Türkiye’de birçok kavramın altı, demokrasi gibi yeteri kadar tartışılmadığı için sağlıksız seviyede boş. Bu durumun açığa çıkmasında kamusal tartışma alanlarını yitirmiş olmamızın etkisi yadsınamaz. Daha öncesinde kavramların altı bu kadar boş olmayabilir, son zamanlarda bu kavramların altı boşaltılmış olabilir. Bu tartışmaya bugün burada girmek istemiyorum. Asıl tartışmak istediğim konu kavramların altlarının boş olmasından ya da boşaltılmasından kaynaklanan bir durum, kavramlardan anladıklarımızın eşleşmiyor olması. Herkesin bildiğini sandığı bir kavram üzerinden aynı yerde olduğunuzu düşündüğünüz insanların/grupların günün sonunda sizlerden çok daha farklı bir pozisyona sahip olduğunu fark ediyorsunuz. Ancak, demin aslında sizinle aslında aynı çizgideydi ve/veya sizinle aynı fikre sahipti. Ne oldu da ters düştünüz? Bu durumu yaşamış ya da sorgulamış olabilirsiniz. Oldukça yaygın hâle gelmeye başladı. Bu durumu son günlerde yayımlanmış olan bir endeks üzerinden ele almak ve sonrasında aslında ne gibi faaliyetlerin bu durumu çözebileceğinden bahsedeceğim.
Alliance of Democracies, eski bir NATO Genel Sekreteri olan Anders Fogh Rasmussen tarafından kurulan bir kurum. Kurumun temel amacı dünyada “gerçek manasıyla” demokrasilerde yaşayanların tüm dünya nüfusunun sadece yüzde 4,5’ini oluşturduğu gerçeğine dayanarak “gerçek manasıyla” demokrasinin daha da yaygınlaşması sağlamak, demokrasilerin omurgalarını güçlendirmek ve ortak değerleri paylaşanlar arasında ulus ötesi bir desteklemeyi sağlamak. Bu amaç doğrultusunda da insanlara demokrasiye verdikleri önemle içinde bulundukları ülkenin ne kadar demokratik olduğunu düşündüklerini sorarak ikisi üzerinden demokrasi algısı endeksi oluşturmaktalar. İşte tam burada tartışmak istediğim konuya önemli bir içerik sağlıyoruz. Türkiye’de görüşmeye katılan katılımcılar “Sizin için ülkenizin demokratik olması ne kadar önemli?” sorusuna verdikleri cevapla, “Sizce ülkeniz ne kadar demokratik?” sorusuna verdikleri cevap arasında tam 44 puanlık bir fark var. Bu bağlamda listenin son sıralarında yer alıyor ve 53 ülke arasında 47. oluyoruz. Bu çalışmada sıralamada kimin önünde kimin arkasında olduğumuzun önemsiz olduğunu düşünüyorum. Zira önüne geçtiğimiz ülkelerin demokrasi beklentisi çok daha yüksekken ellerindeki demokrasiye düşük puan verme eğilimleri olabilir, bizden daha sağlıklı bir demokrasiye sahip olsalar bile sıralamada gerimizde kalabilirler. Ya da demokrasinin önemli olduğunu düşünmeyen bir halkın ülkesini demokratik görmemesi yine bu kıyasta bizim üzerimize çıkmasına neden olabilir. O nedenle ülkeler arası bir kıyastan ziyade bizim demokrasi talebimizle elimizde olan demokrasiyi yetersiz bulmamızın arasındaki puan farkına odaklanmamız daha sağlıklı olacaktır. Bu noktaya odaklandığımızda ise bahsettiğim tartışmaya geliyoruz. Demokrasinin olmazsa olmaz olduğunu düşünürken demokratik hareketlerin kısır kalması, hak mücadelelerinin yalnızlığa terk edilmesi ya da sadece dijital aktivizme indirgenmiş olması anlamlı değil.
Bu durumun iki temel nedeni olabilir ya biz demokrasi dediğimiz unsuru gerçek anlamda tartışmadığımız için ne gibi durumların demokrasiye zarar verdiğini, ne gibi mücadeleler verilmesi gerektiğini bilmiyoruz ya da demokrasiyi sadece sözde önemsiyor ve bu sözde olma hâlinin ötesine geçemiyoruz. Bu durumun gençlik özelinde daha da derinleşmiş olduğunu söylemek oldukça mümkün. Örneğin kendini “demokrat” olarak tanımlayan ve bu kimliği kullanan bir genç 1 Mayıs Eylemleri için Taksim’e çıkmak isteyen sendikaları “teröre alan açmakla” suçlayabiliyor. Ya da hak mücadelesi için bir araya gelen ve bir sivil toplum örgütü oluşturan LGBTi’leri “aşırılıkla” suçlayabiliyor. Hâlbuki örgütlenme özgürlüğü de eylemsellik hakkı da demokrasilerin içerisinde oldukça önemli olan unsurlar. Ancak bu unsurları tanımama ya da reddetme hâli demokrasinin içerisinde onların yeri olduğunu düşünmemekten geliyor. Bu durumun genç kitlede daha geniş olmasının ise çok somut nedenleri var. Eskiden iletişim alanları bugünkü kadar geniş değildi ve belki de çok sabit alanlar vardı. Bunlar televizyon kanalları, radyolar, dergiler ve gazetelerdi. Buralarda konuşan, yazan ve yönlendirme gücüne sahip olan kitle aslında belli birtakım süzgeçlerden geçiyordu. Bu alanda fikirsel olarak mücadele vermek isteyenler de kendi kurumlarını inşa ediyor ve köşelerden birbiriyle tartışan, kanallar arasında ya da direkt kanallarda tartışmalar yapan insanlara şahit oluyorduk. Bu kamusal tartışmalara dönüşüyor ve izleyenler hangi kavramı kim kullandı, onun içini nasıl doldurdu, onu derken aslında neyi kastetti ortaklaşan bir kanıya sahip olabiliyorlardı. Ancak bugün böylesi bir kamusal alan yok. Ana akım olan “eski” mecralar artık tek sesli, yenisinin girmesi zorlaşmış durumda. Yenilerin girdiği “alternatif” alanlar ise herkese erişim konusunda doğal olarak sorunlar yaşıyor. Bu durum özellikle gençler arasında daha da net bir ayrım içerisinde ve kendi yarattığı, kamusal sandığı bir alandan besleniyor ve “öteki” ile iletişim kurma konusunda daha az istekli hâle geliyor. Bu durum da aslında bu kavramlardan anladığımızla gerçekte ne anlam ifade ettikleri arasında bir ayrıma neden oluyor.
Bu tartışmayı yaparken temize geçmek adına belirtmem gereken bir unsursa, gençlerin benden önceki nesillere göre daha çok temas etmeye ve farklı mahallerle kesişmeye hazır olduğunu düşünüyorum. Ancak bahsi geçen kamusal alan yokluğu bu isteğin ve arzunun altının boş kalmasına neden oluyor. Yaptığım tartışma içinde gençleri ya da gençliği suçlamıyorum aksine onların kendini “demokrat” olarak tanımlaması ve bu tanımlama ile gurur duyması oldukça güzel bir unsur. Yalnızca yeteri kadar bir tartışma döndürecek araçlara sahip olunmaması bu potansiyel durumu öldürüyor ve ben de bu duruma dikkat çekmeye çalışıyorum.
Endekse geri dönecek olursam demokrasi talebimiz güçlü ve elimizdeki demokrasiyi beğenmiyoruz. Ama bunu değiştirmek için de yeteri kadar harekete geçtiğimiz söylenemez. Ben bir sorun tespitini içinde bulunduğum kesim olan gençler adına ortaya koymaya çalıştım. Bu temellendirmenin dışında farklı açıklamalar elbette yapılabilir. Ancak aynı şeyi anlamayan bir kitle olarak sağlıklı zeminler inşa etmemiz kısa vadede zor görünüyor. Bu sorunu ortadan kaldırabilmek adına inisiyatif alan harekete geçenler yok değil. Özellikle yeni kamusal alan girişimleri adına iyi örnekler diyebileceğimiz işlerden 49W ekibinin yaptığı “Cemiyet Münazaraları” ya da SPoD, İvme Hareketi ve Arayüz Kampanyasının birlikte denediği “Gençlik Buna Hazır” tartışmaları kıymetli. Bu tür işleri desteklemek, yaygınlaştırmak bahsettiğim sorunu çözme adına oldukça anlamlı destekler olacaktır.