Seçim Hırsızı Bir Cumhurbaşkanının İnadı ve Ülkesi

“Fransa’daki sonuçsuz seçimler, ülkeyi siyasi belirsizlik dönemine sürükledi, ulusal parlamentoda hiçbir grup iktidara gelebilecek kadar sandalyeye sahip değil. Ülkenin yaz tatiline girmesinden önce Olimpiyat Oyunları düzenlemenin lojistik ve güvenlik zorluklarıyla da başa çıkması gerekiyor. Bu süre zarfında siyasi faaliyetler Eylül ayına kadar duracak.”

Reuters Haber Ajansı’na ait bu haber cümlesi 10 Temmuz’da yani 7 Temmuz seçimlerinden üç gün sonra kaleme alınmıştı. O günden 5 Eylül’e kadar bir türlü yol kat edemedi Fransa. Dünyanın yedinci büyük ekonomisinin tarihinde elbette çok daha çalkantılı günler oldu ancak son gelişmeler demokratik bir kaosa işaret ediyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, nihayet, tam 60 gün sonra eski Avrupa Birliği (AB) Brexit Başmüzakerecisi Michel Barnier’i ülkenin yeni başbakanı olarak atadı.

Barnier, Fransa parlamentosunun alt kanadı Ulusal Meclis’teki güven oylamasını atlatmak zorunda. Fransa’da erken genel seçimlerde Ulusal Meclis’te en fazla sandalyenin sahibi olan solcu Yeni Halk Cephesi (NFP) ittifakı, Macron’un solun ortak adayı yerine merkez sağdan Michel Barnier’i başbakan atamasına tepkili.

Boyun Eğmeyen Fransa’nın (LFI) kurucusu ve eski cumhurbaşkanı adayı Jean-Luc Melenchon, X hesabından paylaştığı videoda, Macron’un Barnier’yi başbakan atayarak kendi kararı ile gittiği erken genel seçimlerin sonuçlarını reddettiğini belirtip seçimlerin çalındığını savundu.

FRANSIZLARIN NEREDEYSE YARISI MACRON’U İSTEMİYOR

Elabe anket şirketinin Fransız yayın kuruluşu BFMTV için yaptığı ankete göre halkın yüzde 49’u, sol ittifaktan başbakan atamayı reddeden Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u istemiyor. Bir başka deyişle Fransa halkı, erken genel seçimlerin ardından geçen iki ay içinde hala yeni hükümetin kurulamadığı ülkedeki siyasi tablodan Macron’u sorumlu tutuyor. Yüzde 49 aynı zamanda cumhurbaşkanının azledilmesi için Ulusal Meclis’te yasal süreç başlatacağını duyuran Boyun Eğmeyen Fransa Partisi’nin (LFI) girişimine verilen destek anlamına geliyor.

Bu Macron ile ilgili en güncel anket verisi ancak tek değil. Fransa Cumhurbaşkanı’nın 28 Haziran 2024’te, yani ilk tur oylamadan sadece iki gün evvel yayınlanan Toluna-Harris Interactive anketine göre onay oranı yüzde 36’ya kadar gerilemişti. Çok değil, sekiz yıl önce, ülkede geleneksel partilerin kan kaybettiği dönemde “En Marche!” hareketini kurarak politik sahnede bir dönüşüme imza atan Macron ülkesini tam iki ay boyunca kilitledi, hareketsiz bıraktı.

SOLCU BAŞBAKAN ADAYINI NEDEN ATAMADI?

Macron, solcu ittifakın seçimlerde elde ettiği başarıya rağmen solun ortak başbakan adayı Lucie Castets’i atamayı reddetmiş, başta ittifakın en büyük partisi LFI olmak üzere halkın gözünde demokrasiye karşı darbe yapmakla itham edilmişti. Bir anlamda Cumhurbaşkanı Macron, hakemden ziyade kendisini hala başat oyuncu olarak konumlandırdı. Kimi uzmanlar Macron’un nihai amacının solu bölüp aşırı uçtaki LFI’yi yeni başlayacak görüşmelerin dışında tutmak olduğunu söylüyordu.

İNAT VE UZLAŞIDAN YOKSUNLUK

“Ülkede yeni eğitim yılı başlarken ve 2025 bütçe taslağının sunulmasından sadece birkaç hafta önce, ülke cumhurbaşkanının mümkün olduğunca uzun süre liderliği elinde tutma konusundaki inatçı kararlılığı nedeniyle bir kez daha çıkmaza girme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu, kendisine meydan okumaya çalışanların göreceli zayıflığından faydalanıyor.” tespiti yapmıştı Le Monde gazetesi.

İngiltere merkezli yayın yapan Financial Times’ın geçen hafta yaptığı analiz ise Fransa’daki siyasal sistem uzlaşı kültüründen yoksun göründüğünü söylüyordu:

“Diğer pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, koalisyon kurma ya da programlar temelinde anlaşmalar yapma geleneği yok. Büyük partilerden hiçbiri yaz aylarında diğerleriyle ciddi bir şekilde müşterek siyasi pozisyon arayışına girmedi. Sol, seçimi kazandığını ve çoğunluğa karşı güç kullanma hakkına sahip olduğunu varsaydı. Merkez sağ ise tartışmaya kapalı bir talepler listesi hazırladı. Macron’un merkezcileri, siyasi miraslarına dokunulmadığı müddetçe en açık olanlardı.”

2022’DEN BUGÜNE…

Aslına bakılacak olursa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yaşadığı ve/ya yaşattığı kriz birkaç aylık mesele değildi. Haziran 2022’deki yasama seçimlerinde parlamento çoğunluğunu kaybettiğinde bu durumun Fransa cumhurbaşkanı olarak ikinci dönemini her zamankinden daha zor hale getireceği açıkça ortadaydı.

İlk işaret ise 16 Mart 2022’de verilmişti. Hükümet, normal parlamento prosedürüyle bir emeklilik reformu geçirmek için gereken oyları alamayınca bunun yerine, anayasanın ilgili maddesini yürürlüğe sokmuştu. Söz konusu madde, reformu oylama olmadan zorla kabul ettirmesine olanak tanıyordu. 

Bir başka deyişle Macron ve o dönemki başbakanı Elisabeth Borne, ülkelerindeki yasal asgari emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkaracak reformları geçirmek için yeterli oyu bir araya getirmeyi ummuşlar, yasayı partiler arası uzlaşı için aylarca ertelemişlerdi. Macron, sol kanat ittifakı veya Marine Le Pen’in aşırı milliyetçi-popülist sağını desteğe ikna edememiş hatta merkez sağ Cumhuriyetçilerden bile oy gelmemişti.

MACRON NE YAPMAK İSTEMEKTEDİR?

2022’den sonra 2024’te de Fransa Macron’un bir başka politik reddiyesi ile karşı karşıya kaldı. Tek başına sorumlu olduğu yasama seçimleri ardından yenilgisinin sonuçlarını açıkça kabul edememesi, mevcut çıkmazın temel unsuru olarak göze çarptı. Ülkenin bölündüğü ve politikasının eleştirildiği bir zamanda, 9 Haziran’da seçimlere yönelik yaptığı politik kumar niteliğindeki tek taraflı çağrı, sadece kendi politik sahasının güç kaybına neden olmadı. Aynı zamanda bölünmeleri, belirsizliği artırarak ülkeyi tehlikeye attı. Tüm bu tabloya karşın Macron, seçimin açık kaybedeni gibi davranmayıp farklı partilerin bir araya gelmesine olanak tanıyan siyasal geleneği yani birlikte yaşama ilkesini ihlal etti.

Fransa siyasetindeki söz konusu politik kaosu salt Macron üzerinden değil ülke politikasının kurumsal sıkışmışlığı üzerinden okuyanlar da var. Parlamentoda çoğunluğu sağlaması gereken başbakan. Gelgelelim Fransa Cumhurbaşkanı Macron bunu ya bile isteye görmezden geldi ya ıskaladı. Kimi siyasi analistler “Macron muhtemelen arkasında partisi bulunmayan bir teknokratı tercih edebilir” diyordu.

Bu tahmin boşa çıktı. Macron’un ancak iki ay sonra atama kararı verdiği isim Barnier, merkez sağdaki cumhuriyetçi gelenekten gelen bir isim. 73 yaşında, daha önce farkı kabinelerde Dışişleri Bakanlığı dahil farklı görevlerde bulundu. İngiliz yayın kuruluşu BBC onu “Charles de Gaulle geleneğinde kararlı, vatansever bir muhafazakar” olarak tanımlıyor. Barnier’in neoliberal ekonomik görüşlere sahip olduğu biliniyor.

MÉLENCHON FAKTÖRÜ

Son atama kararı ile birlikte Macron’un Jean-Luc Mélenchon’un seçimi kazanmış partisine dönük siyasi bir kısıtlama, en üst makamdan bir sansür çabasına giriştiği artık ayan beyan ortada. Bununla beraber ortaya çıkan bu durumun Mélenchon’un politik duruşu ve kutuplaşmış algısıyla da yakından ilintili olduğunu iddia edenler de var. Mélenchon, kimi Fransızların gözünde aşırı sol ve antisemit söylemleri gerekçesiyle en nefret edilen politikacıyken sol dünya için bir nevi dokunulmaz lider statüsünde. Özellikle genç seçmenler ve geleneksel siyasi partilerden yana hayal kırıklığına uğrayanlar arasında sadık bir destek tabanına sahip olan Mélenchon, kapitalizm karşıtı duruşu ve sosyal adalet odaklı politikalarıyla ana akım siyasi anlatılara alternatif arayan birçok kişiye karşılık veriyor.

Öte yandan Mélenchon aynı zamanda kutuplaştırıcı bir figür. Karşıtları, onu radikal veya çatışmacı olarak nitelendiriyor. Bu da ılımlı seçmenleri kendisinden uzaklaştırıyor. Tutkulu belagati ve rakipleriyle doğrudan çatışmasıyla karakterize edilen tecrübeli siyasetçi kimileri için çekici olsa dahi karşı kutup için tam tersini ifade ediyor. Politik polarizasyon salt Fransa’nın değil dünyanın kaderi olduğunu ise akılda tutmak gerekiyor. Ama asıl akılda tutulması gereken Mélenchon’un bu iki aylık süreçte iş birliğine yanaştığı Macron’un ise kaçak dövüştüğü gerçeği.  

“ÜLKEMİZ KENDİNİ HER ŞEY SANAN BİRİYLE KARŞI KARŞIYA”

Yani son süreçte oyunbozanlık yapan Mélenchon değildi.  Zaten soldaki diğer liderler de Mélenchon’un adaylığının yukarıdaki gerekçelerle kabul edilmeyeceği öngörüsüyle daha iyi uyum sağlayabileceği düşünülen 37 yaşındaki genç politikacı Lucie Castets’i başbakanlık adaylığı için düşünmüştü. Cumhurbaşkanı Macron’un bu siyasi hesaba karşın önüne getirilen Castets ismini de veto etmesi, gerilimin neden tırmandığını anlamak açısından daha açıklayıcı olabilir.

Macron’un bir nevi diktatörlüğe soyunduğunu söyleyenlerin iddiası başbakan olarak atamadığı sol ittifakın adayı Lucie Castets’in “Ülkemiz hem cumhurbaşkanı hem başbakan hem de parti başkanı olmak isteyen bir cumhurbaşkanı ile karşı karşıya” sözlerinde somutlaşıyor.