Malum, 1934, 1938’deki yerel seçimlere sadece CHP’li adaylar katılmıştı. Bununla birlikte belediye meclisi üye sayısının iki katı kadar adayın seçime girmesi sağlanarak bir seçim rekabetinin oluşması hedeflenmişti. Bu amaçla, CHP 22 Mart 1939 tarihinde 28 ilde ilk kez ikinci seçmenlerle (müntehib-i sani) mebus seçimine ilişkin istişare toplantıları yaptı. Seçilen iller (Afyon, Amasya, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bilecik, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Denizli, Edirne, Eskişehir, Isparta, İstanbul, İzmir, Kastamonu, Kayseri, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Maraş ve Samsun) başvurularının çok, ulaşımın kolay olduğu illerdi. Muhtemelen de muhalefetin güçlü olduğu illerdi. Bu yöntem başarılı olursa, yerel seçimler için de benzer bir mekanizma oluşturulacaktı. Bu fikri ortaya atan ve uygulamayı yöneten Kastamonu Valisi Avni Doğan, Kuruluş, Kurtuluş ve Sonrası adlı hatıralarında şöyle yazmıştı: “O günlerde Ankara’ya gitmiştim. Meclis koridorlarında rastladığım eski arkadaşlarımın ağır sitemlerine uğradım. Bana şöyle diyorlardı: ‘Yahu sen Meclis’te uzun müddet kaldın. Bu deneme usulünü nereden çıkardın. Bu hepimizin sandalyesinin altına kundak (bomba) koymak değil de nedir?” Ancak korkuya mahal yoktu çünkü bu “istişare” meselesi görünüşte kaldı, kararlar ne genel, ne yerel seçimlerde uygulandı.
MKP ve DP kuruluyor
Eski usülde yapılan 1942 yerel seçimlerinden sonra radikal bir değişiklik CHP dışındaki partilerin de katıldığı ikinci yerel seçim yılı olan 1946’da yaşandı. Bilindiği gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bir dizi iç ve dış nedenle Tek Parti Dönemi’ne son vermek gerekmiş, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1 Kasım 1945’te yaptığı Meclis’i açış konuşmasında, politik sistemin başlıca eksikliğinin, hükümeti eleştirecek bir muhalefet partisinin bulanmaması olduğunu söyledikten yaklaşık iki ay sonra, 7 Ocak 1946’da, CHP’nin has kadrolarından Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü önderliğinde Demokrat Parti (DP) kurulmuştu. İnönü, partiyi kurmak için onayını almaya gelen Celal Bayar’a, eğitim seferberliğinden, laiklikten ve mevcut dış politikadan sapılmaması şartıyla icazet vermişti. Ancak Çok Partili Dönem’in ilk “muhalif” partisi, çoğu kişinin sandığı gibi Demokrat Parti (DP) değil, Milli Kalkınma Partisi (MKP) idi. Pan Turancı “milli işadamı” Nuri Demirağ ayrı bir yazı konusu olacak kadar ilginç bir şahsiyetti. Örneğin “Türkiye’de sigara kağıdına ilk yatırım yapan adam”, “Türkiye’nin ilk demiryolu müteahhidi”, “Türkiye’nin ilk sivil havacısı”, “Türkiye’de ilk uçak fabrikasını kuran adam”, “Türkiye’nin ilk milyoneri”, Nuri Demirağ’ı nitelemek için kullanılan unvanlardan sadece birkaçıydı. Soyadını da, başarılı demiryolu inşaatlarından etkilenen Mustafa Kemal vermişti. Particiliğe, bir uçağı düştüğü için Türk Hava Kurumu’nun uçaklarını satın almaktan vazgeçmesi üzerine işleri kötü gitmeye başlayınca girmişti.
1946: Baskın seçimler
CHP iktidarı kaybetmemek için 1946 Eylül ayında yapılması gereken yerel seçimleri Mayıs 1946’ya, Mart 1947’de yapılması gereken genel seçimleri de Temmuz 1946’ya almıştı. “Baskın seçimle” henüz örgütlenmesini tamamlamamış iki parti (özellikle DP) baskın seçimle ekarte edilebilecekti. Muhalefet partileri seçim yasasının değişmesini, “açık oy gizli tasnif” yerine “gizli oy açık tasnif” usulünün benimsenmesini istemiş ve bunu seçime katılma şartı olarak öne sürmüşlerdi. 10-11 Mayıs 1946 günleri yapılan CHP Büyük Kurultayı’nda CHP bu resti gördü ve parti programında yapılan değişikliklerle tek dereceli seçim ve sınıf esasına dayalı cemiyet kurmaya izin verilmesi benimsedi. Ayrıca ilk kez seçimler aynı günde tamamlanacaktı. Ancak hala “gizli oy, açık tasnif” usulü kabul edilmemişti. Bunun üzerine DP, seçime katılmayacağını açıkladı, MKP ise önce seçimlere katılmayacağını ilan etti, ancak daha sonra kararını değiştirerek, katılacağını belirtti.
Seçim kampanyası sürecinde CHP, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak talep ettiği iddialarını temel alan ağır bir antikomünist propaganda yürüttü. Metin Toker hatıralarında “Bu, ‘Moskovacılık’ suçlaması demokrasi tarihimizde ilk defa, CHP militanları tarafından DP’ye karşı icat edildi. Bunların nazarında DP Moskova’nın emrindeydi. Hatta yeni partinin Ruslardan para aldığını iddia edecek kadar ileri gittiler… Aslına bakılırsa Moskova radyosunun yayınları böyle bir şüpheye yer verecek şekilde düzenleniyordu,” diyecekti.
DP bu ithamlara sadece basın açıklamalarıyla cevap vermeye çalışırken, CHP gazeteleri, sinemaları, halkevlerini, meydanlarda kurulan hoparlörleri kullanarak yoğun bir propaganda faaliyeti yürütüyordu. MKP Genel Başkanı Nuri Demirağ’ın seçim gezisine uçakla çıkması CHP iktidarı tarafından reddedildiği için, MKP ise sadece propaganda kartlarını İstanbul’un sekiz noktasında uçakla atabildi. Propaganda faaliyetlerinin ağırlığını İstanbul’a verdi, İstanbul’a ek olarak sadece İzmir ve Bergama’da miting yapabildi. Ancak MKP seçim sabahı 11.00’de teslim bayrağını çekti. Bir basın açıklaması ile seçimlerin adil yapılmadığını, çıkan sonucu meşru saymayacağını ve seçimden çekildiğini duyurdu. Fakat bazı yerlerde bu karar uygulanmadığı gibi, o saate kadar kullanılan bir çok yerde oylar kullanılmıştı.
Düşük katılım DP’nin zaferi mi?
Bu ortamda girilen seçimi CHP adayları ezici bir farkla kazanmasına rağmen seçime katılımın 61 ilden yüzde 44’ünde yüzde 50’nin altında kalması DP adına bir zafer sayıldı. CHP ise il merkezlerinin katılım oranı ortalamasının yüzde 64 olduğunu, uygulanan sisteme alışık seçmenlerin bulunduğu İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde bile seçimlere katılımın yüzde 60-75’i geçmediği göz önünde bulundurulduğunda iyi bir katılım olduğunu ileri sürüyordu. Oysa bu doğru değildi. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa başta olmak üzere 17 kentte katılım oranı yüzde 50’nin altındaydı. Hatta Bursa ve İzmir’de yüzde 24, Hatay’da yüzde 26, Muğla ve Balıkesir’de yüzde 32 olan katılım oranları DP’nin tezlerini doğruluyordu. Ya da tersinden söylersek “iktidarının meşru iradeye dayandığını ispatlamak” için muhalefetin bazı isteklerini kabul eden CHP’nin meşruiyet kaybı bir kez daha ispatlanmıştı.
1950-1955: DP’nin yerelde ezici çoğunluğu
Nitekim 14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimlerde DP ezici bir çoğunlukla iktidara geldi.
13 Ağustos-15 Ekim 1950 tarihleri arasında Türkiye’de üç aşamalı olarak yapılan yerel seçimlerde belediye başkanları halk tarafından doğrudan değil, halkoyuyla seçilerek oluşturulan meclisin kendi içerisinden birini başkan olarak belirlemesi yoluyla seçildi. Seçimlere DP, CHP ve 1948’de DP’den ayrılanların Mareşal Fevzi Çakmak ve Yusuf Hikmet Bayur liderliğinde kurduğu MP katıldı. Ülke genelinde katılım oranı yüzde 53,2 oldu. DP yüzde 57,6, CHP yüzde 37,5, MP yüzde 3,8 ve Bağımsızlar yüzde 3,3 oy aldılar. Daha önce CHP’yi düşük katılımla “meşruiyet” sorgulamasına sokan DP için bu durum aslında bir başarı değildi. Ancak 1945’te CHP’nin ihdas ettiği basit çoğunluk sistemi sayesinde DP, ülke çapında 600 belediyeden 560’ını; İstanbul’da ise 68 üyelikten 67’sini kazanarak zaferini ilan edebilmişti.
25 Eylül-13 Kasım 1955 tarihleri arasında iki aşamalı olarak yapılan 1955 yerel seçimlerine sadece DP ile Remzi Oğuz Arık’ın DP’den ayrılan bir grupla 1952’de kurduğu Türkiye Köylü Partisi (TKP) katılmıştı. Buna karşılık CHP ile Osman Bölükbaşı’nın liderliğini yaptığı Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) katılmamıştı. Rakipsizlik sayesinde DP, yüzde 63,75’lik oranla 597 belediye başkanlığı kazandı. Ancak büyük bölümü CHP tarafından desteklenen bağımsız adayların 389.702 oy ile yüzde 28,21’lik orana ulaşarak 193 belediye başkanlığı kazanması DP’de alarm zillerini çaldırdı.
“İlk kadın belediye başkanı” 1930 yılında, bugün Artvin ilinin Yusufeli ilçesine bağlı Kılıçkaya (eski adıyla Ersis) beldesinin belediye başkanlığına seçilen Sadiye (Ardahan) Hanımdı ancak “ilk kadın il belediyesi başkanı”, 1950’de seçilen Mersin Belediye Başkanı Müfide İlhan Hanım olacaktı.
İstanbul’da yeni uygulama
Bu seçimlerin bir başka özelliği daha vardı. O tarihe kadar yürürlükte olan sisteme göre (ki CHP oluşturmuştu bu düzeni) İstanbul’da belediye başkanlığını vali yürütüyordu. Ankara’da ise İçişleri Bakanlığı’nın atadığı kişi belediye başkanı oluyordu. O yıl DP, muhalefette bulunan CHP’nin ısrarlarına dayanamayarak 1954 yılında “İstanbul’un Birleşik İdaresinin Ayrılması Hakkında Kanun” ile belediye ve il idaresinin birbirinden ayrılmasına ilişkin düzenlemeyi kabul etti. Ancak uygulamayı bir yıl sonraya bıraktı. Dolayısıyla kanun çıktığı sırada görevde bulunan Fahrettin Kerim Gökay, öngörülen süreye kadar vali ve belediye başkanı olarak İstanbul’u yönetmeye devam etti. Kanununun öngördüğü sürenin bitiminde toplanan belediye meclisi, ilk defa kendi arasından İstanbul Belediye Başkanını seçti. Ancak bu kişi yine Vali Fahrettin Kerim Gökay’dı.
“Mini mini vali-belediye başkanı”
“Emraz-ı Akliye” (psikoloji) dalında ordinaryüs profesör olan Gökay’ın kısa boyundan dolayı “mini mini valimiz, ne olacak halimiz” tekerlemesi icat olmuştu. Cumhuriyet elitlerinin halka bakışını gösteren kült cümlelerden biri olan “Halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremiyor” sözünün sahibi olan Fahrettin Kerim Gökay’ın en ilginç işi şehirde “klakson yasağı” getirmek olmuştu. Çünkü psikoloji profesörü olan Gökay’a göre klakson sesi ruh sağlığını bozan bir unsurdu. Yine halkın “ruh sağlığı” için “Bahar ve Çiçek Bayramı” adı altında Gülhane Parkı’nda iki ay süren eğlenceler düzenledi, Şark Kahvesi açtı, Spor ve Sergi Sarayı’nda yapılan yılbaşı kutlamaları yaptı. Şehirde bu yazının boyutlarını aşacak kadar çok imar hareketine imza attı. Başta Rumlar olmak üzere gayrimüslim azınlıklara yönelik 6-7 Eylül 1955 yağmasındaki tutumu ise, bütün bu olumlu işlerini gölgeledi. 1956’dan itibaren Başbakan Adnan Menderes İstanbul’un imarına bizzat el koyunca Fahrettin Kerim Gökay’ın işlevi azaldı. Öyle ki 1 Haziran 1957’de Menderes’e “İstanbul’un Fahri Belediye Başkanı” unvanı verildi. 1957 yılından sonra iki unvan bu kez Mümtaz Tarhan’ın üzerinde birleşmiş, Tarhan’ın ardından göreve gelen Ethem Yetkiner, vali olarak görev yapmış, belediye başkanlığına ise Kemal Aygün seçilmişti. Ankara’da ise 1950-1960 arası beş farklı isim belediye başkanlığı görevini sürdürdü ancak bu isimlerden hiç biri Gökay kadar popülerleşmedi.
1963: Darbecilerin “demokratik” uygulaması
27 Mayıs 1960’ta ordunun yönetime el koymasıyla İstanbul’da General Refik Tulga İstanbul’da; Tuğgeneral İrfan Baştuğ da Ankara’da vali ve belediye başkanı olarak görevlendirilmişti. Belediye meclisleri de feshedilerek yetkileri, üyeleri askerler tarafından belirlenen encümene devredilmişti. (Taşrada farklı uygulamalar vardı.) 1963’e kadar da bu iki merkezde bazen asaleten, bazen vekaleten “askerler” tarafından atanan bürokratlar belediye başkanlığı görevini yürütecekti.
İronik biçimde, darbeciler, 40 yıldır sivil iktidarlar tarafından yapılmayanı yaptılar ve 27 Temmuz 1963’te Resmî Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe giren 307 sayılı “Belediye Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile, belediye başkanının serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre doğrudan halk tarafından seçilmesinin yolunu açtılar. Aynı Kanun ek bir madde ile yerel seçimlerin 17 Kasım 1963 yılında yapılması kararlaştırıldı.
Seçimlerde “sosyalist” vurgu
Yerel seçimlerin en heyecanlı geçtiği yer yine İstanbul’du elbette. O yıl belediye başkanı adayı olarak Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’in bile adları geçmişti ama sonunda mevcut belediye başkanı eski Emniyet Genel Müdürü Necdet Uğur, AP Başkanı Nuri Eroğan, CHP’li eski belediye başkanı Haşim İşcan, (1961’de DP’den doğan boşluğu doldurmak üzere Ekrem Alican tarafından kurulan) YTP’li Burhan Apaydın, (1958’de Osman Bölükbaşı ile Ahmet Tahtakılıç’ın kurduğu CMP ile Remzi Oğuz Arık’ın TKP’sinin birleşmesinden oluşan) CKMP’nin desteklediği “bağımsız” Mümtaz Tarhan, CKMP’yi pasif bularak ayrılan Osman Bölükbaşı’nın 1962’de kurduğu Millet Partisi’nden emekli general Sadık Aldoğan, Türkiye İşçi Partili (TİP) Orhan Arsal ve 10 kadar bağımsız aday olarak seçime katıldı.
Burada bir parantez açmak istiyorum. ’’İşçilerin de partisi olsun dedik, çünkü bütün partiler patronların.” Bu sözler, 13 Şubat 1961’de İstanbul Valiliğine verdikleri bildirimle Türkiye İşçi Partisi’ni (TİP) kurduklarını açıklayan 12 sendikacıya ait idi. 1962’de kurucular, Mehmet Ali Aybar, Sadun Aren, Behice Boran, Adnan Cemgil gibi aydınları partiye davet ettiklerinde Türkiye siyasi tarihinde yeni bir sayfa açılmıştı. TİP’in kurulduğu dönemde, demokratik nitelikli 1961 Anayasası’na rağmen, Türkiye’de, hala devletin ve rejimin çıkarlarını ön planda tutan, bireyin ve toplumun haklarını önemsemeyen bir siyasal yapı egemendi. Rejim ve onun yönlendirdiği halk kitleleri sosyalizme ve sosyalist sisteme karşı düşmanca bir tutum içindeydi. Ülkede düşünce ve örgütlenme özgürlüğü çok sınırlıydı. Her türlü demokratik hak talebi komünistlik ya da bölücülük sayılmaktaydı. Dış koşullar da kötüydü. Dünya karşıt iki kampa bölünmüştü. Türkiye, NATO üyesi olarak Batı Bloğu’na angaje olmuş ve bu kampın başını çeken ABD’nin sosyalist bloğa karşı yürüttüğü mücadeleyle uyumlu şekilde, komünizm karşıtlığını her türlü sola karşı bir düşmanlık politikası biçiminde sürdürmekteydi. Kısacası TİP’in işi zordu. 1961 seçimlerine örgütlenmesini tamamlamadığı için katılamayan parti, 1963 yerel seçimlerinde 9 ilde seçime katılmıştı.
İstanbul’da CHP’nin seçim darbesi
Köy ve kentlerdeki seçmenlerin tümünü gösteren il genel meclisi sonuçlarına göre AP yüzde 45,48 ile seçimden birinci çıkarken, CHP yüzde 36,22 oy oranıyla ikinci sırada kalmıştı. İstanbul’da AP’li Nuri Eroğan % 40,29 oy alırken, CHP’li Haşim İşcan %34,91 oy almıştı. TİP’li Orhan Arsal ise %1,97 oyda kalmıştı, ancak bu oran TİP’in Türkiye çapında aldığı oydan (yüzde 0,7) oydan çok yüksekti. Bağımsızlar ise yüzde 5,24’lük oran ile dikkat çekici bir sonuç elde etmişlerdi. AP, en büyük 9 kentin belediye başkanlığı dahil, il belediye başkanlıklarının 40’ını kazanırken, 24’ünü CHP, ikisini Bağımsızlar ve birini YTP kazanmıştı.
İstanbul’da seçime katılım oranı yüzde 55’in altında kalmıştı. Katılımın en yüksek olduğu ilçe Zeytinburnu, en düşük olduğu ilçe Şişli’ydi. CHP, sosyo-ekonomik düzeyi daha yüksek olan Bakırköy, Beşiktaş, Şişli, Eminönü ve Kadıköy gibi ilçelerde AP’nin biraz üzerinde oy alırken, AP özellikle gecekondu bölgelerinin yoğunlaştığı Zeytinburnu ve Gaziosmanpaşa’da ezici bir çoğunluk sağlamıştı.
İstanbul’da belediye başkanlığını ise AP’nin adayı Nuri Eroğan kazanmıştı. Ancak CHP, Eroğan’ın “halen Denizcilik Bankası Deniz Yolları işletmesinde hizmetli olarak müşavir avukatlık yapmakta olduğunu, halbuki YSK tarafından verilen karar gereğince 22 Eylül 1963 gününe kadar hizmetli bulunduğu görevden çekilmesi gerektiğini belirterek sonuca itiraz etti. Tarhan Erdem’e göre CHP bu durumu seçim öncesi farketmiş ama sesini çıkarmamışlar. Aslında Eroğan da hukukçuydu. İstanbul seçimlerinin arifesinde, Kadri İlkay adlı adayın devlet görevinden istifa etmediği için adaylıktan çekilmesine de tanıklık etmişti. Kendisinin de başına geleceğini öngörmesi lazımdı. Muhtemelen Denizcilik Bankası’nın özel statüsü yüzünden boş bulunmuştu. Sonunda Nuri Eroğan’ın belediye başkanlığı iptal edildi, CHP’li Haşim İşçan seçilmiş sayıldı.
Sonuçlar CHP’nin koalisyon ortakları YTP ve CKMP 1961 genel seçimlerinde elde ettikleri oranlardan çok daha düşük bir oy alabilmişlerdi. Bu hezimeti koalisyonda olmalarına bağlayarak hükümetten çekildiklerini açıkladılar, böylece Başbakan İsmet İnönü istifa etmek zorunda kaldı. Böylece CHP’nin İstanbul özelindeki zaferi, Türkiye genelinde bir yenilgiye dönüştü.
YARIN: 1968’DEN GÜNÜMÜZE YEREL SEÇİMLER