Cumhuriyet tarihimiz boyunca, Deprem başta olmak üzere doğa kaynaklı afetlerde yaklaşık 200 bin insanımızı kaybettik. Milat kabul edilen,1999 depremlerinden hemen sonra, son 25 yıl içinde kaybettiğimiz insan sayısı ise yaklaşık 65 bin.
Öte yandan, doğa kaynaklı afetlerin, ekonomi üzerindeki baskısı ,kötü yönetimlerle birleşerek her 2 veya 3 yılda bir krizlere yol açıyor. Her defasında kaybeden, fatura ödeyen ise gittikçe yoksullaşan halk kitleleri oluyor.
Depreme hazır olmak, çok boyutlu, çok bileşenli ve bizim gibi ülkelerde ne yazık ki kısa vadede çözülecek bir konu değil. Bunu yapabilmek için öncelikle depremi, gündeminin birinci sırasına koyacak yönetimlere gereksinim var. Ne yazık ki, uzun yıllardır ülkede çok ciddi bir yönetim sorunu olduğunu söylemeliyiz.
Bu sorun, bilimi önceleyen, rant odaklı ekonomi yönetimine kapalı toplumcu bir yönetim anlayışı ile çözülebilir. Aksinin mümkün olmadığını pratik ve acı deneyimlerle yaşayarak gördük. Oysa görmek yetmiyor; özümsemek, ders almak ve planlama yapmak gerekiyor. Yine de, yaklaşan yerel seçimlerde kulaklarına su kaçırmak adına çok kısa vadede hemen yapılması gereken yaşamsal konular var.
TEHLİKE-RİSK
Tehlike ve Risk kavramları birbirine benzeyen, belki bazen iç içe geçmiş iki terim. Çoğu zaman biri birinin yerine ve aynı anlamda kullanılıyor. Bunu örnekleyebiliriz.
Bir an, sıcak bir yaz günü açık bir alanda gezintiye çıktığınızı düşünün. Yürüdüğünüz yerde, toprağın üzerinde bir çok irili ufaklı delik olduğunu varsayın. “Tehlike” böyle bir şeydir. “Risk” ise, o deliklerden herhangi birinin içine elinizi soktuğunuz an başlar. O bölgeden hızla uzaklaşarak tehlikeyi sıfırlayabilirsiniz. Ancak, deliklerden birine elini sokarsanız, risk almış olursunuz ve risk, olasılıksal olarak hep var olmaya devam eder.
AFAD tarafından,2018 yılında yayınlanan, Türkiye Deprem Tehlike Haritasında, siyah çizgiler, sınırlarımız içerisindeki diri fayları, sarıdan kırmızıya kadar olan renk skalası ise İvme tabanlı Deprem Tehlike Düzeyini gösteriyor(Şekil-1). Bu haritaya bakarak, şu önermeyi kurabiliriz:
”TÜRKİYE DEPREM AÇISINDAN TEHLİKELİ BİR COĞRAFYADA KURULMUŞTUR”.
Şekil-1:Türkiye Deprem Tehlike Haritası(AFAD,2018)
Aynı harita üzerinden, ilk bakışta makro boyutta şöyle bir “RİSK” önermesi kurmak da olasıdır.
“TÜRKİYE DEPREM TEHLİKE HARİTASINA GÖRE,DİRİ FAYLARIN BULUNDUĞU VE KIRMIZI RENKLERİN HAKİM OLDUĞU YERLERDE YAŞAMAK DEPREM TEHLİKESİ AÇISINDAN RİSKLİDİR”.
Eğer, yaşadığımız topraklarda yukarıdaki önermelere göre,”DEPREME HAZIRMIYIZ?” sorusunun yanıtını arıyorsak bunu iki bölümde değerlendirmemiz gerekiyor.
-DEPREM ÖNCESİ
-DEPREM ANI VE SONRASI
DEPREM ÖNCESİ:
-Plansız nüfus dağılımı:
Sosyolojik olarak, Anadolu toprakları üzerinde yerleşen halklar, istisnasız Göçebe kültürünün izlerini hâlen taşımaktadır. Bunun, kuşkusuz son derece olumlu tarafları vardır. Ancak, yerleşme kültürünün göçebe yaşam tarzı ile özdeş hale gelmesi, hızlı ve plansız nüfus artışı, yönetimsel hatalar ile birleşerek kırsal nüfus ile kentsel nüfus arasındaki makası korkunç bir biçimde açmıştır. Örnekleyecek olursak, Düzce ve Adapazarı depremlerinin meydana geldiği 1999 yılında ülke nüfusu 62 milyondan, Kahramanmaraş depreminin meydana geldiği 2023 yılında 85 milyona yükselmiştir. 1999 yılında %65 olan kentsel nüfus günümüzde %93.4’tür. Bu bir akıl tutulmasıdır.
-Yerleşim kültüründeki arızalar:
Genelde ülkemizde, özelde İzmir’de son 25 yılda yıkıcı depremlerin meydana geldiği “afet” bölgelerini gösteren haritalardan çok çarpıcı sonuçlar elde etmek mümkündür(Şekil:2-3-4)
Depremlerde,hasar ve can kayıpları genel olarak;
-Yanlış yer seçimleri
-Yönetmeliklere uygun olarak yapılmayan üst yapı yetersizlikleri kaynaklıdır.
Gerek 1999 Düzce-Adapazarı, gerek 2020 Sisam, gerekse 6 Şubat depremlerinde, hasar ve can kayıplarının neredeyse tamamı, yeraltısuyu seviyesinin yüksek olduğu tarım alanlarında, ovalarda meydana gelmiştir. Ne yazık ki, uzun yıllar boyunca, yaşanan onlarca acı deneyim , yerleşim kültürünü değiştirmemiş, Anayasa ile koruma altına alınan tarım alanları, devlet eli ile imara ve deprem sonucu meydana gelen afete açık hale getirilmiştir.
30 Ekim 2020 tarihinde meydana gelen Sisam depremi, bu yönü ile benzeri nadir görülen bir örnektir. Meles deltasının ardında yer alan ,Bayraklı ve Bornova yerleşim alanları, kenarları faylarla sınırlı, kalın(~400 m) ve suya doygun, gevşek silt-kum-kil gibi depozitlerin yer aldığı verimli bir alüvyon ovasıdır. Merkez üssünden 70 km. uzakta yer alan Bayraklı-Bornova baseninde, kayma dalgası hızı son derece düşük, zemin büyütmesi yüksek ve TDTH verilerine göre,DD2 düzeyinde spektral ivme 0.5 g değerine yakındır. Kısaca, Bayraklı-Bornova baseni, yeleşime uygunluk açısında son derece RİSKLİ bir alandır. Bu yönü ile BAYRAKLI VE BORNOVA BASENİ’NİN UZUN YILLAR ÖNCE İMARA AÇILMASI BÜYÜK BİR YERLEŞİM ALANI PLANLAMA HATASIDIR.
30 Ekim ,saat 14.51 de meydana gelen depremin ivme kayıtları incelendiğinde, TDTH na göre ZE grubu zemin için tanımlanan DD2 düzeyi en büyük ivme değeri (PGA475) 0.453 g olarak verilmektedir(Şekil-6). Yani, bölgedeki binaların tasarımında, en azından bu ivme değeri baz alınması gerekmektedir(*).
Oysa, bölgeye yakın istasyonlardan alınan ivme kayıtlarında, saha için gerçekleşen spektral ivmenin bu değerin 1/3 daha küçük gerçekleştiği görülmektedir(Şekil-7).Kısaca, merkez üssünde 6.6 (6.9) Mw büyüklüğünde gerçekleşen depremin enerjisi, Bayraklı baseninde neredeyse 900 kat daha küçüktür. Yani,117 kişinin öümü ile sonuçlanan depremin büyüklüğü, Afet bölgesinde 4.5~5.5 Mw düzeyindedir. Bu durum, yerleşim yerinin yanlış seçiminin yanında, yıkılan, zarar gören binaların üst yapı tasarımında çok ciddi sorunların olduğunu da net olarak göstermektedir.
30 Ekim 2020 depreminin, kamuoyunda İzmir depremi olarak adlandırılması son derece yanlıştır. Hadise, Sisam depremi Bayraklı afeti olarak doğru bir biçimde adlandırılmalıdır. Zira, İzmir Metropolitan alanını ve çevresini etkileyecek onlarca faydan hiçbiri henüz deprem üretmemiştir. Örneğin, son yapılan çalışmalarda, 7.0 büyüklüğünde deprem üretmesi beklenen Tuzla fayı kırıldığında, deprem senaryosu yeniden sahne alacaktır. 2000 yıldır kırılmadığı düşünülen ve artık bir sismik boşluk olarak adlandırılan Tuzla fayı kırıldığında, sadece Bayraklı baseni değil; Mavişehir, Bostanlı, Alsancak, Torbalı ovası gibi benzer özellikleri gösteren yerleşim alanları ne yazık ki aynı vahim tablo ile yüz yüze kalacaktır. Unutulmamalıdır ki, RİSK taşıyan bu tür yerleşim alanlarına yapılan çok katlı yapılar da henüz büyük bir depremle test edilmemiştir.
Uzun yıllar uydu fotoğrafları incelendiğinde, depremden bazı dersleri çıkardığımız net olarak anlaşılmaktadır.
2002 yılından 2023 yılına kadar olan uydu fotoğraflarını incelediğimizde, özellikle depremin sonrasında yerleşim alanlarının görece daha sağlam kaya ortamlara doğru kaydırıldığı anlaşılmaktadır. Kısaca, zamanında yapılan yanlışlardan artık dönülmeye başlamış ama ne yazık ki bu gecikme, milyonlarca dolar zarar ve 117 yurttaşımızın yaşamımı yitirmesine neden olmuştur.
Depremler, sadece suya doygun düz alanlarda afete dönüşmüyor. Yasa ve yönetmeliklere uygun yapılmadığı ve bölgenin jeolojik-jeoteknik-hidrolojik-hidrojeolojik koşullarına uyulmadığı zaman, görece deprem güvenli alanlar olarak nitelendirdiğimiz kaya ortamlarda da afet kaçınılmaz olabilmektedir. Nitekim gerçekleşmesi muhtemel böyle bir depremin başka sonuçlarının olacağı da açıktır. Özellikle, Narlıdere, Balçova, Çiğli-Harmandalı gibi bölgelerde, aktif-potansiyel heyelanların da tetiklenebileceği göz ardı edilmemelidir. Özellikle Harmandalı bölgesinde katı atık depolama alanında, devam eden heyelan, fevkalade düşündürücü bir deprem anında sonuçları açısından son derece büyük RİSK taşımaktadır.
Yapılaşmada diğer bir sorun, deprem üretme potansiyeli bulunan diri fay hatlarının bilinçsizce yapılaşmaya açılmasıdır. Esasen, plana esas etüt ve mikrobölgeleme çalışmalarında diri faylar ile ilgili sakınım bandı uygulaması hali hazırda yer almaktadır. Ancak, diri fayların paleosismoloji çalışmaları ile geometrilerinin, tekrarlama periyotlarının ve deformasyon zonlarının belirlenmesi uzmanlık gerektiren bir iştir. Bu çalışmalar, konusunda uzman jeoloji mühendisi-paleosismologlar tarafından gerçekleştirildikten sonra gerektiği yerlerde ve genişlikte sakınım bantlarının imar paftalarına işlenmesi gerekmektedir. İzmir ili için bu çalışmalar yerel olarak yapılmaya devam etmektedir. Bu çalışmaların genişletilmesi ve mikrobölgeleme çalışmalarının kentin her ilçesinde tamamlanması şarttır.
Geçmiş deneyimler ve deprem anında yapılması gerekenler
Ülke tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadığımız 6 şubat 2023 depremi, hem mekanizması hem de sonuçları açısında üzerinde düşünülmesi gereken son derece önemli hadisedir. Depremin hemen sonrasında yaşanan koordinasyon eksikliği,11 farklı ilde gerçekleşen yıkımlar, ülkenin her yanından yurttaşların akın akın deprem bölgesine ulaşma telaşı, felaketin boyutlarını katlamıştır. Ne yazık ki, neredeyse bir hafta boyunca enkaz alanlarına ulaşmak mümkün olmamış, yerel yöneticiler ve inisiyatif kullanamamış telaş ve şaşkınlık sonucu enkazlarda arama ve kurtarma çalışmaları zamanında başlayamamıştır.
Deprem bölgesine ulaşım yolları ya sarsıntıların etkisi ile kullanılamaz hale gelmiş ya da bölgeye akın eden yurttaşların araçlarının yolları tıkaması nedeni ile arama kurtarma ilkyardım ekipleri alanlara uzun süre ulaşamamıştır. Şu çok açık bir biçimde görülmektedir ki, gerek yerel yönetimlerin gerekse mülki amirlerin ülkemizde gerçekleşecek büyük afetler konusunda çok ciddi yetersizlikleri bulunmaktadır. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde, deprem ve/veya doğa kaynaklı afetler konusunda bir “kaos” planı olan, bunu kamuoyu ile paylaşan aday sayısı son derece azdır. Bu durum fevkalade düşündürücü ve kaygı vericidir. Afet anından meydana gelecek kaos, siyaset üstü ve tüm kurumların eşgüdüm içinde çalışması gereken son derece hassas ve yaşamsal bir konudur. Üstelik, afet bölgesinde görevli arama kurtarma ekiplerinin kendilerinin ve/veya yakınlarının da afetlerden etkilenebileceği unutulmamalıdır.
Şekil-8:İzmir Metropolitan alan ana ulaşım arterleri.
İzmir ili ulaşım haritası incelendiğinde, dört ana ulaşım arteri tarafından kent merkezine ulaşım sağlandığı görülmektedir. Günümüzde, örneğin İzmir-Aydın otoyolu Buca yönünde sabah ve akşam trafiğin tamamen tıkandığı düşünüldüğünde şu sorunun mutlaka sorulması gerekmektedir: Afet anında ilk yardım-arama kurtarma nasıl sağlanacaktır? Daha da önemlisi, bu yolların zarar görmesi halinde nasıl bir alternatif ulaşım planı uygulanacaktır? Afet sonrası toplanma alanları yeterli midir? Yurttaşlarımızın bu toplanma alanları ile ilgili uygulamalı eğitimleri var mıdır? Afet anında gıda, hijyenik ürün ve yardım malzemeleri afetzedelere süratle nasıl ulaştırılabilecektir?
Yerel seçimler öncesinde, İzmir özelinde tüm adayları açıkça uyarıyoruz: SEÇİMİ KAZANMANIZ HALİNDE İLK YAPMANIZ GEREKEN ÇOK KISA SÜRE İÇERİSİNDE ETKİN-EFEKTİF AFET KAOS PLANI OLUŞTURMAK,BU PLANI KISA SÜRELİ ARALIKLAR İLE TEST ETMEK olmalıdır.
İzmir’in bu konuda bir ayrıcalığı, oldukça uzun kıyı şeridinin olması ve deniz yollarının arama-kurtarma-ilkyardım ekipleri için kaos anında kullanılabilme avantajıdır. Ancak, bu konu ile ilgili, deniz taşımacılığına izin verecek sık aralıklı iskelelerin yapılması ve test edilmesi gerekmektedir.
Enkaz sorunu:
Kahramanmaraş depreminde ortaya çıkan enkazın büyüklüğü,1 km çapında,100 m yüksekliğinde bir “enkaz dağı”na karşılık gelmektedir. Üstelik, ülkemizdeki hiçbir kentin bu konu ile ilgili hazırlığı bulunmamaktadır. Yıkım sonunda ortaya çıkacak enkaz, asbest dahil orta-uzun vadede çok ciddi çevre felaketlerine yol çok tehlikeli katı atık içermektedir. İzmir’in Harmandalı dışında katı atık bertaraf ve depolama sistemi halihazırda mevcut değildir. Deprem sonucunda gerçekleşecek çok büyük boyutlu enkazların bertaraf edileceği, çevreye en az zarar verecek alternatif alanların her bölge için ayrı ayrı ve hiç vakit kaybetmeden belirlenmesi, bu bölgelerin rehabilite edilerek hazır hale getirilmesi son derece önemlidir.
SONUÇ:
1-Ülkemiz, doğa kaynaklı afetlerin özellikle depremin açık tehdidi altındadır. Tehlike- Risk faktörünün göz ardı edilmesi sonucunda, yüz yıl içinde 200 bine yakın insanımız kaybettik. Ekonomik fatura ise ne yazık ki hesaplanamamaktadır.
2-Ülkemizde önlenemeyen nüfus artışının planlanamaması sonucu, kentli nüfus önü alınamaz bir biçimde büyümüş, kentlerin kendisi afet haline gelmiştir. Artık, İzmir gibi büyük kentlerin bu nüfusu taşıyacak gücü ne yazık ki yoktur. Depremden ve doğa kaynaklı afetlerden, ülkenin ekonomik koşulları nedeni ile kısa vadede KENTSEL DÖNÜŞÜM olası değildir(İzmirin dönüşmesi gerekn konut stoku 600 binin üzerindedir). Yapılması gereken kısa vadede KENTSEL DÖNÜŞÜM değil, orta ve uzun vadede KENTSEL DEĞİŞİMDİR. Ülkemiz kırsal kalkınma projesi ile kentten kırsala dönüşü ve kırsal üretim artışını gerçekleştirmek zorundadır.
3-Yerleşim alanı planlamasının ranta dayalı yapılması sonucu, tarım alanları, sulak alanlar, ovalar düşüncesizce imara açılmış; İmar planlarının altlığı olan plana esas etütler ve mikro bölgeleme çalışmaları geciktirilmiş ve ne yazık kir diri faylar dikkate alınmadan hesapsızca yapı üretilmiştir.
4-İzmir ilinin yerleşim alanlarının afet güvenli yeni ve öncelikli alanlara kaydırılması şarttır. Temel sistemleri ne olursa olsun, suya doygun alüvyon ortamlarda yapılaşmaya izin verilmesi RİSK taşımaktadır.
5-Yerel yönetim seçimlerin arifesinde, tüm adaylardan, seçilmeleri halinde bir afet kaos planı oluşturması gerektiğini önemle hatırlatıyoruz. İzmir’in öncelikli sorunu, olası bir depremde kentin karşı karşıya kalacağı durumdur. Acilen ulaşım yollarının durumunu önceleyen, arama-kurtarma alternatifleri ve afetzedelerin gereksinimlerini olabilecek en kısa sürede karşılayacak bir planın hazırlanması ve kamuoyu ile paylaşılması gerekmektedir.
6-Kentlerimizin ve İzmir kentinin çok ciddi bir katı atık sorunu bulunmaktadır. Bunun üzerine herhangi bir deprem anında ortaya çıkacak enkazın bertaraf edileceği, depolanacağı bir alan ne yazık ki yoktur.
8-İzmir ilinin 30 belediyesinden 8 tanesinde halen jeoloji mühendisi istihdamı yoktur. Var olanlarda ise, sayı yetersizdir. Jeoloji Mühendisleri arkadaşlarımızdan bazıları özlük haklarından yoksun ,bazıları ise meslek dışı işlerde çalıştırılmaktadır. Yapı denetim yasası ise yapıyı bir bütün olarak denetlemekten çok uzaktır. Mevcut yapı denetim sisteminin içinde Jeoloji mühendisi yoktur. Bu hali ile yapı güvenliği denetim dışıdır.
9-Bu sorunların, yerel yönetimlere rant değil, toplumcu belediyecilik anlayışıyla yaklaşan belediye başkanları tarafından çözülebileceği tartışmasızdır.
Tüm bu yaklaşımlar ile İzmir’in depreme hazır olup olmadığını biz soruyoruz…
İZMİR DEPREM’E HAZIR MI?
Koray Ç.ÖNALAN – JMO İzmir Şube Y.K.Bşk.