Yoğun bir Mart ayı geride kaldı. Uzun zamandır devam eden yoksulluk, katlanarak büyüyen açlık, gençlerin gelecek kaygısı, işsizlik, depremde yönetilmeyen süreçler gibi birçok sebepten dolayı halkın iktidara karşı biriken öfkesi, yerel yönetim seçimlerinde bir nebze de olsa karşılık buldu. Sonuç olarak herkesin bildiği üzere birçok yerel yönetimi ana muhalefet partisi olan CHP kazandı.
Seçim süreci boyunca tüm partilerin adayları vaatlerini dile getirdi. Parti adaylarının sundukları vaatler arasında en az yer alan hatta hiç yer almayan beslenme politikaları ve çocukların beslenmesiydi. Halihazırda beslenme politikaları ile ilgili yerel yönetimlerde devam eden bazı uygulamalar (özellikle CHP’li belediyelerde) var. Bu uygulamalar arasında en çok duyduklarımız: süt dağıtımları, et desteği, maddi yardım kartları, kent lokantaları, üniversite öğrencileri için ücretsiz yemekhaneler, halk bakkal, halk ekmek, belediye kooperatifleri, kantin kart, hayvan yetiştirme destekleri, çiftçiye mazot desteği gibi destekler, gıda kolileri, tarıma verilen destekler, ekolojik pazarlar, kent bostanları bulunuyor. Kesinlikle iyi ve gerekli olan bu uygulamalar şu soruları akla getiriyor: Bu uygulamalar toplumun ne kadarına ulaşabiliyor? Yoksullukla mücadelede bu uygulamalar yeterli mi? Yurttaşların özne olmadığı, sadece yardım ve sadaka anlayışı ile veren-alan ilişkisini ortadan kaldırmadan bu sorunu çözebilir miyiz? Beslenme kolisi ihaleleri gibi şirketlerin çıkarına dayalı bir sistemle toplumsal fayda üretmek mümkün müdür? Şirketlerin ve sermaye birikiminin çıkarına uygulanan neoliberal politikalar ile sınırlandırılmış kamusal hizmetlerin topluma sürdürülebilir ve gerçek bir faydası olabilir?
Bu hizmetleri savunmak; beslenme politikalarına dair olan kamusal hizmetleri daha demokratik, şeffaf, katılımcı, eşitlikçi ve etkili hale getirmek için çaba sarf edilmesi oldukça önemlidir. Ancak seçim sürecindeki söylemlere baktığımızda duyduğumuz, birbirinin aynısı vaatler ve modeller işe yararlık konusunda soru işaretleri barındırmaktadır. Var olan uygulamalar ve atılacak yeni adımlar bir bölgede fayda üretebilirken diğer bölgede işe yaramayabilir. Bu nedenle bölgeler arası farklılıkları görmek, bunlara özgül uygulamaları oluşturmak elzemdir. Coğrafi konum, nüfus, nüfusun yoksulluk oranı, mevcut teknolojiler, etnik kimlikler dahi bu süreçte göz önüne alınması gerekmektedir. Uygulanabilirlik açısından bu unsurları göz önünde bulundurarak politika geliştirmek oldukça önemlidir. Örneğin birçok başkan adayının yapmak için önüne koyduğu kent bostanları ve ekolojik pazar uygulamalarının; ucuz, sağlıksız, kötü gıdaya ulaşımın bile mümkün olmadığı yoksul mahallelerde işe yarama şansı var mı? Kurulan kooperatiflerden temiz, yerel gıda alabilecek bütçeye sahip bir halk var mı? Bunlar gibi sorularla süreci planlamak, bölge bölge analizler geliştirmek oldukça önemlidir. Yine başka bir örnek olan kent lokantaları, aşevleri gerçekte ne kadar kişiye erişim sağlamaktadır? Evden çıkamayan çocuklara ve annelere ulaşım nasıl mümkün olabilir? Hasta çocukların beslenmesi için herhangi bir adım atılmakta mı? Çocuk işçiliğinin önlenebilmesi, bu çocukların beslenmesinin sağlanması için adımlar atılacak mı? Yerel yönetimlerin bunun gibi birçok soruyu önüne koyması, bunların ışığında politikalar oluşturması, atılması gereken en önemli adımlardan biridir. Ülke çapında en çok oy alan ilk beş partinin büyükşehir belediye başkan adaylarını incelediğimizde beslenme ile ilgili vaatlerinin çok fazla olmadığını görmekteyiz. Beslenme ile ilgili vaatte bulunan, en çok çabası olan parti CHP iken; onların da açıklamalarından bütünlüklü bir politikası olmadığı anlaşılmaktadır.
Gıda güvencesi, merkezi kamusal kurumlar tarafından sağlanmalıdır. Ancak merkezi kamusal kurumların bunu görmezden gelmesi, herhangi bir adım atmamasından kaynaklı yerel yönetimlere günümüzde çok daha fazla iş düşmektedir. Yerel yönetimlerin yeni hizmet sürecine başlarken öncelikle yapması gereken şey yardımlardan daha çok, ihtiyacı olan insanların saptanması ile ilgili bir çalışma yapmasıdır. Bu çalışmayı oluştururken ilgili meslek örgütlerinin uzmanlıklarından yararlanması çalışmanın niteliğini artıracaktır. Sahaya çıkıp insanlarla iletişim kurarak çalışma yapılması durumunda yerelin sorunları ve ihtiyaçları tespit edilebilir. Çalışma yapılırken bir yandan halkın kendi çözümlerini üretmesi için sorular sormak ve alınan yanıtların gruplanması da önemlidir. Böylelikle sorunun özneleri ile direkt iletişime geçilerek temel sorunların ortaya çıkış sebepleri ve oluşabilecek çözümlerin ne olacağı ile ilgili bilgi edinilebilir. Mahalle mahalle ihtiyaçların ve acil yapılması gerekenlerin planlaması üzerine bir strateji oluşturmak, başvuruda bulunabilenlere gıda kartı dağıtmaktan çok daha sahici bir adım olacaktır. İzmir’de dahi evinden, mahallesinden çıkamayan, denizi göremeyen insanlar varken bu insanlardan belediyelere gelip başvuruda bulunmasını beklemek gerçek dışı ve onur kırıcı bi durumdur. Bu şekilde bir çalışma yapmak damgalanmaların da önüne geçecektir. Beslenme kolileri de çözüm değildir. Evlere bırakılan koliler yine diğer insanların görmesi sebebiyle damgalayıcı örnekler oluşturmaktadır. Nasıl her mahalleye seçim ofisi açılabiliyorsa aynı şekilde her mahalleye insanların yararlanabileceği belediye marketleri açılabilir. Kişiler ihtiyaçlarını verilen kartlar doğrultusunda yapabilir. Buna ek olarak askıda ekmek uygulaması gibi başka insanların da dayanışma kartları bırakması mümkün kılınabilir.
Bir tarafta derin yoksulluk artarken diğer tarafta gıda israfı da çığ gibi büyümeye devam etmektedir. Marketlerden her gün kilolarca gıda israf olarak atılmaktadır. Kamunun acilen buna bir çözüm bulması gerekmektedir. Belediyelerin de bu konuda çalışma yapması oldukça elzemdir. Bu adaletsizliğe dikkat çekmek ve hükümetin bir politika üretmesini talep etmek iyi adımlardan biri olabilir.
Yoksulluğun ve denetimsizliğin artışı ile var olan gıdaların içeriklerine dair her gün başka bir gıda güvenliği sorunu haberi ile uyanmaktayız. Gıda güvenliğinin ortadan kalkmış durumda olduğunu, denetimsizlik ve güvensizlik ortamında bir beslenme sürdürdüğümüzü söyleyebiliriz. Yapılan uygulamalar ve vaatlere baktığımızda gıda güvencesine dair bazı adımlar atılmış olsa da gıda güvenliğine dair adımların olmadığını görüyoruz. Gıda güvenliği denetimi kamuya ve özel sektöre ait olsa da belediyelerin en azından işletmelere dair uygulamalar geliştirerek gıda güvenliği için adım atması gelecek dönemin inşasında yer almalıdır.
Beslenme politikalarına sadece gıda üzerinden bakmamak, açlıktan obeziteye kadar bütünlüklü bir bakış açısı oluşturmak, herkes için bir beslenme politikası üretmek belediyelerin yapacağı en önemli adım olacaktır. 150 başkan adayından sadece biri beslenme ile ilgili en önemli sorunların başında obezitenin geldiğini ortaya koyarak diyetisyen istihdam edeceği vaadinde bulunmuştur. Bunun gibi örneklerin çoğaltılması gerekmektedir. Umudun yeşermesinin yolu sağlıklı, yeterli, dengeli beslenmekten geçmektedir.
* Yazıyı hazırlarken tartışma imkanını mümkün kılan Bülent Şık hocama da çok teşekkür ederim.