Kentlerin Öteki Belleği – I

Her dönem kendi ötekisini yaratır. “Benden olmayan” her kim ya da ne ise kolayca öteki olabilir. Ötekiliğin filizine ışığı ve can suyunu gündelik siyaset verir. Bu hızlıca toplumun kılcallarına yayılır, normalleşir, meşrulaşır. Her ne geldiyse başımıza, o “öteki” yapmıştır. Bunu kabul etmek, konfor alanıdır. Buna yön veren gündelik siyaset, bunun belleğini de inşa eder. Yüz yıldır dönem dönem ötekilerin değiştiği olmuştur, dolayısıyla bellek de iktidarlar eliyle dönem dönem şekillenir, kullanılır. Her kentin belleği vardır, ayrıca belleğin ve gündelik siyasetin dinamizminden oluşmuş, arda atılmış, yer yer kullanışlı öteki bellekleri vardır. Bu belleklere genelde dokunulmaz, dokunulması istenmez. Hoş karşılanmaz. Dolayısıyla hakkında susulur, susulması istenir. Dile getirene kötü gözle bakılır. Kentlerin öteki belleği de öyledir. Hayalet olur, şehrin sokaklarında dolaşır.  

İzmir yangını İzmir’in öteki belleğinin ortasına oturur mesela. Şehrin belleği biraz yanık kokar. Olayın sen yaktın, ben yaktım kavgasından öte bir tartışmaya ihtiyacı varken, sıkışır kalır. Turnasol görevi görür. Yangın, Anadolu coğrafyasının yabancı olduğu bir mevzu da değildir üstelik. Kent yakmak, kendi içerisinde ideoloji barındıran bir imha yöntemidir. Bazı şeylerin “izlerini silmek”, bazı durumlar sonrasında ortaya çıkanı “temizlemek”, bir ayaklanmayı ateşlemek, bazı belge-bilgi odaklı kanıtları “yok etmek”, meşru yoldan boşaltılmayan yeri kundaklayarak “boşaltmak”, istenmeyen bir grubun izlerini silerek hayatta kalma imkânlarını “ortadan kaldırmak” amaçlarıyla yangın çıkartılabilir. Üstelik yangın, hayali cemaatler için mit inşa etme konusunda yardımcı da olur. O kent, o kentin yeni halkı, yeni sahipleri ya da mağdurları, tarih yazımı her nasıl itham ediyorsa onları, anka kuşu gibi küllerinden doğduklarının hikâyesi yazılır (Shama, 1995:9). Bir kül cehenneminden cennet yaratıldığı söylenir. Cumhuriyet’in hemen öncesinden itibaren Anadolu coğrafyası da bu hikâyelerle yükselir. Amasya Selağzı Mahallesi, Kastamonu Cebrail mahallesi, Tokat Çarşısı, Diyarbakır Hububat Pazarı, Edirne Kaleiçi, Bandırma Preme Köyü, İzmit Ermeni Mahallesi, Adana Haçin, Tire Rum Mahallesi, Ankara Hristiyan Mahallesi, Ayvalık, Erdek, Sinop, İstanbul Fatih, Gelibolu, Tire, Bafra ve Havza yangınları arşivlerde karşılaşılan yangınlardır örneğin (Etöz & Esin, 2012).

Peki İzmir’e bakacak olursak; Yangınla mı başlar ya da biter her şey İzmir’in belleğinde? 8500 yıllık tarihi olan, üç kere kurulan, sonuncusunda bir rüya üzerine inşa edilen, Roma, Bizans, Beylikler, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti görüp bir dönem Akdeniz’in en önemli liman kenti olan, her milletin gelip geçtiği kocaman bir kapı görevi gören bir kentin belleği, gündelik siyasete ne kadar yenik düşer? İzmir, Türkiye için kuruluşun şehridir. Bu kuruluş bir ulus-devlet olduğundan, muhteviyatı gereğince milliyetçi bakış açısına sahiptir. Bu çerçevede Türk ve Müslüman olmayanın belli ölçüde “öteki” olduğu dönemlerde İzmir farklı bir konumda değildir. Peki, hakikatten İzmir öyle midir? Hangi yerleşim, tarih boyunca tek bir millet tarafından yönetilebilir? Hangi yerleşimde sadece tek bir milletin kültürel miras ögeleri vardır? Elbette bu mümkün değildir. Hele Akdeniz’in en önemli liman kenti olmuş bir kentte bu hiç mümkün değildir. Buna İzmir’de itiraz edecek kimse yoktur zaten. Peki, biz bugün Ermeni mahallesinden (Haynots), Rum mahallelerinden (Aya Nikola, Aya Dimitrios, Vukolos, Fasula, Şinadika, Aya Katerini, Punta, Aya Ioanni, Hacı Franko, Pano Mahala vd.) Yahudi mahallelerinden (Chavez, Sansino, Bene İsrail, vd.) Levantenlerden, İzmir yangınından neden öyle yüksek sesle bahsedemiyoruz? Bahsedilmeyince bilgi kaybolmuyor. Orada bir yerlerde, sokaklarda, bazılarının kitap aralarında, en kötü fikirlerde durmaya devam ediyor ama gündelik siyasetin nefret diline bir bariyer oluşturamıyor. Bu sebeple öteki bellenmiş bu tarihten söz etmek, gündeme getirmek, nefrete ve düşman yaratımına muktedir gündelik siyaset diline karşı bir mücadele olacak, bir arada yaşamın mümkün olduğunu, bunun şimdi yaşadığımız mahallelerde zamanında yaşandığını hatırlatacaktır.

Elbette bugün olduğu gibi geçmişte de her şey güllük gülistanlık değildi. İzmir’in şatafatlı olduğu, farklı grupların yaşadığı, ticaretin zirve yaptığı dönemlerde de gruplar arasında sorunlar vardı. Zaten işin içinde ticaret vardı, sermaye vardı. Dolayısıyla safsatalar üzerinden bir arada yaşamı zedeleyebilecek olaylar da cereyan etti. Örneğin 1859 yılında gerçekleşen “kan iftirası” olayında Hıristiyan ve Yahudi gruplar arasında çatışma yaşandı. Yahudiler için geceleri çocukları kaçırıp öldürdükleri, tohum ektikleri yerlerin kuruduğu, “kayığa binseler deniz hareketsiz kalır” gibi yersiz ve nefret kokan inançlar vardı. Şehre gelen yabancı gezginlerin Müslümanlar için pis olduklarına, güvensiz olduklarına, cahil olduklarına dair olumsuz ithamlar, gayrimüslimlerin Müslümanları dışladıklarına dair görüşler de vardı. Rumların kendilerini şehrin sahibi gibi görüp davrandığına dair notlar da vardı. Aslında bugün insana dair ne varsa o gün de vardı. Fakat buna rağmen birlikte yaşamın inşası sağlanabilmiş, kültürleşme yaşanabilmişti. Yahudi halk kullanabilsin diye hamamların bazılarında arınma havuzu olan mikveler yapılmıştı. Rum tatlısı Kurkubinya yeniliyor, Yahudi içeceği Sübye tüketiliyordu. Sokaklarda farklı diller duyuluyor, kimse bunu yabancılamıyordu.

İzmir’in öteki belleği, yaşıyor. Sokaklarda dolaşıyor. Sadece biraz is kokuyor İzmir. Biraz dikkat kesilseniz ladino duyarsınız, Smyrneika gelir kulağınıza. Buraların dilleri, şarkıları hâlâ buralardadır. Bunları konuşacak, sermayeyi, emperyalizmi insanların dillerinden, dinlerinden ve bir arada yaşam becerilerinden ayırabilecek insanlar da buralardadır. Yerel yönetimlerin bu noktada devreye girip, öteki denmiş o belleğin üstündeki tozu kaldıracak çalışmalara yönelmesi gerekir. Frenk sokağının tam olarak nereden geçtiği belki bilinmez, oysa Kıbrıs Şehitleri Caddesi yangından etkilenmemiş parçasıdır o caddenin. Bir tabelayı çok görürler. Toplumcu bir bakış açısıyla, yerel yönetimlerin yapabileceği, İzmir’in tarihinden hareketle, bir arada yaşanabileceğini örneklerle bugüne taşımak ve hatırlatmaktır. Susan Sontag’ın dediği gibi anlamak hatırlamaktan daha önemlidir ama önce hatırlamak gerekir. Tüm o anlam inşasını, çok değil, 150 yıl geriye giderek yapabiliriz. Dario Moreno’yu Karataş’ta dinlediğimiz gibi, Madam Amati’yi Alsancak sokaklarında, Stephan Elmas’ı Kahramanlar’da dinleyebiliriz. Çünkü müziklerinde İzmir vardır. Yeniden bir başlangıç değil belki ama yenilenmiş bir başlangıç iyi olur ikinci yüzyılda. Bir arada, daha güçlü, daha zengin. Bu coğrafyanın ezgisinde, farklı dillerden sözcüklerle yeni bir türkü tutturulabilir.  

Etöz Z. ve Esin T. (2012) Osmanlı Şehir Yangınları, 1914-1918. Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, 14, 9-52.

Shama, S. (1995). Landscape and Memory. New York: A.A. Knopf.