Kentlerin Öteki Belleği – III

Öteki’nin tarihi oldukça eski. Belki gündelik siyaseti şekillendiren ve dolayısıyla gündelik yaşama sokulan öteki dilinin en kötü 100 senesi olduğunu söyleyebiliriz. Onun bile kökenleri kim bilir nerelere gider. Bu noktada ortaklaşabileceğimiz meseleye yabancılık hâli diyebiliriz. Kişinin yabancı olması, bir kişiye yabancı olmak… Genelde yeni gelen yabancıdır. Hem geldiği yere hem de geldiği yerdeki insanlara. İnsanlar o yabancıyı, yabanlığı fark ederler hatta fark ettirirler. Mesela babam İzmir’e geldiğinde çocuk yaştaymış. Ayakkabı da boyamış, su da satmış. Türkçesi pek iyi değil diye tokat da yemiş çalıştığı yerin sahibinden. Esmer diye “kara çocuk” derlermiş. Kimisi pek severmiş fakat çoğundan o sevgiyi görmemiş. Uzaklardan gelen bir çocuk için kendisine göre çok büyük bir şehirde, suyun üzerinde demir yığınları nasıl duruyor diye şaşırır, saatlerce vapurları izlermiş. 50 sene oluyor şimdi geleli. Kısmen hâlâ yabancı. Başkası demese bile ara sıra hatırlıyor yaşadıklarını. Daha da esmer görülmemek için fazla güneşte durmak istememesi belki o dönemden yadigâr. Peki, ne kadar dâhil kentin kararlarına? Ne kadar dahil edilmiş? Hâlâ ne kadar yabancı herkese, yaşadığı yer dâhil, her şeye? 

Kentlerin öteki belleğine, bellek ve nostalji meselesine toplumcu bir yerden bakmak gerektiğinde gözden kaçan temel şeylerden biri kentlerin yabancıları, dolayısıyla göçler. Özellikle iç göçler, zamanının belirleyicisi olduğunu gösteriyor. Örneğin Türkiye’de iç göç, Batı’da olduğu gibi sanayiye bağlı olarak gelişmedi. 1950’li yıllarda kırdan kente olan yoğun göç yeterli endüstri olmaması nedeni ile kentleşmenin sanayileşme olmadan gerçekleşmesine ve “kent köylüsü” kavramının oluşmasına yol açtı.  Özellikle  tarımsal modernleşmenin başladığı 1948-1956 döneminde Marshall Programı başladı ve ülkedeki traktör sayısı 1.800’den 44.000’e çıktı. Bu dönemde ekim alanları 13.768 bin dekardan 19.173 bin dekara çıktı ve bunun sonucunda tarımsal üretim çoğaldı. Kısa bir durgunluk döneminin ardından 1964-1970 arasında traktör sayısı 105.865’e ulaştı (Tekeli ve Erder, 1978). Traktör deyip geçmemek lazım tarımsal üretim arttı fakat artık insana pek ihtiyaç kalmadı. Yapacak bir şey bulamayan köylü, kendini şehirde buldu. Köydeki tarım işçiliği gitti, şehirdeki yabancılık başladı. 

Elbette göçlerin tek sebebi makineleşmenin getirdiği işsizlik değildi. Bu durum tetikleyici bir görev üstlenmiş oldu. Köyden kente olan iç göçlerde köyde artan hızlı nüfus baskısı, yetersiz ve kötü dağılmış toprak, düşük verimlilik, doğal afetler, kan davaları, toprağın miras yoluyla paylaşılması ve bazı kişilerde yoğunlaşması, terör ve güvenlik sorunları, köy-kent gelir farklılığı, daha iyi eğitim ve sağlık sistemi, kentin çekiciliği, ulaşım ve iletişim olanakları, iş bulma ümidi, daha yüksek hayat standardı isteği ve kentlerdeki toplumsal ve kültürel olanaklardan yararlanma imkânları diğer sebeplerden sayılabilir (İçduygu, Sirkeci ve Aydıngün, 1998, s. 217). Peki kente gelen yeni yabancılar, henüz sanayileşmemiş, yeterince iş gücüne ihtiyaç duymayan bu büyük şehirlerde ne yapabildiler? Önce elbette yabancı oldular. Daha önce başka yerlerden gelmiş ve yabancı olmanın ne olduğunu hissetmiş olanlar tarafından yabancı hissettirildiler. Bir önceki grup, kendi yabancı kimliklerini bu yeni gelenlere devretmiş oldu. Kendine yer bulamayanlar, gecekondular inşa ettiler. Çok çalıştılar, az kazandılar. Ufak evlerde çok kişi yaşadılar. Zaten plansız olan şehirler, artan nüfusla daha çetrefilli hale geldi. Kültürel farklılıkların yarattığı sorunlara değinmiyorum bile. Görülen o ki, o yabancılık hissinin, ötelenmenin verdiği hissin çok etkisi oldu. Mesela 1968 hareketinin etkileri dalga dalga onların sokak aralarına sızdı. Başka bir söz, yerelde, kentlerden yükselir mi, yükseltilebilir mi, özellikle ezilmişlerin, yabancılaştırılmışların, ötekileştirilmişlerin mahallelerindeki kaldırım taşlarının altında kumsal var mı sorusu sanırım hepsinin kafasını karıştırdı -ki çoğunun mahallesinde kaldırım taşı bile yoktu. 

1973 seçimlerinde CHP’nin tam olarak halkın talebine yönelerek yerelde kazandığı başarı, örnek belediyecilik örnekleri ve her başarının cezasız kalmadığı o dönemde hükümetlerin baskısı sonrasında bazı gelişmeler yaşandı. Mesela 1973 yılından itibaren olgunlaşan toplumcu belediyecilik birikiminin bir program şeklinde yazıya dökülmesine karar verildi. Bu çalışmanın başını İstanbul’da Selahattin Yıldırım, Ankara’da ise İlhan Tekeli çekti. Ankara’daki belediyecilik deneyiminin oluşturduğu “Toplumcu Belediye” kitapçığı ile Marmara ve Boğazlar Belediye Birliği deneyimlerinin oluşturduğu “demokratik belediyecilik” çalışması, 1976 yılında “Yeni Belediyecilik Programı” olarak birleştirildi ve “Toplumcu Belediyecilik Broşürü” olarak yayımlandı. Böylece 1977 yerel seçimler öncesinde toplumcu belediyecilik ilkeleri ve prensipleri formüle edildi. Toplumcu belediye kentsel hizmetleri öncelikle kendisi üretecek, piyasadan satın almayacak denilerek, “Üretici Belediyecilik”, toplumcu belediye kaynak yok demeyecek, kaynağı öz gücüyle yaratacak ve hakkı olan kaynağı almak için siyasal iktidar üzerinde baskı kuracak diyerek “Kaynak Yaratıcı Belediyecilik”, tefecilere, tüccarlara, fırsatçılara imkân tanımayacak ve kentsel hizmet piyasasını düzenleyecek diyerek “Tüketim Düzenleyici Belediyecilik”, karar alma süreçlerinde meclisler kurarak kent halkının dışlanmış kesimlerini karar süreçlerinde etkin hale getirecek diyerek “Demokratik-Katılımcı Belediyecilik”, belediye siyasetini sınıf siyasetinin bir parçası olarak görecek, aynı zamanda emek-meslek örgütleri ve diğer toplumcu belediyelerle ülke düzeyinde ve uluslararası alanda birlikler oluşturacak diyerek “Birlikçi-Bütünlükçü Belediyecilik” ilkeleri benimsendi. Aynı broşürde Toplumcu Belediyeciliğin temel prensipleri ise şu şekilde sıralandı:

  • Yeni belediye sosyal adaletçi bir belediye olacaktır.
  • Yeni belediye tüm halk katmanlarını karar alma süreçlerine katılmasına olanak sağlamalıdır.
  • Yeni belediye yerel yönetim değil yerel hükümet olacaktır.
  • Yeni belediye tekelci rantların oluşmasına olanak vermeyecektir.
  • Yeni belediye denetimci değil üretici belediye olacaktır.
  • Yeni belediye yalnızca imar planlarını hazırlamakla yetinmeyecek, kent parçalarındaki toprağı kamulaştırarak altyapı getirecek ve sanayileşmiş konut üretimini örgütleyerek kentin imarını aktif olarak örgütleyecektir.
  • Yeni belediye kentsel toprak üzerinde oluşan artı-değerin topluma dönmesine çalışacak, kentsel toprak üzerindeki spekülasyonu engelleyecektir (akt. Bozkurt, 2020), (İzmir Toplumcu Belediyecilik Sempozyumu Sonuç Bildigesi, 2023).

Türkiye’de toplumcu belediye fikrinin ortaya çıktığı dönem de geliştirildiği dönem de kente yeni gelenlerin, kentlerin yabancısı olduğu yabancılaştırılanların çevresinde yol aldığı görülüyor. Zira fikir, kimsenin öteki olmadığı, hak odaklı, dolayısıyla bir ezen-ezilen, hükmeden-hükmedilen ikilisinin olmadığı bir yerel yönetim anlayışından filizleniyor. Bu filize ise ışığı veren kente yeni gelenler, “kenar mahalle”liler olmuş oluyor. Sıralanan maddelerin herhangi birinde “şuralı-buralı” denmiyor. Bir hemşehri hukuku temelinde yükseliyor. Kimin, kimlerden, nereden olduğundan ziyade, bir arada yaşayanların, bir arada yaşayabileceğinin rehberliğini üstleniyor. Kimlikler üstü bir anlayıştan hareketle, emeğin gücünü arkasına alarak bir tarif sunuyor. Karar alma süreçlerine herkesi, tüm halk katmanlarını dahil ediyor. Sosyal adalete odaklanıyor. Yerel hükümet olma vurgusuyla, merkezi hükümetin gündelik banal milliyetçiliği dahil tüm algılarıyla mücadele kararlılığını sergiliyor. Bugünün makyavelist politikalarına bakıldığında, kimlik siyasetine, yaratılan algılara, merkezden alınan kararlara, çıkarılan yasalara rağmen, imece usulü, bir arada, birlikte üreten, kaynağını kendi bulan, demokratik, katılımcı bir yerel yönetim rehberine ihtiyaç olduğu görülüyor.  

Kentlerin öteki belleği, sokaklarda dolaşmaya devam edecektir. Tüm engellemelere rağmen toplumsal bellek orada durur. Geçmişle ilgisi var gibi görünse bile bugüne içkindir, öyle olmaya da devam edecektir. Birileri çıkıp hatırlatır böylece anlamayı kolaylaştırır. Zira toplumcu bir anlayış, tüm farklılıkları zenginlik olarak gören bir yerden bakarak, örneğin tarihi Roma dönemlerine kadar dayanan Havra sokağına “Türk Pazarı” ismi vermeyi gerekli görmez. Dilleri ya da renkleri yasaklamaz. Kendisiyle aynı şeye inanmıyor diye ibadethanelerin suyunu kesmez. Elbette emek sömürüsüne karşı gelerek özellikle kentin ötekisi bellenmişlerin o etiketini söküp atar. Gözyaşının renginin de alınterinin renginin de herkeste aynı olduğunu bilir. İç göç hikâyesiyle ivme kazanan bu yerel yönetim anlayışı, şimdi dış göçlerle birlikte yeniden gözden geçirilebilir belki. Gündelik yaşama bunca sirayet etmiş algının olduğu günümüzde, daha önce gelip yabancı sayılanın, bugün gelene yabancı dediği yerde, bu ne kadar kolay gerçekleşir bilinmez ama ezilen de öteki sayılan da yabancı bilinen de hala oradadır, hala sömürülür. İçeriden ya da dışarıdan, yeni olan herkesle aramızdaki mesafe bir karşılaşma noktasında son bulur. Belki her şeyden önce yaratılması gereken karşılaşmak, tanışmak, başkasının hikayesini de dinlemektir. Madem ezildikten sonra hepimiz aynı şarabız, madem tanımadığımız şeyden korkuyoruz, o hâlde tanışalım derim. 

Merhaba!

_______________

Başvurular

Bozkurt, E. (2020). Toplumcu Belediyecilik Politikalarının Ovacık Belediyesi Örneği Üzerinden Değerlendirilmesi. Kent Ve Çevre Araştırmaları Dergisi, 2(1), 99-149.

İçduygu, A., Sirkeci, İ. ve Aydıngün, İ. (1998). Türkiye’de içgöçün işçi hareketine etkisi. A. İçduygu (Ed.), Türkiye’de içgöç konferans Bolu-Gerede, 6-8 Haziran 1997 içinde (s. 207-249). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları

Tekeli, İ. ve Erder, L. (1978). Yerleşme yapısının uyum süreci olarak içgöçler. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları.

Antroposen Çağında Kent Demokrasisi

Kentlerin Öteki Belleği – II

Yaşam Hakkı İçin Dayanıklı Kentler