Uyutma Yasası, Çocuklar ve Toplumsal Bilinç

Bizler, bu gezegeni hayvanlarla birlikte paylaşan ve hayvanların da yaşam haklarına, özgürlüklerine saygı duyması gereken canlılarız. Ancak hayvanların yaşam alanlarını gasp etmeye, ormanları rant uğruna talan etmeye, şehirleşme için her boş alanı koca koca binalarla doldurmaya, doğada yaşayan her canlıyı evsiz bırakmaya adeta ant içmiş gibiyiz. Tüm bu saydıklarımı bazen bireysel çıkarlarımız uğruna bizler yapıyoruz, kimi zaman da devlet eliyle yapılıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi devletlerin, hayvan hakları konusunda olumsuz yasal düzenlemeler ortaya atması canlıların refahını ve yaşam hakkını gözetmediğini gösteriyor. Hayvan haklarıyla ilgili düzenlenen tüm yasaların bir de felsefi ve ahlaki boyutları var ki bu da göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir noktadır. Öne sürülen bu uyutma yasası teklifi, gelecek kuşakları nasıl etkileyecek, bunun düşünülmediği çok açık.

Hayvan haklarını, insan haklarından ayrı düşünmemek gerek. Belki kulağa çok iddialı gibi gelecek ama bir insanı rızası dışında uyutmakla bir hayvanı rızası dışında uyutmayı eşdeğer görebiliriz. Hayvanlar üzerinde ve onların yaşamı üzerinde hak iddia edilmesi; gelecek kuşakların hayvanların, sadece bize hizmet eden, bize hoş görünen, gerektiğinde öldürülebilen birer varlık olarak algılanmasına neden olacak. Gezegeni paylaştığımız canlılar bizim için araç değil amaç olmalı. Tüm bu söylediklerim doğrultusunda hayvanlar bizim için ve gelecek kuşaklar için araç olarak mı amaç olarak mı kalacaktır? sorusu akıllara gelecektir. Oysa gerçeklikte durum böyle değil.

Tarihsel süreç boyunca insanlar, hayvanları bir araç olarak kullanmıştır. Immanuel Kant’ın hiçbir insanın, başkalarının amaçları doğrultusunda bir araç olarak kullanılmaması gerektiği argümanı ahlâk kültürümüzün bir parçası hâline gelmiştir. Örneğin, birini rıza vermeyeceği bir şekilde kendi iyiliğinin aksine bir şekilde kullandığınızda, onu yalnızca bir araç haline getiriyorsunuz demektir. Ancak her insan, her rasyonel varlık kendi başına bir amaçtır. Ne yazık ki bizler, insanlar olarak, bu tür bir değeri bizimle aynı gezegeni paylaşan diğer hayvanlara vermeye ya da hayvanların iyiliğini gözetecek davranışlar sergilemeye pek niyetli ve istekli olamadık. Bunun yerine hayvanların üzerinde deneyler, testler yaptık; kürkleri ve derileri için onları katlettik ve onları savaşlarımıza dahil ettik. Hayvanların kendi iyiliği pahasına onları kendi amaçlarımız ya da sözde toplum huzuru ve güvenliğini sağlamak adı altında birçok eziyete maruz bıraktık. 

Kant yalnızca rasyonel varlıkların ahlaki değere sahip olduğunu ve diğer hayvanları dilediğimiz şekilde kullanma konusunda serbest olduğumuzu söylese de bu söylem sıkıntılı ve tartışmaya açıktır. Buna ek olarak şunu da belirtir: Kasıtlı veya gereksiz bir şekilde hayvanlara zalimlik yapılması ahlaki açıdan yanlıştır. Her ne şekilde olursa olsun rasyonel ve ahlaki değere sahip olmayan canlılar için de yaşam bir haktır. 

AKP’NİN DÜZENLEMESİ: ETİK VE İNSANİ BOYUTLAR

AKP’nin de tıpkı Kant gibi rasyonel varlıklar olmayan hayvanları araç olarak, dilediğimiz şekilde ve gereksiz yere zulmetmeden ama insanların vicdanına ve inisiyatifine bırakılmış olduğunu net şekilde görebiliriz. Buradan “Gerekirse canlılara zulmedebiliriz” gibi bir sonuç çıkıyor. Tüm bunların ışığında AKP’nin sokak hayvanlarının uyutulması hakkındaki yasal düzenlemesi aslında düpedüz bir katliamı öngörmektedir.

Sahiplendirilmeyen köpeklerin uyutulması önerisi etik ve insani boyutlar bakımından tartışmalıdır. Hayvan hakları savunucuları, muhalif partiler ve toplumun her kesiminden büyük tepkiler toplayan bu yasal düzenlemeye AKP meşru zeminler yaratmaya çalışmıştır. İnsanların, sokak hayvanlarından rahatsız olması, sokak hayvanlarının kısırlaştırılmasında yaşanan sorunlar, Avrupa ülkelerinde de uyutulmanın var olduğu söylemleri hiçbir şekilde bu durumu meşru kılmamaktadır. İnsan ya da hayvan, her canlının yaşam hakkına saygı duyulması ve tüm canlıların iyiliğini, faydasını gözetecek yasal düzenlemeler yapılması devletin asli görevlerinden biridir. 

AKP’nin böyle bir yasal düzenlemeyi önerirken toplumun tepkisini ve de gelecek kuşakların, çocukların ve gençlerin neler düşüneceği ya da bu durumun onları nasıl etkileyebileceği konusunda düşünmediği apaçık ortadır. Ülkede yaşanan birçok olay ya da yasal düzenleme çocukların duygu-düşünce yapısını da etkilemektedir. Yöneticiler, toplumun yetişkinleri, muhalif partiler ve hayvan hakları savunucuları bizimle aynı atmosferi paylaşan diğer canlılar hakkında konuşup olumsuzluklara tepki gösterirken çocukların bu konu hakkında neler düşünebileceğini hesaba hiç katmamaktadırlar.

EĞİTİMDE HAYVAN SEVGİSİ: ÇOCUKLAR VE DOĞA 

Çevresinde olup bitenleri anlamlandırmaya başlamış bir çocuğa, yaşadığı coğrafyadaki iktidar partisinin sokak hayvanları için böyle bir yasal düzenlemeye gittiğini ifade etmek oldukça güç, üzücü ve insani olmayan birçok kavramı ve duyguyu içinde barındıracaktır. Küçük yaşlardan itibaren sokaktaki canlılarla temas hâlinde olan ya da çevresindeki canlıları keşfetmeye çalışan, kimi zaman oyunlarının kimi zaman da dinlediği ya da okuduğu kitapların başrolünde olan sokak hayvanlarının böyle bir yasal düzenlemeyle öldürüleceğini kim anlatabilir çocuklara? 

Okul öncesi eğitimde ve diğer eğitim basamaklarında sınıf içi ya da sınıf dışında hayvan sevgisi ve doğa üzerine yapılan birçok çalışma var. Özellikle çocukların tüm gününü geçirdiği okul ve sınıf ortamında bizzat pratikte uygulanmasa bile hayvan hakları ve diğer canlıların yaşam hakkına saygı duyulması konusunda yapılan eğitici çalışmalar var. Bunun yanında elbette pratikte yapılan çalışmalar da mevcut. Doğa gezileri, doğadaki diğer canlıları tanıma ve dahası… 

Özellikle çocukların  tüm gününü sınıfta geçirdiğini düşünürsek bu noktada akla yaratıcı drama etkinlikleri ve felsefe çalışmalarında kullanılan birçok hikâye, çocuk edebiyatı örnekleri ile çocuklardaki hayvan hakları savunuculuğunu ve diğer canlıların yaşamına saygı duyulması gibi kazanımları edindirmek önemli bir yere sahip oluyor. Bu hikâyeler; çevremizde gördüğümüz, bizimle yaşayan canlıların dünyasında bir yolculuğa çıkarır çocukları. Çoğu hikâyede, insanlarla diğer canlıların barış içinde yaşayabileceğini ve mutlu olabileceği ifade edilir ve bu hikâyelerle çocuklara hayvan sevgisi ve bir arada yaşamanın insani boyutları kazandırılmaya çalışırken böyle bir yasal düzenlemeyi meşru hâle getirip ifade etmek asla mümkün olmayacaktır. İnsan dışındaki diğer canlıların yaşam hakları gözetilmiyorsa biz insanların da yaşam hakları gözetilemeyecektir. Bir çocuğun gözünden baktığımızı düşünürsek; diğer canlılara iyi davranmalıyız, onları korumalı, beslemeli, yardıma ihtiyaçları olduğunda yardım etmeli, aşılarını yaptırmalı ve onları incitecek hiçbir şey yapmamalıyız. Çocuklar teoride ve pratikte tutarsızlık sergilemeyecek kadar kirlenmemiş bir akla sahipler. 

HAYVAN HAKLARINA BİR HİKÂYE İLE BAKMAK 

Çocuklar okuldaki sınıf ortamında ya da atölye gibi okul dışı çalışmalarda düşünme becerilerini, sorgulama becerilerini geliştirecek birçok etkinlikte bulunmaktadır. Çocuklar için Felsefe ya da yaratıcı dramadaki rol teknikleri ile hayvanların dünyasını tanırlar. Diğer canlılarla empati yapabilme, onlarla bir arada yaşadığı ve onlara özen göstermemiz, önemsememiz gerektiğinin farkındalığını kazanmaktadırlar. Birçok hikâyenin ve nitelikli çocuk edebiyatının vazgeçilmezi olan hayvanlar her daim çocukların başrolündedir.

Diğer canlılarla birlikte bir arada yaşadığımızın ve insanların gezegene özensizce davranmasının sonucunun en az bizim kadar hayvanların dünyasını da etkilediği bir gerçekliktir. Tam da bu noktaya dikkat çekmeye çalışan “Hoş Geldiniz” adlı kitap çocukların keyifle dinleyeceği, okuyacağı ve diğer canlılarla empati kurabileceği, eğlenceli hem de düşündürücü bir çocuk edebiyatı örneği. 

Yaşadıkları yerden ayrılmak zorunda kalan Kutup Ayıları’nın, bavullarla olan yolculuğunun sonunda geldikleri yeni yeri ve yaşamlarını anlatıldığı bu kitapta, Kutup Ayıları yolculuklarının sonunda  Lili ve dedesiyle karşılaşıyor. Bu karşılaşma sonucunda Kutup Ayıları’nın şehir hayatıyla tanışmaları ve şehir hayatına uyum süreci anlatılıyor. Lili’nin, Kutup Ayıları’nı şehirle tanıştırmasıyla bu duruma çocukların çok sevindiğine ancak yetişkinlerin sevinmediğine ve yetişkinlerin, çocuklara göre daha tedirgin bir tutum takındıklarına şahit oluyoruz. Yetişkinler Kutup Ayıları’nın çok büyük olduğunu ve hatta onların, kendilerini yiyebileceklerini düşünüyorlar. Bir zaman sonra Kutup Ayıları toplum içinde kabul görmeye başlıyor ve Kutup Ayıları’nın topluma adapte olduklarını görüyoruz. 

Kitap konusu ile birden fazla noktaya dikkat çekiyor. Bunlar; küresel ısınma ve iklim değişikliği, toplumsal uyum, farklılıklara olan hoşgörü ve mültecilik… Küresel ısınma ve iklim değişikliği dünyanın geleceğini tehdit eder boyutlara ulaştığını biliyoruz. İklim değişikliğinin gezegenimize etkisi incelendiğinde buzulların erimesi gezegeni ve canlıları tehdit eden durumlardan sadece biri. Hikâyedeki Kutup Ayıları’nın yolculuğu işte böyle bir iklim krizi sonucu başlıyor. Hiç bilmedikleri, kendilerine çok yabancı olan bir yere göç ediyorlar.  Burada aslında mülteci olan hayvanları görüyoruz. İnsanların savaşlar sonucunda ülkelerini terk etmelerinden çok da farklı bir durum değil bu. 

Bu hikâyedeki Kutup Ayısını günümüzdeki sokak hayvanlarının yerine koyup bu şekilde düşünebiliriz.  İnsanların doğaya, gezegene verdiği zararların sonucundan diğer canlılar da etkilenmektedir. Gezegendeki her canlı, doğanın olumsuzluklarından, insanların doğaya zarar vermesinden ve insanların kendilerine bile zarar vereceği yanlış tüketim alışkanlıklarından ve daha birçok şeyden olumsuz olarak etkileniyor. Ülkelerin yönetim biçimleri, oluşturduğu yasalar da aynı şekilde canlı yaşamını olumlu ya da olumsuz etkiliyor. 

EBEVEYNLERİN ROLÜ: HAYVAN HAKLARI VE SEVGİSİ

Farkındalık düzeyi yüksek ve bilinçli ebeveynler çocuklarının hayvan hakları ve hayvan sevgisi konusunda ve diğer canlıların yaşamına saygı duyulması konusunda iyi birer rol model olarak çocuklarının davranışlarını ve bakış açılarını olması gerektiği yere getirmişlerdir. Ebeveynler çocuklarının bu konuda özenli olmasını isterken bütüncül bir bakış açısıyla hem pratikte hem de teoride çocuklarıyla birlikte eylemlerde bulunmalıdırlar. Hayvan hakları ve sevgisinden bahsederken örneğin, hayvanat bahçesine gitmek ya da sirke gitmekten asla bahsedemeyiz. 

Çocuklarla birlikte hikâyeler eşliğinde bir orman gezisi yapmak, doğayı gözlemlemek, doğada yaşayan canlıları izlemek, seslerini dinlemek ya da sokak hayvanları için pratikte çalışmalar yürütmek daha yerinde olacaktır. Ebeveynlerin, çocuklara “Hayvanlara iyi davranmalısın” gibi bir söylemde bulunması ya da sadece bu konu üzerine konuşması, hikâyeler ve masallar okuması yetersiz kalır. Ebeveynler, çocukları için rol model olarak diğer canlılara duyulan sevgiyi çocuklarıyla birlikte pratikte deneyimlemelidir. Hatta eğer bilişsel gelişimi ve yaşı uygunluk gösteriyorsa olumsuzluk içeren bir yasayı birlikte sorgulamalı, düşünmeli ve “Çözümleri neler olabilir?” sorusu üzerine konuşabilmelidir. 

HAYVAN HAKLARI KONUSUNDA ÇOCUKLARLA BİRLİKTE ÇÖZÜM ARAMAK

Çocuklarla birlikte ebeveynlerin ya da çocukların öğrenme süreçlerinde onlara yoldaşlık eden öğretmenlerin bütüncül şekilde hareket etmesi, çocukların var olan sorunları fark etmelerine yardımcı olacaktır. Çocuklara, hayvan hakları üzerine öne sürülen bu tür yasal düzenlemeler üzerine, doğa üzerine, ekoloji üzerine her ne kadar farkındalık kazandırmaya çalışsak dahi bu yasal düzenlemeyi öne sürenler aynı zamanda eğitimin içeriğini ve müfredatı da belirleyenlerdir. Çocukların aldığı eğitimin içeriği, niteliği, eğitimde var olan sorunlar ve müfredat düzenlemeleri artık şunu da gösteriyor: Eğitimde ailenin rolü daha etkili hâle gelecektir. Çünkü içi boşalmış, çocukların iyiliği ve faydasının ideolojik boyutlarda gözetildiği bir yönetim anlayışı, problemleri de beraberinde getiriyor. Yapılabilecek en anlamlı şey her şeye rağmen bu konuda insani ve ahlaki sorumluluğu gelecek nesillere aktaran ebeveynler, öğretmenler ve çocukların öğrenme süreçlerinde onlara birer iyi öğrenme yoldaşı olabilmekten geçiyor.