Türkiye ve BRICS: Yollar Gerçekten Kesişti mi, Aynı Yol Gidilirse Ne Olur?

Uzun zamandır dillendirilen soru yeniden soruluyor: Türkiye, BRICS’e mi katılacak? 30 trilyon dolarlık birliğin yeni üyesi mi olacak? ABD merkezli haber kuruluşu Bloomberg’e göre bu sorunun yanıtı “Evet”.

Gruba katılmaya yönelik başvurular, 22-24 Ekim tarihlerinde Rusya’nın Kazan kentinde yapılacak zirvede ele alınabilir. Türkiye’nin BRICS için üyelik başvurusu yaptığı iddiasının ardından Rusya’dan dikkat çeken bir açıklama geldi. Kremlin, Erdoğan’ın BRICS zirvesine katılacağını duyurdu. Birliğe bu yılın başında İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Etiyopya ve Mısır katılmış, son genişleme evresinin ardından birlikten BRICS+ olarak bahsedilmeye başlanmıştı.

BRICS’in giderek büyüyen bir ekonomik platform olduğu biliniyor. Peki ekonomisi zorda olan Türkiye çareyi yüzünü doğuya çevirmekte, hibrit politikalarda, bir anlamda kompartıman siyasetinde mi bulacak?

BRICS tam olarak neye karşılık geliyor? Dışişleri Bakanlığı’nın sessizliğini nasıl okumak gerekiyor? 22 yıldır hem iç hem dış politikada onlarca farklı siyaset izleyen iktidarın değişmeyen tek özelliği salt Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin logosundan mı ibaret?

Fikir Gazetesi, son gelişmenin ardından akıllara takılan soruları Yeditepe Üniversitesi’nden siyaset bilimci Doç. Dr. Deniz Tansi ile konuştu.

“KAMU YÖNETİMİ ŞEFFAFLIK GEREKTİRİR AMA…”

İlk soruya birkaç soru-cevapla başlamak durumundayım. BRICS meselesine dair Türkiye’nin üyelik ihtimalini aslında uzun uzadıya anlatmaya gerek yok ama nereden duyduk? Bloomberg’ten duyduk. Türkiye’deki önemli gelişmeleri genelde hep dışarıdaki mecralardan duymaya alıştık sanki. Ne diyor haber? Türkiye’nin BRICS örgütüne aylar önce bir başvuruda bulunduğunu belirtiyor. Mülakata başlamadan önce Dışişleri Bakanlığı’nın sitesine, duyurularına bakayım dedim. Herhangi bir açıklama yok. Habere göre ise Türk Dışişleri yetkilileri böyle bir bilgi paylaşılmadığını bildiriyorlar, sürece yönelik soruları da yanıtsız bırakıyorlar. Kremlin’i zaten biliyorsunuz, “Türkiye BRICS’e  ilgi gösteriyordu.” diyor. Peki nedir bu ilginin sebebi?

Öncelikle hassasiyet gösterdiğim nokta şeffaflık. Kamu yönetimi şeffaflık gerektirir. Bu anlamda bir yalanlama olacağını düşünmüyorum. Çünkü aslında Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2018’den beri bu tür talepleri olmuş, ifade etmiş. Ben de biraz arşiv karıştırdım sizin gibi. BRICS bu sene çok önemli açılımlar yaptı. İran, Suudi Arabistan, BAE’ye bakıldığında klasik Avrasya coğrafyası değil.  Güney Afrika var, Rusya, Çin, ta İran’a kadar inen bu zeminde geniş bir coğrafyadan bahsediyoruz. 3,5 milyar nüfusluk bir coğrafyadan. Ama bu konunun kamuoyunda tartışılmasını beklerdim.

Nasıl?

Yani Habermas’ın söylediği gibi “Herkesi kapsayan bir kamuoyu yok”, tamam bunu kabul ediyorum. Ama en azından siyasal elitler, bu konuda çalışan insanlar BRICS meselesini konuşabilirdi. Ben bu konuyu nereden öğrenebilirim? Yabancı medyayı sürekli takip ediyoruz ama oraya da her zaman bu ve benzeri konular düşmeyebilir. Sonuçta biz istihbaratçı değiliz! Nereden öğreneceğiz? Ancak medyadaki gelişmelerden öğrenebiliriz. İstediğimiz kadar kitap okumuş olalım, güncel gelişmeleri takip edebilecek başka bir yolumuz yok. Peki bunu Bloomberg’ten mi öğrenmeliydik? Bu bence Türkiye’de tartışılmalıydı. İktidarıyla, muhalefetiyle, sivil toplumuyla, iş dünyasıyla, sendikalarla… Bu şeffaflık önemli. Bakın bu söylediğim, işin dekorasyon unsuru değil. Bu olmazsa olmaz! Hani siyaset bilimci David Easton’ın bir diyagramı vardır ya. Girdiler vardır, talep ve destekler… Siyaset mekanizmasına gider… Bunlar daha sonra output olarak çıkar. Yani yasa, yönetmenlik, kararname…

Sıklıkla verdiğiniz örnektir…

Evet. Uluslararası kararlarda da öyledir. Bakınız, Türkiye’nin AB hedefi 1963 Ankara Anlaşması itibarıyla İsmet Paşa’dan başlar, bugüne kadar devam eder. O konuyu ayrıca tartışmak mümkün.

BRICS, NEYİN ALTERNATİFİ?

Peki BRICS, Avrupa Birliği’nin bir alternatifi mi?

Tartışılır.

Mesela “NATO’nun alternatifi” diyenler var…

Hiç alakası yok!

Belki Avrupa Birliği’nin değil AET’nin bir karşılığı olabilir mi? Yani illa bir benzetme yapacaksak…

Bu meselelere konjonktürel bakarsak, bir başka yapıya sadece “nazire” olsun diye bakarsak, uluslararası ilişkilerde bunun çok inandırıcılığı olmaz. Ciddiyeti ciddi anlamda tartışılır. Bu bir yapısal karardır.

Ticari anlamda mı?

Bakın, BRICS’te nasıl diğer ülkeler yer aldıysa Türkiye de yer alabilir. Bu anlamda hibrit yaklaşımlar için “Asla olmaz” demiyorum. Ama bunları tartışırken ekonomik anlamda yapılış çerçevesi ve maliyeti ne olur? Buna bakmak lazım. Türkiye’ye daha fazla ne kazandırır? Çünkü ekonomiden bahsettiğimize göre ne kazandırır, ne kaybedilir diye sormamız gerekiyor.

Peki Türkiye tamamen Doğu’ya açılayım derken Batı’dan olur mu?

Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak… Bir kere Türkiye’nin şunu düşünmesi lazım. Bizim Avrupa ile Gümrük Birliği anlaşmamız var değil mi? Gümrük Birliği’ni eleştiriyorum. Üçüncü ülkelere karşı ortak tarife uygulanıyor ama bize uygulanmıyor. Biz serbest ticaret anlaşmasını dahi yapamıyoruz. Deyim yerindeyse AB’nin izni olmadan… Sonra “BRICS’te yer alacağız.” diyoruz…

O halde AB’nin kısıtlayıcılığından hareketle yani bu serbestiye olmadığı için mi BRICS’e yöneliyor Türkiye?

Ama bu ne kadar uygulanabilir ki?!

Söyleşinin başında arşivleri karıştırdığımızı söyledik. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bir açıklaması var. Çok geriye gitmeye gerek yok, 24 Haziran 24.  “BRICS alternatif değil tamamlayıcı bir platform” diyor bakan özetle. Peki böyle bir hibritlik mümkün mü?

Bir kez daha soruyorum. Gümrük Birliği’ne tabi bir ülkesiniz. Üçüncü ülkelere karşı kafanıza göre serbest ticaret anlaşması yapamıyorsunuz. BRICS’e üye olduğunuzu düşünelim. Yarın öbür gün BRICS’in ortak tarifesi olduğunu varsayalım. Zira bu anlamda henüz çok gelişmedi. Ama böyle olsa, Türkiye ne yapacak? Gümrük Birliği anlaşmasına rağmen mi hareket edecek?

BRICS’i bununla tartışmak lazım diyorsunuz…

Aynen öyle. Amiyane tabirle “Sen bana çok fazla yüz vermiyorsun, ben de oraya gittim” mi diyecek Türkiye? O zaman bir karar almak lazım. Tamam, peki, o zaman Gümrük Birliği anlaşmasını feshedelim. Çok radikal bir karar! Gümrük Birliği’nden de hemen çıkamıyorsunuz biliyorsunuz, onun da ayrı bir süreci var. İşte bu yüzden böyle meselelerin tartışılması lazım. Mesela sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2018’de mi BRICS’e dair Türkiye’nin ilgisini beyan etti? O dönem karara varılsaydı, şu anda 2024’teyiz, 4 yıl sonra Türkiye, Gümrük Birliği’nden tamamen çıkardı. O zaman da bu konuda epeyi mesafe almış olurduk. O yüzden “Çok kafa karışıklığı var” derken aslında bunu söylemeye çalışıyorum. Mesela Azerbaycan da girecek BRICS’e ekimde düzenlenecek oylamada.

Ama onlar açık açık söylediler…

İşte, tam da altını çizdiğin nokta bu… Rusya Devleti Başkanı Putin, Sayın Aliyev’i ziyaret etti. Azerbaycan, “Evet BRICS’e giriyoruz.” dedi. Şimdi bu konu Türkiye’de neden kamuoyu ile çok fazla paylaşılmıyor? Bakın, “Saklanıyor” demiyorum. “Neden paylaşılmıyor?” diye soruyorum. Bu konuları ciddi anlamda tartışmamız ve tartıştırmamız gerek. Bu anlamda değerlendirdiğinde, tamam ben kabul ediyorum, medyayı eleştirmek bağlamında söylemiyorum, gündem çok hızlı olabilir ama bazı konular var ki devlet paylaşmadığında hiç haberiniz olamaz.

“BRICS’E GİRMENİN EKONOMİYE YANSIMASI NE OLACAK, HESAPLANDI MI?”

Siz hükümetin politikasının bu konuda şeffaf olmadığı için eleştiriyorsunuz. Tam o noktada medyanın devreye girip bunu biraz kurcalaması, irdelemesi gerekiyor zannedersem.

Demek medya bu anlamda Türkiye’de yeterli çalışma yapamamış. Gerçi nasıl yapsın? Siyasal iktidar açıklamadıktan sonra nereden haberiniz olacak? “Bloomberg” diyorsunuz. Bloomberg, yani bağlantıları uluslararası anlamda olan, üst düzey biri, bir uluslararası kuruluşun yetkilisi ya da bir başka devlet yetkilisi Bloomberg’e bunu söyleyebilir. Adını açıklamamak kaydıyla…

“Adını vermek istemeyen üst düzey kaynağa göre…”

Evet böyle bir şey var medyada, siz daha iyi bilirsiniz. Tamam da bunun ekonomiye maliyeti ne olacak? Bizim tarım sektörümüzde nasıl bir karşılığı olacak? Sanayide, enformasyon toplumunda? Bazı cep telefonu ya da bilgisayar markalarını internet bağlamında kullanamıyorsunuz. Hani ciddi anlamda problemler oluyor. Google’u kullanamıyorsunuz mesela… Kuşkusuz bu işin özü her ne kadar bu değilse de bunlar da ciddi anlamda sorun. Şimdi bazı markaların ithalatı söz konusu… Çok ünlü bir marka var Çin’den, bir otomobil firması… Türkiye’de yatırım yapacak ama yatırımı yapmadan önce belli bir ithalat imtiyazı kazandı. Bunu da biliyoruz. Bunlar böyle bir gündemin içerisinde kaybolup gidiyor. Şimdi bunun BRICS’te nasıl bir karşılığı olacak?

“AYNI ANDA İKİ AYRI GÜMRÜK BİRLİĞİNDE OLABİLİR MİSİNİZ?”

Türkiye gerçekten Batı ile bağlarını koparıyor mu, o yolda mı?

Ona inanmıyorum. O bir şehir efsanesi. Bir bakıyorsunuz Doğu Akdeniz’de TCG Anadolu’ya, Amerikan gemisi ile tatbikat yapıyor. Hatta yetmiyor sonra İzmir’de demirliyor. Hatta çok enteresandır, -ben politik magazin pek sevmem ama- İzmir’de Amerikan subaylarının başına çuval geçiriyorlar ve aynı gün BRICS konusu açıklanıyor. Yani bu eklektik bir konu ama hayat böyle bir şey değil.

Amiyane tabirle değil ama şairane tabirle Orhan Veli’nin dediği gibi “Her şey birdenbire oldu” olmuyor, olamıyor sanırım dış politikaya dair atılan adımlarda… Öyle değil mi? Çünkü bu çizdiğiniz çerçeveden anladığım kadarıyla önceden bunun bir hesabının-kitabının yapılması, tartışılması gerekiyor…

Elbette. Kamuoyunda olgunlaştırılması lazım. “Hadi bakalım böyle bir şey yapalım” olmuyor. Artısını eksisine bakmak lazım. Bu ileride bir ortak pazar olacak mı mesela? Bakın ben ekonomist değilim siyaset bilimciyim. Uluslararası işler bağlamında sorayım: “Aynı anda iki tane gümrük birliğinde olabilir misiniz?”

Mümkün değil…

Bir örnek yok, evet. Bu benim cehaletim belki ama bana göre de mümkün değil. Farazi konuşuyorum. Hem AB’nin Gümrük Birliği içinde olacaksınız; hem yarın öbür gün BRICS’in Gümrük Birliği içinde olacaksınız. Bugünün konusu değil elbette. BRICS’de böyle bir uygulama söz konusu olursa diyorum. Ortak tarife diye bir şey var değil mi? İki ortak tarifeyi, sevgili Dora Mengüç uygulayabilecek bir formül var mı?

Meselenin uzmanı değilim ama olmadığını düşünüyorum.

O yüzden bu meseleyi ciddi anlamda tartışılması gereken bir konu diye düşünüyorum.

BRICS, ŞANGHAY İŞ BİRLİĞİ ÖRGÜTÜ, NATO…

Anadolu Ajansı’nda epeydir BRICS’in faaliyetleri ve Türkiye’nin sağlayabileceği-kazanabileceği olası faydalar ile ilgili uzunca makaleler, uzman görüşleri yayınlıyor. Alıntılayarak aktarıyorum: “BRICS, bünyesine katılan yeni ülkelerle Batı’nın hakimiyetindeki küresel finans ve ticarete alternatif oluşturmaya çalışılıyor. Türkiye’nin, jeopolitik gücü ve güçlü sanayisinin birliğe karşılıklı avantajlar sağlayabileceği düşünülüyor.” Sizce bu tespit doğru mu, tek taraflı mı? Gerçekte karşılıklı avantaj mı daha baskın, Türkiye’nin mevcut ekonomik ikliminde ihtiyaç mı daha fazla? Ya da şöyle sorayım, Türkiye ticari ilişkilerde çok yönlü davranarak Batı ile Doğu arasında bir denge oluşturma ve çift taraflı kazanma kabiliyetine sizce sahip mi?

Hibrit yaklaşımlara karşı değilim. Kapılar kapansın bağlamında düşünmüyorum. “Kompartıman siyaseti” güzel. Ama Gümrük Birliği diyoruz. Ama ortak tarife dediğimiz konu, ileride mutlaka gündeme gelecektir BRICS gibi yapılanmalarda. O zaman ikisini beraber yürütebilecek miyiz? Birinci soru bu. İkincisi, Türkiye bunlardan birini seçmek zorunda mı kalacak? “Yok canım, biz hepsini aynı anda yapabiliriz” mi denilecek? Aynı anda yapılacaksa dediğim bu formülü ben samimiyetle öğrenmek istiyorum. Şanghay’dan da söz edildi. Şanghay İşbirliği’ne doğru gittik, onun içerisinde askeri zemin de var.

O da NATO’nun muadili değil aslında değil mi?

NATO’nun muadili Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü. Şanghay İşbirliği Örgütü tam bu değil. Ama bu kadar farklı yapıda, eş zamanlı olmak siyaseten bir savrulma mı değil mi? Bence onu tartışmak lazım. Siz AB çerçevesindeki ülkelerle, sonra BRICS ülkeleriyle ya da diğer ülkelerle farklı açılımlar ve ticaret yapıyorsunuz. Bu olabilir. Ama BRICS’e üye olarak eş zamanlı anlamda bu mümkün mü? Çok tartışmalı bir konu. Bunu yapan başka bir ülke var mı? Ekonomide Türkiye’nin yönü nereye gidecek? Bu anlamda değerlendirdiğimizde Türkiye’nin ticaretinin çoğu Avrupa merkezli, özellikle Almanya ile… Türkiye’nin Rusya’yla ticaret hacmi nedir? Çin ile ticaret hacmi nedir? Tamam, Çin yatırımları Türkiye’de artıyor. Belki daha da artacak. Hatta Çin, bu Gümrük Birliği mekanizması olmadığı için bizzat Türkiye’de yatırma yapma seçeneğinde bulunuyor. Olabilir. Keşke bize daha çok doğrudan devamlı sermaye yatırımı gelse… Buna hiçbir alerjim yok, çok net söyleyeyim. Ama hangi katma değeri üreteceğiz? Hangi katma değer zemininde hareket edeceğiz? Bu durum bizim teknolojimize, inovasyonumuza, yönetim kapasitemize ne tür artılar getirecek? Böyle önemli kararlarda konsensüs aramıyoruz. Mevcut siyasal iktidar çoğunluğuyla, evet karar verilebilir. Ama ben meselenin kanuni boyutunu sorgulamıyorum. Kamuoyunun ikna edilebilir olması lazım, meselenin izah edilebilir olması lazım.  Ben burada çok ciddi soru işaretleri görüyorum.

BATILI VE BATICI OLMAK ÜZERİNE…

Bir yandan kulağım sizde gözüm ise istatistiklerdeydi. Türkiye’nin 2022 yılı ticaret hacmine bakıldığında Almanya’yla 45 milyar dolar seviyesinde.  Rusya’yla 69 milyar dolara ulaşmış; ihracat 9 milyar dolar, ithalat 60 milyar dolar. Çin’le de 44 milyar doları bulmuş. Bu istatistiki verilerden hareketle Türkiye’nin zaten bir süredir farklı bir yönelim içinde olduğunu söyleyebiliriz herhalde değil mi?

Ekonomideki veriler Türkiye’yi yeni bir yöne, yeni bir istikamete yönlendirebilir. Tabii sizin sorunuzla bağlantılı olarak doğrudur. İleride neler tartışılacak diye düşünüyorum. Acaba ileride gerçekten Türkiye’de NATO tartışılacak mı mesela? Çünkü Batı’nın da Türkiye’ye karşı çok adil davrandığını, dürüst davrandığını, kapsayıcı davrandığını söylemek zor. Zaten AB ile yılan hikayesine dönen tam üyelik konusu ya da NATO’dakilerin çok ciddi kafa karışıklıkları, soru işaretleri var. Türkiye’yi adeta hızla Batı’dan uzaklaştırmak için Batı’da da bir kampanya var. Bu nasıl bir stratejik akıldır? Bence bunu da tartışmak lazım. Türkiye haklı olarak kafasında soru işaretleri olduktan sonra arayışlar içerisinde. Ama bunu ortaya koyarken öyle bir noktadayız ki! Türkiye’de üç temel problem var şu an. Ekonomik kriz, sosyal depresyon ve hukuk devleti krizi. Bu üçünü birlikte yaşıyoruz. Bu anlamda Türkiye’nin, ulusal güvenlik parametreleri hiç kuşkusuz güçlü bir ekonomiye sahip olmak birinci aşamada. Elbette güçlü bir orduya sahip olmak da mühim. Ama olmazsa olmaz güçlü bir demokrasiye sahip olmaktır. Çünkü bu coğrafyayı demokrasi dışında herhangi bir yönetim ile yönetemezsiniz. Rahmetli Bülent Ecevit’ten öğrendiğim bir ayrımdan söz edeyim. Nedir o ayrım? Batılı ve Batıcı ayrımı. Ne demek bu? Suudi Arabistan Batıcı olabilir ama Türkiye Batılıdır. Niye? Batılı olmak değerlerini içselleştirmektir. Ya da Feroz Ahmed’in söylediği “modernite” ve “modernizasyon”. Modernizasyon derseniz, Dubai’ye bakın en son teknolojiyi görebilirsiniz. Ama modernite modernleşme fikirlerini içselleştirmektir. Bu noktalarda kafalar o kadar karıştı ki… Çünkü siyasal iktidar muhalefete hemen “Batıcı” gözüyle bakıyor. 2002’de iktidara geldiği zaman Avrupa Birliği perspektifi vardı. Ya da ABD ile tezkere krizini anımsayın bu bağlamda. Türkiye’de dış politika, günlük siyasetin aracı olmamalı. Bu anlamda Türkiye’de siyasal anlamda bir değişim olacaksa, muhalefet hem ekonomide hem dış politikada “Seçmen bu kadarıyla ilgileniyor, seçmen ekonomiyle ilgileniyor” diyebilirsiniz. Doğrudur ama siyasal elitler var, Türkiye’yi nasıl yöneteceksiniz? Bunu anlatmak bağlamında ekonomide, dış politikada bu işin nasıl olması gerektiğini anlatmak mühim. Anlık heyecanlar, öfkeler ve tepkilerle anlatmak değil. Stratejik çıkarlarla hareket edilmesi gerektiğinin ortaya koyması lazım.

O zaman sizden ödünç bir ifadeyle bir soruyu yönelteyim. 22 yıl içinde değişmeyen sadece AK Parti ve logosuysa bu tutarlılığı dış politikada gözlemlemek pek mümkün değil herhalde?

Gelin birlikte hatırlayayım. 2019’da sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ya Binali Yıldırım ya Sisi” demiyor muydu? Sisi dediği Sayın Ekrem İmamoğlu…

Ama Sisi ile görüşüyor artık…

Evet. Niye bunu söyledim? Kıbrıs konusunda mesela benim ne kadar duyarlı olduğumu bilirsin. İki devletin çözümü ilk baştan beri savunuyorum. Annan Planı’na bakalım. Yıl 2004. 20 yıl olmuş. Yani öyle 200 yıl falan olmadı. Bu tezkere krizi ya da buna benzer konulara baktığımızda siyasal iktidar geldikten sonra Leyla Zana tahliye edildi. İktidar bunu bir büyük açılım olarak ifade etti. 2010’daki anayasa değişikliğine bakalım. Şahsen “Yetmez ama evet” demedim, “Hayır” dedim. Ama bu anayasa ile beraber getirilen bir yenilik vardı. Anayasa Mahkemesi’ne kişisel başvuru… Hatta dediler ki; “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurularda yığılma oluyor.” Tamam, iyi güzel. Ki; ben şundan dolayı karşıydım o düzenlemeye. Anayasa Mahkemesi’nin görevi yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemek, ikincisi yüce divan sıfatıyla yargılamak siyasileri. Büyük bir yük geldi. Bunu bir reform olarak getirdiler ama şu anda 153. madde (EN: Madde 153 – Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.) uygulanmıyor. Halbuki 153. madde, “Yasama, yürütme, yargı, kamu, özel idare herkesi kapsar” diyor. Ama uygulanmıyor. E şimdi biz nasıl bu işin içinden çıkacağız? Yani buna benzer, 22 yılda 4-5 ayrı iktidar görebilir bir siyaset bilimci. Ama değişmeyen gerçekten Sayın Cumhurbaşkanı ve AK Parti logosu. Şu anda AK Parti kurucularından kaç kişi kaldı? Ben bilmiyorum. Bütün konuları birbiriyle bağlantı olarak değerlendirmek gerekiyor. Devlet dediğimiz yapı önemli. Bu anlamda belli kararlara varırken, muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle, bütünüyle ekonomide eğer Türkiye bir direksiyon kırıyorsa bunun ciddi anlamda tartışılması lazım.

“Ortadoğu var oldukça, savaşlar devam edecek”