Eski Kahire Büyükelçisi Göktürk: Erdoğan’ın Rabia selamına değil Sisi’yi oraya kadar uğurlamasına bakmak gerek

2013 Mısır askeri darbesini protesto için Müslüman Kardeşler destekçilerinin kullandığı Rabia işaretinin Türkiye’ye “Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet” anlamıyla geçişi hala akıllarda. Türkiye ve Mısır şimdi gerilim dolu günlerin geride kaldığını duyuruyor, ilişkilerin normalleştiğini söylüyor. Peki iki ülkenin yakınlaşması bölgede yeni bir ivmeye neden olabilir mi? İş birliği alanları ve zorluklar ne? İki ülke arasında gerçekten “stratejik rekabet” var mı?  Bir yandan Filistin’deki gelişmeler yaşanırken, Ankara-Kahire ilişkilerinden ne beklenmeli? İmzalanan 17 metin anlaşma mı, iyi niyet protokolü mü? Dahası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısırlı mevkidaşını Rabia selamıyla uğurlamasının simgesel bir manası var mı?

Fikir Gazetesi, akıllara takılan soruları Dışişleri Bakanlığı’na 40 yıla aşkın hizmet veren eski Kahire Büyükelçisi ve 2002-2005 yılları arasın Ortadoğu Genel Müdür Yardımcılığı görevi üstlenen Şafak Göktürk ile konuştu.

“İKI ÜLKE ARASINDA STRATEJİK REKABETTEN ÇOK TAMAMLAYICILIK VAR”

Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’nin ilk Türkiye ziyareti, 12 yıl aradan sonra Mısır’dan Türkiye’ye cumhurbaşkanlığı düzeyinde yapılan ilk ziyaret olma özelliği taşıyor. 2013’te darbeyle iktidarı ele geçiren Sisi’nin ilk Türkiye ziyareti, Ankara-Kahire ilişkilerindeki önemli dönüm noktalarından biri olarak görülüyor. Siz nasıl yorumlarsınız?

Ziyaretin 12 yıl sonra gerçekleşmiş olması kendi başına düşünüldüğünde bir özellik kazandırıyor. Çünkü uzun zamandır yapılmamış bir siyasi temasın, en üst düzeydeki bir siyasi temasın yeniden başlaması anlamına geliyor. Fakat biraz daha sürece derinlemesine baktığımız takdirde bunun yeni bir adım olmadığı, devam etmekte olan bir normalleşme sürecinin takviye edilebileceği bir aşama olduğu görülür. Cumhurbaşkanımız zaten şubat ayında Mısır’a bir ziyaret yapmıştı. O en üst düzeydeki ziyaretin gerçekleşmesi Mısır’ın ısrarı sonucu olmuştu. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan aslında Sisi’yi Türkiye’ye davet etmişti. Ancak Mısırlılar tercih etmediler. Dolayısıyla bu şekilde sürdürmeyi tercih ettiler. Keza ziyaretin daha önce yapılması öngörülüyordu yıl içinde.

Evet, nisan ya da mayıs deniyordu. En azından Cumhurbaşkanı Erdoğan öyle söylemişti.

Evet ama bunun ardında çok önemli sebepler aranmaması gerektiği kanaatindeyim.

Peki, eğer bu yeni bir dönemse Türkiye-Mısır ilişkilerinden ne beklenmedi? Sonuçta iki ülke bölgede rekabet içerisinde. Bölgesel manada iş birliği ve fırsatlar var ama bunun haricinde zorluklar ve stratejik rekabet de var. Doğu Akdeniz ve Libya’da uzun süre farklı seyretmiş bakış açılarına sahip iki ülke. Siz nasıl değerlendirirsiniz?

“Stratejik rekabet” dediniz. Aslında bu kalıbın biraz sorgulanması gerekiyor. Elbette Türkiye ve Mısır bulundukları coğrafyanın, Doğu Akdeniz’in iki büyük ülkesi. İki ülke de iki kıtayı birleştiriyor. Aralarında zaman zaman rekabet ilişkisi olması doğal. Fakat Türkiye ve Mısır’ın aslında dış politika doğrultuları, ayrıca ekonomik çıkarları ve ülkelerinin ilişkileri bakımından bakıldığında aralarında bir stratejik rekabet olduğunu söylemek zor. Aksine iki ülke birbirinin tamamlayıcısı niteliğinde, tamamlayıcı vasıflarının daha fazla olduğu gözüküyor. O bakımdan son yıllarda hep bir rekabet veya stratejik rekabet tabiri sık sık kullanılır oldu. Bu açıkçası stratejik rekabet tabirinin anlamını bir ölçüde yitirmesine, banalize olmasına da yol açtı. Bence bu şekilde tanımlamalardan önce ilişkilerin kendi dinamiklerine bakarak, ondan sonra bir rekabet mi var yoksa iş birliği mi var diyebilmemiz lazım.

“ADALET VE KALKINMA PARTİSİ DÖNEMİ BİR KAĞIT FETİŞİZMİ BAŞLADI”

O zaman iş birliğine bakalım. İki ülke arasında imzalanan bildiride hangi bölümler dikkatinizi çekti?

Bu bildiriyi aslında bir niyet beyanı olarak görmek gerekiyor. Böyle yenilik getirmiş, ikili ilişkiler konusunda yeni bir aşama başlatmış bir bildiri değil. Aynı zamanda bu niyet beyanında imzalanmış olan on yedi iş birliği tutanağını da ilave etmek gerekiyor.

Bunların hepsi bildiğimiz manada uluslararası antlaşma statüsünde değil öyleyse?

Evet değil.

Peki deneyimli bir diplomat olarak kolayca anlayacağımız şekilde iş birliği tutanağıyla ikili anlaşma arasındaki farkı izah edebilir misiniz?

Birinci en büyük fark bağlayıcılıklarıdır. Yani bu bir niyet beyanıdır. Bununla taraflar somut bir taahhüt altına girmezler. Genellikle tutanaklarda uygulama mutabakatları, ayrıntıları yer alır. İki ülke bakanlıkları arasında bu ayrıntılara rastlanır. Bunlar pratiktir. Bir yandan ilişkilerin daha iyi bir noktaya getirilmesi konusunda bir arzu beyanıdır. Bir yandan işleyen iş birliği sürecinin daha kolaylaştırılmasını sağlayacak unsurlar içerir.

Ancak resmi bağlayıcılığı yok?

Tarafların ortak beyanı olduğu için bir bağlayıcılığı vardır. Ama uluslararası antlaşmalarda, ikili antlaşmalarda çok kesin ifadeler vardır ve tarafların bunlara uyması gerekir. Hatta bu tür antlaşmaların fesih koşulları vardır. Yani ne kadar sürede yürürlükte kalacağına dair bilgiler belirtilir. Dolayısıyla ikisi farklı statüdedir. Bizim hep karşımıza böyle sayısız metinler getiriliyor. Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde bir kâğıt fetişizmi başladı. “Şu kadar fazla anlaşma imzaladık, şu kadar fazla ortak belge imzaladık” şeklinde. Ancak bunların statüleri farklıdır. Bağlayıcı olan var, olmayan var… Ayrıca son 22 yılda edindiğimiz tecrübeye bakacak olursak, bu tür metinleri çokça imzaladık. Komşularımızla, bölge ülkeleriyle… Keza ortak bakanlar kurulu toplantıları bile düzenledik! Sonuçta gayet hasmane ilişkiler dahi ortaya çıktı. Yani bu metinlerin imzalanması veya ortak düzenli toplantılar yapılması işi kurtarmıyor. Esas olarak ilişkilerin sürekli olumlu seyir izlemesi, ilişkilerin ilkeli ve tutarlı bir zeminde sürdürülmesi önem taşıyor.

“MISIR, TÜRKİYE-SURİYE YAKINLAŞMA İHTİMALİNDEN MEMNUN ÇÜNKÜ…”

Siz ortak kabine toplantısı derken, Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri ve sonrasındaki gelişmeleri kast ettiniz.

Evet, evet.

Türkiye ile Suriye arasındaki yakınlaşma ihtimalinden memnuniyet duyduğunu söyledi Mısır Cumhurbaşkanı Sisi Ankara’ya geldiğinde. Mısır’ın Türkiye’nin dış politikadaki normalleşme çabasına yönelik memnuniyetini nasıl değerlendirirsiniz?

İki sebeple Mısır bundan memnuniyet ifade ediyor. Bu arada onların bu memnuniyet ifadesi de Türkiye için olumludur. Bunu da ayrıca kaydetmemiz gerek.

Mısır’ın memnuniyetinin dayanakları nedir o halde?

Birincisi Türk hükümetinin bölgeye müdahil tavırları daha ziyade İhvan, yani Müslüman Kardeşler’e yakınlığından kaynaklanıyordu. Mısır’daki hükümet bakımından bu elbette olumsuz bir unsurdu. Türkiye hükümetinin farklı bir tavır içine girmiş olması Mısır bakımından olumlu bir gelişmedir. Bu birinci memnuniyet gerekçesi. İkincisi, Araplar kendi aralarındaki ilişkilere diğer güçlerin müdahil olmasından genellikle hoşlanmazlar. Bu da elbette Türkiye’nin Arap ülkeleriyle ilişkilerini karşılıklı saygıya dayalı olarak içişlerine karışmamak, toprak bütünlüğüne saygı göstermek gibi zeminler üzerinden yeniden ilişkileri tanzim etme sürecine girdiyse, bu da Mısır’ı memnun eder.

“TÜRKİYE-MISIR İLİŞKİLERİNDE DÜN DE BUGÜN DE BİR OLAĞANÜSTÜLÜK YOK”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sisi ile ortak toplantıda Kahire ziyaretini iki ülke ilişkilerinde dönüm noktası olarak niteleyip “O günden bu yana diyalogumuzu en üst seviyede tuttuk” dedi. Peki bu adım daha önceden atılamaz mıydı? Ya da daha önceden atılması gerekmez miydi?

Sorunuzun bizatihi içinde, bulunulan durumu tarif ettiğini de söylemem gerek. Madem Türkiye ve Mısır arasındaki iş birliğini hayata geçirecek unsurlar iki tarafta da mevcuttu, niçin o zaman bunun için beklenildiği sorusu meşru bir sorudur. Burada işin özellikle Türkiye kamuoyuna yansıtılması şekline bakmalıyız. Sorunuzda aslında vurgulamak istediğiniz elbette bu ilişkilerin çok daha önceden iyi noktaya getirilebileceğiyle ilgiliydi. Aslına bakarsanız ben bir adım daha ileri gideyim, bence zamanında ilişkilerin bozulmasına da gerek yoktu. Türkiye hükümeti, Mısır’da darbe ile iktidarın değişmesine tepki olarak ilişkilerin seviyesini düşürdü. Biliyorsunuz Mısır da Türkiye’nin büyükelçisinin çekilmesini istemişti. Tüm bunlar Türkiye’de kamuoyuna hep bir olağanüstülük kurgusu içinde yansıtıldı. Zamanında “Mısır ile büyük çekişme” olarak yansıttık durumu… “Zaten darbeyle işbaşına gelmiş bir hükümet” şeklinde bir takdim üzerinden gerginleşen ilişkilerde bir olağanüstülük yaratılmıştı. Bu sefer bir Mısır cumhurbaşkanın Türkiye’yi 12 yıl sonra ziyaret etmesi üzerine bir başka olağanüstülük söylemi kuruluyor ve yine çok büyük gelişmeler oluyormuş gibi kamuoyuna sunuluyor. Hiçbir gelişme olmuyor aslında.

Olan ne peki?

Olan, ilişkilerin kaldığı noktadan, olumlu bir havayla sürdürülmesinden ibaret. Bunun ilerisinde bir özel anlam, Türkiye ile Mısır arasında tarihinde yaşanmamış bir yakınlık gibi bir şey söz konusu değil. Ayrıca bir şey daha söyleyeyim. Bu ziyaretlerin, cumhurbaşkanlığı düzeyinde karşılıklı olarak aynı yıl içinde düzenlenmesi yani söz konusu ziyaretler eskiden çok olağandı.

Örneğin sizin Kahire Büyükelçiliğiniz döneminde değil mi?

Evet. Kahire’de dört yıl görev yaptığımda altı resmi ziyaret yapılmıştı Türkiye tarafından Mısır’a… O süreçte birkaç kez de Mısır Cumhurbaşkanı Türkiye’yi ziyaret etti. İki taraf arasındaki en üst seviyedeki ilişkiler gayet yoğundu zamanında. Bakanlar ve diğer üst düzey bürokratlar tarafından yapılmış görüşleri hiç zikretmeden bunu söylüyorum. Dolayısıyla son gelişmelerin ardından iki ülke arasındaki ilişkilerin yepyeni bir düzleme oturtulduğu yönündeki söylem gerçekçi olmayacaktır. 

TÜRKIYE-MISIR İLİŞKİSİNİN ASLİ TEMELİ TİCARET Mİ?

Peki Sisi açısından her şey sadece iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesiyle mi sınırlı? Ortak basın toplantısında öne çıkan mesajlarından birinin “Türklerin ülkemize yatırım yatması önemli bir husustur” olduğu ve elbette altına imza atılan protokoller düşünüldüğünde…

Sisi’nin bu beyanını daha ziyade reel politik olarak algılamak gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin Mısır dahil olmak üzere güney coğrafyasıyla ilişkilerinde etkisinin artmasının ana damarı hep ekonomi olmuştur. Türkiye bir ölçek ekonomisidir ve Arap ülkelerinin endüstrisinin ötesinde teknoloji ve verimliğe sahiptir ya da sahipti. Giderek dünyanın genelinde geride kalmaya devam ediyoruz, bu ayrıca konuşmamız gereken bir konu. Ama özellikle bundan 20-25-30 yıl öncesine dönecek olursak, Türkiye her zaman sanayisi ve ticaret kabiliyeti bakımından Arap ülkelerine açılabilecek, onların ilgisini arttırabilecek ülke olarak temayüz etmiştir. Bu husus Mısır bakımından daha belirgin bir hale gelmiştir. Çünkü yatırımlarımız başlamıştır. 60 milyon dolar seviyesinden 2 buçuk-3 milyar dolar seviyesine çıktı Türkiye-Mısır ticari ilişkileri. Bu durum iki ülke ilişkilerinin bozulduğu dönemde olumsuz etkilenmedi. Belki iki ülke ilişkileri olumlu seyirde devam etseydi, ticari ilişkiler ve yatırımlar çok daha hızlı bir şekilde artabilirdi.

MISIR GAZZE MESELESİNDE TÜRKİYE’Yİ SÜRECE DAHİL EDER MI?

Siz tecrübeli bir diplomatsınız. 2002-2005 yılları arasında Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nda Ortadoğu Genel Müdür Yardımcılığı görevi de üstlenmiş bir isim olarak Türkiye ve Mısır’ın Gazze’deki sıkışmışlıkla ilgili iyi niyet beyanlarını nasıl yorumlarsınız? Gazze’deki ateşkes ihtimaline Türkiye ve Mısır’ın bu anlamda bir etkisi gerçekten olabilir mi? Yoksa sadece hoş sözler mi edildi?

Türkiye ve Mısır’ın Gazze ile ilintili olarak ortak bildirisi neredeyse bir Birleşmiş Milletler kararı üslubuyla yazılmış. Yani metnin içinde sivri kelimeler yok. Hükümetimizin sıklıkla kullandığı birtakım çok sert ifadeler, hukuk anlamında itham edici ifadeler bu bildiride yok. Dolayısıyla bir orta nokta tutturulmuş. Her iki cumhurbaşkanı da kendi pozisyonlarına daha yakın ifadelerde bulundular basın toplantısında. Gelelim işin esasına. Bunların hepsi söylem tabii. Bunları da aynı şekilde genel gözlemde bulunurken hem ziyaret hem ortak bildiri üzerinden, bunun bir niyet beyanı olduğunu söylemiştim. Ortaya yepyeni bir durum ortaya çıkmasından ziyade ilişkilerin daha çeşitlendirilmiş, güçlendirilmiş bir noktaya taşınması… Yapabilecekleri çok kısıtlı. Çünkü birincisi ateşkesin sağlanması konusunda sürdürülen çabalarının içinde Türkiye yok. Uzun zamandır bu konuda herhangi bir dinleyicinin olmadığını, Türkiye’nin herhangi bir rolünün olmadığını artık herkes biliyor. Mısır zaten bunu Katar’la birlikte, ABD, İsrail ve Hamas müzakerecileriyle doğrudan temaslarla götürüyor. Burada Türkiye’nin yapabileceği, sağlayabileceği bir katkı veyahut Mısır’ın Türkiye’yi bu işe katma yönünde bir eğiliminin olacağını hiç sanmıyorum. Çünkü zaten İsrail ile Türkiye arasında ilişkinin şu anda gelmiş olduğu nokta, Türkiye’nin adının bir ateşkes görüşmesi içinde yer almasına imkân tanımıyor. Çünkü İsrail tarafından baştan kabul edilmez bir durum. Dolayısıyla o çerçevede Mısır’ın Türkiye’yle yapabileceği fazla bir şey yok.

“CUMHURBAŞKANI ÖZEL OLARAK DEĞİL CANI ÖYLE İSTEDIĞI İÇİN RABİA İŞARETİ YAPMIŞTIR”

18 Ağustos 2013, o dönem başbakanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan’ın Bursa’daki bir mitingde Mısır’daki darbe karşıtı gösterilerin sembolü haline gelen “Rabia” işareti ile yaptığı konuşma Arap basınında geniş yankı bulmuştu. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’yi “Rabia” işaretiyle uğurladı. Simgesel okumalar yapabileceğimiz bir fotoğraf mıydı? Yoksa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlık bir refleksi miydi? Ne dersiniz?

Öncelikle şunu söyleyeyim. Zamanında Kremlinolojistler vardı. Sovyetler Birliği liderlik yapısının, Komünist Parti Merkez Komitesi’nin, politbüronun ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışan, gizli kapaklı, sistem içinde bir endüstri türemişti. Yani Kremlin inceleniyordu. Ben de mesleğime 1979 yılında Doğu Ortadoğu Dairesi’nde başladım. Komünist Parti Kongre kararlarını, hükümet beyanlarını, Komünist Parti politbürosunun açıklamalarını filan didik didik ederdik. Ne demek istiyorlar, anlamaya çalışırdık. Orada her bir işaretin, her bir kelimenin her bir simgenin ayrı bir ağırlığı vardı. “Ha, bu doğrudan Komünist Partisi Genel Sekreteri’nin onayını almış. Ha, bu Komünist Parti’nin atadığı başbakanın bir uygulama kararı ile ilgili” falan diye ayırırdık. El işaretleri ya da başka jestler… Bunların hepsinin başka bir yeri vardı. Türkiye’de öyle bir şey yok. Böyle bir kurumsallık içinde olmuyor. Genel olarak yönetim anlayışına bakacak olursanız, cumhurbaşkanı öyle hissetmiştir, öyle yapmıştır. Onun için çok büyük okumalar yapmıyorum, bunun yanıltıcı olabileceğini düşünüyorum. Kaldı ki şöyle bir şey var. Mısır Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye gelmiş olması, momentumu korumak amacını taşıyor. Yani  normalleşme yönünde başladığımız momentumu korumak amacını taşıyor. Yani Mısır tarafından diğer Arap ülkelerinde ve İsrail’de de olduğu gibi hep şu kaygı var. Kaygı değil, aslında biliyorlar. Türk hükümetinin kendilerine yönelik tutumunun değişmesi bir niyet değişiminden kaynaklanmıyor, ihtiyaçtan kaynaklı. Bunu böyle gördüğü zaman elbette kendi payına düşen çabayı gösteriyor: “Normalleşmeyi rayında tutabilmek.” Onun için Cumhurbaşkanı Erdoğan bir jest yapmış aslında, havaalanından uğurlamış. Normalde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nden uğurlanır. Zamanında Suudi Arabistan Veliaht Prensi’ne yaptığı gibi bu sefer Mısır Cumhurbaşkanı’na da aynı jesti yapmış, havaalanına gitmiş. Eğer jestler bakımından bakıyorsanız bence buna daha çok dikkat edilmesi gerekiyor.

Türkiye ve BRICS: Yollar Gerçekten Kesişti mi, Aynı Yol Gidilirse Ne Olur?

Seçim Hırsızı Bir Cumhurbaşkanının İnadı ve Ülkesi