Eğitim öğretimde yaz tatili sona erdi. 2024-2025 yeni Eğitim-Öğretim Yılı ilk ders zili 2 Eylül Pazartesi günü “uyum haftası” kapsamında okul öncesi ve 1. sınıflar için çaldı. 9 Eylül Pazartesi günü eğitim-öğretim yılı tüm öğrenciler için başlayacak. Geçen yıl eğitim öğretim yılı ekonomik krizin gölgesinde ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli tartışmaları ile sona ermişti.
Peki 2024-2025 Eğitim-Öğretim yılı öğrenciler, öğretmenler, veliler için nasıl başladı? Eğitim-öğretimde geçen yıldan bu yıla devreden sorunlar yeni döneme uzanıyor mu? Ekonomik kriz ortamında “itibardan tasarruf olmaz” söylemine sarılan iktidar, okullarda bir öğün ücretsiz yemek vermeme konusundaki kararlılığını sürdürecek mi? Okullarda temizlik konusunda da mı tasarrufa gidiliyor?
Yeni eğitim döneminde okullarda temizlik işini yapan emekçiler olmayacak mı? Öğretmen atamalarına dair hangi adımlar atılmalı? Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından uygulamaya sokulan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli hakkındaki eylemlilik süreci devam edecek mi? Eğitim-öğretim yılı üniversitelerde nasıl başladı?
Fikir Gazetesi, 28. sayısında bu sorulara yanıt arıyor. Yeni eğitim-öğretim yılında ilk, orta, lise kademesinden üniversitelere kadar eğitim alanındaki sorunlar ve bu sorunların çözümlerine odaklanıyor.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Genel Başkanı Kemal Irmak, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Eğitim-Sen Üniversiteler Şube Başkanı Dr. Lülüfer Körükmez Kaya, Öğrenci Velileri Derneği (VELİDER) Genel Başkanı Ömer Yılmaz ve ülkenin çeşitli illerinden veliler ile görüşülen dosya haber odağına eğitim-ekonomi ilişkisini alıyor.
Türkiye’nin yedi farklı bölgesindeki devlet okullarında bu yıl eğitimde en zorlayıcı unsurun artan enflasyonla ortaya çıkan ekonomik temelli sorunlar olduğunu belirten uzmanların ortak kanaatin eğitimden tasarruf olmayacağı, eğitim masraflarının ailelerin belini büktüğünü ve derin yoksulluğun orta direğe kadar uzandığı yönünde.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitime ayırdığı bütçenin yeniden gözden geçirilmesi, bir öğün ücretsiz yemek ve sağlıklı içme suyu imkanlarının eğitimin tüm kademelerinde sağlanması, gıdaya erişim ve barınma krizine çözüm bulunması gerektiğini vurgulayan meslek profesyonelleri ve aileler eğitimde gerici bir sürece doğru adım atıldığını ifade ediyor. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ne karşı laik ve çağdaş, bilim temelli eğitim çağrısı bu anlamda hayati.
Yüksek öğretim kurumları ve üniversitelerde akademik özgürlük ve üniversite özerkliğine dair sorunlara değinen uzmanlar, rektör atamaları konusunda Anayasa Mahkemesi’nin haziran ayında rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından atanmasına ilişkin 703 numaralı KHK’daki hükmü iptal etmesi konusunu gündeme getiriyor.
EĞİTİM-SEN: “İTİBARDAN DEĞİL EĞİTİMDEN TASARRUF OLMAZ”
Eğitim öğretim yılının başlamasıyla birlikte geçen yıldan bu yıla sarkan sorunların giderek derinleştiğine dikkat çeken Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Genel Başkanı Kemal Irmak, kamusal eğitim alanlarında yaşanan sorunlara ilişkin sorumuzu yanıtlayıp ve sorunların çözümü noktasında yapılacakları sıralıyor.
Kemal Irmak, eğitim öğretimin ekonomik kriz kıskacında olduğuna işaret ederek, sendika olarak eğitimdeki ekonomik sorunlara dikkat çekmek üzere basın açıklaması yapacaklarını belirtiyor. Irmak, “Bunun yanında önümüzdeki hafta boyunca da Türkiye’nin her yerinde bu “Müfredatı geri çekin. Yeni bir müfredatı birlikte yapalım” ismiyle eğitim nöbetlerine başlayacaklarını söylüyor:
“Önümüzdeki hafta 7 gün 7 bölge 7’den 77’ye Bilimsel ve Kamusal Eğitim Hakkı için bir mücadeleye başlayacağız. Bir okul çantası kaça mal oluyor konusunu eylemlerimizde dile getireceğiz. Kamusal eğitim de özelleşmiş durumdadır. Veliler her atılan adımda çocukları için çok ciddi harcamalar yapıyorlar. Bu derin yoksullukta Türkiye’nin de %70’inin asgari ücret ve asgari ücretin altında çalıştığını düşünürsek, bugün velileri bekleyen birinci büyük sorun çocuklarının okul ve beslenme ihtiyaçlarını karşılayıp karşılayamama sorunudur. Birçok veli çocuğunu okula gönderirken çocuklarına karşı mahcubiyet yaşama sıkıntısını çekiyorlar. Türkiye’de orta sınıf neredeyse yok oldu. Yüzde 20’lik bir kesimin çok durumu iyi iken yüzde 50’nin durumu çok kötü. Geriye kalan da işte idare ediyor. Ama onlar da yoksulluk sınırının altında yaşıyorlar hala. Kamuda tasarruf tedbirleri çerçevesinde dedikleri şeylerden biri de ‘itibardan tasarruf olmaz’ oldu. İtibar dedikleri de sırça köşklerde yaşamaktır. Fakat Türkiye’de asıl mesele, asıl tasarruf edilemeyecek şey eğitimdir. Çünkü eğitim bugünümüz, geleceğimizdir. Bu durumu sadece okula giden çocuklar üzerinden tasavvur etmemek lazım. Geleceğin Türkiye’sini kuracak, kollayacak, geliştirecek bir kuşaktan ve onların gelişimlerinden bahsediyoruz. O yüzden eğitimden tasarruf olmaz.”
YENİ DÖNEMDE OKULLARDA TEMİZLİKÇİ OLMAYACAK MI?
Tasarruf konusunda Perşembe günü gündeme gelen ‘Okullarda temizlik görevlisi olmayacak!’ konusu ile ilgili Fikir Gazetesi’ne açıklama yapan Irmak, “Bir önceki Toplum Yararına Program’dan (TYP) ayrı bir program uygulamaya konuldu. TYP’de temizlik görevlileri 10 ay boyunca okullarda tam gün görevlendiriliyorlardı. TYP yerine getirdikleri İUP ile okullarda temizlikçi olacak ama eskisinden daha kötü bir şekilde olacak. İlk 1 ay haftanın beş günü çalışacaklar, 37,5 saat ama diğer 1 aydan sonra her çalışan 22,5 saat çalışacak. Bu da şu anlama geliyor. Bu kişiler ya okula 1 gün gelip 1 gün gelmeyecek ya da ya da 4’er saate indirecekler. Birisi sabah birisi öğleden sonra gelecek. ama ne olacak bu gelen kişiler ikisinin toplam aldığı maaş birinin aldığı maaş olacak. Uygulamanın nasıl olacağına dair bir açıklık yok. Zaten şu anda uygulamanın da değişmesiyle birlikte okulların neredeyse yüzde 90’ında temizlik konusunda çalışan yok. Bütün işleri eğitimciler, okul müdürleri yapıyor. En son hayatını kaybeden öğretmenimiz de okulda bazı işleri yaparken düştü ve hayatını kaybetti. Her konu dönüp dolaşıp eğitim alanında tasarruf olmaz noktasına geliyor. Ama iktidar bunu önemsemiyor. Bir diğer konu da okullarda çocuklarımızın hijyenik bir ortamda eğitim görmeleri meselesidir. Bu uygulama bu durumu da ortadan kaldırıyor. Okullarda bu nedenle çok ciddi bir hijyen sorunu olacak bu da çocukların her türlü hastalığa, salgına açık olması anlamına geliyor. Çocukların sağlığını tehdit eden uygulamanın da önü açılmış oluyor. Hep bir eksiltme yoluna gidiliyor. Şİmdi de temizlik noktasında geriye çekilme var.” bilgilerini paylaşıyor.
“DİYANETE AYRILAN PAY 6-7 BAKANLIĞIN BÜTÇESİNİN ÖNÜNE GEÇİYOR!”
Eğitim-Sen Genel Başkanı Irmak, ekonomik temelli sorunların çözümü noktasında MEB’e hazineden ayrılan bütçe meselesine değiniyor. “Eğitim alanda ilk olarak MEB’e çok ciddi bir bütçenin ayrılması lazım. İkincisi Bakanlığa ayrılan bütçeden okullara da çok ciddi bir ödenek ayrılması gerekir. Eğitimde yaşanan ekonomik sorunların çözümü bu iki başlıktır. Bütçeyi nereye ayırdığınız, nasıl ayırdığınız çok önemlidir.” tespiti yapan Irmak, hazinenin Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayırdığı bütçeyi anımsatıyor:
“Bugün gelinen noktada MEB’e ayrılan bütçe, ayırdığımız en büyük bütçe deniliyor. Ama Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan bütçenin, 6-7 bakanlığın bütçesinin önüne geçtiğini görüyoruz. Diyanet’e bütçeden ayrılan pay, Türkiye’deki en önde gelen üniversitelerinin bütçelerinin de önüne geçmiş durumdadır. Bütçeyi nereye ayırıyorsanız amacınız da odur. Nitelikli, laik, bilimsel, herkese gerçekten eşit ve parasız eğitimin yolu, eğitime ayrılacak bütçeden geçer. Her gün %100’lere çıkan, 3 rakamlı hanelerin üstünde seyreden bir enflasyon söz konusu olunca bugün söylediğiniz 100 lira, yarın 50 lira oluyor.”
MEB bütçesinin kullanım alanları hakkında açıklamada bulunan Irmak Anayasanın 42. maddesini anımsatıyor. Söz konusu madde ‘eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi’ maddesi. Irmak, “Eğitim ve öğretim, devletin başta gelen ödevlerindendir. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasa’ya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz. Devlet, okur-yazarlığı yaygınlaştırmak için gerekli tedbirleri alır. Temel eğitimin ilk kademesi olan ilk öğretim, öğrenim çağındaki kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve temel ve orta eğitim Devlet okullarında parasızdır” der. Eğitimi parasız kılacak her türlü tedbirin alınması gerekiyor. Ama bugünkü bütçenin % 92 ile % 95’i arasında personel ödemeleri yer alıyor. Yani sadece şu anda Milli Eğitim bütçesi personel ödemesi yapabiliyor. Yatırım yapmıyor. Böyle olunca da eğitimin kalitesinin, niteliğinin yükselmesi mümkün mü? Mümkün değil!” diye konuşuyor.
“OKULLARDA ÜCRETSİZ BİR ÖĞÜN YEMEK HAKKI İÇİN ÇALIŞTAY HAZIRLIĞINDAYIZ!”
Ekonomide yaşanan olumsuz tablonun bir diğer ortaya çıkardığı sorunun da çocukların okullarda açlıkla baş etmek zorunda olması olduğuna değinen Irmak, “İki yıl önce kamuda okul öncesi eğitimi alan çocuklara bir öğün beslenme sağlayacaklarını söylediler. Bazı yerlere yemek ulaştırılamadığı için meyve, kek gibi besinler veriliyordu. Bu bile çok önemliydi. Önce onları kaldılar. Bu sene de ikili öğretim yapan taşımalı öğrencilere yemek veriliyordu. Onu da kaldırdılar. Var olan hakları da her gün tasarruf tedbirleri doğrultusunda tırpanlıyorlar. Ama biz bu konuda ciddi çalışmalarda yürütüyoruz. Bizim de içinde olduğumuz bir yemek koalisyonu var. 22 Eylül’de Ankara’da bir çalıştay yapacağız. Çeşitli belediyelerle de görüşüyoruz. Çünkü belediyelerin de bu konuda olanakları var. Bu konuda adım atan belediyeler de oldu. Yerel yönetimlerin destek verdiği uygulamaları her yere; Orta Anadolu’da, Doğu Anadolu’da, Güney Doğu Anadolu’da yoksul insanların, çocuklarının yaşadığı yerlerde hayata geçirmek gerektiğini düşünüyoruz. Okullarda bir öğün yemek meselesi tabi ki öncelikle merkezi hükümet tarafından sağlanmalıdır. Çalıştayımıza, çeşitli partilerden temsilciler, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği TMMOB Gıda Mühendisleri Odası, Türk Tabipleri Birliği gibi STK’lar da katılacak. Bu çalışmayı Türkiye kamuoyuna yayarak bu konuda hükümete adım attırmaya çalışıyoruz ama memleket o hale gelmiş ki ekonomik kriz bahanesi ile var olan haklar da elimizden alınıyor. Ama biz de mücadelemize vazgeçmeden devam ediyoruz.” vurgusu yapıyor.
EĞİTİMİN EN ÖNEMLİ AKTÖRÜ ÖĞRETMENLERİN SORUNLARI NELER?
Eğitimin en önemli öznesinin öğrenciler en önemli aktörünün de öğretmenler olduğuna dikkat çeken Kemal Irmak, Türkiye’de 90 bin ücretli öğretmenin eğitim kurumlarında görev aldığını bunun yanında 68 bin öğretmen açığı bulunduğunu söylüyor:
“68 bin öğretmen olması gereken yerde çocukların başında öğretmen yok. Bu bir problem. 90 bin ücretli öğretmen var. A köyünde birinci sınıfa okutmaya başlıyorlar. İkinci yıl o ücretli öğretmen oraya görevlendirilemeyebiliyor. Ve oraya başka bir öğretmen gidiyor. Çocuklar her yıl yeni ve acemi bir öğretmenle karşı karşıya kalıyorlar. Bu durum hem o ataması yapılmayan öğretmen için çok ciddi bir eziyet hem de o öğrenci için bir eğitime ulaşamama sorunu ortaya çıkarıyor. Neden eziyet diyorum? Bu öğretmenler atama bekliyor. Kendileri gidip de 11 bin ile 15 bin lira arasında hakikaten çok komik rakamlara çalışmayı kendileri istemiyorlar. Büyük şehirlerde bu fiyatlarla dışarı adım bile atamaz haldeler. İktidarın öğretmen açığını kapatmak gibi bir niyeti olmadığını gördük. Ne dediler? ‘20 bin öğretmen atıyoruz. Bundan sonra da emekli olan öğretmen kadar öğretmen atacağız’ dediler. Peki bir öğretmen neden emekli olmuyor? Çünkü emekli olunca ücreti yarı yarıya hatta daha altına düşüyor. Maaşı çok ciddi bir kayba uğruyor. Bu da bir diğer bir problem. Bir öğretmen 65 yaşını doldurana kadar ayrılamıyor. Diğer taraftan demokratik bir eğitimle karşı karşıya olmadığımız için birçok idareci, iktidar yanlısı, yandaşı, sendikalara üye kişiler tarafından atanıyor. Orada da demokratik bir süreç yürütülmüyor. Tek adamla yönetilen bir ülkede her kurumun başındaki insanın bir ‘tek adam’ özentisi var. Böyle de bir sorunları var öğretmenlerin. Oysa biz demokratik eğitimi savunuyoruz. Okul idarecilerinin de okulda çalışanlarca, liyakata dayalı olan kişilerce seçilmesi ve yapılmasıdır. Bunlar olmuyor. Diğer taraftan öğretmenler CİMER’e her şey karşısında şikâyet ediliyor. Bu şikâyet karşısında ciddi soruşturmalar geçiriyorlar. Bu yaşananlar da öğretmenlerin işini severek, isteyerek yapma isteğini de ortadan kaldırmış oluyor. Bir diğer sorun öğretmenler şiddete maruz kalıyorlar çünkü okullar güvenlikli değil, okullarda güvenlik yok. Bu hizmeti de tasarruf tedbirleri sebebiyle kaldırdılar. Tasarruf tedbirlerin hepsi okulu öğrencileri vuruyor, eğitimi vuruyor ve geleceğimizi vuruyor.”
“TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ EYLEMLERİNE DEVAM EDECEĞİZ!”
Geçtiğimiz yıl eğitim öğretim yılı sonuna damga vuran konulardan biri de Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Projesi’nin hayata geçirilmesiydi. Anadolu Ajansı Editör Masası’na konuk olan Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, yeni müfredata ilişkin 2024-2025 Eğitim-Öğretim Yılı için 1. sınıflara ait ders kitaplarının yeni müfredata uygun şekilde tamamen değiştirildiğini belirtmişti. Kademeli geçişten bahseden Tekin, ortaokul 5. ve lise 9. sınıflarda da yeni müfredata geçileceğini, diğer sınıflarda ise mevcut müfredat ve kitaplarla devam edileceğini kaydediyor.
Eğitim-Sen Genel Başkanı Kemal Irmak, yeni müfredata tepkili, içeriğinin Türkiye’deki eğitimi 100 yıl öncesinin eğitim modeline döndürdüğünü öne sürerek, “Geçmişteki referansları Osmanlıcılık ve İslamcılığa uygun bir gelecek medeniyeti ve bunun üzerine kurulacak bir model planlıyorlar. Bu yanıyla kabul edilemez. Diğer yandan bugünkü asıl mesele yeni müfredata dair bir pilot uygulama yapılmadan yürürlüğe sokulmuş olmasıdır. 1. sınıflarda uygulanmaya başladı, haftaya da 5. ve 9. sınıflardan başlayarak program uygulamaya konulacak. Herhangi bir pilot uygulamadan geçilmediği için de süreç kaosla başladı. Öğretmenlerin mesleki eğitim seminerleri olan haftada bir taraftan yeni maarif modeliyle ilgili ayrı bir uygulama yapmaya çalışıyorlar. Her şey birbirine girmiş durumda.” tespiti yapıyor.
Eğitim-Sen Genel Başkanı, yeni müfredatla ilgili de eylemlerini sürdüreceklerinin altını çizip “Gerici eğitim modelini kabul etmiyoruz.” diyor. Düzenleyecekleri çalıştaylardan ortaya çıkacak sonuçları raporlaştırıp geçmiş dönemlerde olduğu gibi Milli Eğitim Bakanlığı ile paylaşacaklarını belirten Irmak, bakanlığın kendilerini dikkate almadığından yakınıyor.
“DEPREM İLLERİNDE TESPİTLERDE BULUNACAĞIZ”
Bakan Yusuf Tekin, 6 Şubat Kahramanmaraş Depremleri’nden etkilenen 11 ilde yıkılan ve ağır hasar gören dersliklerin yerine daha fazla derslik inşa edildiğini, toplam 9 bin 935 dersliğin kullanılamaz hale geldiğini ve bunun yerine 19 bin 784 yeni derslik planlandığını ifade etmişti. Bununla birlikte depremden etkilenen bölgelerdeki okulların deprem dayanıklılığının göz önünde bulundurularak yeniden inşa edildiğini, eğitim öğretim sürecinin sorunsuz bir şekilde 9 Eylül itibarıyla başlayacağını vurgulamıştı. Eğitim-Sen Genel Başkanı Kemal Irmak, önümüzdeki haftadan itibaren deprem kentlerine gidip gözlemlerini veriler halinde halkla paylaşacaklarını söylüyor.
Fikir Gazetesi yeni eğitim öğretim dönemi sürecinde engelli öğrencileri ilişkin sorunları da Eğitim-Sen Genel Başkanı Kemal Irmak’a sordu. Irmak, konuyla ilgili olarak son 15 yılda bazı ilerlemelerin kaydedildiğini ancak bunların yeterli olmadığını ifade ediyor:
“Devletten ciddi miktarda destek alan özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinin sayısı fazlasıyla arttı ancak bu kurumlar yeterince denetlenmiyor. Engelli çocuklar eğitim merkezlerinde yeterli ilerleme kaydedemiyor. Ayrıca MESEM’ler gibi hafif engelli yurttaşların gittikleri mesleki eğitim okulları büyük riskler barındırıyor. Engelli bireylerin toplumsal hayata katılımı ve istihdamında ciddi sorunlar var. Kamuda mevcut engelli kontenjanlarının sadece yüzde 20’si ancak doldurulabiliyor.”
ÜNİVERSİTELERİ BEKLEYEN SORUNLAR NE?
Eğitimdeki sorunların bir başka ayağı ise üniversiteler. Akademik yıl başlangıcında öğrenciler ve akademisyenleri bekleyen sorunlarla ile ilgili Fikir Gazetesi’nin görüşlerine başvurduğu isim ise Eğitim-Sen Üniversiteler Şube Başkanı, Akademisyen Dr. Lülüfer Körükmez Kaya.
Kaya, üniversitelerin sorunlarının da saymakla bitmeyeceğini söylüyor. Üniversiteyi üniversite yapan en mühim noktanın özgürlükler olduğunu hatırlatan Lülüfer Kaya “Uzun süredir Türkiye’de akademik özgürlüklerin ayaklar altına alındığını biliyoruz.” deyip tespitlerini şöyle sıralıyor:
“Akademisyenlerin cübbelerinin polis tarafından çiğnenmesiyle sembolikleşen bu mesele sadece doğrudan akademisyenlere değil ancak bilimsel bilgi üretimine yapılan müdahaledir. Bilim, özgür eleştirel düşüncenin olmadığı yerlerde kötürüm kalır; ki bugün Türkiye’deki durum da bu. Üniversitelerin özerkliği ise yine oldukça geniş bir konudur. Burada sadece bir boyutuna değineceğim; o da rektör atamaları AYM’nin Haziran ayındaki kararı, rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından atanmasına ilişkin 703 numaralı KHK’daki hükmü iptal etti. İptal kararı bir yıl sonra uygulamaya konulacak. Bir yıl sonra uygulamaya konulacak olsa da etik gereği Cumhurbaşkanı’nın rektör ataması yapmamasını ve atanan rektörlerin de bu görevleri kabul etmemesini bekleriz. Ancak AYM’nin hükmünden bu yana çok sayıda üniversiteye rektör atandı. Üniversiteler kendi rektörlerini dahi seçemezken hangi özgürlükten bahsedebiliriz!”
Kamu tasarruf tedbirleri çerçevesinde, eğitimden çok kolay ve hızlıca vazgeçildiği vurgusunda bulunan Körükmez Kaya, kamu tasarruf tedbirlerinin bahane edilerek kadroların azaltıldığını, bu durumun ise akademik ve idari personelin iş ve kariyer ilerlemesini engellediği kanaatinde:
“Zaten uzun yıllardır uygulamaya konulmuş olan neoliberal politikalar üniversitelerde önemli kayıplara yol açmıştı; bu süreç giderek hızlanıyor. Örneğin araştırma görevlisi sayıları giderek düşüyor. Bu bir yandan mevcut araştırma görevlilerinin iş yükünü kişilerin altından kalkamayacağı boyuta yükseltirken diğer yandan araştırma görevlilerinin akademik eğitimleri de sekteye uğratılıyor. Araştırma görevlisi kadrosu gelecek nesil bilim insanlarını, araştırmacıları yetiştirmek için tasarlanmıştır ve maalesef yeni politikalar buna ağır darbe indiriyor.”
“BARINMA VE GIDAYA ERİŞİM PROBLEMLERİYLE MÜCADELE EDİLİYOR!”
Türkiye’de gittikçe derinleşen yoksulluktan akademi de payını alıyor. Eğitim-Sen Üniversiteler Şube Başkanı, Akademisyen Dr. Lülüfer Körükmez Kaya, ekonomik krizin hem akademisyenler hem idari çalışanlar hem de öğrencilerin teğet geçmediğini söylüyor, meselenin katmanlarını birbir sıralıyor:
“Öğrenciler, yoksulluk sebebiyle sınava girip kazandıkları okullarda okuyamıyorlar. Yanlış ekonomi politikalarının neticesinde ortaya çıkan barınma krizi, öğrencilerin eğitim hakkına erişimlerini doğrudan etkiliyor. Barınma herkes için haktır ancak öğrenciler için eğitim hakkıyla doğrudan ilintili olması sebebiyle öğrenciler iki kere hak kaybına uğramaktadır. Elbette barınma tek problem değil. Yeterli ve nitelikli gıdaya erişim de Türkiye’de yaşayan milyonlarca insan gibi öğrenciler için de problemdir. Üniversite kantinleri ve yemekhanelerinin özelleştirilmesi yemek fiyatlarını iyice artırırken bunların ne denetlenip denetlenmediği ise bir başka problemdir. Ayrıca, öğrenciler üniversitelere kaydolsalar dahi birçoğu ilerleyen yıllarda eğitimlerini ya sürdürmüyorlar veya sürdüremiyorlar. Bir kısmı çalışmak ve para kazanmak zorunda oldukları için eğitimden uzaklaşıyor bir kısmı ise maalesef ki eğitimin Türkiye’de onlara hayatlarını kazanabilecekleri bir hayatı getirmeyeceğini düşünerek okulu bırakıyor.”
VELİ-DER: DERİN YOKSULLUK HER GELİRDEN VELİYİ MAĞDUR ETTİ!
Yanıtı aranan bir başka soru ise eğitim öğretimde yeni dönemin veliler açısından nasıl başladığı ile ilgili. Fikir Gazetesi’nin görüştüğü VELİ-DER Genel Başkanı Ömer Yılmaz, tıpkı diğer uzmanlar gibi eğitim öğretimin yeni yılında da öncelikli sorunun ekonomi olduğu saptaması yapıyor. İlk sıranın söz konusu ekonomik krizle beraber tırmanışa geçen derin yoksulluk ve halkın gelirinin enflasyon karşısında erimesi olduğu söylüyor:
“Devlet okullarının velilerinin büyük çoğunluğu asgari ücretli, büyük bir kısmı da sosyal yardımlarla geçinen yurttaşladır. Hatta açlık sınırı altında maaş alan velilerimiz de çoğunlukta bulunuyor. Yüksek enflasyon nedeniyle eğitim giderlerindeki fiyat artışları nedeniyle aileler büyük bir mağduriyet yaşıyor. Okul kıyafetinden servisine, kırtasiyesinden yardımcı kitap masrafına, okul aidatlarına kadar her kademede fiyatlar çok zorlayıcı.”
Yoksulluktan ötürü çocukların okullarda iyi beslenemediklerini ifade eden Yılmaz şunları belirtiyor:
“Yoksulluğun daha fazla olduğu kentlerde, bölgelerde okulda 7-8 saatini geçiren çocuklarımız nitelikli ve sağlıklı beslenme konusunda zorluklar yaşıyor. Sağlıklı, temiz içme suyuna erişimleri yok. Velilerin çocukların cebine para koyma imkânı artık ortadan kalktı. Şu anda kantinlerde tost ve benzeri yiyecekler 150 liradan başlıyor. Yarım litrelik su 10-15 liraya satılıyor. Bu fiyatların daha da artacağını düşünürsek çocukların su içme olanağı da ortadan kalkıyor. Okullarda bağımsız su çeşmeleri yapılmasını talep ediyoruz. Bir öğün ücretsiz yemek verilmesini istiyoruz. Çocukların hemen hemen yarısı okullarda aç. Oruç bir aydır ama çocuklar okulda 7-8 ay oruç tutuyor diyebiliriz.”
Eğitimde tasarrufa gidilmesi konusunun kabul edilemez olduğunu belirten VELİ-DER Genel Başkanı Ömer Yılmaz, niteliksel olarak da yeni eğitim öğretim yılının velileri tedirgin ettiğinin altını çiziyor. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ve ÇEDES gibi uygulamalar nedeniyle gerici eğitime doğru çocuklarının sürüklenmesine karşı olduklarını söyleyen Yılmaz, “Veliler olarak yeni müfredat konusunda tedirginiz. Çocuklarımız okula gidince ne ile yüzleşecekler? Nasıl bir eğitim alacaklar?” sorularını yöneltip derneğinin yeni müfredatın geri çekilmesi için mücadele edeceğinden bahsediyor.
Deprem bölgelerindeki velilerin sorunlarının diğer kentlerdeki velilerden çok daha fazla olduğunu ifade eden Yılmaz, 6 Şubat Depremleri’nden etkilenen bölgelerdeki durumu şu sözlerle izah ediyor:
“Ülke genelinde öğretmenler, öğrenciler ve velilerin yaşadığı sorunlar deprem bölgelerinde daha da derinden yaşanıyor. Ülke genelinde çocuklara öğle yemeği verilecek denildi. Vazgeçildi. Taşımalı eğitimdeki çocuklara bir öğün yemek vermişlerdi. Depremden sonra kaynak yok biz yalnız deprem bölgesindeki çocuklara yemek vereceğiz diyerek ülke genelindeki uygulamayı iptal ettiler. Ama deprem bölgesine baktığımızda da doğru dürüst ne yemek var ne de ulaştırılan yemeklerin içeriği, niteliği, kalitesi sağlıklı durumda. Uygulamada sorunlar var. Okullar açılacak temizlik ve güvenlik personeli konusunda sorunlar var. Bu personellerin okullarda bulunma süreci çok yavaş işliyor. Geçen yıl Kasım’a kadar okullarda görevliler yoklardı. Bu alımların İŞKUR aracılığı ile geçici şekilde yapılmasına da karşıyız.”
VELİLER NE DİYOR?
Fikir Gazetesi eğitim haber dosyası kapsamında Adıyaman, Ankara ve İzmir’den çocuklarını devlet okullarına gönderen veliler ile görüşüp eğitim öğretime dair sorun ve taleplerini de dinledi.
“DEPREMZEDELER İÇİN EĞİTİM MASRAFLARI DAHA ZORLAYICI!”
Adıyaman’da yaşayan biri otizmli olmak üzere iki çocukları olan depremzede aile, sarsıntıdan sonraki süreçte otizmli oğullarının eğitim noktasındaki durumunu toparlamak için zor bir süreçlerden geçtiklerini, eğitim masrafları noktasında büyük sıkıntılar yaşadıklarını ifade ediyor. Anne Ş.C. deprem sonrasında Adıyaman’dan İzmir’e gittiklerini, oğullarının eğitiminde aksama olması ve uygun okul bulamama konusunda aksaklıklar yaşadıklarını söylüyor. Anne Ş.C. kızlarının da ilköğretim ikinci sınıfa geçtiğini, eğitim masrafları noktasında deprem bölgelerinde daha büyük sorunlar yaşadıklarını, ekonomik kriz ortamında gelirlerinin büyük çoğunluğunun çocuklarının eğitim masraflarına gittiğini belirtiyor.
“KAYNAK KİTAP ALMADAN EĞİTİM YAPILAMIYOR”
Ankara’dan iki çocuk annesi Finans Uzmanı Berna D. eğitim alanında yaşadıkları sıkıntılardan bahsederken ilk ve ortaokullarda kaynak kitap alma sorunundan söz açıyor, eğitim öğretimin kaynak kitap olmadan yapılamamasından yakınıp tanıklığını anlatıyor:
“Öncelikle ek test kitabı alma sorunu var. Bir dersin üç tane ek test kitabı oluyor. Ödevler oradan veriliyor. Ödevleri yetiştiren de var, yetiştiremeyen de. Ezberci eğitim anlayışı hâkim. İlkokullarda da her dönem 15-20 tane hikâye kitabı alınıyor ve aynı anda okunduğu için bütün çocuklar o kitabı almak zorunda kalıyor. Bir kütüphane oluşturup değişmeli kitap okutturmak yok. Ekonomik kriz ortamında eğitim masrafları da orta gelirli insanları bile oldukça zorluyor. Biz bu masrafları bir şekilde karşılayabiliyoruz ama ben bu masraflar karşısında çocuklarının ihtiyaçlarını alamayan velileri düşünüyorum. Üzülüyorum.”
“EĞİTİM MASRAFLARI ORTA GELİRLİYİ DE ZORLAR HALE GELDİ”
İzmir’de akademisyenlik yapan, iki kız çocuk annesi Sevcan S. de en az diğer iki veli kadar dertli:
“İlköğretim de dahil ortaokulda daha fazla şekilde ek ders kitabı aldırılıyor. Hem devlet kitapları hem ek kaynak kitaplar çocuğun sırtında okula gidiyorlar. Hepsi kullanılmıyor birçoğu da kalıyor elimizde. Devlet okullarına giden çocuklarımız hem kitap noktasında hem de eğitim anlamında eklenenler olmadan iyi bir noktaya ne yazık ki gelemiyor. Ortaokul sürecinde kurs vesaire ile destekleme olması kaçınılmaz oluyor. Ekonomik açıdan orta gelirli aileler olarak da çok zorlandığımız bir süreç yaşıyoruz. Eğitimde sürekli bir sistem değişikliğine gidiliyor. Sınav sistemi değişiyor, müfredat değişiklikleri yapılıyor örneğin. Bunlar da çocuklar için motivasyon eksikliğine neden oluyor.”