmen gerekiyor, ipliğin rengi farklı olabiliyor, farklı bir iş akışı oluyor o esnada, ipliği değiştirmen gerekiyor. Başında “hadi hadi” diyen şefin var. Genel olarak çok stresli bir iş ortamı diyebilirim.
Üretim hızıyla ilgili baskı var mı?
Kesinlikle öyle, çünkü daha fazla ürün istiyorlar. Bugün 100 adet çıktıysa yarın diyorlar ki 200 ürün ya da mesela yetişmiyor iş, mesaiye kalabiliyorlar. Yani işçinin müsaitlik durumunu hiç göz önünde bulundurmadan, diyelim bugün mesai var, kalıyorsunuz orada. Ama ertesi gün aynı performansı aynı şekilde bekliyorlar işçiden.
Böyle bir ortamda işçiler “ben çok güzel bir ürün üretiyorum” duygusu yaşamıyorlardır değil mi?
Yaşamıyorlar, hayır. Ve şöyle bir durum var: Annem bahsetmişti. Bu sezon çıkacak olan ürünler, bir sezon önceden üretildiği için yazın kışlık kabanlar dikiyorlar ve zaten sıcak, stresli ve gergin bir ortam, üstüne bir de o kalın ağır ceketler… Annemin en son “Ben yapamıyorum artık” dediğini anımsıyorum. Kaldıramıyorum diyordu, ortam zaten gürültülü, bir tek öğle araları var; onun haricinde gerçekten işçinin değer algılarıyla ciddi anlamda oynanıyor. Özsaygısıyla ciddi anlamda bu sektörde oynandığını düşünüyorum. Ama şunu da eklemek isterim. Annemin çalıştığı yer Yavaş Modaya değil daha çok Hızlı Modaya yani Fast fashion’a hitap eden bir yerdi.
Nasıl bir fark var bu iki tarz moda üretimi arasında?
Hızlı Modada ürünler çok daha uygun fiyata, daha az kaliteli hammaddelerden üretiliyor ve Çin’de Türkiye’de Hindistan gibi ülkelerde daha çok üretimi yapılıyor. Tabii tasarım departmanları daha farklı yerlerde olabiliyor ama ucuza getirmeye çalışıyorlar. Bunun haricinde Yavaş Modada daha kaliteli hammadde tercih ediliyor.
O zaman Hızlı Moda’da ucuza getirmek işçiler için daha kötü olmuyor mu?
Evet, işçilere düşen pay da azalıyor bu noktada Hızlı moda’da. Hızlı Moda, tamamen kapitalist sistemin işine gelen bir düzen. Gerçi Yavaş Moda da bu noktada eleştiriye açık. O da kapitalist süreçlere bağlı. Bunu istiyorlar zaten.
Yavaş Modanın daha yavaş bir üretim sistemi olduğunu hızlı modanın daha seri üretim olduğunu söyleyebilir miyiz? Çalışma şartlarını bu anlamda etkiliyor o zaman. Anneniz hızlı moda üreten bir firmada mıydı?
Buna örnek verebilirim. İnditeks grubu var mesela, İspanya merkezli. Zara en başta, Bershka, Stradivarius, Pull and Bear, Oysho tarzı… Bunlar Hızlı Moda’ya örnek verilebilir.
Bunlar fason üretim yapıyorlar değil mi?
Evet… Bunların bir de çok büyük oyunları da var. Beğenmedikleri ürünleri ya da ufak defolu ürünleri pazarlara verip oradan da aslında büyük kâr elde ediyorlar. Pay alıyorlar. Yani sahip olduklarını her türlü biçimde dönüştürüyorlar sermayeye. Mesela fırıncılıkta, orada da iş deneyimim oldu çünkü, kuru pastalar yenilmiyorsa tekrar toz hâline getirilip yeni kuru pastalar yapılıyor.
Bayatlaması sorun olmuyor mu sağlık açısından?
Sorun yaratmıyor, toz hâline getiriliyor, biraz daha hammadde un vs. ekleyip tekrar çıkarıyorlar. Atmıyorlar yani. Dönüştürme gibi bir şey oluyor
Orada sağlıkla ilgili bir durum var bence, modada ise hatalı olsa da yine alıcısı olabiliyor.
Onun da bir alıcısı var aynen çünkü herkesin alım gücü bir değil ve hitap eden, onu tercih eden insanlar da oluyor muhakkak.
Çalışma saatleri yoğun oluyor demiştik ya, karşılık olarak ücretlendirme nasıldı, haklarını alabiliyor muydu işçiler?
Asgari ücret alınıyor. Bence yeterli değil ama zaten çalışma saatleri o kadar fazla ki o parayı harcayacak zaman da olmuyordu. Ve biriktirecek bir para da değil. Ülkemizin durumunu biliyorsunuz, kiralar, enflasyon vs. Yani sırf karın tokluğuna. Getirisi olduğu söylenemez, birikim yapabileceğiniz bir sektör değil. Mesailerde tabii durum değişiyor. Mesailerde biraz daha fazla alıyorlar ama o da komik rakamlar sonuçta.
Bir de güvence kısmı var, o kısımla ilgili neler söylersiniz?
İş sigortası vardı ama Türkiye’de bu şekilde olsa da Hindistan ve Çin gibi ülkelerde işlemiyor bu durum. Bu konuda özellikle çalışmalar yapan Fair Trade’ten (adil ticaret) bahsetmek isterim. Almanya’da okurken öğrendiğim bir yöntem. Asıl bu işin devamlılığını soruşturan, sorgulayan bir dernek diyebilirim. Daha çok kakao, kahve, çikolata gibi alanlarda görüyoruz ve giyim sektöründe ürünlerin etiketlerinde ibrazları oluyor.
Türkiye’de aktif mi?
Bunu araştırdım Fair Trade pazarını, bizde bir dönem varmış ama giremedim yani, sitesi Türkiye’de gözükmüyor, muhtemelen tutmadı.
Neden tutmamış olabilir?
Tüketicilerin tercihleri de bu tarz pazarlarda bu tip grupların varlığını etkiliyor. Ve muhtemelen tüketicilerin öncelikle bilinçlenmesi gerekiyor. Bu konuda daha fazla araştırma, çalışma yapılmalı. Ve inanıyorum ki tüketiciler bu konuda pek bilinçli davranmadılar ve Fair Trade Türkiye pazarında tutunamadı.
Bir tekstil atölyesinde çalışan bir annenin kızı olmak modayla ilişkilenme sürecinde sizi hangi duygulara, ne tür düşüncelere sevk etti, modaya bakışınızı nasıl etkiledi?
Modanın aslında ortaya çıkış biçimini algılamak gerekir. Moda nedir, neden var? Modanın çıkış sebebi aslında toplumda farklı olmak, farklı bir kişilik olmak arzusundan çıkıyor. Ve bu doğrultuda da moda tarihine baktığımızda çok fazla alt kültür var. Modlar, Beatler, Punklar Hippiler vb. Bunların çıkmasına sebep oluyor. Modayı en çok etkileyen şeylerden biri de tabii ki ekonomik faktörler. Sosyolojik faktörler, psikolojik faktörler de var. Siyaset de etkiliyor. Çünkü bir ifade biçimi moda.
Modayı etkileyen şeyler arasında müzik, sinema, mimari de sayılabilir mi?
Evet tabii. Mimari şöyle etkiliyor, mesela Versace var. Bunlar mimarlık mezunu iki kardeş. Mimari nasıl ilerliyorsa aynı şekilde modada da bir gelişim oluyor. Mesela Barok dönemi, Gotik dönem. Gotik dönemde mimaride daha çok ince uzun yapılar görürüz. Gotik giyimde de aynı şekilde uzun ince kol yapıları, uzun sivri şapkalar ya da ayakkabılar şeklinde kendini gösterir. Ya da renkler mesela gotik dönemde siyah koyu tonlar varken kıyafetlerde de aynı şekilde koyu tonlar izleniyor. Yani bu konuda hep ortak eğilimler oluşuyor, hep bir yönlendirme, güdümleme var.
Ben açıkçası günümüz modasından nefret ediyorum. Çünkü Hızlı Moda beni çok tatmin etmiyor çünkü sürekli tüketmeye yönelik ve hep daha fazlasını talep etmen gereken bir süreç ve ben buna sığınmaktansa kendimi rahat hissettiğim ya da kendimi ifade edebildiğim, kendim olabildiğim modayı tercih ediyorum, bu noktada da aslında yine sanat tarihinde olduğu gibi tekrarlamaya dönüyoruz. Yani moda tarihindeki geçmiş alt kültürlerden daha çok baz alarak hareket ettiğimi söyleyebilirim.
Sürekli bir tüketimden bahsettik Hızlı Modada, bunun genel olarak toplumsal yaşayışa etkileri neler, buradan yola çıkarak bilinçli tüketici olmama hâlini nasıl yorumlarsınız?
Sürekli tüketme, nasıl etkiliyor? İnsanlarda genel olarak mutsuzluk oluyor, tatmin olmama duygusu oluyor ve şöyle bir durum var: Modada sürekli tüketmenin en büyük sebeplerinden biri bilinçsizlik. Buna örnek vermek gerekirse insanların vücut tiplerini bilmemesi diyebilirim. Bir modelin üstünde gördüğümüz kıyafeti aynı şekilde kendi üstümüzde görmek isteyebiliyoruz. Ve bu çok güzel, buna sahip olmalıyım gibi bir algı yaratıyor bu düzen ama zaten vücut tipimiz o kıyafete uygun değilse aynı şekilde durmuyor üstümüzde ve biz bu sefer daha farklı arayışlara giriyoruz ve daha fazlasını istiyoruz. Yani bir noktada bu şekilde etkiliyor.
İmaj olarak prestijli, deyim yerindeyse cool bir görüntü elde edebilmek için giysilere yığınla para ödeyen insanlar var. Sırf belirli bir markadan giyinmek çok mu değerli, neden çok uçlarda fiyatlandırma oluyor?
Zaten bu algıyı markalar kendileri yaratıyorlar. Mesela defileleri izlediğinizde daha çok Luxury Brands denen lüks markaların yürüyüşlerinde, aslında modellerin bakışlarından onu görebiliyoruz, o kibirli, o yukarıdan bakışlarından aslında “Siz bize ulaşamazsınız, yani ben bunu giydim, bu benim üstümde ve çok havalıyım” tarzındaki o atmosferi alabiliyoruz ama daha çok orta sınıf ya da alt sınıfın ulaşabildiği markalara baktığımızda daha güler yüzlü, daha sevecen, daha sempatik siluetlerle karşılaşıyoruz. O algıyı aslında markalar da yaratıyor.
Hüzün üçgeni diye bir filmde tam da bu konuya dair bir sahne hatırlıyorum. Peki çok pahalı ya da sınırsız giysi alınamayacağına göre nasıl bir bilinçle hareket edilmeli?
Ürünlerde tüketicilerin bilinçli olanlarında özellikle, bu konuda araştırmalar yapılmış, bir yazı okumuştum ama hangisiydi hatırlamıyorum şu anda, ürünlerin iç etiketlerinde bakımının hangi şartlarda nasıl yapılması gerektiği, kuru temizlemeye uygun mu, hangi derecede yıkanması gerekiyor vb. her şey yazıyor. Bilinçli bir tüketici zaten aldığı ürüne değer veriyorsa bu tedbirlere uyarak hareket ediyor ama umursamaz tavırlar içindeyse bunu zaten hiç umursamıyor ve kendi kafasına göre hareket edebiliyor. Ama şöyle bir durum var: Son dönemde açıkçası benim gözlediğim kadarıyla bu konuda daha bilinçli davranıyorlar. Ya da giymedikleri kıyafetleri dönüştürme hareketi de var.
Evet, özellikle ekonomik durumlardan dolayı bir de piyasada ikinci ele yöneliş var. Bu yöneliş neden var?
Modada şöyle bir durum var. Zeminden tepeye, bir de tepeden zemine yayılım. Modadaki alışkanlıklar veya tercihler için geçerli bir şey bu. Mesela ikinci elden bahsetmem gerekirse, aslında ikinci el 60’ların sonu, 70’lerin başında Hippiler tarafından tercih edilen bir şey. Zaten yaşama bakış açıları olarak da onlara uygun bir yönelim bu. O dönemde bit pazarlarının canlanmasını en çok onlar sağlıyorlar. Günümüzde de aynı şekilde ikinci ele yönelim özellikle üniversite öğrencileri arasında çok yaygın. Ayrıca bilinçli ya da bilinçsiz tüketiciler tarafından sırf güzel olduğu için ya da tercih edilebilir olduğu için de öne çıkan bir alan ama bunda da tepeden zemine yayılım söz konusu, genelde tercih edilmeyen şeyleri bit pazarlarında görüyoruz ama zeminden tepeye yayılım olarak bunu fırsata çeviren çok fazla kişi de oluyor. Mesela çok bilindik markaların çok eski koleksiyonlarından parçaları ikinci el olarak pazarda görebiliyoruz.
Maliyetli olmuyor mu?
Maliyetli oluyor tabii ama normal mağaza fiyatından daha uygun oluyor. O markayı tercih eden bir tüketici, zaten sıfırını alamıyorum ikinci elini alayım o zaman diyor. Zaten tek bir ürün var ya da daha az sayıda. Onu tercih ediyor, yine farklı oluyor, modanın farklı olma amacına ulaşmış oluyor çünkü o üründen bir tane var. Kalmamış, 70’lerin 80’lerin parçası mesela.
İkinci el giymek de farklı olmakla bağdaştırılabilir mi? Yoksa bunda, sadece ekonomik yol olarak daha ucuza giyinme eğilimi mi geçerli?
Evet, bir ürünün mağazada farklı bedenlerinden birkaç adet olabiliyor ama ikinci el ürünlerde o ürün ya bir tane kalmış oluyor ya da iki üç tane. Bir de çok farklı bir alışkanlık da var insanlarda, ben de böyle düşünüyorum. Bazı tüketiciler o ürünün eski ya da hasarlı olmasını seviyorlar çünkü yaşanmışlık olduğuna inanıyorlar. O yüzden tercih edebiliyorlar. Bu giysinin bir yaşanmışlığı var, hikâyesi var ve devamını da ben getiriyorum şeklinde düşünüyorlar.
İkinci elde bulduğumuz giysileri şimdiki ürünlerle karşılaştırdığımızda neler söyleyebilirsiniz?
Eski ürünler, şu an üretilen ürünlerle kıyaslanmayacak kadar kaliteli. Onu vurgulamak isterim. Neden? Çünkü şu anki sistemde firmalar daha fazla satmak istiyor, lüks markalardan bahsetmiyorum sadece, ürünleri olabildiğince daha düşük kalitede üretiyorlar ki bir an evvel eskisin ve tüketici yeni bir şey alsın ya da başka bir şey alsın çünkü daha fazla satması, kâr etmesi lazım. İkinci el ürünlere baktığımızda daha kaliteli ürünlerle karşılaşabiliyoruz.
Bit pazarında genelde eski kıyafetlerin yüzüne bakılmazdı ve aşırı ucuz olurdu, şimdi onlara da rağbet var, bit pazarlarıyla ilgili ne söylersiniz?
Sahaf mantığı gibi bu da birazcık. Yani sahaflarda ikinci ele kitap buluyoruz. Ya da başka bir yerden sıfır kitap buluyoruz, öyle ya da böyle amacımıza ulaşmış oluyoruz. Tamamen tüketici belirliyor burada. Tüketici eğer istiyorsa rağbet varsa canlılık sürüyor.
Bit pazarına nur yağdı diye bir tabir geliyor akla ister istemez, biraz böyle bir hikâye var mı ekonomik sorunlardan dolayı?
Bit pazarlarında son dönemde, evet bu durum var, normalde satıcı olmayan kişilerin de ben, mesela Bostanlı pazarına gittiğimde, insanların sırf üç beş bir şey kazanayım diye giyilemeyecek durumda olan ürünleri bile sattığını görüyorum. Ülkenin ekonomik durumundan kaynaklı bu da. Bu arada giyilemeyecek durumda olan kıyafetlerin satılmasını açıkçası pek etik bulmuyorum
Ama tamir edilebilir değil mi?
Tabii edilebilir ama bu konunun ucu biraz açık. Bireysel yorum gerektiren bir konu. Bunu etik bulmuyorum pek.
Çoğu insan için de ikinci el temiz olmayabiliyor.
Açıkçası ben genelde mağazalardan alıyorum. Dükkândan doğrudan. Bornova’da var örneğin, Vatkalı Güve, orayı bir karı koca yürütüyor. Ürünlerin hepsini normal mağaza mantığı gibi askıda satıyorlar. Sorunu olan ürünleri tamir edip satıyorlar, düğmesi eksikse düğme değiştiriyorlar, yırtığı varsa onarıp satıyorlar ama tabii ki çok temiz olmayan, sterilize olmayan ortamlarda da ikinci el satışları mevcut. Tamamen tüketiciye bağlı. Tercihe göre değişir.
Tenekeli Mahallede bit pazarı var örneğin, gitmiş miydiniz?
Halkapınar’ın arka tarafında değil mi, gittim, o tarz yerlerde aslında ikinci el kumaşlar ya da hafif hasarlı kumaşlar da oluyor. Bunları alıp yeni ürün çıkartma mevzusu da olabiliyor. Bu da bir tercih tabii. İleri dönüşüm dediğimiz, daha sürdürülebilir olan.
Bunu biraz açabilir misiniz? Giysileri tekrar kullanmak, başka ürünlere dönüştürmek eğilimi yükseliyor mu? Modada sürdürülebilirlik konusunda neler söylersiniz?
Sürdürülebilirlik ürüne değer vermekle başlıyor. İç etiketlerinde hangi şartlarda bakılması gerektiği yazıyor. Çok fazla hırpalamadan… Örneğin bir kot pantolon aldığımızda aslında onun içinde şu derecede yıkayın yazıyor ama şöyle de bir husus var ki aslında bir kot pantolon üretildiğinde sadece beş sefer yıkanacak şekilde üretiliyor. Firma altıncı yıkamadan sonraki hasarlardan mesul olmuyor.
Sürdürülebilirlik konusunda tüketiciye dönmemiz gerek. Tüketicinin kendini tanıması, yaptığı iş alışkanlıkları bu kavramı etkiliyor. Çünkü bir kıyafeti alırken sadece bir sefer giymek için değil “ben bunu bu şekilde de giyerim, şununla da uyar” şeklinde daha çok kapsül bir gardırobu varsa sürdürülebilirliğe önem veren bir tüketici diyebiliriz kendisi için. Çünkü o ürünü bir seferlik değil çok daha uzun süre kullanımı için tercih etmiş oluyor. Bunun haricinde giyilmeyen ürünleri bağışlayabiliriz, yeniden satabiliriz veya sıkılabiliriz kıyafetlerimizden; bu da normal bir şey. Değiştirebiliriz, yırtabilir, parçalayabilir, eklemeler yapabiliriz. Bu da sürdürülebilirliğe girer. Bir de sürdürülebilir hammaddeler var. Bunların başında keçe geliyor. Pamuk kesinlikle değil. Pamuk bu arada et sektöründen sonra en çok su tüketen madde. Pamuk suyu çok seven bir hammadde.
Tekstilde pamuk kullanımı çok yaygın ama değil mi?
Evet, özellikle bu bölgede İzmir’de. Ege’de çok fazla.
Çok su kullanılması ekolojik açıdan da sorunlar yaratabilir değil mi?
Ciddi su harcaması istiyor pamuk. Ama onu tercihten kaçamıyoruz çünkü pamuk dış giyim çok değil ama özellikle iç giyim için tercih edilen bir kumaş. Bambu da bununla paralel. Pamuğun en büyük tercih edilme sebebi, nem oranı düşük bir hammadde olması. Bu tür hammaddelerin su emme kabiliyeti daha yüksek oluyor. Bu yüzden de iç çamaşırlarında daha çok tercih ediliyor, ter emiyor, yaz aylarında tercih ediliyor. Gerçi mukavemeti düşük bir kumaş. Spor giyimde önermiyorum, zaten bu yönde de çok üretim olmuyor. Orada biraz daha kimyasal liflere yöneliyor sektör. Yani pamuk her türlü tercih edilecek, bunun önüne geçilemez. Ama tabii ki saf hâlde değil; pamuk ve keten, pamuk ve viskoz, pamuk ve viskon gibi diğer hammaddeler karıştırılarak üretilen kumaşları tercih etmek, daha az pamuk tüketilmesini sağlar.
Hammadde bir yerden sonra bitecek düşüncesi üretim sürecini etkilemiyor mu? Sistemin buna karşı bir öngörüsü, tedirginliği var mı?
Zannetmiyorum. Bitmeyecek, üretmeye devam edecekler. Muhtemelen akıllı kumaşlar devreye girecek. Son dönemde özellikle örümcek ağını kullanmaya çalışıyorlar. Çünkü gerçekten çok dayanıklı bir lif, örümcek ağı. İpek de var ama o da bir noktada çok masraflı. İpek böceklerini canlı bir şekilde yakıyorlar, ipeğin parçalanmaması için. Yani bu anlamda gerçekten nefret edilesi bir sektör. Kelimeler kifayetsiz kalıyor bu noktada diyebilirim.
İnsanlar sektörün bu yönleriyle ilgili nasıl bilinçlenebilir?
Öncelikle okumak, bu konuda araştırmak bilgilenmek gerekir. Tüketicinin kendisinden kaynaklı bir durum bu. Bilinçli olmak gerekli ama bu bilincin yaratılması için bu konuda konuşmak, tartışmak, bilgi alışverişinde bulunmak gerek. Çünkü birçok insan bu konuda duyarlı olmayabiliyor. Boş ver, günümü geçirdim bir şekilde deyip umursamazca yaklaşabiliyor. İnsanların etik değerleriyle alakalı bir durum bu.
Bu arada giysi değiş tokuşu internet üzerinden de yapılıyor.
Gardrops var, Dolap var mesela. Yine ikinci el pazarı gibi. Ben çok başarılı buluyorum. Farklı materyaller de satıyorlar. Ve sürdürülebilirliği destekleyen bir noktada bu uygulamalar.
Eskiden yeni kıyafet alınmazdı, kardeşlere kalırdı, ‘büyüyünce de giyer kültürü’ vardı.
Çünkü eskiden ürünler daha kaliteliydi. Bir şekilde kardeşin giydiğini biz de giyebilirdik ama şu an üretilen ürünler aynı kalitede olmadığı için sonraki nesle kalmıyor ama ben hatırlıyorum kuzenimin parçalarını giydiğimi. Ki hâlâ daha gardırobumda annemden, rahmetli teyzemden parçalar var. Onlara sahip çıkıyorum. Hatta bir sorun olduğunda tamirini yapıp giymeye devam ediyorum. Çünkü seviyorum onlara sahip çıkmayı ve onlarla yaşamaktan mutluyum.
Üniversite eğitimi açısından değerlendirdiğinizde moda tasarımı öğrencisi olmak nasıl? Bilinçli bir tasarımcı yetiştiriyorlar mı?
Benim okulum dört yıllık. İki yıllık moda tasarım okulları da var. Ben dört yıllığı tercih ettim. Meslek lisesi değil Anadolu lisesi mezunuyum ve hiçbir bilgim yoktu modaya ve çizime dair. Keza bizim okul yetenek sınavıyla almıyor. Çünkü özellikle bizim okulumuz çok ticari zekâ bekliyor. Bunun haricinde ticari koleksiyon hazırlamamızı istiyorlar, yani sadece sanatsal açıdan değil daha çok bilinçli, farkında, genç, dinamik olmamızı istiyorlar. Ve şöyle ki aldığım dersler arasında çizim, kalıp, teknik çizim var; yarışmalara hocalarla birlikte hazırlanıyoruz. Haricinde farklı alanlarda da eğitim alıyoruz, süsleme teknikleri, dikiş eğitimi olsun. Hijyen dersi alıyoruz, işletme yönetimi alıyoruz, makineleri öğreniyoruz İşin bütün detayını aslında bize öğretiyorlar ki iş alanımız, tercih edebileceğimi meslekler genişliyor. Bu noktada okulumu başarılı buluyorum ama diğer moda tasarım okullarında genelde duyduğum kadarıyla yetenek sınavıyla alınıyor, iki yıllık okullar fazla ve daha az kapsayıcı bir süreç söz konusu.
Bilinç konusunda kendi yaşadıklarımdan çok fazla etkilendim. Mesela Fair trade’i bize okulda öğretmediler, bunu ben Almanya’da öğrenmiştim. Bu arada aslında yarışmalarda da bazı markalar destekleyici olabiliyorlar. Collins’in bir yarışması vardı mesela yakın zamanda. Atık denimlerden yeni bir şeyler üretmemizi istediler. Ancak bilinen şu ki Collins de gayet Hızlı Moda kapsamında üretim yapan bir şirket, dolayısıyla bu girişimi de toplumdaki prestiji açısından yapıyor.
Almanya deneyiminden ötürü Türkiye ile Avrupa’yı oradaki algıyı karşılaştırsak, modaya dair orada daha iyi olan bir üretim tüketim süreci var mı?
Şimdi orada alım gücü çok daha iyi. Tüketiciler daha Yavaş Moda’ya yönelebiliyorlar, alım güçleri olduğu için bir şekilde o ürünlere ulaşabiliyorlar. Avrupa’da özellikle Almanya’da el ürünleri handmade ürünlere çok fazla değer veriliyor. Zaten genel olarak hizmet sektörü çok daha fazla değer görüyor. Bu gastronomi olur, berberlik olur, kuaförlük olur fark etmez bir bahşiş kültürü var orada. Aynı şekilde bu konuda da insanlar geleneksel kültürlere daha hassas, daha ılımlı yaklaşıyorlar. Yine Hızlı Modaya yönelim de var, üretim de var. Ama orada Türkiye’deki kadar rağbet olduğunu görmedim. Orada mağazaları da gezme şansım oldu. Tabii ürün kalitesi farklılığı da var. Ülkeden ülkeye değişiyor. Hatta Türkiye’de bile değişiyor. Ben Giresun’da yaşadım bir dönem, orada Koton’dan aldığım bir tişörtün çok daha kalitelisini İzmir’de buldum mesela. Karadeniz’de neden daha az kaliteli oluyor da burada daha iyi bir hâlde buluyorum? Alım gücü ve hitap ettiği kitleden herhâlde. Almanya’da çok daha kaliteli ürünlerle karşılaşıyorum, o yüzden genelde yazın gittiğimde oradan temin etmeye çalışıyorum. Yaz indirimlerinden faydalanıyorum.
Sosyal medya da tüketim sürecini etkiliyor mu? Özellikle ne giyileceği konusunda yönlendirici mi?
İnfluencer kavramı Türkiye’de daha yaygın, hem yüzölçümünden kaynaklı. Türkiye büyük bir toprak çünkü. Bir de kültürel olarak da çok fazla değişiklik, farklılık olan bir coğrafya olmasının da etkisi var. Almanya’da genel olarak yine influencerlar var evet ama insanların sosyal medyayı kullanma biçimi bizdeki kadar yoğun değil. Çok fazla zaman öldürmüyorlar sosyal medyada ve seçiciler, daha bilinçliler, gördükleri her şeye inanmıyorlar. Benim de Almanya’dan takip ettiğim arkadaşlarım var, bizim kadar paylaşım yapmıyorlar, Türkiye’de bu konuda çok daha yoğun bir ilgi olduğu için evet bu da etkiliyor tüketim alışkanlıklarımızı.
Bizde Hızlı Modaya rağbetin bir sebebi de medyanın İşte Benim Stilim gibi yarışmalarla tüketicileri manipüle etmesi olabilir mi? Medya giyimi yönlendiriyor mu?
Evet, tabii, üstelik yanlış yönlendiriliyor. Çünkü bu tarz programlar genel olarak kurgu oluyor. Ve kurgu olmasının sebebi de bizdeki magazin anlayışından kaynaklı. Magazini, dedikoduyu seven bir toplumuz. İnsanlar hakkında yorumlarda bulunmayı seviyoruz ve bundan beslenen bir toplumuz. Ben açıkçası bu yarışmaları pek başarılı bulmuyorum, Masterchef gibi bir tasarım yarışması olursa iyi olur diye düşünüyorum, daha çok moda tasarımcıların gidip ünlü, bilindik moda tasarımcıların katılımcıları notlandırdığı bir yarışma formatı olabilir. Ama Stilim Sensin, Bugün Ne Giysem gibi programları daha çok Bahar Candan’lar, baba parası yiyen, şaşaalı yaşamayı seven insanların tercih ettiğini ve vakit öldürmek için kullandığını düşünüyorum.
Moda tasarımı yarışmasında da reyting olması için illa bir kavga, entrika filan olması gerekmez mi?
Zaten kaos çok fazla oluyor bu tür programlarda ve biz zaten millet olarak çok seviyoruz izlemeyi. A bugün ne giymiş bu kişi diye değil Bahar bugün Hande’ye ne dedi, çatışmışlar gördün mü gibisinden takip ettikleri için tercih ediyorlar.
Yerel yönetimler, kamu üzerinden durumu denetleyebilecek kurumlar özellikle aşırı tüketim konusunda ne yapabilir, örneğin ihtiyaç sahipleri için fazla eşyaları bağışlama kutuları var, sosyal yardım politikaları kapsamında bu yeterli mi?
Bu tarz kampanyalar oluyor ama benim bu konuda pek iyi duyumlarım olmadı. O kıyafetleri alıp yaktıklarını, çöpe attıklarını duydum. Yani bir şekilde ihtiyaç sahiplerine gitmediğini duydum. Bunun daha sağlıklı yönteminin bireysel olarak doğrudan o kişilere ulaştırmak olduğunu düşünüyorum. Haricinde dediğim gibi bit pazarlarına gidilebilir. Bunun için gerekli izinler nedir, stant açmak için ne yapılabilir bilmiyorum ama belki sahaflarda olduğu gibi direkt satıcılara gidip kiloyla mı satılıyor, nasıl bilmiyorum, vakıf değilim bu konuya, ama bu da tercih edilebilir diye düşünüyorum.