Demokrasinin temel taşlarından biri olan gazetecilik mesleğinin günümüz Türkiyesi’ndeki genel durumunun röntgenini çekmeye çalıştığımız haber dosyamızda; gazetecilerin içinde bulundukları koşullar, yaşadıkları zorluklar, genç gazetecilerin yaşadıkları sorunlar, gazetecinin otosansür uygulaması, basın özgürlüğü, bağımsız gazetecilik gibi birçok konu başlığını ele almaya çalıştık…
Her yıl üniversitelerin iletişim fakültelerinin gazetecilik bölümlerinden binlerce öğrenci mezun oluyor. Mezun olanların birçoğu sektöre adım atmazken, gazeteci olma hayali ile işe girenleri de zorlu bir süreç bekliyor.
Birçok sorunla burun buruna kalanlar medya sektöründe tutunmaya çalışırken, zorlu çalışma koşulları nedeniyle gazetecilik faaliyetini meslek etiği çerçevesinde gerçekleştirme noktasında sürdürülebilirlik sağlayamıyor.
Türkiye’de günümüzde medya kuruluşlarının büyük çoğunluğunun siyasi iktidarın güdümüne girmiş olması da bu kuruluşlarda çalışan gazetecileri asıl olması gereken amaçlarından uzaklaştırıyor. Gazetecilik meslek ilkelerinin birincil koşulu olan kamuoyu oluşturma, doğrudan yana, tarafsız habercilik yapabilmek de bazıları için hayalden öteye geçemiyor…
Kamu yararı için çalışan, yolsuzluklarla mücadele eden, doğruları yazmaya çalışan gazetecilere yönelik uygulanan devlet şiddeti mesleğe yeni adım atacaklar üzerinde bir korkuya neden olabiliyor.
Baskı rejimi, ifade özgürlüğünün yok sayılması, gazetecilik faaliyetlerinin suç unsuru sayılması, gazetecilere yönelik gözaltılar, yargılamalar, hukuksuz uygulamalar her geçen gün artarken; araştırmacı gazeteciliğe yönelenlerin sayısı gittikçe azalıyor ve birçok gazeteci bülten haberciliğinde sıkışıp kalıyor.
Sonuç olarak da konfor alanından çıkamayan, ofislerde bilgisayar başlarında çalışan gazetecilerin sayısı her geçen gün artıyor… Baskı ortamında çalışamayıp göç etmek zorunda bırakılan gazetecilerle birlikte meslekte kalite de düşüşler yaşanıyor, gazetecilik mesleği kan kaybediyor.
Haber dosyamızda gazetecilik meslek örgütü temsilcileri ve gazeteciler Fikir’e konuşarak, Türkiye’de gazetecilik mesleğinin içinde bulunduğu durumu değerlendirdi. Gazetecilik nereye evrildi? Mesleğin günümüzde yaşadığı sorunlar çerçevesinde geldiği nokta, doğru haberciliğin suç sayılması, gazeteci göçleri ve pek çok konuda sorularımızı yanıtladı. 31 Mart Yerel Seçim sonuçlarının da gazeteciler açısından ele aldılar.
TGS DİYARBAKIR TEMSİLCİSİ ORAL: TEKEL MEDYASINI ARAR OLDUK!
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Diyarbakır Temsilcisi Mahmut Oral, günümüzde gazeteciliğin geldiği durumu değerlendirdi. Oral, AKP’nin 2002 yılında iktidara gelmeden önce, son derece demokratik bir söylem ve Avrupa Birliği hedefi ile toplumun özgürlük taleplerini karşılayabilecek tek adres olarak sahneye çıktığını hatırlattı.
Ülkeyi yoran darbe anayasasını değiştirmek, Kürt sorunu başta olmak üzere ülkenin kronikleşmiş ve ekonomik kara delik olarak halka yansıyan sorunlarına dair sözümona çözüm reçetelerinin iktidar tarafından iyi satıldığını belirten Oral, söz konusu vaatlerin iktidara gelen AKP tarafından çok iyi ambalajlandığını ve hepsinin kötü bir sürpriz olduğunun sonradan anlaşıldığını kaydetti.
TGS Diyarbakır Temsilcisi Oral, “Demokrasi zaten onlar için amaç değil, sadece araçtı. Hatırlanacağı üzere AKP iktidarının ilk yıllarında ülkedeki medya önemli ölçüde tekellerin elindeydi. Biz gazeteciler o zamanlar tekel medyasından yakınırken, AKP’nin yıllar sonra bizi tekel medyasına rahmet okutur hâle getireceğinden bihaberdik maalesef. 2000’li yıllarda medya-iktidar ilişkileri belki şöyle tanımlanabilirdi: İktidar yanlısı değilse bile en azından karşıtı olmamak yetiyordu. Ağır aksak, yalap şalap da olsa medya o zamanlarda “dördüncü kuvvet” misyonunu yerine getirebiliyordu.” dedi.
Zamanla ‘biat eden medya’ yaratıldığını ifade eden Oral, şu değerlendirmelerde bulundu: “AKP’nin kendi medyasını olgunlaştırma süreci bir süre sonra nihai hedeflerine yetmez oldu. Devletin tüm olanaklarıyla kendinden olmayan her türlü mecrayı ele geçirmek, artık zorunlu hâle gelmişti. Öyle ya, Tek Adam Rejimi için döşenen yoldaki taşlar temizlenmeli, dikensiz gül bahçesi yaratılmalıydı. Doğan Grubu bunun en tipik örneğidir. Vergi tehdidi ile bir dönemin tekel medyasının sembol ismi, boyun eğdi. Kamu bankalarından alınan kredilerle, yeni biatçı patronların cebinden bir kuruş çıkmadan, koca koca yayın kuruluşları kontrol altına alınır hâle geldi.”
Günümüzdeki havuz medyası ikliminin oluşumunu anlatan Mahmut Oral, “Bugün en iyimser değerlendirmelere göre, ülkedeki yayın kuruluşlarının yüzde 95’i doğrudan iktidardan talimat alır hâldedir.” dedi.
Oral, havuz medyası diye tabir ettiği kuruluşlarda çalışan gazetecilerin durumunu ise şu sözlerle ortaya koydu: “Alo Fatih veya bir haber üzerine azarlandıktan sonra ‘Ben ne için girdim bu işe’ diye ağlayan medya patronu vakaları, AKP’nin medyaya nasıl nüfuz ettiğinin bariz göstergeleridir.”
13 GAZETECİ CEZAEVİNDE, TAHMİNİ 10 BİN GAZETECİ DAVA SÜRECİNDE!
Bugün gelinen aşamada, ülkede artık gazetecilik faaliyetinin terörizm, gazetecilerin ise terörist olarak yaftalanabildiğini belirten Oral şunları söyledi: “Bu düşmanlaştıran dil, elbette ki gazetecilere gözaltı, tutuklama, dava ve hapis olarak dönmüştür. En iyimser tahminle, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana en az 1000 gazeteci cezaevine düşmüştür. Şu anda da TGS verilerine göre 13 gazeteci cezaevinde çile çekmektedir. Hakkında dava açılan gazeteci sayısına ilişkin derlenmiş kümülatif bir veri bulunmasa da bu sayının 10 binin üzerinde olduğunu söylemek uygundur.”
“GÖÇ ARTTIKÇA GAZETECİLİĞİN KALİTESİNDE DÜŞÜŞ YAŞANIYOR”
Tehlikenin büyüklüğüne dikkat çeken, hukuk sopasının gazeteciler üzerinde iktidarın zapturapt aracı olarak kullanılmasının gazetecileri yurt dışına göç etmeye zorladığını söyleyen Oral, “Yüzler hatta binlerce gazeteci, bugün ülkeden kaçmak zorunda kalmıştır. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde mülteci hayatlar yaşamaktadır. Yine kümülatif açıklanmış bir veri bulunmasa da yurt dışına gitmek zorunda kalan gazetecilerin sayısının yüzler hatta binler ile ifade edildiği söylenebilir.” ifadelerini kullandı.
“Gazeteci göçü, sıradan bir göç değildir. Mesleğin niş durumu nedeniyle, gazetecilerin yıllar içinde edindikleri deneyim ve yetkinlik de onlarla birlikte ülke dışına gitmektedir.” şeklinde konuşan Oral değerlendirmelerine şöyle devam etti: “Bu durumda ülke içinde sürdürülen gazeteciliğin kalitesinin de bir miktar düştüğünü söylemek kısmen doğru olabilir. Ancak ülke dışına çıkan gazetecilerin mesleklerini bulundukları yerden yürütüyor olmaları da dikkate değer bir başka noktadır. Zira bugün ülkede olup bitenlerle ilgili olarak birçok haberin yurtdışında yaşayan gazeteciler tarafından da üretildiğine işaret etmek gerekir. O gazeteciler hâlen gündemi belirleyen raporlara imza atmaktadır.”
YEREL SEÇİM SONUÇLARINI GAZETECİLER NASIL OKUMALI?
31 Mart yerel seçimlerinin sonuçları hakkında çok boyutlu bir tartışma yürütülebileceğinin altını çizen TGS Diyarbakır Temsilcisi Oral, yerel seçim sonuçlarını ve Van meselesini gazeteciler açısından değerlendirdi: “Yurttaşın tokadı, Van örneği ve gazetecilerin dönme olasılığı üzerinden bazı noktalara değinmek isterim. 31 Mart seçimlerinin sonuçları hakkında çok boyutlu bir tartışma yürütülebilir. Ancak burada en beylik cümle ile özetlenebilecek durum şudur: ‘Yurttaş, Türkiye ittifakını siyasetçilerin rağmına sandıkta oluşturmuştur. Sandık ittifakı kurulmuştur.” AKP/MHP dikta iktidarı silleyi yemiştir. İktidarın gadrinden sıtkını sıyıran yurttaş, gidişe dur demiştir. Demiştir demesine ama iktidar bloku verilen mesajı almış mıdır? Her ne kadar dersimizi çalışacağız söylemleriyle demeçler verilse de bu, üzerinde durup düşünülmesi gereken bir konudur. Özellikle Kürt seçmen açısından bu seçimde üzerinde en çok kafa yorulan konu, yeni seçilen eşbaşkanların yerine kayyım atanıp atanmayacağı idi. Van’da olana bakarsak, iktidarın seçim yenilgisine rağmen kayyım politikasından vazgeçmeyeceği anlaşılıyor. Van’da kayyım hazırlıklarının seçimden önce yapıldığı ortaya çıkmış durumda. Eşbaşkan olarak seçilen eski HDP milletvekili Abdullah Zeydan, hakkındaki mahkumiyet nedeniyle memnu haklarının iadesi için Diyarbakır’da mahkemeye başvuruyor. Mahkeme Zeydan’ın başvurusuna olumlu yanıt verip haklarını iade ediyor. Ama 29 Mart günü mesai bitimine 5 dakika kala aynı mahkeme, UYAP üzerinden Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “görüldü” ibaresini yazmamasını gerekçe göstererek, kararı yeniden ele alıyor ve kendi verdiği bir önceki kararı ortadan kaldırıyor. Şimdi bu bir bürokratik işgüzarlık mı yoksa hata mı? İşgüzarlıksa hukuken hesap vermesi gerekenler vardır. Velev ki hata ise sırf bu hata nedeniyle bir kentin iradesi nasıl gasp edilebilir?
Van meselesini gazeteciler açısından değerlendirirsek bu denli hukuksuzluk varken, gazeteciler için daha özgürlükçü, demokratik bir ortamın varlığından da söz etmemiz mümkün görünmüyor. Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi gibi bir şey. Ülkesini terk etmek zorunda kalan gazetecilerin, bir süre daha başka ülkelerde haber yapıp Türkiye gündemini belirleyeceği anlaşılıyor. Çünkü silleyi yediği hâlde, antidemokratik şımarıklık gömleğini çıkarıp atmak isteyen bir iktidar görünmüyor ortada. Peki yurt dışına giden gazetecilerin meslekle veya ülkeyle olan bağları koptu mu veya kopar mı? Zinhar! Gazetecilerle ilgili pusudaki yakın tehlike…”
GÖÇ EDEN GAZETECİ CİHAN: TÜRKİYE-İSRAİL TİCARETİ HABERLERİNİ YAPABİLMEYİ YURT DIŞINDA OLMAMA BORÇLUYUM!
Türkiye’de 12 Nisan 2018’de Giresun’un Eynesil ilçesindeki evinin önünde yaralı bulunan ve kaldırıldığı hastanede yaşamını yitiren 11 yaşındaki Rabia Naz Vatan’ın “şüpheli ölümü” ile ilgili gerçeği ortaya çıkarmak için gerçekleştirdiği haberler nedeniyle tutuklanma riski olduğu için Avrupa’ya göç eden Gazeteci Metin Cihan, yerel seçimler sürecinde de Filistin-Gazze saldırıları yaşanırken Türkiye-İsrail arasındaki ticaretin devam ettiğine dair X platformundan yayımladığı belgeli haberleriyle gündem yarattı.
Fikir Gazetesi’ne konuşan Cihan, “bu haberleri hâlâ yapıyor olmamı yurt dışında olmama borçluyum.” diyor. Metin Cihan göç eden bir gazeteci olarak haber dosyamıza konuk oldu ve sorularımızı yanıtladı. Türkiye’de gazeteciliğin her zaman tehdit altında olduğunu belirten Cihan, “AKP öncesi dönemde gazeteciler hayatları da dâhil olmak üzere her zaman bedel ödemek zorunda kaldılar. Kötü günler geride kaldı, şimdi daha kötü günler yaşanıyor. Türkiye’de hakim olan holdinglere bağlı şirketlerce yönetilen gazetecilik anlayışı yerleşti hatta sahibi iktidar olan bir gazetecilik yaygınlaştı. Gazete gibi olmayan gazeteler ve gazeteci gibi olmayan gazetecilerin ülkesi oldu Türkiye. İktidarın borazancılığını yapıyorlar, halka doğru bilgiyi ulaştırmak, yolsuzlukları ortaya dökmek gibi bir faaliyetle hiç alakaları olmayan bir grup var medyada. Türkiye’de gazeteci olmak çok zor, gerçekten gazetecilik yapıp cezaevi tehdidi ile yüz yüze kalmayan insan yoktur. Şu an gerçekleştirdiğim haberleri yapabilmeyi yurt dışında olmama borçluyum. Yurt dışına çıktım, kendi kararımla sürgün hayatı yaşıyorum.” dedi.
31 Mart Yerel Seçimleri sürecinde Gazze savaşı devam ederken, Türkiye-İsrail arasında süren ticaretin belgelerini ortaya koyan haberler yapan Metin Cihan şunları söyledi: “20 yıldır toplumu, kendi tabanlarındaki insanları kandırmayı başarıyorlardı. İsrail-Filistin savaşı devam ederken, İsrail’le yapılan ticaretin ortaya çıkması, gerçeğin üstünü kapatamamaları seçime yaklaşırken de bunun dozunun yükselmesi bir etken oldu ve bu da seçim sonuçlarına etki etti. Aynı tabana hitap eden Yeniden Refah Partisi de bu durumu gördü ve seçim propagandasında kullandı ve bu da sandığa yansıdı. AKP tabanında yarılmaya neden oldu.”
Yerel seçim sonuçlarını ülkedeki gazeteciler açısından değerlendiren Cihan son olarak şöyle konuştu: “İktidar henüz değişmedi, zoraki olarak yurt dışına çıktım. Bir önceki dönemde yapılan seçimlerde, AKP iktidarının son bulacağını düşünüyordum. Ve dönme hayali kuruyordum. Ama dönemedim. Şimdi AKP yerel seçimlerde birinci parti olamadı. Ama yargı üzerindeki baskısı ve vesayet sistemi devam ediyor. Eskisinden daha güçsüz bir iktidar var bu sonuçlara göre. Daha özgür, daha demokratik bir ülke isteyen gazeteciler için daha özgür bir hareket alanının bu sonuçlarla bir nebze de olsa açıldığını söyleyebilirim.”
ARABACIOĞLU: GAZETECİLİK BENİM ÇOCUKLUK HAYALİMDİ!
İzmir’de günlük bir gazetede çalışan, hak haberciliği alanında ilerleyen ödüllü basın emekçisi Sıla Arabacıoğlu, bu mesleği nasıl seçtiğine, otosansüre, meslekte karşılaştığı zorluklara yönelik sorularımızı yanıtladı.
Arabacıoğlu, gazeteci olmanın çocukluk hayali olduğunu, hayatını bu amaç uğruna yönlendirdiğini belirterek şunları söyledi: “Uzun zamandır adaletsizliğin, hukuksuzluğun kol gezdiği bir dönemdeyiz. Her geçen gün dezavantajlı kesimlerin sorunları artıyor ve sesleri kısılmaya çalışılıyor. Ben tam da o kesimlerin sesinin kısılmasını engellemek, sesi çıkmayanların sesi olmak için gazetecilik yapmak istedim. Gazetecilerin yaşadıkları sorunlar artarken maalesef çözüm bulunamıyor. Çözümsüzlüğün nedeninin sendikalaşmanın düşük olmasına bağlıyorum. Benim çalıştığım gazete sendikalı ama sendikalı olmaktan çekinen gazeteci meslektaşlarım var. Sendikaların da eleştirilecek noktaları var ama dönüştürülüp değiştirilebileceklerine inanıyorum. Bunun da örgütlü mücadele ile mümkün olduğuna inanıyorum. Gazeteciler, mesleklerini yaparken birçok soruna parmak basıyor, insanların hayatlarına dokunuyor ama kendi sorunlarını çözebilmek için harekete geçmiyorlar. Bu durumu tersine çevirmeli hep birlikte mücadele etmeliyiz.” mesajı verdi.
Bir gazeteci olarak otosansür uygulayıp uygulamadığı sorumuza Sıla Arabacıoğlu, “Mesleğimi hedeflediğim doğrultuda yapabiliyorum. Gazeteciyi otosansüre götüren süreç, kurumlardaki sansür mekanizmasıdır. Gazeteciler sansürün olmadığı bir ortamda zaten kendilerine otosansür uygulamaya ihtiyaç duymaz. Aslında bahsetmek istediğim şey otosansürün tek başına gelişmediği, kurumlardaki silsile hâlindeki sansür uygulamaları ile ortaya çıktığı. Otosansür uygulamıyorum. Bunun nedeni de şu anda çalıştığım gazetede bir sansür uygulaması olmaması. Ben her ne kadar çalıştığım kurumdaki özgürlükten dolayı istediğim şekilde haber yapabilsem de maalesef farklı kurumlarda bundan yoksun arkadaşlarım olduğunu da biliyorum.” yanıtını verdi.
DUAYEN GAZETECİ AYGEN: GAZETECİLER DOĞRUYU SÖYLEMEKTEN ASLA VAZGEÇMESİN!
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi sinema bölümünden 1981 yılında mezun olan ve ardından gazetecilik mesleğine yönelen savaş muhabiri, araştırma görevlisi 65 yaşındaki duayen gazeteci Emre Aygen, hem yurt içinde hem de yurt dışında gazeteciliğe uzun yıllar emek veren bir basın emekçisi.
Romanya’da Nikolay Çavuşesku döneminde Sabah Gazetesi muhabiri olarak çalışırken kafasından vurulan ve ardından uzun süre komada kalan, sağlığına kavuştuktan sonra yılmadan çalışmaya devam eden Aygen, mesleğin bugün içinde bulunduğu duruma deneyimlerinden örnekler vererek ışık tuttu.
Aygen, Türkiye’de gazeteciliğin geldiği noktaya dair şu tespitlerde bulundu: “AKP iktidara geldiği andan başlayarak TRT ve Anadolu Ajansı da dâhil olmak üzere gazetelerin, televizyon kanallarının iktidarın birer parçası olması uğruna her şeyi yaptı ve başarılı oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1961 Anayasası’ndan kaynaklanan bir özerklik kanunu vardı. Bu ne demek? Yerel veya genel seçimlere katılan siyasi parti adaylarına, muhtarları da kapsayarak, hepsine TRT’de eşit sürede propaganda hakkı verilmesi demektir. Bu özerklik kuralları 12 Eylül darbesinden çok önce 1973’ten itibaren delinmeye başladı. Türkiye’de günümüzde basın kuruluşları çoğunlukla iktidardan yanadır. Ama tüm bunların oluşmasını sadece AKP iktidarına yüklemek de biraz yanlış olur. Bizim en büyük sıkıntımız Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü gelecek kuşaklara anlatamamış olmamızdır. Bugün geldiğimiz noktada bunun da payı olduğu kanaatindeyim. Gazetecilik hayatım boyunca cezaevine de girdim, birçok bedel ödedim. Ancak sanırım hiçbir dönemde medya bu kadar zapturapt altına alınmamıştır. Gazeteci etiğine bağlı olan çok değerli gazeteciler bulundukları kuruluşlardan atıldılar. İşsiz güçsüz bırakıldılar. Yaptıkları haberler, yazdıkları yazılar, paylaştıkları tweetler ve daha nice mesleki faaliyetleri nedeniyle hukuksuzlukla mücadele ettiler, ediyorlar. Yüksek cezalara çarptırıldılar, cezaevlerine kondular, tutuklandılar. Oysaki tek gerçek olan şey; gazetecilik suç değildir!”
Genç gazetecilere önerilerde bulunan Aygen, meslek hayatı boyunca gazeteci olarak hiçbir koşulda ve dönemde otosansür uygulamadığını ifade ederek şunları söyledi: “Genç gazeteciler okusunlar hep okusunlar. Araştırsınlar. Buldukları her şeyi okusunlar. Yazdıkları yazıdan, haberden, ekranda söylediklerinden her şeyden doğru ya da yanlış önce şeref duysunlar. Halka doğruları anlatmak için elimize kalemi alıyorduk, şimdi bilgisayarları alıyoruz. Ve bundan asla hiçbir şey için vazgeçmesinler. Türkiye’de gazeteciliğe emek veren, meslek ilkeleri doğrultusunda görev alan arkadaşlar çok şanslılar. Neden derseniz? Hollandalı olsaydık sabahtan akşama kadar ne konuşacaktık? Hollandalının bir derdi yok, ne derdi var ki bize bakınca. Haliyle oradaki gazeteciye malzeme de yok. Ama Türkiye böyle mi?”
Aygen genç meslektaşlarına şu kitapları önerdi: “Genç meslektaşlarım, Özgüden’in ‘Vatansız Gazeteci’ adlı iki ciltlik kitabını alıp okusunlar. Ayrıca benim de hocam olan Korkmaz Alemdar’ın ‘İstanbul (1875 – 1964) / Türkiye’de Yayımlanan Fransızca Bir Gazetenin Tarihi’ ve bir de Hazal Pabuçcu’nun ‘Cumhuriyet’in Dış Politikası Olaylar, Aktörler, Kurumlar 1923-2023’ kitaplarını mutlaka okumalılar.”
“HALK ANA MUHALEFETE DAHA NE YAPSIN!”
Türkiye’de pazar günü gerçekleştirilen 31 Mart Yerel Seçim sonuçlarını değerlendiren Emre Aygen, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in seçim sonrası katıldığı bir canlı yayında ‘kahramanlar gibi belediyeleri aldık’ dediğini ancak erken seçim sorusuna ise ‘öyle bir planımız’ yok şeklinde cevap vermesine tepki gösterdi. Aygen şunları söyledi: “Halkın 5 milyon imza toplayıp erken seçim olsun falan mı demelerini istiyorlar. Siz 22 yıllık AKP-MHP ittifakıyla oluşan iktidara karşı ilk kez bu seçimdeki gibi bir başarı elde edeceksiniz ve erken seçim niyetimiz yok diyeceksiniz. Ben CHP genel başkanı olsam, yapacağım ilk şey ne kadar milletvekilim var ise istifa sürecini başlatıp ülkeyi erken seçim sürecine sokmak olabilirdi. Anlaşılamayan bir trajedi var. Devlet Planlama Teşkilatı ortadan kaldırılarak ekonomi yönetimi iktidarın tekeline alınmıştır. O zaman Sayın Özel, ‘Ben Cumhurbaşkanı da olsam bu yaratılan ekonomik buhranın altından kalkamayız’ desin. Bu nasıl bir rezalet! Yerel seçim sonuçlarını ana muhalefet iyi okumalı ve iktidar olmayı hedeflemelidir. Ama niyetleri 4 yıl daha ana muhalefette kalmaksa o zaman ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik krizle mücadele etmeye cesaretleri yok demektir! Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik buhranın çözümüne yönelik hiçbir projeniz planınız yoksa o zaman Recep Tayyip Erdoğan bütün hayatı boyunca iktidar koltuğunda oturmaya devam edecek demektir.”
İGC BAŞKANI GAPPİ: BASKI REJİMİ İLE OTOSANSÜR YAYGINLAŞTI!
İzmir Gazeteciler Cemiyeti (İGC) Başkanı Dilek Gappi ile bağımsız gazetecilik, otosansür konusunu konuştuk. İGC Başkanı Gappi şunları söyledi: “Medya sektöründe gazeteci ailelerin hâkim olduğu bir medya yapılanması vardı. Son dönemlerde kamuoyunu öncelikle etkileyecek olan ulusal akımda tek seslilik oluştu. İş dünyası temsilcilerine kurumlar sırayla satılır hâle gelindi, karşılığında kamu ihaleleri verildi. Bunun bedelini de en çok gazeteci meslektaşlarımız ödedi. Medyadaki tekelleşme yüzde 90’lara vardı. Ulusal kanallarda yayın politikaları üstten şekillendirildi, medya eliyle bir toplum mühendisliği algısı başlatıldı. Sonuçlarını yerel medyada ayrı, ulusal medyada ayrı yaşadık. Birçok gazeteci; haberleri nedeniyle gözaltına alındı, tutuklamalar oluştu, hâlâ cezaevinde olan meslektaşlarımız var. Bu baskı rejimi ile otosansür sistemi yaygınlaştı. Bunlar yaklaşık son 22 yılda medyamızda gelinen konular oldu. Bizim öncelikli sorunumuz her zaman bağımsız gazetecilik sorunudur. Her zaman erk sahiplerinden istediğimiz şey, bağımsız gazetecilik yolunda bize gölge etmemeleridir. Bizim en büyük meselemiz budur.”
GAZETECİ HAMİDİ’DEN MESLEKTAŞLARINA BAŞUCU KİTABI!
Haber dosyamızda ayrıca gazeteciliğin başucu kitapları arasına girebilecek bir eseri de önermek istedik. Maltepe Üniversitesi Felsefe bölümü doktora öğrencisi, Gazeteci-Yazar Elif Şahin Hamidi’nin, “İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi” adlı kitabı, mesleğe yeni başlayacak olanlar, gazeteci olmak isteyenler ve bütün gazeteciler için faydalı bir kitap…
Hamidi’nin yüksek lisans tezini kitaplaştırmasıyla ortaya çıkan eserin giriş bölümünde şu cümlelere yer veriliyor: “Meslekteki sorunların temelinde, gazetecinin etik ve insan hakları bilgisinden yoksun olması yatıyor. Bir gazetecinin işini amacına ve işlevine uygun yapabilmesinin yolu, önce insan olmayı başarmasından geçer. İnsanlaşmayı başarmak ise etik bilgiyle mümkün olabilir. Gazetecilik mesleğinin insan haklarıyla ilgisini gösterebilmek için öncelikle insan haklarının ne olduğunu, neleri talep ettiğini ortaya koymaya çalıştım. Hak gazeteciliğinin ne olduğunu irdeledim ve bu gazetecilik anlayışının insan haklarının korunmasındaki rolünü ve gazetecilik mesleği için yol gösterici olup olamayacağını tartıştım. Hangi başlık altında gazetecilik yapıldığına bakılmaksızın, bütün gazetecilerin böyle bir eğitimden geçmesi gerektiğine dikkat çektim. Çünkü gazetecilik yaparken insanın değerini ve insan haklarını korumak, tek tek her gazetecinin sorumluluğudur.”