Türkiye’de 2024 yılında ülkede hâlâ oturmuş bir iş güvenliği kültürü yok. Sadece yasa çıkarmak sorunu çözmüyor, daha etkili yöntemler bulmak gerekiyor. Uzmanlar Türkiye’deki iş cinayetlerini, nedenlerini ve yapılması gerekenleri anlattı.
Türkiye’de iş hukukunun gelişimi ve iş hukukuna dair düzenlemelerin tarihi epey eskiye uzanmasına rağmen Türkiye’de iş kazaları her geçen gün artmaya devam ediyor. 1936 yılında çıkarılan 3008 sayılı İş Kanunu, işçilerin haklarını ilk kez yasal güvenceye alması nedeniyle önemli bir gelişme olarak tarihte yer alıyor. Bu kanun, işçilerin haklarını yasal güvenceye almasına, yani çalışma sürelerini, ücretleri, iş sağlığı ve güvenliğini düzenleyen hükümler içermesine rağmen sendika ve toplu iş sözleşmesine ilişkin hükümlere yer vermemiş, grev ve lokavtı yasaklamıştı. Bu yasak, işçilerin haklarının korunması açısından eleştirilere de konu oldu.
4857 sayılı İş Kanunu ile iş sağlığı ve güvenliği alanında yeni bir düzenleme yapıldı. Bu kanun ile işverenin, çalışanların ve kamu kurum ve kuruluşlarının iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili yükümlülükleri ayrıntılı olarak düzenlendi. 2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı İş Kanunu ile iş sağlığı ve güvenliği alanında yeni bir bakış açısı getirildi. İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili en kapsamlı düzenleme olan 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 01 Ocak 2013 tarihi itibariyle yürürlüğe girdi. Kanun, işyerlerini tehlike sınıflarına göre çok tehlikeli, tehlikeli ve az tehlikeli olmak üzere üçe ayırmış. Bu sınıflandırmaya göre işverene ve çalışanlara farklı yükümlülükler yüklenmiş. Kanun ayrıca, iş kazaları ve meslek hastalıklarının bildirimini zorunlu kılıyor. Buna göre iş kazaları ve meslek hastalıkları, işveren tarafından Sosyal Güvenlik Kurumu’na en geç üç iş günü içinde bildirilmelidir.
Tüm bu kanunlara rağmen Türkiye’de iş yerleri bunlara yeterince uymuyor veya denetimler sıkı bir şekilde gerçekleştirilmiyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre Türkiye’de 2023 yılında toplam 1932 işçi hayatını kaybetti. 2024 yılının ocak ayında 158 işçi hayatını kaybederken, şubat ayında ise 144 işçi hayatını kaybetti. Motokuryeler, gemi söküm tesisleri, fabrikalar ve son olarak çocukların sermayenin elinde ölüme itildiği Mesleki Eğitim Merkezleri’nde (MESEM) yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Eylül ayından beri MESEM’lerde en az 8 çocuk çırak ya da stajyer olarak çalışırken öldü.
Türkiye’de büyük risk altında çalışan bir diğer meslek grubu ise motokuryeler. Kurye Hakları Derneği’nin açıkladığı 2023 Moto Kurye Ölümleri Raporu’na göre, en az 68 motokurye hayatını kaybetti. Raporda yer alan bilgilere göre, yaşamını yitiren kuryelerin büyük bir kısmı 19-28 yaş aralığında. İkisi 15 yaşında olmak üzere 3 çocuk, 19-28 yaş aralığında 35, 29-50 yaş aralığında 22, 51-63 yaş aralığında ise 3 kişi iş cinayetinde yaşamını yitirdi. 19-28 yaş aralığı, üniversite öğrenimi yaşındaki gençleri içeriyor. Hem okuyup hem de çalışmak hatta okulu bırakmak zorunda kalan üniversite öğrencilerinin sayısı her geçen gün artarken kuryelerin kaçının öğrenci olduğuna dair yeterli veri bulunmuyor. Yağışlı, sisli ve yer yer karlı havalarda yeterli ekipman sağlanamamasının kaza ve ölümleri artırdığı tespit edildi.
MOTOKURYELER ÇÖZÜM ÖNERİLERİNİ SIRALADI
Raporda çözüm önerileri şöyle sıralandı:
“-Motokuryelik mesleğinin ‘Çok Tehlikeli Meslekler’ sınıfına dâhil edilmesi, çalışma koşullarının denetlenmesi, mesleki yeterlilik ve güvenli sürüş belgesi olmayan kuryelerin çalıştırılmaması gerekiyor.
-Yasal ve insani koşulları aşan çalışma saatleri, çocuk yaşta işçi çalıştırma, kayıt dışı çalıştırma gibi uygulamaların önüne geçilmesi elzem.
-Yolların ve trafiğin motosiklet sürücülerine uygun hâle getirilmesi, motosikletlerin diğer araç sürücüleri tarafından fark edilmesi büyük önem taşıyor.
-Kazalarda ağır yaralanma ve ölümlere neden olan, motorcuların ‘katil bariyer’ diye adlandırdıkları bariyerlerin ‘Motorcu Dostu Bariyerler’e dönüştürülmesi için kapsamlı çalışmaların yapılması, yol bakım, ışıklandırma, uyarıcı levhalar konusundaki denetimlerin sıkılaştırılması gerekiyor.
-Motosikletliler için özel şeritli yolların pilot bölgelerde hayat geçirilmesi ve yaygınlaştırılması da kuryelerin güvenliği açısından hayati önem taşıyor.
-Sigortasız ve ehliyetsiz kurye çalıştırılmaması; kendi hesabına çalışan esnaf-kuryeler ile şirketlerin yaptığı sözleşmelerin motokuryeleri güvencesizleştiren maddelerden arındırılması önem arz ediyor.
-Motokurye ölümlerine dair davalarda etkin soruşturmaların yapılması, “taksirle ölüme neden olma” maddesine dayanak gösterilerek düşük cezaların verilmesi ve neredeyse hiç tutuklanmanın olmaması üzerinde durulmalı, kurye ölümlerinde cezasızlık değil vicdanları rahatlatacak hukuki düzenlemelerin yapılması gerekiyor.
-Motokuryelerin de olumsuz hava koşullarında siparişe çıkmaya zorlayan patronların baskısına karşı 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 13. Maddesi’ndeki ciddi ve tehlikeli durumlarda ‘çalışmaktan kaçınma hakkı’nı kullanmaktan çekinmemesi gerekiyor.”
GEMİ SÖKÜM TESİSLERİ
Ekonomik ömrünü tüketen gemilerin hurdaya ayrılmayarak geri dönüşüm için söküm işlemi yapılması ve söküm sonucunda parçaların farklı alanlarda kullanılabilmesi, gemi söküm işlemi sayesinde mümkün olmaktadır. Türkiye’de bu işlem sadece İzmir’in Aliağa ilçesinde yapılıyor. Gemi inşa etmek için birçok tehlikeli maddenin kullanıldığı bilinmektedir. Bunlar; asbest, polychlorinated biphenyls (PCB), tributyltin (TBT) gibi toksik boya ve diğer ağır metallerdir. Bu maddelerin çoğu yasaklanmış ve kısıtlanmış olsa dahi 30-40 yıl önceki gemilerin üretiminde söz konusu maddeler kullanılmıştır. Ayrıca yakıldıklarında tehlikeli gaz ortaya çıkaran kimyasallar da tehlike oluşturmaktadır. Bu açıdan gemi söküm işçileri birçok etken nedeniyle iş kazalarıyla karşılaşma riski altındadır. Bunun sonucunda yaralanma, ölüm ve hastalıklarla karşılaşma ihtimalleri bulunmaktadır.
Örneğin, yangın-patlama, kapalı kalma/sıkışma, elektrik çarpması, kablo-halat-zincir kopmaları, asbest lifleri/tozları, ağır toksik metaller, basınç altında sıkışmış gaz, radyasyon, makinelerin güvenlik koruyucu eksikliği, makine ve ekipmanların kötü bakımı, toksik deniz organizmaları, gemideki haşere ve zararlı böceklerden gelen bulaşıcı hastalıklar, tüberküloz, sıtma ve solunumla bulaşan bulaşıcı hastalıklar gibi birçok faktör, gemi söküm işçilerinin çalışma koşullarının risk durumunu çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Ayrıca düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, yetersiz acil-ilk yardım-kurtarma tesisleri, yetersiz sağlık tesisleri, güvenlik ve sağlık eğitimi eksiklikleri ve zihinsel stres gibi birçok psikolojik/sosyal faktör de işçilerin çalışma koşulları açısından riski artıran unsurlardır.
STK Gemi Söküm Platformu tarafından hazırlanan raporda, araştırma sırasında görüşülen bazı işçiler çalışma koşullarını şu şekilde anlattı: “Yeterli koruyucu ekipman yok. Toz maskeleri takıyoruz. Bu güvenli ve yeterli değil. Gözlük ve siperliklerde sorun yok ama maske takmak isteyen takıyor, istemeyen takmıyor. Umursamıyorlar. Birçok kez filtreli maske istediğimi söyledim ama alamadım. Bazen gemiden eski maskeler bulup takıyoruz ama ne kadar koruyucu oldukları belli değil.”
“Eldivenler temin ediliyor. Haftada istediğimiz kadar eldiven alabiliyoruz. Ama filtreli maske yok. Toz maskesi veriyorlar. Filtre maskesi istedik ama vermediler.”
“Ekipman kullanımı konusunda eğitim veriliyor, ancak ekipman bize sadece bir denetim olduğunda veriliyor. Ekipmanla kesim yapmak daha uzun sürdüğü için vermiyorlar. Çoğu tesis böyle.”
STK Gemi Söküm Platformu (NGO Shipbreaking Platform) Politika Sorumlusu Avukat Ekin Sakin, “Gemi söküm tesisleri çok tehlikeli işyeri statüsünde. Bu yüzden yapılan iş başlı başına büyük riskler barındırıyor. Kazaları yerinde önlemek için en temelinde iş sağlığı ve güvenliği kurallarına objektif ve tarafsız olarak sıkı bir şekilde uyulması gereklidir. İş güvenliğine dair izleme ve denetim faaliyetlerinin daha etkin kılınması gereklidir. Ancak Aliağa’daki geri dönüşüm tesisleri daha yakından incelendiğinde, İSG standartlarının kapsamlı bir şekilde uygulanmasını engelleyen önemli yapısal sorunların da olduğu görülmektedir. Bunlar aslında İSG kurallarına uyulmasının önemi dışında pek çok konuya işaret ediyor. Yetkili bakanlıkların operasyonel süreçleri yakından, gerçekçi ve şeffaf bir şekilde takip etmesi çok önemli.” dedi.
2026 YILI SEKTÖRÜN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ İÇİN İDEAL BİR ZAMANLAMA
Aliağa’da yaşanan kazaların esas nedenlerinin araştırılmasının kazaların önlenmesi açısından kritik önem taşıdığını vurgulayan Sakin, “Gemi söküm tesislerinde yaşanan kazaların sonuçları genelde işçiye yükleniyor. Kaza sonrasında tesisin rolü, çalışma koşulları kapsamında değerlendirilmiyor. Soruşturmaların yüzeysel kalması, kök neden analizlerine engel olmaktadır. Bu kapsamda derinlemesine iş güvenliği ve mesleki izleme çalışmalarına ihtiyaç vardır. Sağlam güvenlik politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması; kazaların, ramak kalaların ve hastalıkların sistematik olarak kayıt altına alınması gereklidir. Kaza riskinin en aza indirilmesi, ileri teknolojilerin kullanılması, işletme koşullarının iyileştirilmesi ve güçlü bir güvenlik kültürünü bir araya getiren bütünsel bir yaklaşımı gerektirir. Aliağa’daki gemi söküm tesislerinin kullandığı alan TOKİ’ye ait ve TOKİ ile olan kira sözleşmeleri 2026 yılında sona eriyor. Bölgede gemi geri dönüşümde daha iyi uygulamaların hayata geçirilmesini sağlamak amacıyla gemi geri dönüşüm sektörünün gözden geçirilmesi için ideal bir zamanlamadır.” diye konuştu.
Akademisyen Aslı Odman, “İşçi sağlığı ve iş güvenliği uygulama veya önlemlerinden bahsetmek yerine esasında işçi sağlığı ve iş güvenliğine yatırımlardan bahsetmek gerekecek. İşçi sağlığı ve iş güvenliği yatırımlarının her zaman kâr getirici yatırımlara ket vuracağı düşünülüyor. O yüzden esasında işletmenin ölçeği ne olursa olsun çalışmanın ana amacına ters düşen bir yavaşlatma, masraf gibi görülüyor. Bunlar, tekrar altını çiziyorum işverenlerin, patronların niyetlerinden bağımsız bir durum. Bunu da bir sektör üzerinden somutlayabiliriz. Mesela inşaat sektöründe somutlayalım. İnşaat sektöründe irili ufaklı pek çok işletme var. Türkiye’de sayısı 300 ila 400 bine varan müteahhidi de ele alsanız, iş cinayetlerinin yalnızca küçük müteahhit firmalar bünyesinde yaşanmadığını görüyoruz. Yalnızca oralarda nedenler çok daha çabuk anlaşılabilir oluyor. Enflasyoner ortamda ve sürekli döviz krizi yaşayan bir ülkede işte inşaat demirinin, çimentonun fiyatı artmadan nihayete erdirilmek istenmektedir ve ne kadar çabuk teslim ederse bu evleri veya kalan alacağını toplayacaktır. İmar ile ilgili imkanlar da hemen değişebilir. Belediye kafa kola alınmışsa hemen eyleme geçmeli, belki de beklenen imar affına yetiştirmelidir. Bu hız öldürücü bir hız demeliyiz. İkincisi de dediğimiz gibi işçi sağlığı ve güvenliği bir yatırım alanıdır. Yani düzgün bir iskelenin yapılması, hem işi yavaşlatacak hem de bir yandan da masraf teşkil edecektir. Bunun karşılığında uzuv kaybı, ruh sağlığı kaybı veya hatta can kaybının bile bedelinin şirket muhasebesinde ciddi bir şey tutmadığını görüyoruz.” dedi.
İŞÇİLER İLKEL NEDENLERLE ÖLÜYOR
Odman, “Türkiye’deki işçi sağlığı, iş güvenliği yatırımları yapılmasının önüne geçen bir kapitalist desen, sektör deseni, bir çalışma, rekabetle çalışma, bir sürekli ekonomik krizle destabilize olmuş zeminde insan bedeninden çalarak, insan ömründen çalarak, doğayı doğrudan yağmalayarak kazanmaya devam eden bir yapı görüyorum. Bu işin yatırımlarla rekabetli sermaye ile ilgili kısmı bu ise, işte devlette üçlü rolünü oynuyor. İşçi sağlığı, iş güvenliği önlemlerinin alınması, yatırımların yapılması kanunlarca mecburi kılınmış devletin sosyal devlet rolü, işçi ve işveren arasındaki eşitliği sağlamak için eşitsiz ilişkiyi tersine döndürmek, kamu güvenliği açısından her türlü hukuk içerisinde işte canın kutsallığını gözetmek açısından vb. hepsi belirlenmiş. İster İş Hukukunu alın, ister Ceza Hukukunu alın, ister Anayasayı alın. Devlette bunun üç farklı ayağı var: Birincisi var olan yasaları uygulatması için iş denetim sistemini tamamen devreden çıkarttı, iş müfettişlerini sahalardan çekti. İkincisi, İSİG alanını birbirinden kopuk uzmanlıklara ve derecelere bölerek kendisi de sağlık güvenlik piyasası alanını mevzuat eliyle kuruldu. İşte bunların Organize Sağlık Güvenlik Birimlerinde, İSİG hizmetleri satılır oldu. Bütün bu uzmanların ki sayıları 150 bini aşan bu uzmanların özerkliği imkânsız hâle geldi. Bu, tam başlı başına bir piyasa oldu. Mevzuatla sadece düzenlenen değil bizatihi oluşturulmuş bir piyasa. Yeni bir piyasa yaratırken İSİG diye diye İSİG’in ana hatları, ana ilkeleri, aynı kriterleri tepelenmiş oldu diyebiliriz. Bırakın iş cinayetlerini, meslek hastalıklarını azaltmak, esasında bütün bunların yoğunluğu ile bir piyasanın daha oluşmasına yer açtı devlet bu açıdan. Mevzuatı bir piyasa oluşturucu olarak kullanıyor. Mevzuatın içinin dolmasının, uygulanmasının önü kesildi, ne iş müfettişleri özerk ne de yargı bağımsız. Böyle bir ölümcül ittifak içerisinde daha fazla işçinin ve çok mükerrer, ilkel nedenlerle sürekli öldüğünü görüyoruz.” diye konuştu.
İŞÇİ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ ÖRGÜTLENME ALANI OLMALI
Türkiye’de işçi sağlığı, iş güvenliği stratejisinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili de konuşan Odman, şunları söyledi: “İşçi sağlığı, iş güvenliğine ilgili en önemli bilgi, işçinin kendisinde bulunan, kendi beden, ruh, biyolojik sınırlarına dair bilgi. Neyin risk arz ettiğini, günün hangi saatinde, hangi malzemenin etkisinin ne olduğunun bilgisi, o beden bilgisi işçide var. Çalışma ortamı kolektif bir ortam olduğu için bu kolektif bir sınıf bilgisi esasında. Burada en önemlisi işçi sağlığı ve iş güvenliğini bir örgütlenme alanı olarak kurmak ve örgütlü bir mücadele götürmek. Devlet ve sermaye nasıl alanı piyasa olarak kurduysa, sınıf da örgütlenme alanı olarak her şeyiyle, bilgisi, hukuku, sözü, eylemi ile kurmalı. İkincisi, dediğimiz gibi buna sınır koyacak kamu otoritesine baskı yapmak, mevzuatın ruhu ile kamu otoritesinin gösterdiği sorumlulukların içini doldurmak için emsal davaları yüklenmemiz gerekiyor. İşçi sağlık ve iş güvenliği alanını, bir örgütlenme alanı olarak sendikalar ve tüm işçi örgütlenmelerin önüne koymamız gerekiyor.”
İşçi sağlığı ve iş güvenliği politikalarıyla ilgili yerel yönetimlerin pek çok sorumluluğu ve yetkisi olduğunu belirten Odman, “Organik olarak sermaye ile ilişkilerini bildiğimiz, sermaye ile ilişkileri nedeniyle işçi sağlığı, iş güvenliği konusunda gerici, sınıfının gerektirdiği gibi davranmış olan AKP belediyelerinin pek çoğunun CHP’ye geçtiği dönemde CHP’yi bu konuda çok ciddi bir şekilde sorumluluğa davet etmemiz gerektiği için de çok önem veriyorum. Sosyal politikanın en önemli noktalarından biri. Günde, 20 ila 30 insanın hayatını alan, çalışma kaynaklı iş cinayetlerinin yerel bazdaki yetkilerle azaltılması çok muhtemel. Şimdiye kadar bununla ilgili belediyelerin bunu bir politika alanı olarak tanımladığını herhangi bir seçim öncesinde görmedik. Örneğin İBB’yi alırsak Türkiye’deki cirosu en yüksek işletme İBB’dir. Burada fiili bir sorumluluğu var. İtfaiyesi, çöpçüsü, yeniden dönüşüm işçisi, arıtma tesisleri yani bir sürü kendi alanında bir çalışan memuru var. Bir de işçi statüsünde çalışanlara yönelik bir işveren olarak işçi sağlığı güvenliği alanındaki özen yükümlülüklerini bir model teşkil edecek şekilde üstlenmeli. Yani yatırımlarını yapmalı. İşte metro şoförlerinden vatmanlara kadar otobüs şoförlerine kadar çalışma süreleri, mobbing karşıtı, emek rejiminin parçası olarak kullanılan cinsel taciz… Bütün bunlar da dâhil olmak üzere her bütünsel anlamda ruhla bedenin aynı anda, kazayla hastalığı aynı anda ele alan bir işçi sağlığı güvenliği modeli geliştiren örnek bir işveren olarak olmak ve gözükmek durumunda.” ifadelerini kullandı.
BELEDİYELER DENETLEMELİ
Belediyelerin iştiraklerinde ihale açtığını, ihaleyi alan müteahhitten de sorumluğu olduğunu ve ihaleleri alan şirketlerin sistemlerinin denetlenmesi gerektiğinin altını çizen Odman, “Her zaman taşeronlara bu riskler aktarılıyor. Belediyeler bir kamu kurumu olarak bunu yapmamalı ve bütün ihaleyi alan taşeron şirketlerinde şantiyelerin işçi sağlığı güvenlik standartlarını tek elden ana işveren olarak belirlemeli. Sömürü ortamında üretilen işçi sağlığı ve güvenliği tedbirleri almadığı bilinen iş cinayetleriyle öne çıkmış şirketlerle ilişkisini kesebilir. İyi üretim süreçlerinde üretilen malları destekleyebilir. Dikili Agrobay direnişini düşünün; tarımından, sanayi ürünlerine kadar, inşaat malzemelerine kadar doğayı yıkan işçileri sömürüldüğü bilinen kalemlerle bir kara liste ve bir de örnek liste yapabilir. Bir yandan da denetleyici olarak özel ve diğer kamu sektörü iş yerlerinde ve halk sağlığı alanında pozitif eylem yükümlülükleri var. Bu yalnızca zabıta denetimi değil, işte merdiven altı atölyeler, merdiven altı diskolar. Beşiktaş mesela bunların örneklerinden biriydi. Bir yandan da her zaman kapısını çaldık ama şimdiye kadar hiçbir belediyeden yanıt alamadık. Asbest meselesi, kentsel dönüşüm, depremde konuşmaya başlamış olsak bile 2012’den beri Türkiye’de yaklaşık her gün 200-250 bina yıkılmış. Bunun ciddi bir kısmı İstanbul’da. Yani bunların hepsinde belediyelerin yetkisi var. Asbest envanterlerinin kâğıt üstünde kalmaması için çok ciddi bir hak sağlık sorunu olan asbestli liflerin vahşi yıkım sırasında ortaya salımını engelleyecek halk sağlığı önceliklerini önüne koyabilir. Bunun için belediyelerin, büyükşehir belediyelerin, büyükşehir belediyelerle ilişki olan ilçe belediyelerin elinde çok büyük imkânlar var.” dedi.
Davutpaşa patlamasını hatırlatan Odman, “Davutpaşa davasını sonuna kadar götürdü yakınlarını kaybeden Adalet arayan işçi aileleri. Davutpaşa davasında mesela Zeytinburnu Belediye Başkanı, imar müdürü, zabıta müdürü, İSKİ sorumlularını sanık sandalyesinde oturtabildiler. Kamu görevlileri, kayıpları karşılayacak derecede bir ceza almasalar bile çok önemli bir davaydı. Benzer bir şekilde mesela Özel Doğu Hastanesi’nde 17 yaşında bir işçi, hastane panosu asmaya çalışırken yüksek gerilim hattına eliyle dokunuyor. Öğreniyoruz ki Esenyurt Belediyesi gerilim hattını olması gerektiğinden daha düşük alçak bir yere koymuş. Devletin bazen görevi kötüye kullandığını, bazen de pozitif eylem hükümlülüğünü yerine getirmediğini görüyoruz.” dedi.
Odman, şunları dile getirdi: “Asbest ve kentsel dönüşüm konusunda birkaç belediyede en azından yasayı uygular gibi yapmasına rağmen ne İBB çapında ne de belediyelerde bu işin gerektirdiği ciddiyeti görmüyoruz. Asbest çok ciddi bir kanserojen, 10 ila 40 sene sonra yol açtığı ölümcül hastalıklar ortaya çıktığı için biz bunun bir nevi “salgınını” daha sonra yaşayacağız ve o yüzden bu kısa vadeli seçim ekonomisinde bir konu olamıyor. Ne kadar altını çizsek o kadar az. Burada hem bir halk sağlığı hem bütün bunlara maruz kalan işçi sağlığı söz konusu. Bir sürü imkân, bir sürü sorumluluk burada üst üste birikiyor. İstanbul üzerinde sorarsanız da Marmara Denizi’nin ölümünü, müsilajını yaşadığınız dönemde bu deşarjla ilgili meselelerde İBB ve İSKİ’nin, isterse başka belediyelerden geliyor olsun, artık ciddi bir sorumluluğu da var. Bütün bunlar hem buralarda çalışan işçilerin işçi sağlığı hem de bunlara maruz kalanların halk sağlığı anlamına geliyor.”