12 Ağustos Pazartesi günü akşam saatlerinde ırkçı bir saldırganın saldırısını içeren bir video sosyal medya üzerinden dolaşıma girdi. Videoda yüzü maskeli, üzerinde Nazi döneminden kalma “kara güneş” amblemi, üstünde askeri yelek ve miğferi ile bir saldırgan Eskişehir’deki Tepebaşı Camisi’ne giriyor. Videonun devamında saldırganın bölgede bulunanlara bıçakla saldırdığı görülüyor. Dahası, tüm bu saldırı anı canlı olarak yayımlanıyor.
Tabii video izleyenleri “dehşete” düşürdü. Ardından şu soru gündeme geldi: Kimdi bu Nazi sempatizanı aşırı sağcı kişi? Sosyal medya hesaplarına baktığımızda bu kişinin Norveç’te gençlik kampını basan aşırı sağcı Breivik hayranı ve yine Yeni Zelanda’da cami basan Tarrant hayranı olduğunu görülüyor. Sosyal medya hesabında sık sık Kürtlere, LGBTİ+lara, sığınmacılara, komünistlere yönelik nefret eylemleri planladığına ilişkin yazıları var.
Peki bu saldırı münferit bir olay mı? Medya neden bu saldırıyı “oynadığı oyunun etkisiyle yaptı” şeklinde veriyor? Ve bu işin arkasındaki siyasi “akıl” ne? Sorulacak soru çok! Bu sorulara yanıtları Fikir Gazetesi için akademisyen ve yazar Fatih Yaşlı ile aradık.
“KARŞIMIZDA ULUSLARASI BİR FENOMEN VAR”
Öncelikle Eskişehir’deki saldırı “münferit” bir olay mı?
Eğer “münferit”le kast edilen bu saldırının örgütlü bir eylem olup olmadığı ise evet anlaşılan bu saldırı “münferit”, yani radikal sağın çeşitli versiyonlarında gördüğümüz bir “yalnız kurt” eylemi. Zaten saldırganın en çok etkilendiği isim olan ve 2011’de Norveç’te 77 kişiyi öldürüp 242 kişiyi de yaralayan Anders Breivik de o kanlı saldırıyı tek başına gerçekleştirmişti. 2019’da Yeni Zelanda’da camiye saldırıp 51 kişiyi öldüren Brenton Tarrant da benzer bir şekilde tek başınaydı. Ancak saldırının bu şekilde gerçekleşmiş olması, yani saldırganın bildiğimiz anlamda örgütlü olmaması, saldırıyı “münferit” kılmıyor. Çünkü karşımızda sadece Türkiye’ye özgü olmayan, uluslararası, küresel bir fenomen var. Dünyanın her yerinde hepsini “faşist hareketler” başlığı altında toplayabileceğimiz radikal sağın farklı türlerinin yükselişine tanıklık ediyoruz. Bunun da gerisinde neoliberalizm ve onun ekonomi politiği bulunuyor. Neoliberalizm yaklaşık 50 yıldır tüm dünyada gelir dağılımını altüst etti, sosyal devleti aşındırdı, emek hareketini zayıflattı, yurttaşlık haklarının altını oydu, kimlik siyasetini kendi çıkarları doğrultusunda dönüştürdü, toplumu bireylerden ve cemaatlerden müteşekkil bir yapıya indirgeyerek toplumsal çözülüşün zeminini hazırladı, dünyanın çeper ülkelerinden merkez ülkelerine göçü tetikledi… Tüm bunların sonucu ise yeni bir faşizmin ortaya çıkışı oldu. Özellikle sol, sosyalist siyasetin ve emek hareketinin geri çekildiği, zayıfladığı küresel bir konjonktürde gençler hınç ve nihilizm yüklü bir ruh haliyle faşizmin bu yeni versiyonuna kolayca kapıldılar. Saldırganın yazdığı “manifesto”ya bakıldığında onun da bu küresel dalgadan etkilendiği ama faşizmin Batı’daki argümanlarına Türkiye’den de eklemeler yaptığı görülebiliyor. Örneğin önce Türkiye Komünist Partisi’ne (TKP) saldırmayı düşündüğünü söylüyor, Kürtleri, sığınmacıları, LGBT bireyleri, feministleri ve sokak hayvanlarını da “yok edilmesi gerekenler” listesine eklemiş, yani bir sentez yapmış. Dolayısıyla bu anlamda “münferit” olmayan bir saldırı bu.
Medya neden “oynadığı oyunların etkisiyle saldırı yaptı” şeklinde haberi servis ediyor?
Ben iktidarın Türkiye’deki radikal sağ yükselişin farkında olduğunu düşünüyorum. MHP’yle ortaklık milli maçta yapılan bozkurt işaretini sahiplenmeyi gerektiriyor ama öte yandan MİT’in hazırladığı ve kamuoyu ile de paylaşılan bir raporda Batılı ülkelerdeki radikal sağ yükselişin nedenleri ve sonuçları ele alınıyor. Raporda Türkiye’den söz edilmiyor ama bunun aslında esas olarak iç politikaya yönelik bir metin olduğu açık. Yükselen yeni radikal sağ, ülkücülüğün söylemi ve argümanlarıyla dirsek teması içerisinde olmakla birlikte klasik ülkücülüğün kapsayamayacağı bir nitelik taşıyor; en temel fark ise sığınmacı meselesine ve dine bakıştan kaynaklanıyor. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de yeni radikal sağ sığınmacı ve göçmenlere yönelik öfkeden güç alıyor, Türkiye’ye yönelik göç dalgasında başı Suriyeliler çektiği için de bu öfke Araplara yönelik ırkçı bir söylemle birleşiyor ve aynı zamanda içerisinde İslam karşıtlığını barındırıyor. İktidarın dinselleşme politikaları, göç politikaları ve elbette ki gençlerin hem bugününü hem yarınını çalan ekonomi politikaları birleştiğinde ortaya böyle bir sonuç çıkıyor. Haberin sorunuzdaki gibi servis edilmesi de bence bununla ilgili. İktidar yükselen tehlikenin farkında olsa da saldırının bir örnek eylem haline gelmesini, saldırganın da özellikle 20 yaş altı gençler arasında kahramanlaştırılmasını istemiyor. Gelen yayın yasağı da bununla ilgili olsa gerek.
“BURADAKİ SİYASİ AKIL İRRASYONELDİR, ÇÜNKÜ MANİPÜLE EDİLMİŞTİR”
Bu saldırının arka planındaki siyasi akıl nedir?
Burada faşizme özgü bir akıl, dolayısıyla bir irrasyonalizm var. Faşizm, “küçük adam”ın sisteme, düzene yönelik öfkesini manipüle eder, başka yerlere yönlendirir; bunun için de günah keçileri yaratır ve toplumun önüne atar. Bu 1930’larda, 40’larda Yahudilerdi, komünistlerdi, çingenelerdi. Bunlar ırkımızın saflığını ve toplumun birliğini bozuyor, bize ait olanı çalıyor, yozlaşmaya sebep oluyorlardı. Günümüz faşizmi bunlara yenisini ekledi. Yahudi düşmanlığı biraz daha geriye çekilirken göçmenler ilk sıralara yükseldi. ABD’de hispanikler, Avrupa’da ise Ortadoğulular/ Müslümanlar en başa yazıldı. Bunlara LGBT’ler ve feministler de eklendi. Tüm bu birbirinden farklı kesimlere yönelik ideolojik çerçeve ise “kültürel Marksizm” ya da “kültürel Bolşevizm” kavramlarıyla geçmişte olduğu gibi bugün de antikomünizm üzerinden çizildi. Unutmayalım faşizm her zaman antikomünizmdir. Dolayısıyla buradaki siyasi akıl irrasyoneldir, çünkü manipüle edilmiştir. İçinde bulunduğu sefalet halinin esas nedenini bilmeyen kitlelerin aklının iğdiş edilmesi ve yalancı düşmanlara yöneltilmesi faşizmin temel özelliğidir, bu ise en çok sisteme hizmet eder ve sistem tarafından çeşitli ölçülerde desteklenir. Bu nedenle de bir kez daha Horkheimer’i hatırlayarak “kapitalizm hakkında sessiz kalanlar faşizm hakkında konuşmasınlar” dememiz gerekiyor.
Özellikle 3-4 yıldır anti-sığınmacı, anti-LGBTİ, anti-Kürt şeklinde politikalar uygulayan siyasi partiler ve isimler var. Bu saldırıların arkasında bu siyasilerin kullanmış olduğu propagandanın etkisi var mıdır?
Elbette ki var, dünyadaki radikal sağ yükselişin Türkiye’yi etkilememesi ve oradaki neo-faşist partilere benzeyen partilerin burada da ortaya çıkmaması imkânsızdı. Ümit Özdağ yükselen bu radikal sağ trendi gördü ve oraya oynayarak Zafer Partisi’ni kurdu. Batı dünyasındaki radikal sağ argümanları aldı ve buradaki göçmenlere/sığınmacılara yönelik öfkeyle sentezledi, buna seküler bir tavrı da ekledi. Tüm bunları yaparken tıpkı Batı’daki muadilleri gibi sosyal medyayı kullandı ve post-truth çağına uygun bir şekilde sayısız yalanı devreye soktu. Onun peşine takılan gençler de interneti ve sosyal medyayı kullanarak yaygın bir örgütlenme ağı yarattılar. Eskişehir’deki saldırgan muhtemelen Zafer Parti’sine mensup değil ama ideolojik ve politik olarak aynı ağın bir parçası olduklarını, aynı yerlerden beslendiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
“Ataman Kardeşliği” diye bir grup var. Bu grup Türkiye’nin kurtuluşunu Nazizm’de görüyor. Ve sosyal medyada da aktifler. Neler söylemek istersiniz?
Yükselen radikal sağ içerisinde bu tür oluşumların şimdilik marjinal bir karakter taşıdığını, mensuplarının da “ergenden hallice” diyebileceğimiz bir yaş grubuna dahil olduklarını söylemek mümkün. Batılı radikal sağ argümanların birebir Türkiye’ye kopyalanması 15-20 yaş civarı gençlerin bir kısmı için ilgi çekici olabilir ama bu aynı zamanda bu tür grupların güçlenmesinin önündeki en büyük engellerden biri, çünkü bu argümanlar Türkiye’nin güncelliğine tam olarak oturmuyor, hedef kitlede heyecan yaratmıyor. Dolayısıyla o argümanları Türkiye’nin tarihi ve toplumsal yapısıyla sentezleyen, İttihatçılığı yeniden ve kendi kafasına göre icat eden, Mustafa Kemal’den ırkçı-Turancı bir figür çıkartan oluşumların güçlenmesi ihtimali, bunlara nazaran daha yüksek.
“RADİKAL SAĞ ZATEN TÜRKİYE’DE İKTİDARDA”
Bu gruplara karşı hükümet neden etkin bir mücadele yürütmüyor?
Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden radikal sağın güçlenerek çıkması Türkiye’deki radikal sağ kesimlere “Türkiye’de neden radikal sağ yükselmiyor” sorusunu sordurmuştu. Oysa Türkiye’yi uzun zamandır radikal sağ, yani siyasal İslamcı bir parti yönetiyor, sağ popülizmin birçok teziyle siyasal İslam’ı sentezleyen bir iktidar bu. Öte yandan giderek daha devletlû, daha milliyetçi bir dil kullanıyor uzun süredir ve elbette ki başka bir radikal sağ partiyle, yani MHP’yle ittifak halinde. Dolayısıyla radikal sağ Türkiye’de zaten iktidarda. Radikal sağın diğer versiyonları, yani esas olarak “seküler” versiyonları ise bir tehlike olarak görülse de kontrol edilebilir diye düşünülüyor ve sahiden de özellikle sosyal medya aracılığıyla kontrol edilip, yönlendirilebiliyorlar. Milliyetçi hamaset üzerinden ortak düşmanlar yaratılıyor, öfke manipüle ediliyor, “devlet, vatan, Türklük” gibi birtakım paydaların siyaset üstü olduğu öne sürülüyor, buralarda birleşiliyor ve günün sonunda bundan iktidar kazançlı çıkıyor. Hal böyleyken neden etkin bir mücadele yürütülsün ki?
Avrupa’da yükselen aşırı sağın Türkiye’ye etkisi ne olur?
Yükselen yeni radikal sağın bütün argümanlarının Batı’dan devşirildiğini ve buraya uyarlandığını söylemiştim. Batı’daki yükseliş radikal sağı dünya ölçeğinde daha da popülerleştirecek, söylem ve eylemlerinin başka coğrafyalara da uyarlanmasını sağlayacak, ona küresel bir karakter verecektir muhtemelen. Örneğin Kayseri’de sığınmacılara yönelik saldırılarla İngiltere’deki ırkçı saldırılar aynı merkezden yönetilmemektedir elbette ki ama aynı dalganın bir ürünüdür. Eskişehir’deki saldırganın “manifesto”su da meselenin uluslararası boyutuna işaret ediyor zaten. Batı’daki yükselişin Türkiye’de bir yandan “niye aynısı bizde yok” türü bir özenme halini yaratacağını düşünebiliriz; öte yandan radikal sağın Avrupa’da zaman zaman görüldüğü üzere Türkleri hedef alması gibi bir durumda buna bir yanıt olarak bizde de radikal sağın kazandığı ivmenin artacağı yönünde bir öngörüde bulunabiliriz.
Küresel Dünyada Yükselen Sağ ve Transfobi: Imane Khelif Örneği