Fotoğrafçılar, dünyanın sorun yaşanan her köşesindeki insan acılarını görsel belgeler olarak sunarak savaş, açlık ve yoksulluk karşıtı düşüncelerin filizlenmesini sağlayan önemli görevler üstlenmiş kişilerdir. Çektikleri fotoğrafları “belge” olmaktan çıkararak birer “uyarıcı” haline getiren şey de fotoğrafa kattıkları yorumu, yani insani, ideolojik ve estetik boyutudur. Bu yorum, yaşamın içinde diğer insanların göremediği ayrıntıları görebilmektir. Yaşamı sorgulayan, içindeki çarpık ve bozuk yanlara kitlelerin dikkatini çekmeye çalışan fotoğraflar, bu bilinçle toplum üzerinde etkili olmuş, pek çok başarıya ulaşarak “daha iyi bir yaşam” anlayışının da öncüsü olmuştur.
Fotoğraflarla bir olayı, önemli kişilikleri, ulusal ve uluslararası toplumsal olayları belgelemek, tarihin görsel kayıtlarını yapmak, dünyanın herhangi bir coğrafyasındaki sorunu belgelemek fotoğrafçıların ödevlerinin başında gelen bir sorumluluktur. Çünkü toplumsal bir soruna yaklaşımda “görüntü” hem kalıcı olabilmekte hem de sorunun çözümü ya da ortadan kaldırılması konusunda önemli bir kanıt oluşturmaktadır. Toplumsal kesimleri ilgilendiren her türlü konuda olaya tanıklık etmenin yanında bunları göstermek, diğer insanları bu sorunlardan haberdar ederek çözüm yollarını aramak, savaş, açlık ve yoksulluk karşıtı olmak, bu görsel kanıtlarla toplumsal bir bilinç oluşturmak en kısa ifadeyle hümanist duyarlılığın bir gerekliliğidir.
Fotoğrafın toplumsal bellek ve bilinç oluşturmadaki rolü artık kabul edilen bir gerçektir. Çünkü fotoğrafçılar farklı coğrafyalarda olup biten gerçekler hakkında toplumların bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi ve kamuoyu oluşturulmasında öncü rol üstlenmektedirler. Bu anlamda fotoğraf, “olan bitene müdahale etmek, ideolojik bir mesaj vermek, var olan sorunlara karşı çözüm yollarının bulunmasına katkıda bulunmak” gibi özelliklere sahip en güvenilir tanıklık aracıdır.
Yaşanan ve fotoğraflanan anlar, statülerle ve sınırlarla değerlendirilmez ama iktidar, insana dair olan yaşam biçimlerinden fotoğrafı da kendi sınırları ve kuralları içine alarak onu etkisizleştirir ve normalleştirir. İktidar, fotoğrafı ve onun dilini, statüler ve ayrıcalıklar haline getirerek, kendi iktidar düzeninin dili haline dönüştürür. Bu sınırlar ve ayrıcalıklar doğrultusunda da fotoğraf, anlık durumlardan uzaklaşarak bir ezber durumuna gelir. İktidar korku düzeninin vazgeçilmezliğine inanır. Bunun için de her bireye kapalı bir sistem yaratıp, dış dünyaya karşı oluşturulan yaşama korkusunu kalıplaştırır ve güçlendirir.
İktidar, tiyatro, resim, sinema ve daha birçok ifade biçimini kullandığı gibi fotoğrafı da kendi politik ezberleri için kullanır. “Bu ezberler ne kadar çok teşhir edilirse o kadar çabuk unutturulur politikası” üzerinden gidildiğinde karşımıza çıkan sonuç: “İktidar, bireyi korkutmak ve ona unutturmak için, diğer sanat dallarına da yaptığı gibi, kendi fotoğraf dilini yaratır.” Ancak bu fotoğrafın kendi doğası için geçerli değildir. Çünkü fotoğraf, çekilen anı, iktidar gibi unutturmak değil, yaşatmak ve yaşanılan anı belgelemek ve hatırlatmak ister. Fotoğraf, uygulanan bu politikaya karşı, doğası gereği bir itiraz dili oluşturur. Kendi gerçekliği içinde değerlendirecek olursak; fotoğraf, diğer ifade biçimleri gibi, bireyin kendi özgürlüğüne karşı başlatılan savaşa itirazı temel alır. Özellikle savaşa karşı çıkışta, fotoğrafın önemli payı vardır. Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki ulusal kurtuluş mücadeleleri, sömürgecilerin yaptıkları ve sömürgenin batışı fotoğraf aracılığıyla beyinlerde daha iyi kavranabilmiştir.
İktidarların fotoğrafı kullanarak kendi gücünü ve egemenlik alanını göstermek istediği örnek üç fotoğraftan söz etmek gerekir. Örneğin tarihsel süreç içinde hafızalara yerleşen en önemli fotoğraflardan birisi Nürnberg Duruşmaları sırasında çektiği fotoğraflarıyla bilinen Kızıl Ordu fotoğrafçısı Yevgeny Khaldei’nin, 2. Dünya Savaşı sırasında çektiği bayrak dikme fotoğrafıdır. Başkent Berlin’i ele geçiren Sovyet ordusundan Alyosha Kovalyev adlı askerin yakılıp yıkılmış hâldeki parlamento binasının tepesine Sovyet bayrağını dikişini göstermektedir. Bu fotoğraf Sovyet ordusunun 30 Nisan 1945’te Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanya’sına karşı zaferinin tescili anlamını taşır. Bu fotoğraf sanki 23 Şubat 1945 günü Pulitzer ödüllü foto muhabiri Joe Rosenthal’in 2. Dünya Savaşı sırasında Japonya’da Iwo Jima Tepesi’ne ABD bayrağı çeken deniz piyadelerini gösterdiği “Iwo Jima’da Amerikan Bayrağı” adlı fotoğrafının rövanşı bir fotoğraftır. Fotoğrafta, Suribachi Dağı’nda, 20 bin kadar Japon ve 6 bin kadar ABD askerinin öldüğü savaş alanında, ABD bayrağını çekmeye çalışan 4 ABD’li deniz piyadesi görülür. Bu fotoğraf, 1954 yılında ABD deniz piyadeleri anısına Washington’da inşa edilen bir anıtta ölümsüzleştirilmiştir.
Bu bayrak dikme fotoğrafının gerçek öyküsü 2006 yılında Clint Eastwood’un yönetmenliğini yaptığı “Flags of Our Fathers” (Atalarımızın Bayrakları) adlı filmde anlatılmaktadır. Film, 2. Dünya Savaşı’nın en önemli çarpışmalarından birinin geçtiği Iwo Jima Muharebeleri’ni ve burada çekilen bir fotoğrafı baz almaktadır. Joe Rosenthal tarafından çekilmiş olan bu fotoğraf, o dönem Amerika’da büyük sansasyon yaratmış, ekonomik buhran ve savaş nedeniyle kötü günler geçirmekte olan halka bir moral aşısı görevi görmüştü. Fotoğraf Amerika’da o dönem ekonomide rahatlama sağlamak için çıkarılan “savaş tahvilleri”nin satışı için uygun bir malzeme olarak görülmüştü. O fotoğrafta görülen üç gazi asker şehir şehir dolaştırılarak toplantılarla bu tahvillerin satılmasına çalışılmıştır. Amerikan hükümeti gerçekliği hala tartışılan ve muharebe alanındaki egemenliğinin hala tartışıldığı bir ortamda, bu fotoğrafı bir propaganda ve halka tahvil satarak gelir etme aracı olarak kullanmaktan çekinmemiştir.
Bayrak dikme ve egemenlik göstergesi olarak fotoğrafın kullanılmasına bir örnek de Suriye’nin Halep kenti sınırları içerisindeki Karakozak Köyü’nde bulunan Süleyman Şah Türbesi’ndeki askerlerin tahliyesi için düzenlenen “Şah Fırat” adı verilen askeri operasyonda çekilen fotoğraftır. Burada da 22 Şubat 2015 günü Süleyman Şah’ın naaşının nakledildiği Suriye Eşme’si kontrol altına alınarak Türk Bayrağı göndere çekildiği görülmektedir. Anadolu Ajansı (AA) foto muhabiri Fırat Yurdakul’un görüntülediği bu operasyon içindeki “göndere çekilen bayrak” fotoğrafı 1945 yılında önce Rosenthal’in çektiği Amerikan bayrağı, daha sonra Yevgeny Khaldei’nin çektiği Sovyet bayrağı fotoğraflarıyla benzerlik göstermektedir. Her üç fotoğrafta da görülen “bayrak dikme” eylemi, iktidarların zafer kazanmasının görsel birer kanıtı, halka dönük bir propaganda aracı ve belgesi olduğunu simgelemektedir.
Bir fotoğrafa “bakmak” onunla iletişime geçmemizin ilk aşamasıdır. Sonrasında kendimize sorduğumuz soru, “neyi, nasıl anlattığı”dır. Fotoğrafın “neyi anlattığı” sorusu “düşünsel bir eylemi” içerir. Fotoğrafın mesajını hedef kitlesine ulaştırma isteğidir. Bunu fotoğrafın “söylem”i olarak da niteleyebiliriz. Fotoğrafın “nasıl anlattığı” ise fotoğrafın görsel öğeleri ile donatıldığıdır. Bu öğeler fotoğrafın yapısını oluşturur. Fotoğrafın bağlamı ve söylemi onun aktardığı mesaja etki eden, fotoğrafın yorumlanması aşamasında ele alınması gereken bir unsurdur. Fotoğrafın üretim ve kullanım amacı, üretildiği tarihsel dönem, görüntüye eşlik eden bir metin, fotoğrafın izleyiciyle buluştuğu ortam ve fotoğrafın sunum şekli gibi unsurlar, fotoğrafın bağlamını ve söylemini oluşturur.
Fotoğraf yorumlama ve söylemini ortaya çıkarma, fotoğrafta betimlenen unsurlardan yola çıkarak “anlamın ortaya konulması” ve izleyicinin görüntüden “anlam üretmesi” işlemidir. Bütün yorumların temel ilkesi şudur: “Fotoğrafların yüzeyde taşıdıklarından, yani ilk bakışta temsil ettiklerinden daha derin anlamları vardır.” Bu nedenle yorumlamadaki temel soru, “bu fotoğraf, temsil ettiği görüntü dışında bize ne demek istemektedir” olmalıdır.
İktidarları rahatsız eden, zaman zaman da kamuoyu önünde güç durumlara sokan fotoğrafçıların yakın zamanımızdaki bazı savaşlarda yer almaması için çaba gösterilmiş ya da çektikleri görüntüler sansür edilmiştir. 1991’deki 1. Körfez Savaşı ve 2003’te başlayan Irak Savaşı’nda ise tek yanlı, önceden o cephelere ve sadece belirlenen yerlere girmelerine izin verilen “yerleştirilmiş foto muhabirler” askerlerin kontrolü altında çalışmışlardır. İletişim teknolojilerinin, uyduların, internet ve kablo TV’lerin bu kadar gelişmiş olduğu günümüzde ise cephelerden elde edilen görüntülerde savaş fotoğrafçılarının insani duyarlılıklarını görmek oldukça zordur.
İktidarların fotoğrafın güçlü bir söylem aracı olduğunu ve bundan siyasi olarak yararlanmak amacıyla kullandığı önemli olaylardan birisi de 1930’lardaki büyük Amerikan ekonomik krizidir. Ülkedeki ekonomik krizin atlatılmasına yönelik olarak oluşturulan FSA (Farm Security Administration) “Çiftçi Güvenliği Yönetimi” çerçevesinde yoksul halkın belgelenmesi için bir grup fotoğrafçı görevlendirilmiştir. Tarihin belki de en iddialı fotoğraf projesi olan FSA projesi, tümüyle gelir düzeyi düşük gruplarla ilgilenmiş bir toplumsal belgeci çalışma örneğidir. Aslında bu çalışma, bir yandan belgesel fotoğrafın yoksullara olan eğilimini yansıtırken diğer yandan da bu yoksulluktan kurtulmanın çözüm yollarının aranmasını sağlamayı amaçlamıştır.
1947 yılında Robert Capa’nın girişimleriyle kurulan Magnum Ajansı fotoğrafçıları, başta 2. Dünya Savaşı’nın bütün cepheleri olmak üzere, Kore, Vietnam ve İspanya’da çalışmalar yapmışlar, fotojurnalizmi zirveye çıkararak fotoğrafın toplumsal bellek ve bilinç konusundaki önemini, toplumsal olaylar karşısında kamuoyu oluşturma etkisini ve iktidar üzerindeki gücünü ortaya koymuşlardır. 2. Dünya Savaşı, Vietnam Savaşı, Körfez Savaşı, Afganistan, Irak, Suriye olmak üzere yeryüzü üzerindeki savaşlar, göçler, mülteci kampları ve insanlık suçu işlenen coğrafyalarda tarihe ışık tutan birçok fotoğraf insanların savaş konusunda bilinçlenmesini sağlamış ve tüm dünyada kitleler halinde savaşlar protesto edilmiştir.
Dünyayı ilgilendiren her konuda ve her coğrafyada çekilen bu tür fotoğrafların her dönemde güçlü etkileri olmuş, toplumsal bilincin oluşmasında önemli roller üstlenmişler, siyasal iktidarların kararlarını tartışılır hale getirmişlerdir. Aynı zamanda bu fotoğrafçılar, sadece çağa tanıklık etmemiş, toplumsal eleştiri ve idealizmde somutlanan hümanist anlayışın da öncüleri olmuşlardır. Her birisi belge ve kanıt nitelikli bu fotoğraflar, özünde hümanist bir misyon taşır. Bu misyon da acı çeken insanların, göçmenlerin, ezilenlerin ve sömürüye maruz kalan insanların hakkını korumak ve bunları kamuoyuna duyurarak (fotoğraflarla göstererek) toplum vicdanını harekete geçirmek amacını güder. Sömürüye, sistemin bozukluğuna karşı yürütülen mücadele içinde meydana gelen hümanist fikirlerin temel ilkesi bireyin özgürlüğünü savunmak, her insanın uyumlu gelişmesini ve sosyal baskıdan kurtulmasını sağlamaktır.
İktidarlar, devletin resmi söylemi (ideolojisi) dışında kendi söylemlerini hayata geçirirken elinde bulundurduğu birçok resmi aygıtı kullanırlar. Buna göre medya, okul, dini yapılar ve sendikalar gibi birçok kurum, ideolojik devlet aygıtlarındandır. Bu aygıtlarla iktidar kendi ideolojisini kullanır. Söylem; düzenli düşünce, konuşma, bir konuya ilişkin resmi ve uzunca düşünce aktarımı anlamlarına gelmektedir. Aynı zamanda söylem, “egemen ideolojiyi destekleyen ya da egemen ideolojiye karşı olan bir harekettir. Kimi zaman da ideoloji kavramının yerine kullanılmış ve “devletin ideolojik aygıtları” kavramını geliştirmiştir. Bu aygıtların başında da para gelmektedir. Para, tüm dünyayı ve insanları şekillendiren, sınırları belirlenebilecek düşünceler, inanışlar, yargılar, değerler, semboller, harfler, kurumlar, normlar, gelenekler ve dili barındıran, içerisinde birçok hiyerarşik yapıyı, güç ilişkisini bulunduran dev bir organizma gibidir. Para hem bir ulusu ve ulusal kimliği, hem de devlet otoritesini temsil etmektedir. Ayrıca taşıdığı değişim değeriyle de bir metanın satın alma gücünü kapsar.
Bu açıdan Cumhuriyet’ten günümüze kadar kullandığımız paraların üzerindeki fotoğraflara baktığımızda Türk Lirası banknotları üzerinde yer alan mesajların, her dönemde iktidarların kendi söylemlerine uygun olduğunu görmekteyiz. Bu durum fotoğrafın düşünsel bir eylem içerdiğini ve iktidarın para yüzeyindeki fotoğraf üzerinden mesajı hedef kitlesine ulaştırmak istediğini ortaya koymaktadır. İktidarların fotoğrafı kullanarak para üzerinde gerçekleştirdiği söylem, siyasal ideolojilerini para ve değer ilişkisi üzerinden, önce cebimize sonra da zihnimize yansıtmaktadır. İktidar, bir egemenlik biçimidir ve para da iktidarın egemenlik biçimini temsil etmekte ve bunu kendi söylemini para üzerindeki görsellerle (fotoğraf, resim, grafik tasarım vb.) gerçekleştirmektedir.
Fotoğrafın gösterişsiz ve muhalif diline karşın, iktidarın fotoğraf dili gösteriş içerir. Ayrıcalıkları betimler ve “tek tip yaşam” baskısı kurar. Ancak fotoğrafın itirazı bu çeşitsizliğe ve bireye dayatılan baskıya karşı büyür, yayılmak ister. Fotoğraf, geçmişten bu yana, insanın varoluşuna karşı başlatılan acımasız anların itirazı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
_________________
Fotoğraflar:
Foto 1: Yevgeny Khaldei, 1945
Foto 2: Joe Rosenthal, 1945
Foto 3: Fırat Yurdakul, 2015
Sahte Profillerin Sahte Yapay Zekaları Sahte İlişkiler Kurarsa…