Yine Soma’daki Maden, Yine Sendikal Özgürlük Tartışması ve Yeni İş Yasası

Manisa’nın Soma ilçesinde yer alan Fernas Madencilik’te, yedi çalışan sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işten çıkarıldı. Bunun ardından başlayan eylem 10. günü geride bıraktı. Şu ana kadar işçilerin eylem alanına gidenler sadece kolluk kuvvetleri ve valilik görevlileri. Siyasetçilerden ses yok.

Zafer Bayramı’ndan bir gün sonra işçilerin maden önünde yapmak istediği basın açıklamasına jandarma müdahale etmiş, aralarında Bağımsız Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Gökay Çakır ve sendikanın Örgütlenme Uzmanı Başaran Aksu’nun da olduğu 5 kişi gözaltına alınmıştı. 

İşçiler adli kontrol ve yurtdışı çıkış yasağı şartıyla serbest. Gözaltına alınıp serbest bırakılanlardan, yıllarını sendikal mücadeleyle geçirmiş Başaran Aksu bu duruma tepkisini “Haftada bir imza atmam gerekiyormuş. Bu fiilen Bağımsız Maden İş’in yurt çapındaki örgütlenmesini holdingler adına engellemek anlamına geliyor. Tek bir imza atmayacağım” sözleriyle gösteriyor.

MADENDEKİ ÇALIŞMA KOŞULLARI

Sendikanın madendeki çalışma koşullarını ortaya koyan görüntüleri ise özellikle sosyal medyada çokça konuşuldu. 31 Ağustos’ta Bağımsız Maden-İş’in X’te paylaştığı mesaj “Sendikaya üye oldukları için işten atılan, 6 gündür gece gündüz direnen, jandarma tarafından saldırıya uğrayan madencilerin, Milletvekili Ferhat Nasıroğlu’na ait Fernas Madencilik’teki çalışma koşullarını teşhir ediyoruz. Paylaşın, madencilere ses olun.” diyordu.

Mesajla birlikte kamuoyuna sunulan videolarda işçilerin yer altı suyunun altında çalıştığı, kablo ve ekipmanların arasında güçlükle hareket ettiği, gaz kaçağı ve elektrik ile ilgili risk unsurları olmasına rağmen alınması gereken önlemlerin göz ardı edildiği gözlemleniyor.

Ağır kimyasal maruz kalma tehlikesi ile karşı karşıya olan işçiler madendeki çatlakları kapatabilmek için kimyasal koruyucu işlem yapmaya çabalıyor, iş güvenliğine dair sıkıntılar açıkça görülüyor. Kimyasala uygun koruyucu ekipman olmaksızın çalışan işçiler, uzun vadede kanser kısa vadede kör olma tehlikesi yaşıyor. Söz konusu maden henüz işletilmiyor, hazırlık aşamasında olduğunu anımsatmak gerekiyor. 

“İŞÇİLERİN ZAM İSTEYECEĞİNİ DÜŞÜNMÜŞ OLMALILAR Kİ, KAPI ÖNÜNE KOYDULAR”

Fikir Gazetesi’ne konuşan Bağımsız Maden-İş Sendikası’nın örgütlenme uzmanı ve Soma’daki işçilerin avukatı Mert Batur, maden çalışanlarının yemek molaları için dahi bir alanı olmadığını, kimyasal içerikli varillerin üzerine oturup yemek yediklerini söylüyor. Batur, maden şirketinin neredeyse hiç önlem almadığını ileri sürüp “Bugüne kadar orada biri ölmediyse bu tamamen şans ve işçilerin yoğunluk dikkati sayesinde. Daha önce iş kazası geçirdiği için işten atılan arkadaşlar oldu. Bu süreçte Bağımsız Maden-İş Sendikasıyla iletişime geçtiler. İş kazası geçirenler bile bunun peşinden gitmemeleri konusunda baskı altındalardı.” diyor.

Tartışmalara konu olan madendeki işçilerin sendikalarına uzun süredir üye olduğunu söyleyen Batur, havzadaki ortalama ücretlerin 45 bin-50 bin lira bandında değiştiğini, söz konusu madende çalışan işçilerin aylık ücretlerinin ise yaklaşık 35 bin lira ile sınırlı olduğunu ifade edip “Doğal olarak bu fark buradaki sendikalaşma oranını arttırdı. İşveren vekilleri ‘Herhalde zam isteyecek bunlar’ diye düşünmüş olacak ki, sendikaya arkadaşlarını üye yapan öncü işçilerden başlayarak toplam 7 kişiyi işten attılar.” tespiti yapıyor.

Üretime henüz başlanmayan madende su sorunu olduğunun altını çizen örgütlenme uzmanı Mert Batur, sorunu hem teknik yetersizlik hem teknik beceriksizlik ile ilişkilendiriyor, sorumluluğun işveren vekillerinde olduğunu ileri sürüyor.

Sendikaya üye olan işçilerin işten çıkarılması bir anlamda konuyla alakalı Türkiye’de yaptırımların olmadığının gündelik hayattaki göstergesi. Fikir Gazetesi’ne konuşan iş hukuku uzmanı Ahmet Ergin, Kanada ile kısa bir kıyas yapıp farklı bir perspektiften bakıyor:

“Dünyada başka örnekler de var. Yine kapitalist sistemle yönetilen Kanada’nın bazı eyaletlerine baktığınızda ‘Sendikal örgütlenmeye başlandı’ bildirimi yapıldığı anda işçi çıkarmak yasaklanıyor. Düşünebiliyor musunuz? Yasa ‘Ancak mahkeme kararıyla işçiyi çıkartabilirsin’ diyor. Söz gelimi kişi hırsızlık bile yaptıysa sistem ‘Mahkemeye başvur, delillerini sun, ancak ondan sonra çıkartabilirsin’ diyor. Bu tür güvenceler bize çok uzak gibi geliyor ama mümkün aslında.”

FERNAS GRUP HAKKINDA

Manisa Soma’daki Fernas Maden Ocağı önünde işçilerin nöbeti sürüyor. Peki sendikaya üye olan işçilerin sözleşmesine son veren Fernas Grup nasıl bir şirket?  1982’de kurulan, madencilik dahil yedi farklı ayrı sektörde faaliyet gösteren holding; inşaat malzemeleri, otomotiv, gıda, enerji, turizm gibi alanlarda çeşitli yatırımlara sahip.

2011-2022 yılları arasında aldığı 20 ihalenin toplam değerinin 7 milyar lira olduğu öne sürülüyor. Holdingin en fazla ihale aldığı devlet kurumları arasında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ile Karayolları Genel Müdürlüğü bulunuyor. Yurtdışında Qatar Solar Technologies firmasıyla güneş enerjisi alanında iş birliği yapan holding, daha önce Azerbaycan’daki Doğal Gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP) kapsamında 375 kilometrelik doğalgaz boru hattı inşasına ilişkin sözleşme de imzalamıştı.

Gözlerin çevrildiği Fernas Maden’in sahibi AKP Batman Milletvekili Ferhat Nasırlıoğlu’ndan ise madenciler ile Bağımsız Maden-İş Sendikası’nın eleştiri ve iddiaları üzerine herhangi bir yanıt henüz gelmedi.

İşçiler grevlerini sürdürürken Nasırlıoğlu, memleketi Batman’da İmam Buhari Yatılı Erkek Kuran Kursu’nu ziyaret edip çocuklarla bir araya geldi, Batmanspor’un futbol müsabakasını yerinden takip etti ve bir ayçiçek tarlası gezisi yaptı.

TÜRKİYE’NİN MADENCİLİK İLE İMTİHANI

Türkiye’de madencilik sektöründe işçilerin güvenliği ve sağlığı açısından alınmayan önlemler yıllardır biliniyor. Türkiye, 1941’den bu yana 3 binden fazla maden işçisini kaybetti. Bu açıdan ölümlü maden kazalarında sicili kabarık ülkelerden biri. Kuşkusuz insan hayatı istatistiklerden ibaret değil. Ancak sayılar gerçekleri ortaya koyuyor. 2007-2012 arası yapılan araştırma, her 1 milyon ton kömür üretimi başına gerçekleşen ölüm ortalamasının ABD’de 0,02 Hindistan’da 0,13 olduğunu söylüyor. Bu oran Türkiye’de ise 0,47’ye çıkıyor.

Güvenlik önlemlerinin yetersizliği nedeniyle yüksek iş kazası oranına sahip olan Türkiye madencilik sektöründe her 100 bin çalışandan 59,9’inin hayatını kaybetmesine dair veri ise madencilikte güvenlik kültürünün ne denli zayıf olduğunun açık göstergesi. Söz konusu veri Avrupa ile kıyaslandığında tablonun vahameti derinleşiyor. Söz gelimi Almanya’da ölüm oranının 2,09 olduğu düşünüldüğünde Türkiye madencilik sektörünün insan hayatına verdiği önem ortaya çıkıyor.

Madencilik sektöründe çalışanlar, termal konfor, aydınlatma ve havalandırma gibi temel koşullardaki yetersizlikler nedeniyle çeşitli meslek hastalıklarına maruz kalıyor. Kas-iskelet sistemi rahatsızlıkları, işitme kaybı ve diğer sağlık sorunlar en yaygın rahatsızlıklar. Geleneksel kaza önleme politikalarının yerine, sağlıklı bir güvenlik kültüründen yoksun görünen Türkiye madencilik sektöründe çalışma koşullarının olumsuz etkileri ölüm, yaralanma ve uzun vadeli ağır hastalıklara davetiye çıkarıyor.

MADENCİNİN SENDİKAL HAKKI HAYAL Mİ?

Normal şartlar altında Türkiye’de madencilik sektöründe çalışan işçilerin hakları anayasa ve çalışma hukuku çerçevesinde çeşitli yasal düzenlemelerle korunuyor. Anayasa’nın 51. maddesi, çalışanların sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkını güvence altına alıyor.

Türkiye’de sendikalaşma oranı, 2000’lerin başında yüzde 10 civarındayken, 2024 ocak ayında yüzde 14,80 oranında. Geçen yıla göre genel sendikalaşmada yüzde 0,42’lik bir düşüş söz konusu.  2021 verilerine göre, madencilik sektöründeki sendikalaşma oranı ise yüzde 12,9. Madencilik iş kolunda güncel sendikalaşma verisi yüzde 20-21 civarında seyrediyor.

“Sendikal örgütlenme anayasal bir hak, sendika hakkı anayasal bir hak, bunun çeşitli biçimleri, görünümleri, alt başlıkları da var. Uluslararası Sözleşmelerle güvence altına olmuş bir hak ama bu hakkı kullanmayı engelleyenler bakımından da yeterli yaptırım yok.” diyor İstanbul Barosu’ndan Ahmet Ergin. Fikir Gazetesi’ne konuşan Ergin, iş hukuku konusunda uzmanlığıyla biliniyor. Ona göre Türkiye’de, uluslararası anlamda kabul edilmiş ‘sendikaların saflığı’ ilkesi ihlal ediliyor. Sendikaların işveren örgütlerinden ve hükümetlerden bağımsız olmak zorunda olduğunu ancak Türkiye’de bağımlı sendikacılığın gelişmiş durumda olduğunu söylüyor, işçinin hakkını savunan sendikaların azınlıkta kaldığını, sarı sendikalara havale döneminin yaşandığını söylüyor. Durum şüphesiz yeni değil ama devam etmesi bakımından kritik önemde. Ergin, “Uyanık işverenler ‘İş yerindeki sendikal işçi sayısı ne olmuş? Azalmış mı? Artmış mı? Sıfırlanmış mı?’ diye soruyor. Uyanıklar kimi sendikalıları tutuyor, böylece sendikal tazminat yükümlülüğünden kurtuluyor. Onlar da bu içtihatları öğreniyor.” tespiti yapıyor.

Kısacası sendikal örgütsüzlüğü salt veriler üzerinden izah etmek doğru değil. Zira Ergin gibi kimi uzmanlar özel ve stratejik sektörlerdeki yoğunluğun AK Parti ve sermaye yanlısı sendikalarda öbeklenmiş durumda olduğunu söylüyor. 2012’de yürürlüğe giren 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Sözleşmesi Kanunu’nun Türkiye’de sendikalaşmayı teşvik ettiği öne sürülse de bazı eleştiriler, yasanın uygulamasında ortaya çıkan zorluklar ve işverenlerin sendikalaşmayı engelleyici tutumları üzerinde yoğunlaşıyor.

Sendikalar, işçi hakları ve çalışma iktisadı konularında uzmanlığa sahip olan Prof. Dr. Kuvvet Lordoğlu’na göre ise sendikal örgütsüzlüğü salt iktidar ve sendikalara bağlamak yetersiz bir argüman. Fikir Gazetesi’ne konuşan Profesör Lordoğlu, “Sendika içi demokrasi kavramının bulunmayışı örgütlenme önündeki temel engel olarak düşünmekteyim.  Bunun dışında sınıf dayanışması yerini bireyselleşme ve ‘Kendini kurtar’ kavramına bıraktı. Küçük dar grupların hizipleşmesi, sendika başkanı olan kişinin sendikanın her şeyi olması gibi…” diyor.

Genel bakış açısı böyle. Meseleye bugünden bakıldığında ise Bağımsız Maden-İş’in açıklamalarına bakmak gerekiyor. Zira Fernas grevi 10 günü çoktan geride bıraktı. İş yasasındaki hakları için eylemliliklerini sürdürdüğünü belirten sendika “Devlet bizim yanımızda yer alıp yasaları uygulatmak yerine Fernas Holding’in koruması gibi davranıyor. Bakanlıklar sessiz, meclis sessiz, partiler sessiz!” diye gelinen noktayı eleştiriyor.

İşten atılan işçilerin işe iadesi, ücretlere havza ortalamasında zam ve ISİG önlemlerinin alınmasını talep eden sendikanın dikkat çektiği bir başka kritik husus ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın sendika üyelik bilgilerini işverene sızdırdığı yönündeki iddialar. Fernas Madencilik Genel Müdürü Serkan Güncü’nün X adresinden paylaştığı, daha sonra sildiği “Beni sendikaya üye olduğum için işten attılar diyen Erdinç Bey’in üyelik tarihine bakalım lütfen…” mesajını, İşçi Sendikası Üyelik Dökümü belgesi ile birlikte paylaşması tartışma yaratıyor. Zira hukuken özel bilgi niteliğindeki bu verinin paylaşılmasının kişisel verilerin gizliliğine aykırılığı biliniyor.

MADEN İŞÇİLERİNİN GÜVENLİĞİ MESELESİ

İş Güvenliği ve Sağlığı açısından bakıldığında Anayasa’nın 17. maddesi, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu vurguluyor. Bu çerçevede madencilik sektöründe de iş güvenliği önlemlerinin alınması gerekiyor. 4857 sayılı İş Kanunu, işçilerin haftalık çalışma süresinin 45 saat olduğunu ve bu sürenin aşılması durumunda fazla mesai ücreti ödenmesi gerektiğini belirtse dahi uygulamada sorunlar yaşanıyor. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, işverenlerin çalışanların sağlık ve güvenliğini sağlamak için gerekli önlemleri almasını zorunlu kılıyor. Özellikle madencilik gibi yüksek riskli sektörlerde bu kritik öneme sahip.

Resmî Gazete’ye bakıldığında iş güvenliği ile ilgili birçok uyarı ve yaptırıma rastlamak mümkün. Söz gelimi 11 Aralık 2022’de yayımlanan Maden Yönetmeliği’nde şu ifadelere yer veriliyor:

Yer altı işletmelerinde üretim çalışmaları esnasında;

  1. a) İşletme projesine aykırı olumsuz durumun tehlike oluşturması,
  2. b) Ocağın yer üstüne en az iki ayrı yolla bağlanmaması,
  3. c) Havalandırmanın projeye uygun tesis edilmemesi,

ç) Ocak genelinde yeterli tahkimatın yapılmaması ve/veya yanıcı ve patlayıcı gaz geliri olan ocaklarda; panoların iki ayrı yolla bağlantısı yapılmadan üretim yapılması, ocak genel havalandırmasının emici mekanik (cebri) olarak yapılmaması ve su sızıntılarına ilişkin yeterli tahliye sisteminin bulunmaması,

gibi işletme açısından tehlike oluşturan hallerde, söz konusu ocakta işletme açısından tehlikeli durum giderilinceye kadar işletme güvenliğinin sağlanmasına yönelik faaliyetler dışındaki maden işletme faaliyetleri ve sevkiyatı doğrudan durdurulur.

Manisa’daki madende gözlemlenen çalışma şartları, işletme projesine aykırı olumsuz bir durumun olduğu, bunun işçilerin hayatı için ciddi güvenlik tehdidi oluşturabileceği endişelerini beraberinde getiriyor. Bağımsız Maden-İş Sendikası’nın paylaştığı görüntülerde ciddi oranda kimyasala maruz kalan işçilerin ciltlerinde alerjik reaksiyon meydana geldiği görülüyor, kimi işçiler ciltlerinde yanma meydana geldiğini söylüyor.

Fikir Gazetesi’nin konuyla ilgili görüşlerine başvurduğu TMMOB Maden Mühendisleri Odası Başkanı, maden mühendisi Ayhan Yüksel’e söz konusu görüntülerin ne anlama geldiğini, işçilerin hayatı ve iş güvenliği açısından ne gibi riskler barındırdığını soruyorum. Yüksel, “Soma havzasındaki söz konusu maden ocağı ile ilgili basına yansıyan görüntüler, maden ocaklarındaki mevcut sorunların ciddiyetini ortaya koyuyor. Uzun yıllardır Odamız tarafından savunulan havza madenciliğinin uygulanmaması, derin ve büyük ölçekli madencilik projelerinde risklerin artmasına neden oluyor.” diyor.

TMMOB Maden Mühendisleri Odası Başkanı Yüksel, havza madenciliğine dair tüm verilerin kapsamlı bir şekilde değerlendirilip daha etkin ve verimli bir üretim sağlanmasının yanında yeraltı suyu ve metan gazı gibi unsurların etkilerinin önceden belirlenmesine yardımcı olacağını söylüyor. Bir başka deyişle bütüncül bir yaklaşım olarak havza madenciliğinin acil durumlara karşı önlemler alınmasına katkı sağlayacağının altını çiziyor ve ortaya çıkan tabloyu şu sözlerle özetliyor:

“Mesele dört başlık çerçevesinde değerlendirilmeli. Havza madenciliği, jeolojik etüt, susuzlaştırma, önceden enjeksiyona başlanması… Söz konusu Ocak hazırlık aşamasında olup, ocakta iki desandre (EN: Yer altındaki bir maden yatağına ulaşmak veya madenin alt seviyelerine inmek için yapılan eğimli tünel&galeri) sürülmekte. Basına yansıyan su geliri görüntüleri de desandrelerin sürülmesi aşamasında ortaya çıkan görüntüler… Hazırlık faaliyetleri öncesi hidrojeolojik etüt yapılarak suyun varlığı tespit edilmiş olsaydı başta enjeksiyon dahil diğer önlemlerin alınması sağlanacak, desandrelerin sürülmesi esnasında su geliri minimum seviyeye düşürülerek, güvenli çalışma ortamı oluşturulabilecekti. Mevcut ocaktaki suyun bir an önce tahliyesinin sağlanması, su gelirine yönelik gerekli tedbirlerin alınması işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından büyük önem arz ediyor.”

Son dönemde Soma, Amasra maden faciaları dahil olmak üzere pek çok olaya şahit olan Türkiye’de güvenlik önlemlerinin eleştirilmesi üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, maden ocaklarında güvenlik önlemlerinin artırılacağını, denetimlerin sıklaştırılacağını ve işçi sağlığı eğitimlerinin verileceğini, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, maden ocaklarında yeni teknolojilerin kullanılacağını ve erken uyarı sistemlerinin kurulacağını duyurmuştu.

Bu noktada yine işverenlerin uyguladığı yöntemleri Avukat Ahmet Ergin’in tespitleri üzerinden hatırlatmak gerekiyor. İş hukuku uzmanı Ergin, işverenin ilk amacının sendikalaşmayı tamamen yok etmek kerhen alternatifinin ise kendisiyle iş birliği içinde çalışacağını düşündüğü sendikalarla çalışmak olduğunu söyleyip 13 Mayıs 2014’te 301 maden işçinin hayatını kaybettiği Soma’da olanlara işaret ediyor:

“Sendikalardan birinin Soma katliamı döneminde ne yaptığı ne ettiği açığa çıktı. Soma’daki o katliama yol açan faktörü savunma derecesinde yol almışlardı. Dolayısıyla daha mücadeleci sendikaların, işçilerle birlikte hareket eden, onların taleplerini öncelikli talep olarak gören sendikaların örgütlenmesinin önündeki en büyük engel aslında sistemin kendisi veya patronlar da değil. Sendikal örgütlenmeyi engelleyenler bir bütün ve Türkiye’de neredeyse ödüllendiriyorlar.”

MADENLER VE ÖZELLEŞTİRME

Türkiye’de madenlerin özelleştirilmesi, 1980’li yıllardan itibaren başlamış ve 2000’li yıllarda hız kazanmıştı. Özelleştirme süreci, özellikle 2004 yılında çıkarılan “Maden Kanunu” ile daha belirgin hale geldi. 2010’lu yıllarda, madenlerin özelleştirilmesi süreci devam etti, birçok maden işletmesi özel sektöre devredildi.

Peki mevzu bahis özelleştirme uygulamaları bilhassa madencilik sektöründe işçi hakları, işçi sağlığı, güvenliği ve çevresel etkiler açısından ne derece sorumlu? Profesör Kuvvet Lordoğlu, bu soruya “Özelleştirme bir politik tercih, 80 sonrası Türkiye dahil birçok ülkede devam etti” yanıtı veriyor. AK Parti iktidarı süresince yaşanan dönüşüme dair gözlemini ise şu sözlerle paylaşıyor:

“Benim bu noktada görüşüm belirli alanlarda kesinlikle kamusal üretimin gerekli olduğu yönünde. Bu zaman ve konjonktüre göre değişiklik gösterebilir. Ama eğitim ve sağlık bu konuda özele devredilmeyecek iki alandır. Devredilen alanların da sıkı biçimde kamusal denetime tabi olması gerekir.  Bazı alanların karlı olmasa bile kamu tarafından işletilmesi zorunludur. Burada esas unsur toplumun bütünün çıkarlarının korunmasının kişisel kar olgusundan daha önemli olduğudur. Bu koşullar altında iş kazaları ve meslek hastalıkları konusunda ne kamu ne özel sektörün ciddi bir önlem almasını düşünemiyorum. Esas olarak iş kazalarını önleyecek mekanizmanın ciddi denetimi gerekli kılınmak zorundadır.  Bugün bu işi meslek olarak yapanların ücretini çalışılan işyeri ödemektedir. Bu durumun sağlıklı bir yol olmadığını iş cinayetleri verilerinden görmemiz mümkün” 

TÜRKİYE YENİ İŞ YASASINA HAZIRLANIRKEN

Bununla birlikte Türkiye bir yandan da yeni iş yasasına hazırlanıyor. Bu hazırlığa dair işaretler, 13 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz başkanlığında Beştepe’de düzenlenen Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Koordinasyon Kurulu (YOİKK) toplantısında verildi.

AK Parti yeni iş yasasının işgücü piyasasında esneklik sağlamak amacıyla hazırlandığını ifade ediyor. Yeniden düzenlenecek olan iş kanununda haftalık çalışma saatinin 40’a düşmesi bekleniyor. Müjde gibi duyurulan hazırlığın beraberinde sadece madencilik kolunda değil tüm iş kollarında çalışanların halihazırdaki sorunlu görünen haklarını dahi baltayabileceğini öne sürenler var. Kimi uzmanlar kıdem tazminatı ve halen sorunlu görünen iş güvencesi gibi mevcut hakların temelinde yatan belirsiz süreli iş sözleşmesinin de ortadan kalkacağı ve asıl sözleşme türünün belirli süreli sözleşme olacağı gerekçesiyle endişeli. Onlardan biri de Profesör Kuvvet Lordoğlu. Lordoğlu, Fikir Gazetesi’ne verdiği yazılı demeçte özetle “Bütün bu gelişmelerin sermaye ile bugüne kadar düzgün ve seviyeli bir ilişki kuran mevcut iktidarın işçi sınıfının örgütsüz ve dağınık yapısından yararlanması beklenir bir gelişme. Yine de ‘Gecenin en karanlık olduğu zamandan sonraki aşama şafak söker’. Tarihin gidişatını değiştirecek olanların sınıfsal dayanışmayı bilen ve destekleyenler olacağına inancım tam.” diyor.

Söz konusu yasayla ilgili olarak ücret, çalışma, örgütlenme ve sosyal güvenlik haklarının işçinin lehine olmayacağını düşünenlerin sayısı fazla. Değişikliğin gerçekleşmesi halinde yasadan kaynaklanacak şekilde belirsiz süreli sözleşme devri fiilen kapanacak ve işe iade davası açma hakkının ortadan kalkmasının yanı sıra kıdem ve ihbar tazminatı hakkının doğmaması gibi yeni sorunlar işçileri bekleyecek. İş hukuku uzmanı Ahmet Ergin de benzer fikirlere sahip:

“Yeni taslakta sızdırılan bilgilere göre zaten bir yıl değil kadar iki yıl kadar baştan yapılabileceği söyleniyor. Sözleşmenin iki dönem şartsız uzatabileceği söyleniyor. Dört-beş döneme kadar çıkartılabileceği söyleniyor. Bunun anlamı işçilerin 8-10 yıl süreyle belli süreli sözleşmeyle çalıştırılabileceğidir. Yasayı dolanmadan dahi 8-10 yıl bir işçiyi istihdam etmekle, herhangi bir hakkı olmadan kapı önüne koymak gerçekten ‘Kullan-At’ demektir işçileri. İşvereni memnun eden işçilerin ise var olan haklarını sıfırlayan bir durum söz konusu. Hak etmenin de şarta bağlı olması nedeniyle eleştirdiğimiz kıdem tazminatını tamamen ortadan kaldırıyor, iş güvencesini de tamamen ortadan kaldırıyor.”

Atatürk’ün Kurduğu Diyanet Niye Atatürk’ü Hep Unutuyor?