12 Eylül’e Giden Yolda Neler Yaşandı?

Dünyanın doğu-batı ya da sosyalist kapitalist bloklarla kamplaştığı bir süreç… Bu tablonun Türkiye’ye izdüşümü ise sağ-sol kavgası… Sadece gençlik değil… Toplumun tüm kesimlerinde politik bir dinamizm hâkim. Legal siyaset; Demirel-Ecevit kavgasına hapsolmuştu.

Bunu dışlayan her iki kesimin; sağın da solun da elinde silah vardı. Silahlı illegal sol dağınık; sağı ise MHP temsil ediyordu. MHP tek başına değil, ancak ülkü ocaklarıyla silahlı sokak siyasetini belirleyen ana aktörlerden biriydi. Aynı kamplaşma polis, valilikler, adliye ve sağlıkta da hâkimdi. Pek çoğunun kafasını kurcalayan ise silahlı kuvvetlerin statüsüydü. Ordu, “gerek gördükçe” siyasete darbe ve muhtıralarla müdahale ediyor, siyasetin hem sağını hem solunu dizayn etmeye çalışıyordu.

​​​​​​Şili’de General Augusto Pinochet Cumhurbaşkanı Allende’yi kanlı bir darbeyle deviriyor, Demirel Ecevit’e “Bülende” yakıştırması yapıyordu; Ecevit’in iktidara gelmesi halinde aynı akıbete uğrayacağını ima ederek.

Sağ sıkıyönetimi dilinden düşürmüyordu. Sadece Demirel değil, Türkeş de sıkıyönetim istiyor,  generaller artık tarafsız görülmüyordu.

21 AYDA 170 KİŞİ ÖLDÜ

Yıl 1976. 1977 seçimleri öncesi Faik Türün gibi bazı eski subaylar Adalet Partisi’ne katılmıştı. Ecevit CHP’si ise Muhsin Batur gibi reformist subayları saflarına çekerek oyunu eşitlemeye çalışıyordu. Siyaset dengede tutunmaya çabalarken; üniversitelerdeki şiddet hızla artışa geçti.

21 aylık MC hükümeti yönetiminde 170 insan hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı. 2 buçuk milyon işsizi, umutları gün geçtikçe tükenen gençleri ve kutuplaşmış siyasetiyle Türkiye saatli bombayı andırıyordu.

1 MAYIS 1977 KATLİAMI: 12 EYLÜL’E GİDEN YOLUN BAŞLANGICI

Yıllar sonra anlaşıldı ki; aslında karar çoktan verilmiş, ordunun müdahalesi için geri sayım başlamıştı. Ordu tarafından tek önemsenen doğru zamanda karar kılmaktı. Asker geri sayıma geçedursun; siyaset de genel seçime gitme kararı almıştı. Ama seçim kampanyası kutuplaşmayı daha arttırdı.

Sandıklar açıldığında CHP oyların yüzde 41,4’ünü, AP ise yüzde 36,9’unu almıştı. En büyük parti olduğu için Ecevit’ten hükümeti kurması istendi. Ancak Türkiye tarihinin ilk azınlık hükümeti güvenoyu alamadı. Demirel liderliğinde II. Milliyetçi Cephe hükümeti göreve başladı. Yeni hükümetin ilk 15 günündeki 26 cinayet; ortamı iyice istikrarsızlaştırıyordu.

11 Aralık 1977 yerel seçimleri hükümetin kaderini belirleyecekti. Adalet Partisi de istifalarla sarsıldı. Demirel de tıpkı Ecevit gibi güvenoyuna gitti ama o da alamadı. Haliyle II.MC hükümeti de uzun ömürlü olmadı.

TOPLUMUN SİNİR UÇLARINI KAŞIYAN SALDIRILAR

Bir hafta sonra Güneş Motel pazarlıkları patladı; nam-ı diğer 11’ler olayı. Ecevit o tarihi pazarlık sonrası AP’den kopardığı vekillerle yeterli sayıya ulaşmıştı. Hükümet kuruldu kurulmasına ama şiddet durmadı. 1978 yılının ilk 15 gününde 30 siyasi cinayet işlendi, 200’den fazla insan yaralandı. Sağ terör mangalarının faaliyetleri üzerine araştırmalar yapan Profesör Bedrettin Cömert öldürüldü önce. Ardından Milliyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi. 

Saldırılar toplumun sinir uçlarını kaşıyordu. Aleviler hedef alındı. Muhalefet sıkıyönetim ilanı istedi Ecevit’ten. Ecevit önceleri yanaşmadı. CHP lideri ruhsatsız silah taşıyanlara daha sert cezalar getiren, özel sivil mahkemelerin kurulmasını öngören yasalar önerdi. 1052’si sağcı, 778’i solcu olmak üzere 1999 kişi tutuklandı döneminde.

MARAŞ KATLİAMI

Ancak sıkıyönetimden kaçınma umudu Kahramanmaraş Katliamı’nın patlak vermesiyle suya düştü. Kahramanmaraş’taki katliam; Kayseri hava üssünden kalkan jetlerin alçak uçuşuyla kontrol altına alınıyordu. Artık silahlı kuvvetler de işin içindeydi. Ecevit 1978’in son günlerinde 13 ilde sıkıyönetim ilan etmek zorunda kaldı. Geri sayım başlamıştı…

ABD’NİN TÜRKİYE “İLGİSİ”

Washington, Türkiye ile daha yakından ilgilenmek zorundaydı! Zira o dönem ABD’nin en yakın müttefiklerinden İran şahı ülkesini terk etmek zorunda kalınca Ankara’nın önemi daha da artmıştı. Batı bloğunun en ileri ucunda artık Türkiye vardı. Hem de Sovyetlerin yanı başında. Türkiye’yi kaybetmek sadece Ortadoğu’nun değil Batı Avrupa savunmasının da tökezlemesi demekti.

Carter ile iyi ilişkiler kuran Türkiye’nin genç Başbakanı Ecevit ABD için ilk başlarda kabul edilebilir bir ortaktı. Ancak zaman içinde Ankara’dan gelen Büyükelçilik raporları, CIA’nin izlenimleri ve Pentagon değerlendirmeleri Ecevit’i Beyaz Saray için farklı bir düzleme sokmaya başlamıştı. Karaoğlan’ın bazı konuşmalarında Amerika’yı hedef alışı şüphe ve kaygıyı körüklüyordu.

CIA raporunda Ecevit için “Ilımlı bir Batı aleyhtarı” ifadesi kullanılıyordu. Ecevit’in sadece dışarıda değil, içeride de popülaritesi düşüyordu. Artan şiddet olayları yüzünden istifa etmek zorunda kaldı. Aynı yıl içinde Genelkurmay Başkanı Evren ABD’yi ziyaret edecek, Carter’ın Başdanışmanı Brzezinski ile görüşecekti. Amerika’nın üzerinde durduğu nokta da verdiği mesaj da gayet netti: “İstikrarlı bir Türkiye istiyoruz, ama gidişat o yönde değil”

ECEVİT’İN YERİNE DEMİREL GELİYOR

Dış cephedeki tablo özetle buydu. Ecevit’in yerini Demirel aldı. Kısırdöngü sürüyordu. 1979 Kasım’ında güvenoyu verildi Demirel’e. Generaller yapacakları darbenin niteliği ve zamanlamasını konuşmak üzere İstanbul’da buluşmuştu. Demirel’in başbakanlığında kurulan azınlık hükümetini Milliyetçi Hareket Partisi ve Milli Selamet Partisi dışarıdan destekliyordu.

“100 gün” planı açıklandı. Yeni hükümet yüz gün içinde belirlediği iki önemli sorunu; “anarşi ile enflasyonu” çözme sözü verdi. Demirel zaman kazanmaya çalışırken, komutanlar da Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ü bir mektupla uyardı. Hemen o mektubun üzerine 1980’in ilk günü Çankaya’da bir görüşme yapıldı. Ordu ABD gezisi sonrası, ne kadar ciddi olduğunun mesajını veriyordu.

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ KRİZİ

Kaosu tırmandıran ise Cumhurbaşkanlığı seçimi bunalımı oldu. Korutürk’ün görev süresi dolmuş, Meclis’teki en büyük iki partinin liderleri henüz cumhurbaşkanlığı için aday bile belirlememişlerdi. Adaylar son anda bulundu. Ancak seçimler sırasında hiçbiri Cumhurbaşkanı olmak için “yeter oyu” alamıyordu… Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı. Fakat bir türlü yeni Cumhurbaşkanı seçilemedi.

BAYRAK OPERASYONU

Genelkurmay “Bayrak Operasyonu” için bastı düğmeye. Haziran’da Evren, kuvvet komutanları ile Genelkurmay II. Başkanı Öztorun’u çağırmış ve kod adı “Bayrak Harekâtı” olan bir darbenin 11 Temmuz 1980’de gerçekleştirilmesini bildirmişti.

Sabahın dördünde ordu harekete geçecekti. Ancak Temmuz’da Süleyman Demirel hükümeti güvenoyu alınca darbe ertelendi. Çorum olaylarının yankıları henüz dinmemişken bu kez gözler Karadeniz’e çevrildi. Devrimci Yol’un bağımsız adayı Fikri Sönmez demokratik yollarla Fatsa belediyesinin başına geçmişti.Belediyenin halk komiteleri şeklinde örgütlenmesi orduyu tedirgin edince, Evren devreye girip “küçük terör odakları” diye tanımladığı ilçeye Nokta Operasyonu’nu düzenledi. Belediye Başkanı dâhil 300 kişi gözaltına alındı, sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Takvim yaprakları 12 Temmuz 1980’i gösteriyordu.

12 EYLÜL SABAHI

Aradan iki ay geçti. 12 Eylül sabahı… Önce radyo anonsları ardından televizyondaki o meşhur görüntü… Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in de aralarında yer aldığı dört kuvvet komutanını televizyonda görenler ordunun yönetime el koyduğunu anlamakta zorlanmamıştı. 

Kimilerine göre kaos o gün için durulmuş gibi göründü. Ama faşist darbenin etkisi yıllar sürdü. Temel insan hakları ve demokrasi askıya alındı; siyasetin kapısına kilit vuruldu. İşkencelerde 171 kişi öldürüldü, 50 kişi idam edildi, 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon kişi fişlendi. Türkiye aradan 44 yıl geçmesine rağmen hala o dönemin izlerini silmeye çalışıyor, o dönemin bugüne taşıdığı sorunlarla boğuşuyor.

“44. Yılında 12 Eylül Hala Devam Ediyor”