Mahallede hemen hemen herkesin evinde kedisi, köpeği, kuşu yani evcil hayvanı var. Bizim evde yasak! Babam ve dedemin alerjisi var. En son zorla mahalleye gelen civciv kamyonundan iki tane civciv almıştık. Bir tanesi hakkın rahmetine kavuşunca benden dört yaş küçük kardeşim gece gündüz ağlamış, onu susturmak için birlikte Tanrı’ya mektup yazmıştık. Az çok mektubu hatırlıyorum:
“Sevgili Tanrım, bu civciv havalar çok sıcak olduğu için bizimle dünyada kalmak istemedi. Senin bahçende ona bir yer ayarlarsan çok seviniriz…”
Aslında civcivin ölme nedeni, kardeşimin biz görmeden kaşla göz arasında ona süt içirmiş olmasıydı. En azından biz öyle tahmin ediyoruz. Hayvancağıza neredeyse yarım litre süt içirmişti. Sonra yazmaya devam ettim.
“Çok sevgili Tanrım, lütfen meleklerine söyle ‘Limon’ -ismi buydu-, asla ama asla süt içmekten hoşlanmıyor…”
Ben yazarken kardeşim Duru’ya sesli okuyorum. Arada müdahale ediyor.
“Efe domates de sevmiyor.” dedi.
“Domates mi yedirdin?” dedim.
“Efe, sürekli buğday olur mu? Sen olsan sıkılmaz mısın?” dedi. Yazmaya devam ettim.
“Ayrıca domates sevmediği kardeşim tarafından onaylanmıştır. Bu mektubu sana yazan Duru beş yaşında…”
“Tamam mı, oldu mu?” Kafasını oldu manasında sallarken sorusu beynimde yankılandı:
“Efe, bu mektubu nereye atacağız?” Hiç beklemediğim yerden gelen bir soruydu. Öylesine geçiştirmek için:
“Ben hallederim, sen üzülme.” dedim.
“Olur mu Efe, birlikte gidelim. Mektubu atarken Tanrı beni görsün, bir sürü Duru vardırç” dedi.
Ali’nin yanına gittim. Durumu anlattım. Hemen cevabı verdi:
“Camiye götür, kapının önündeki posta kutusuna at mektubu.”
“Vay be, bu neden benim aklıma gelmedi acaba, harikasın.” dedim.
Nedim abiden izin alıp Duru ile Camiye gittik. Posta kutusuna mektubu atıp oradan uzaklaştık.
Aradan birkaç hafta geçmişti. Ben olayı tamamen unutmuşum. Annem yanında avazı çıktığı kadar ağlayan Duru ile yanıma geldi.
“Efe bu çocuğun aklına neler sokuyorsun sen!” dedi. Şaşkın şaşkın bir Duru’ya bir anneme bakıyorum. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.
“Anne ne oldu? Erken yattığı için ben Duru’yu bir haftadır görmüyorum.” dedim. Duru salya sümük ağlıyor, aralarda da konuşmaya çalışıyor:
“Mektup… Cami… Civciv… Tanrı… Almamış… Limon… Bahçe…” gibi kelimeleri tekrarlayınca benim jeton düştü… Başımı öne eğdim. Annemin, “Akşam eve gelince babana anlatırsın.” cümlesiyle kendime geldim.
Eve gidince tüm olayı anlattım. Dedem her şeyi ustaca tatlıya bağladı. Biz bunları konuşurken Duru rüyasında civcivi Limon ile sohbet ediyordu.
Annem Duru ile pazara gitmiş. Hocanın eşiyle karşılaşmışlar. Duru başlamış mektubu sorgulamaya, hiçbir şeyden haberi olmayan kadın garip garip cevaplar verince bizim kız Tanrı mektubumu almamış, Limon sokakta kaldı diye basmış feryadı…
Duru benimle konuşmuyor. Olayların üzerinden iki üç gün geçince aklıma bir fikir geldi. Çünkü Duru hâlâ üzgündü. Onu alıp mahallenin köpeği Karabaş’ın yanına gittik. Sahafın kedisi Osman ile gölge bir yer bulmuşlar, serin serin yatıyorlar.
Duru’ya bir oyun oynayacaktım. Umarım Karabaş yardımcı olur diye geçirdim içimden:
“Sana bir şey anlatacağım ama bu aramızda sır kalacak, kimseye söylemek yok!” dedim.
“Tamam Efe söz.” dedi. Karabaş mahallemizdeki en yaşlı köpek ve tüm yaşlı köpekler bilge olur ve Tanrı’yı görüp konuşur. Senin Limon’u görse görse Karabaş görmüştür.” dedim.
“Gerçekten mi!” dedi. Karabaş’ın yanına gittik. Biraz sevdik.
“Karabaş bu aralar Tanrı’yı gördün mü?” dedim.
“Hav!” dedi. Duru’ya dönüp
“Bak, bu evet demek.” dedim. Sonra devam ettim:
“Karabaş, Limon’u gördün mü, bahçede iyi miydi?” dedim.
“Hav!” dedi. Duru birden Karabaş’a sımsıkı sarıldı. Sanırım Karabaş yüzümdeki çaresizliği anlamış ve bana yardım etmişti.
Eve dönerken sıkıca tembih ettim. Asla kimseye söylemek yok… Aramızda sır…
Dino Buzzati’nin bir kitabının isminden esinlenip uydurmuştum bu hikâyeyi, yazarın çağdaş insanın zayıflıklarını, çelişkilerini, yalnızlığını, gerçekleşmese de tükenmeyen umutlarını titizlikle işlediği hikâyelerden oluşan bir başyapıt.
Duru bir hafta sonra annemle giderken Karabaş’ı gösterip:
“Tanrı görmüş köpek, anne ama çok gizli.” demiş. Akşam annem beni kenara çekip konuyla ilgili sorular sordu. Dino Buzzati’nin kitabını gösterdim.
“Sussun diye birkaç hikâye okudum.” dedim. Annem gülümsedi.
Uzun süre hepimiz rahat ettik…