Tansu Çiller, DYP’ye genel başkan adayı olduğunda partinin esas lideri Süleyman Demirel Cumhurbaşkanıydı. Bir numaralı koltuğun sahibi olarak DYP’deki liderlik yarışının bütün sınırlarını çizmesi bekleniyordu üstelik. Ancak Çiller siyasal İslamcılığın rüzgârının getirdiği endişeyi bir sörf tahtası olarak kullandı. “Laik Türkiye’nin” ilk kadın lideri olarak DYP’nin genel başkanlık tahtına oturdu. Üstelik merkez sağdaki rakibi ANAP’ın politik vizyonunun da üzerine çıkarak yaptı bunu.
Meral Akşener, Çiller tipolojisinin peşinden giden kadındı. Onun hükümetinde kabineye girdi. Türkiye’nin en problemli görülen bakanlıklarından birinde koltuğa oturdu. İçişleri Bakanlığı yaptı. Bu görev, zaten milliyetçi olmayı getirmeliydi. Bu ön kabulle göreve başlayan Akşener 28 Şubat sürecini kucağında buldu. Herkes gibi 28 Şubatçılar ile siyasal İslamcılar arasında bir tercih yapması gerekiyordu. Muhsin Yazıcıoğlu gibi “İslamın sancağını” dik tutmayı tercih etti. Bu birçok ülkücü gibi Akşener’i de uzun vadede suyun üzerinde tutacaktı. 28 Şubat’ın 1000 gün dahi sürmeyeceğini görmüştü. Ayrıca 28 Şubatçıların “yağlı kazığa oturtma” tehdidini, kendisinin öngördüğü süre geçtikten sonra güzelce kullandı. Yönetenlerin bedel ödeme ritüeli Akşener için de gerçekleşmişti işte: Ödülü alma zamanıydı.
Gericiliğe ve ilericiliğe bakan iki yüz
Milliyetçiliğin iki yüzü vardır: Bunlardan biri geçmişe, diğeri geleceğe bakar. Türk milliyetçiliği bu iki yüzü çoğu zaman gericilik ve ilericilik olarak okur. Muhsin Yazıcıoğlu’nun İslamcılığı Türkçülüğün önüne koyabilmesi de İyi Parti liderliği için adaylık açıklayan Tolga Akalın’ın Cumhuriyetçiliği olduğunun altının çizilmesi de bundandır. Ülkücü liderler lazımsa gerici de olurlar, ilerici de. Konjonktüre de ihtiyaçları yoktur üstelik. Bu nedenlerden ötürü Türkiye’de dört ülkücü parti var: MHP, İyi Parti, Zafer Partisi ve BBP. Ayrıca ülkücülerin siyaset yaptığı iki büyük parti var: CHP ve AKP. Sadece DEM Parti’de siyaset yapamıyorlar. Eminim biraz istekli olsalar orada siyaset yapmanın da bir yolunu bulurlardı.
Meral Akşener, birçok partide ülkücü temsiliyetin önünü açan isimlerden biri. Öyle ki Ümit Özdağ, Koray Aydın ve Sinan Oğan’la birlikte MHP’de isyan bayrağı açmışlardı. Bu bayrak kısa süre içinde Devlet Bahçeli’nin MYK üyelerini bile saflaşmaya itmişti. “Bahçeli bugün yarın koltuktan iner” denilen günlerde iktidar partisi MHP’yi dizayn etmişti. Partinin yetkili kurullarında muhalifleri destekleyenler, devlet destekli birkaç ihale ve teşvikle Bahçeli’nin arkasına yeniden dizilmişlerdi. MHP’li muhalifler arasında sadece Oğan, Deniz Baykal’ı örnek alarak MHP’den uzaklaşmadı. Diğer muhalifler kısa sürede İyi Parti’yi kurdular. İyi Parti seküler, kentli ve milliyetçi bir partiydi. Ülkücü hareketin siyasi müdahalelerinin Türk milliyetçileri arasında sosyolojik bir kırılmayı getirdiğini görüyorlardı. Üstelik Akşener’in eğitimli beyaz yakalıları partiye katma çabası, bu kırılmayı güçlendirmişti. Bu kırılma MHP’yi de olabildiğince 1969 Adana büyük kongresinin muhafazakar kanadına itmişti üstelik. Türkiye’deki beka söylemi giderek derinleşmişti. İyi Parti’yle birlikte milliyetçiliğin “geleceğe bakan” yüzü ortaya çıktı.
Akşener’in bozulan insicamı
Akşener altılı masa kurulana kadar bir dizi zafer elde etmişti. Partinin her geçen gün büyümesi, halka açılan grup konuşmaları, CHP’ye yakın basın yayın kuruluşlarında yeterince yer alma, 2019 yılındaki yerel seçim zaferi ve artık iktidarı alma hazırlıkları. O kadar ki sosyal demokratlar ile milliyetçi demokratlar arasındaki kimya tutmuş, o sürecin en büyük çıktısı olarak Karadenizli ve Ankaralı; toplumsal kabullerinden sual olunmaz iki yiğit, anketlerde de bütün vücutlarıyla belirmişlerdi. Ancak bir sorun vardı: İyi Parti kulislerinde sıkça konuşulan, yüksek sesle birkaç kez ifade edilmiş ama teyit edilememiş bir sorun. Sosyal demokratlar ve milliyetçi demokratlar ittifakının bir kanadının “devlet nezdinde kabulü olmayan” bir tipolojiyi Cumhurbaşkanı adayı yapması pek mümkün değildi. Bu işin karartması olarak anketler kullanılmalıydı. Üstelik ittifakın sosyal demokrat kanadı kendini dayatmak için açıkça masaya yeni dört aktör çağırıyordu. Bu durum Akşener’in insicamını bütünüyle bozdu. Söz hakkı yüzde 50’den yüzde 16’ya düşmüştü birden. Cumhurbaşkanı adayı olmak isteyen Kılıçdaroğlu’nun “Halil İbrahim Sofrası” diye anlattığı ve hoşgörüye sığdırmaya çalıştığı altılı masanın tek fonksiyonu ise “uluslararası alandan bir kabul almaya” yetmesiydi. Bütün bu sahne, iki yüzü olan milliyetçilere “geçmişe bakma” hakkını verdi. Üstelik ittifakın sosyal demokrat kanadı “CHP ülkücüleri” grubunu kurmak için İyi Parti’nin altını boşaltıyorlardı. Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı adayı olmanın getirdiği güçle ülkücülere kadro dağıtmaya başlamıştı bile.
Asena racon kesiyor
İçişleri Bakanı, 28 Şubat mağduru, MHP’deki demokratik yarış isteyen, asena Meral masadan kalkmasının nelere mal olacağını biliyordu. Ayrıca hep öykündüğü ve bir türlü partisinde edinemediği CHP’li siyasetçi tipolojisinin hür ve müstakil bir yolla oluşabileceğini daha o gün hesap etmişti. Masaya geri dönerken muhalefet zaten bu seçimleri kaybetmişti bile. İyi Parti’nin bel bağladığı orta sınıflar böyle dağınık ve kaos görüntüsü veren bir yapıya oy veremezlerdi. Akşener hiçbir zaman partisinin tabanını katılaştıramamış, onu belirli bir hikâyenin parçası yapamamıştı. Ancak oyunu aldığı seçmen bloğunun geriden beridir bir Dersimliye oy vermeyeceğini biliyordu. Bunu ısrarla kaşımayı tercih etmişti. Asena, kızlar yurdunda koyduğu postaları artık sorumlusu olduğu üniversite katlarında koyuyordu.
Toplumsal muhalefet, kaybettiği seçimlerin şokuyla yerel seçimlere girerken Akşener’in partisi bol bol şikayetleneceği hür ve müstakil yolculuğuna başlamıştı bile. Bu yolculuğa inanan tek kişi de Akşener’di. Tuhaftır, Akşener’in ortaya koymaya çalıştığı hiçbir vizyon veya perspektifin altı parti kadroları tarafından doldurulamadı. Örneğin Akşener yerel seçim kampanyasının daha başında “İyi belediyecilik” iddiasını ortaya koymaya çalıştığında partisinin Ankara ve İzmir adayları CHP’li belediye başkan adayı rakiplerinin arkasındaki devasa boşluğa rağmen iyi belediyecilik yaklaşımın içini oradan doldurmaya çalışmadılar. Akşener’in genel seçimden önce CHP’yi eleştirmek için sarf ettiği “kurmay zeka yok” lafzı artık kendini sınıyordu. Üstelik bu kurmay zeka Ankara’da açıkça Mansur Yavaş’ı destekliyordu. Hatta kulislere düşen haberlere göre CHP’nin dış ilçe adaylarını Mansur Yavaş, Koray Aydın’la konuşarak yazıyordu.
Akşener, ne teşkilattan gelenlerle bir iş yapabilirdi ne de partiye getirdiği eğitimli beyaz yakalılarla. Müsavat Dervişoğlu gibi “aklı başında” birkaç isim dışında kimseye güvenemezdi. Milliyetçilerin geçmişe ve geleceğe dönebilen yüzü pek çok safhada kendilerine fayda getirmesine rağmen sosyolojik kırılma artık bunu bir ahlaki sorun olarak görüyor. Akşener’in gemisini yüzdürdüğü deniz de burada bitiyor işte.