Beslenme, her bireyin sağlıklı gelişimi ve yaşam kalitesi için temel ihtiyaç. Ancak Türkiye de dâhil olmak üzere çok sayıda ülkede hâlâ toplumun büyük kesimi, özellikle de çocuklar, beslenme yetersizliği ve açlıkla mücadele ediyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nün verilerine göre dünyada her dokuz kişiden biri yatağına aç girerken, yaklaşık 1,4 milyar kişi obezite kaynaklı sağlık sorunları yaşıyor.
Bir yanda herkes için temel bir hak olan sağlıklı gıdaya erişim sorunu diğer yanda obeziteye neden olabilecek denli yanlış, bilinçsiz bir beslenme örgüsü. Dünyanın her noktası bu iki uç arasında salınan bir sarkaç gibi, adaletsiz gıda politikalarını takip ediyor. Hem evrensel düzeyde hem de yerel politika üretiminde görmezden gelinen ama her geçen gün giderek derinleşen sancılı bir konu.
SUYUN VE GIDANIN ADİL DAĞITILDIĞI BİR DÜNYA
Konunun ayrıntılarını TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Uğur Toprak’la konuştuk. Toprak’a göre yaşanan açlığın ve yetersiz beslenmenin nedeni üretim yetersizliği değil, üretim ve tüketimin adaletli bir şekilde sağlanamaması. Uğur Toprak bu konuda şunları aktardı: “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de belirtildiği gibi, insanların temel gereksinimi olan gıdanın ve suyun eşit ve adil dağıtılmadığı bir dünya güvenli değildir. Ülkemizin de içinde bulunduğu ülkelerin büyük bir kısmında, gelir dağılımındaki adaletsizlikler nedeniyle, gıda güvenliği sorunu ve açlık sınırında yaşayan insanların sayısı azımsanmayacak düzeyde ve her geçen yıl daha da artmakta.”
Toprak’a göre bu noktada asgari ücret, açlık/yoksulluk sınırı, gıda enflasyonu ve alım gücü gibi kavramlar daha da önem kazanıyor. Gıda enflasyonunun yüksek olması gıda harcamalarının toplam harcamasının büyük bir bölümünü oluşturan dar gelirli kesimleri çok daha fazla etkilemekte. Bunun özellikle gıda ithalatçısı az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en temel sorunlarından biri olduğunu söyleyen Uğur Toprak sözlerini şöyle sürdürdü:
“The Economist tarafından derlenen gıdaya ekonomik gücün yetmesi, erişebilme, kalite ve güvenlik unsurlarını içeren Küresel Gıda Güvenliği Endeksi 2020 Raporunda Türkiye, 113 ülke arasında son 9 yılda 11 sıra birden kaybederek 47’nci sırada yer aldı. Her ne kadar bir önceki Tarım ve Orman Bakanı efsane olarak nitelendirse de bir zamanların “gıdada kendine yeten nadir ülkelerinden” biri olan ülkemiz, halkının gıda ürünlerini “satın alabilirliği” sıralamasında 65’inci sırada yer alarak bırakın gelişmiş ülkeleri Botsvana, Şili, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün gibi pek çok ülkenin maalesef ki gerisinde. Ülkemizde son iki yıl içinde gıda fiyatlarında 4 katı aralığında bir artış gerçekleşti.”
GIDA KRİZİNDEN EN ÇOK ÇOCUKLAR ETKİLENİYOR
Toprak gıda krizinden en çok çocukların etkilendiğini vurgulayarak şöyle devam etti: “Yıllardır uygulanan yıkıcı politikalar ciddi bir gıda krizine yol açtı. İçerisine sürüklendiğimiz gıda krizinden en çok ve kalıcı şekilde çocuklar etkileniyor. 2021 yılı istatistiklerine göre Türkiye’de 18 yaş altı yaklaşık 23 milyon çocuk bulunuyor. Bu çocukların da dörtte üçü okul çağında. TÜİK Türkiye Çocuk Araştırması 2022 Raporu çocuklarımızın gereksinimleri olan gıdaya ulaşamadıklarını göstermekte. Bu raporda çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimleri için vazgeçilemeyecek besinler olan gıdaları tüketemediği belirtilmekte. Örneğin her sekiz çocuktan birinin et, tavuk veya balığı; on çocuktan birinin fasulye, nohut, mercimek gibi kuru baklagilleri; iki çocuktan birinin peynir ve yoğurdu her gün tüketebildiği görülmekte. Çocukların çok azının tüketebildiği bu gıdalar onların büyümesi ve gelişmesi için en çok önem taşıyan (demir, çinko, folat, B12 vitamini gibi) besin öğelerini içeren gıdalar. Bu besin öğelerinin eksikliği çeşitli sağlık sorunlarına yol açıyor ve çocukların okul başarısını düşürüyor.”
“Peki böylesine ciddi bir gıda krizi ortamında özellikle sağlığı korumak için yurttaş nelere dikkat etmeli?” şeklindeki sorumuza Toprak’ın yanıtı şöyle oluyor: “Bilinçli bir tüketici olmak gıda okuryazarlığı ile başlar. Etiket okumayı bilmeliyiz. Sonrasında da yeterli ve dengeli beslenme bilgisi. Genel olarak gençlerin yağ tüketimi, toplam kalori tüketimlerinin %25 ila %35’ine denk gelmeli. Proteinler günlük kalori alımının %10 ila %30’unu, karbonhidratlar ise %45 ila %65’ini oluşturmalı. Tek tip özellikle karbonhidrat ağırlıklı beslenme başta obezite ve diyabet olmak üzere birçok hastalığa neden oluyor.”
PEKİ NELER YAPILMALI?
Kamu sağlığına ayrılan bütçeye ve bu konudaki çalışmaların yetersizliğine dikkat çeken Toprak “Bugün çocukların yeterli ve dengeli beslenmeleri için harcanmayacak bütçenin kat be kat fazlası yarın onların sağlık harcamaları için kullanılacak. Beslenmenin temel bir hak olduğu hatırlanmalı, kamu kurumları, sorumluluklarını yerine getirmeli. Çocukların sağlıklı beslenmesini sağlamak sadece ebeveynlerin görevi değil. Annelerin gebelik sürecinden itibaren özellikle 18 yaşına kadar her çocuğun sağlıklı beslenmesini sağlamak ilgili kamu kurumlarının sorumluluğunda.” şeklinde konuştu ve bu konuda yapılması gerekenleri sıraladı:
“Siyasal iktidar okul ayırt etmeksizin beslenme desteği sağlayacak programları başlatmalı, tüm öğrencilere okulda ücretsiz, besleyici bir öğün vermelidir.
Sağlıklı beslenme konusunda toplum genelinde farkındalık yaratmak amacıyla eğitim çalışmaları düzenlenmelidir. Gebe okulları, emzirme ve çocuk bakımı çalışmaları desteklenmeli ve yaygınlaştırılmalı ve akran eğitim modelinden faydalanılmalıdır.
Kolay ve anlaşılabilir bir içeriğe sahip halkın beslenme rehberi oluşturulmalıdır.
Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde gıda sağlığı ve beslenme birimi kurulmalıdır.
Okullarda kantin yerine mutfak-yemekhane uygulamasına geçilmelidir.
Okullarda tuvalet dışında temiz ve içilebilir nitelikte suya erişim için çeşmeler oluşturulmalıdır.
Okullarda sağlıklı beslenme konusu ile ilgili dersler müfredata eklenmeli ve buna yönelik olarak gıda mühendisi ile beslenme ve diyetetik uzmanları istihdam edilmelidir.
Çocuklar başta olmak üzere yetersiz beslenme ve açlık sorunu yaşayan kesimlere yönelik bir kamusal destek-dayanışma programı acilen uygulamaya konulmalıdır. Bu bir siyasal tercih değil, zorunluluk, birincil öncelikli mesele olarak görülmelidir. ”
SAĞLIKLI BESLENMEDE BİLİNÇLENİYOR MUYUZ?
Sağlıklı ve günlük gıdaya düzenli erişemeyen milyonlar varken meselenin bir de diğer ucuna bakalım. Görece olarak nitelikli, sürdürülebilir gıdaya daha kolay ulaşan orta üst sınıfta son yıllarda sağlıklı yaşam bakış açısındaki gelişmeler diyetisyenlere olan ilgiyi artırmış durumda. Bunda eğitimli sınıfların bilinçlenmesi kadar sosyal medyada bu konudaki yayınların artışının da payı olabilir. Her geçen gün daha çok insanın diyetisyene gitme sebepleri nedir, beslenme uzmanlarından neler bekliyorlar, bütün bunların sonunda sağlıklı yaşam arzusuna dair ne tür çalışmalar yürütülüyor gibi soruların yanıtları için beslenme ve diyet uzmanı Selin Sat’la konuştuk. Sat, daha önceki yıllara göre özbakım ve sağlık konularında insanların daha bilinçli olduğunu kabul ediyor. Destek almak için başvuranların yaşadığı pek çok sorun olduğunu aktaran Selin Sat; “Özellikle toplumda artan obezite ile birlikte destek alma eğilimi her geçen sene artmakta. Tabii herkes için aynı şeyi söyleyemem kimisi de sosyal medyanın yarattığı ‘mükemmellik algısı’ üzerine başvuruyor. Özellikle Z kuşağında bu mükemmellik çabasının çok yoğun yaşandığını, belirgin bir artış olduğunu söylemek mümkün.” diyor.
Yetişkinlerde diyetisyene geliş sebepleriyse çeşitli. Selin Sat danışanların temelde hangi amaçlarla geldiğine ilişkin şunları aktarıyor: “Genellikle zayıflamak için veya bir sağlık problemi oluştuktan sonra doktorun önerisiyle ofisime başvuruluyor. Beslenmeye bağlı herhangi bir hastalık oluştuktan sonra kilo vermek hastalık semptomlarını azaltır, kimi zaman hastalığı ortadan kaldırabilir. Ama ne yazık ki kronik hastalık önleme konusunda çoğu kimsenin bilinçli olduğunu düşünmüyorum. Kronik hastalıkları önleme konusunda beslenme ve egzersiz önemli.”
Sağlıklı ve dengeli beslenmede gıdaya erişim konusunun çok önemli olduğunu belirten Selin Sat, şu açıklamalarda bulunuyor:
“Orta-üst diye nitelendirebileceğim sınıf sağlıklı gıdaya daha kolay erişebiliyor. Özellikle sosyal medyanın da etkisiyle daha çeşitli ürünlere ulaşım çok daha kolay. Orta-üst sınıf sağlıklı beslenme konusunda daha bilinçli ve araştırmacı olmaya çalışıyor. Mesela bir danışanımın kajudan yoğurt yaptığını duyunca çok şaşırmıştım. Aslında düşününce maaliyeti oldukça yüksek bir yoğurt bu. Ama işin bir de diğer boyutu var ki asıl önemli olan kısım burası; ekonomik sıkıntı yaşayan kesim için lüks olmayan, her günkü gıdaya erişim bile çok zorlaştı. Açlık sınırının asgari ücretle aynı olduğu bir yerde yurttaşlar, sadece doymak için besleniyor. Hâliyle bu da dengesiz ve yetersiz beslenme demek. Temel gıdalardan yumurta, peynir, kırmızı et, balık, yoğurt, kefir, süt bile erişilemez oldu maalesef. Bir yandan abur cubur grubu da oldukça maliyetli hâle geldi. Kişinin 50 tl’ye avokado mu bir paket cips mi alacağı tamamen tercih meselesi hâline geldi. Ve tabii ki daha kolay olana yönelme eğilimi var. Bu da kuşkusuz sağlıksız durumların oluşması için uygun zemini yaratıyor.”
Özellikle paketli gıdaların obeziteye davetiye çıkardığını aktaran Sat, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre obezitenin son 35 yılda tam olarak ikiye katlandığını vurguluyor: “Türkiye de artık obezitede Avrupa’nın birincisi maalesef. Kişinin yaşam kalitesinin çok azalmasına en büyük sebep maalesef obezite. Obez bir bireyin diyabet, tansiyon, kalp damar hastalıkları yanında psikososyal durum üzerinde yarattığı olumsuz etkilerden dolayı tedavi edilmelidir. Kronik hastalıklar dışında kişinin psikolojik durumunu oldukça bozan bir sebep obezite. Bireylerin daha anksiyetik ve depresif olması, toplumda birçok dengeyi bozmakta.”
DİYETİSYENLERİN GÖREVİ NE OLMALI?
Diyetisyenin öncelikli görevinin kişinin ihtiyaçlarını belirleyerek; yeterli, sağlıklı, çeşitli beslenmesi konusunda sürdürülebilir programlar oluşturmak ve takibini sağlamak olduğunun altını çizen Selin Sat özellikle de sağlık sorunları oluşmadan çözmek için diyetisyenlere çok iş düştüğünü vurguluyor ancak toplumda henüz diyetisyenlerin görevine ilişkin bir netlik oluşmadığını da aktarıyor: “Herkes değil ama kimisi diyetisyenini, psikolog veya antrenör olarak görüyor maalesef. Seanslarda danışanlar komşusunun söylediklerini bile anlamsızca aktarabiliyor. Bu noktada bazen kendimi psikolog gibi hissediyorum. Bazen de egzersiz programları noktasında yardım isteyen danışanlarım oluyor. Elimden geldiğince yardımcı olmak onlara zarar verebileceği için alanında uzman arkadaşlarıma yönlendirmeler yapıyorum.”
Beslenme ve sağlık uzmanı Selin Sat, toplum sağlığı için yürütülecek ortak çalışmalarda devletin yönlendirici ve kapsayıcı bir unsur olarak çalışıp diyetisyenlere görev vermesi gerektiğini kaydediyor: “Her hane için bir diyetisyen görevlendirilmeli ve sağlıklı beslenme için ücretsiz bir eğitim verilmelidir. Bu şekilde gitgide artan sağlık harcamaları da azalacaktır. Ayrıca çocuklu bir aile için devlet kanalıyla temel gıda desteği her ay sağlanmalı veya enflasyonu ortadan kaldırabilecek başka önlemler alınmalıdır. Bütün bu süreçler doğru biçimde uygulanırsa hem daha sağlıklı nesiller gelecek hem de gıda erişimi konusundaki sıkıntılarımız sonlanacaktır.”