“1980’lerde kaç kişi Sovyetler Birliği’nin bu kadar çabuk ve bu kadar kansız şekilde parçalanacağını düşünüyordu ve 2001’de kaç kişi adını çok az insanın duyduğu bir hareketin, El Kaide’nin liderinin 11 Eylül’de bu kadar gözü kara saldırabileceğini bekliyordu?”
Immanuel Wallerstein, Dünya Sistemleri Analizi
23 yıl önce, bugün… Emma E. Booker Okulu. ABD’nin 43. Başkanı’nın elinde kitap, sandalyeye kurulmuş karşısındaki öğrencilere bir şeyler okuyor. Başkan’ın yanına gidip o sırada olan biteni haber veren kişi Beyaz Saray güvenlik şefi Andrew Card. Başkan’ın kulağına eğilip “ABD saldırı altında” diyor. O sırada önemsiz gibi görünen ziyareti takip eden birkaç kamera kayıtta.
George Walker Bush tam 7 dakika boyunca hiçbir şey söylemeden etrafına bakınıyor, 301 numaralı sınıfta dersi dinliyormuş gibi yapıyor. Yaklaşık 71 kilometre ötede tarih yeniden yazılıyor.
O SIRADA NEW YORK
20 dakika öncesi. Saat 08.46. Yer ABD’nin New York kenti, günlerden Salı. Sabahın erken saatlerinde Manhattan’da insanlar her zamanki gibi işine gidiyordu.
Aslında birkaç dakika öncesine kadar her şey olağandı. Gökyüzünde uçakların görülmesiyle her şey değişti. Amerikan Hava Yolları’na ait yolcu uçağı Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzey kulesine çarptı, 94 ve 98. katlar arasına.
Çevrede insanlar… Çoğu ağızlarını iki eliyle kapatmış, dehşet ve şaşkınlık içinde gökyüzüne bakıyorlardı. Tam 17 dakika sonra Hudson nehri tarafından bir başka uçak, bu kez kulenin güneyine daldı. İçerisi itfaiyecilerin deyimiyle endüstri fırınları kadar sıcak, ortalık cehennemi andırıyordu.
Kuzey binası 102, güney binası 56 dakika sonra tamamen yıkıldı. Bu sırada Beyaz Saray ve kongre binası boşaltıldı, Amerikan hava sahası tüm uçuşlara kapatıldı. Bush kendine gelip “Ulusal trajedi yaşıyoruz” dedikten yarım saat sonra ise bu kez adres Washington’daki Pentagon merkezi oldu.
Bir başka uçak Amerikan Savunma Bakanlığı’na çarptı. Saldırıların ardından 2 bin 976 sivil ve 19 militan öldü. 6 bini aşkın yaralı da cabasıydı. Yaşananlar Amerikan rüyasının karabasana dönüşmesinin fotoğrafıydı. Sonraki yıllarda ise peşi sıra gelecek yüz binlerce ölümün habercisi gibiydi.
KAPİTALİZMİN SİMGELERİNİN ALTÜST OLDUĞU GÜN
11 Eylül saldırılarının üzerinden 23 yıl geçti. Kapitalizmin simgelerinin altüst oluşu, aynı zamanda içinde yaşadığımız yüzyılın yeniden yazıldığı gün oldu. Binlerce Amerikalının canını alan o gün, dünyayı tehdit edecek bir askeri-siyasi bir tsunami dalgasına dönüşecekti.
Sadece siyasetçiler değil, o güne birebir tanıklık edenlerden, televizyonlarının başına kilitlenip yaşananların vahametini kavramaya çalışan milyarlarca insana dek herkes aynı şeyi düşünüyordu: “Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”
SUÇLULARIN 24 SAAT İÇİNDE TESPİTİ
ABD hükümetine göre sorumlu Arap teröristlerdi. Hedef tahtasında el-Kaide ve lideri Usame bin Ladin vardı. Üzerinden 24 saat bile geçmeden tüm suç delilleri ve zanlılar tespit edilmişti. Enkazdan yanmadan ve yanarak çıkan “terörist” pasaportlarından, uçuş yöntemlerini içeren bir dizi belgeye kadar ortaya dökülen deliller kimilerince şaibeli bulundu.
Ama karar alınmıştı, Afgan Dağları’na yuvalanmış radikal teröristler vurulacak, Taliban yönetimi yıkılacaktı. O günlerde Beyaz Saray’ın adalet arayışı yüzünden dünyanın çivisini çıkacağını düşünenlerin sayısı pek bir azdı. Aslında ABD, bir zamanlar Sovyet Rusya’nın Afganistan’daki işgaline karşı savaşan o mücahit neslin iyice organize olmuş halini yani el Kaide’yi yakından tanıyordu.
Öyle ki; yıllarca aşırıları bilfiil desteklediği sır değildi. Saldırıların beraberinde getirdiği şok dalgası ile Washington neredeyse tüm dünyayı arkasına almıştı. Hatta Soğuk Savaş boyunca bir numaralı düşman addedilen Rusya bile Amerika’nın yanında saf tutmakta gecikmedi. Bush’u arayıp “Geçmiş olsun” diyen ilk lider Kremlin’in bir numarası Vladimir Putin’di.
Amerika’ya destek için askerlerini teyakkuza geçirdiğini söyledi. Sam amca ise Sovyetler Birliği sonrası yeni düşmanını belirlemişti: “Uluslararası terörizm”
AFGANİSTAN’A BOMBA YAĞIYOR
7 Ekim 2001’de Afganistan üzerine Amerikan ve İngiliz bombaları düşmeye başladı. Amaç 11 Eylül saldırılarının mimarı olduğu ilan edilen Usame bin Ladin’i yakalamak, El Kaide terör örgütünü dağıtmak ve ona yataklık ettiği düşünülen Taliban rejimini yıkmaktı.
Bir ayda Kabil alındı, Tora Bora Muharebesi’nden bir şey çıkmadı… İlk beş yıl Afgan topraklarında hâkimiyet kuruldu gibi görünse de, 2006’dan sonra Taliban kaynaklı isyancı hareketler artışa geçti. Taliban rejiminin yerine getirilen ya da getirildiği düşünülen Amerikan destekli Karzai uzun yıllar bir piyon olmaktan öteye geçemedi. Rakamlar çelişkili ama Amerikan bombalaması sonucu 5 bin Afgan’ın hayatını kaybettiği söyleniyor. Koalisyon güçlerinin beklenmedik bir direnişle karşılaşıp, 3 bine yakın kayıp vermesi de tarihe düşülen bir diğer not. 2011 yılında Pakistan’da düzenlenen bir operasyonla El Kaide lideri Usame bin Ladin’i öldürdüldü.
Obama 21 Eylül 2012’de Afganistan’daki Amerikan takviye güçlerinin son kısmını da geri çektiğini açıkladı. 2016 yılında Taliban ile barış görüşmeleri yapmak için çaba gösterdi, ancak başarısız oldu. Obama, 2017 yılında görevi bırakmadan önce Afganistan’daki ABD asker sayısını 8 bin 400’e indirdi. Afganistan’a yaklaşık 4 bin ek asker gönderme kararı alan Trump, Afganistan’dan asker çekilmesini koşullara bağladı,
2018 yılında Taliban ile doğrudan görüşmelere başladı ve barış anlaşması için müzakere etti, Taliban’ın bir Amerikan askerini öldürmesi üzerine görüşmeleri iptal etti. 2020’de Afganistan’daki ABD asker sayısını 2 bin 500’e indirdi ve tarihi bir düzeye getirdi. Sonrasında göreve gelen Biden ise 2021’de Taliban’ın hızla ilerlemesine rağmen asker çekmeye devam etti ve Afgan hükümetinin kendi güvenliğini sağlaması gerektiğini söyledi.
Afganistan’ın başkenti Kabil’in Taliban tarafından ele geçirilmesinden sonra yaptığı konuşmada asker çekilmesinin doğru karar olduğunu savundu ve ABD’nin Afganistan’da sonsuza kadar kalamayacağını söyledi. Afganistan’da kalan Amerikalıları ve ABD’ye göç etmek isteyen Afganları tahliye etmek için büyük bir operasyon başlattı. Ancak operasyon, Taliban’ın kontrolü, havaalanındaki kalabalık, vize sorunları ve terör tehdidi gibi zorluklarla karşılaştı. Sonrasında ortaya çıkan manzara tüm dünyanın malumu.
ABD’nin Afganistan’dan çekilmesini, Taliban’ın ise terörizme karşı mücadele etme taahhüdünü içeriyordu. Ancak, ABD’nin çekilmesinin ardından Taliban, hızla ülke genelinde kontrolü yeniden ele geçirdi ve 15 Ağustos 2021’de Kabil’i ele geçirerek Afganistan İslam Emirliği’ni yeniden kurdu. Taliban, 2021’deki yeniden iktidara gelmesinin ardından, ülkenin yönetiminde sıkı bir şeriat yasası uyguladı. Kadınların eğitimine ve çalışma hayatına katılımı üzerinde ciddi kısıtlamalar getirdi, birçok temel hak ve özgürlük kısıtlandı.
11 EYLÜL’ÜN İKİNCİ ROTASI: IRAK
Ve 11 Eylül sonrası Amerika’nın yöneldiği ikinci rota, Afganistan’ın ardından hedef daha büyük bir lokma, Irak’tı. 20 Mart 2003, Irak’ta sonun başlangıcı oldu. Zira Washington yönetimine göre Saddam’ın elinde, halkını selamladığı tüfeğinden çok daha tehlikeli silahları vardı.
Bush yönetimi 11 Eylül faillerini desteklediği ve kitle imha silahları barındırdığı gerekçesiyle Irak’a saldırdı. Hem de uluslararası toplumu karşısına alma pahasına. Saddam’ın kitle imha silahları olduğu iddiası o dönem sosyal medyada da dalga konusu yapıldı. “Irak’ta kitle imha silahı yok” diyen BM’nin biyolojik silah uzmanı ve Irak gözlemcisi David Kelly’nin ise Haziran’da intihar ettiği haberi geliyordu. 10 yıllık abluka karşısında zaten dizleri üzerine çökmüş olan Irak ancak üç hafta dayanabildi.
Türkiye, Irak Savaşı için Amerika’ya topraklarını açmayı reddetti. Yine de 40 yıllık Baas rejimi başkent Bağdat’ın en görünür yerindeki Saddam Hüseyin heykelinden bile hızlı yıkılıyordu.
Savaşta en az 125 bin Iraklı yaşamını yitirdi. Aralık 2011’de ABD Irak’tan resmen çekildi. Geriye bölünmeye doğru giden, Başbakan’ın Cumhurbaşkanı Yardımcısı hakkında gıyabında idam cezası verdiği, altyapısını hala tamamlayamamış, yolsuzluğa boğulmuş, mezhep çatışmasılarıyla kendini koca bir yangının içinde bulmuş ülke kaldı. ABD’nin 2001’den beri dâhil olduğu tüm savaşlarda en az 225 bin kişinin öldüğü biliniyor. Başta Irak ve Afganistan olmak üzere neredeyse Türkiye’nin nüfusu kadar, 70 milyonu aşkın insan yerinden yurdundan oldu.
Aslında dönemin ABD hükümeti; Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin yazılı beyanına uygun davranıyordu. 11 Eylül 2001’den çok önceleri, Haziran 1997’de aralarında Dick Cheney, Jeb Bush, Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz gibi kritik isimlerin imzasının olduğu açık mektup “Küresel sorumluluklarımızı yerine getirmek için askeri harcamalarımızı ciddi oranda arttırmamız ve ordumuzu gelecek için modernize etmemiz gerekir” mesajı veriyordu.
KABUK DEĞİŞTİREN TERÖR…
Peki, tehditlerin 1990’lara göre çok daha farklı tanımlandığı dünyada 23 yılda ne değişti? Gerçekten çok daha güvenli bir dünyada mı yaşıyoruz? Şurası çok açık ki; 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak işgalleri El Kaide’yi durdurmadı. Önce IŞİD türedi. Bir ara o kadar büyüdü ki; Irak Merkez Bankası’nın kasasına el koyar hale geldi. Farklı isimlerle terör devam etti.
2002 Ekim’inde, Endonezya’nın Bali Adası’nda çoğu turist 202 kişi öldürüldü. Terör 2003 Aralık’ında Türkiye’ye uğradı, beş gün arayla iki saldırıya hedef oldu İstanbul. HSBC bankası, İngiliz Başkonsolosluğu ve sinagogları hedef alan bombalar 50 kişinin ölümüne, 750 kişinin yaralanmasına yol açtı. Mart 2004’te İspanya’nın başkenti Madrid’de sabah işe gidenleri taşıyan trenlere yerleştirilen bombalar 191 kişinin sonu demekti; 2005’de de Londra’da 52 kişi eş zamanlı bombalı saldırılarda öldü.
Hindistan’ın ticaret merkezi Mumbai kenti de 11 Temmuz 2006’da terör saldırılarının hedefi oldu. Mumbai’de yolcu trenleri ve garlarda 7 bomba art arda patladı; 190 kişi öldü, 700’den fazla insan yaralandı.
7 Ocak 2015’te derginin Paris’teki ofisini basan iki saldırgan 12 kişiyi katletti, Fransa’nın Nice şehrinde 14 Temmuz 2016’da Bastille Günü kutlamaları esnasında, bir kamyon kalabalığa dalıp en az 84 kişinin ölümüne neden oldu. 2015 Ekim’inin son günü Rusya’da 224 kişiyi taşıyan Rus Kolavia Havayolları’na ait yolcu uçağı Sina Çölü üzerinde düştü, saldırıyı IŞİD üstlendi.
Belçika’nın başkenti Brüksel 22 Mart 2016 tarihinde terör saldırıları ile sarsıldı, Zaventem Havalimanı ile Maelbeek metro istasyonunda meydana gelen 3 patlamada 38 kişi hayatını yitirdi.
10 yıllık arayışın sonunda Usame bin Ladin 2011 Mayıs ayında Pakistan’daki evinde öldürüldü. Kaide, Nusra, IŞİD… Radikal İslamcı terör kabuk değiştirip durdu. İsimler değişti, yöntemler belki farklılık gösterdi ama ortaya koyduğu tablo hep sivillerin gözünü korkuttu. İstihbaratçıları en çok endişelendiren senaryo ise bu tip örgütlerin nükleer, biyolojik ya da kimyasal silahlar ele geçirerek kitlesel panik yaratacak başka eylemlere de yönelmesi oldu.
Bir yandan da İslamofobi ve nefret suçları artışa geçti.
11 EYLÜL’DEN SONRA NE DEĞİŞTİ, UZMANLAR NE DİYOR?
Çok şey. Güvenlik politikalarının değişmesi ve olmazsa olmaz hale gelişi beraberinde özgürlüklerin kısıtlanmasını da getirdi. Bugün uçağa binmek bile başlı başına bir mesele. Ama kuşkusuz bu güvenlik bunalımından daha fazlası var. Zira 11 Eylül tarihi dünyanın yönünün değiştiği gün. 11 Eylül sonrası dünya, devlet dışı aktörlerin açıktan kullanıldığı bir döneme girdi, hibrit savaşlar dönemine girildi. Jeopolitik çatışmaların devlet dışı aktörlerle yürütüldüğü bir süreç başladı, uluslararası hukuk her geçen gün anlamını daha fazla yitirdi. Artık öngörü yapabilmenin mümkün olmadığı bir dünyada nefes alıp veriliyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Emeritus Profesör İlter Turan’a göre 11 Eylül sonrası dünyada terörden korunmuş/arınmış bir alan artık bulunmuyor. Turan, geçmişte ABD’nin dünyadaki gelişmelerden kendisinin korunduğu gibi bir düşüncenin sahibiyken, 11 Eylül ile birlikte bunun sonsuza dek değiştiğini “Dünyanın başka yerlerinde izlediği politikaların doğurduğu tepkilerin kendi topraklarında sonuçlar doğuracağını düşünmüyordu. 11 Eylül aslında tüm dünyanın siyasi tartışmalar ve çatışmalar için bir alan olduğunu dolayısıyla dünyada terörden korunmuş bir alan kalmadığını gösterdi” sözleriyle izah ediyor. Kısacası devletlerarası savaş dönemi bitti, uluslararası meşruiyet arayışı kalmadı.
ABD’nin önde gelen güvenlik teknolojislerinden Bruce Schneier gibi uzmanlar, 11 Eylül sonrası dünyada güvenlik ve sivil özgürlükler arasındaki dengenin dramatik bir şekilde değiştiğini söylüyor. Özellikle ABD gibi hükümetlerin, kitlesel gözetim programları, havaalanı taramaları ve sınır ötesi istihbarat paylaşımı gibi geniş çaplı güvenlik önlemleri uygulamaya koyduğuna işaret ediyorlar. Bu önlemler aynı zamanda kişisel özgürlükleri de baltalıyor. Schneier 11 Eylül sonrası dönemi “güvenlik tiyatrosu” olarak adlandırıp, güvenlik illüzyonu sunan görünür önlemlerin post 9/11’in merkezi bir özelliği haline geldiğini belirtiyor.
Uzmanlar aynı zamanda küresel terörle mücadele ve adalet algılarıyla ilgili de dikkat çekici değerlendirmelen yapıyor. Uluslararası adalet kavramının Washington’ın öncülüğündeki “terörle mücadele savaşı” ile derinden şekillendiğini öne süren uzmanlardan biri de Noam Chomsky’di. Chomsky, 11 Eylül sonrası ABD dış politikasının, özellikle Afganistan ve Irak’ın işgallerinin, Amerikan karşıtı duyguları körüklediğini ve birçok bölgede adaletsizlik algısını derinleştirdiğini savunuyor.
ABD’de anayasal ve sivil haklar savunuculuğu yapan, gazeteci Gleen Greenwald ise uluslararası hukukun ihlali olarak gördüğü insansız hava araçlarının kullanımı ve hedefli suikastlar üzerinde durarak, bu eylemlerin küresel adalet algısını zayıflattığını ileri sürüyor.
Her iki uzman da özünde Ortadoğu’daki ABD askeri eylemlerinin adalet arayışı olarak çerçevelendirilmesini sert bir dille eleştiriyor.
Kuşkusuz tüm bu gelişmeler haliyle küresel güvenlik algılamasını da etkiliyor. ABD’nin uluslararası ilişkiler alanındaki önde gelen akademisyenlerden, Harvard Kennedy Okulu’nda uluslararası ilişkiler profesörü olarak görev yapan Stephen Walt’a göre ABD’nin askeri müdahaleleri, bölgeleri istikrarsızlaştırarak dünyayı daha güvenli hale getirmektense daha tehlikeli hale getiriyor. Walt, ABD dış politikasının uzun vadeli stratejik hatalarının, kalıcı güvensizliğe yol açtığını savunuyor.
Küresel güvenlik algısı uluslararası hukuk düzenini de sarsıyor. Notre Dame Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden hukuk profesörü Mary Ellen O’Connell, ABD’nin Terörle Mücadele Savaşı’nı yürütme biçiminin küresel hukuk düzenini zayıflattığı kanaatinde. O’Connell, Guantanamo Körfezi’nin kullanılması, şüphelilerin süresiz gözaltına alınması ve gelişmiş sorgulama teknikleri gibi uygulamaların hukuk devletini aşındırdığını, bu eylemlerin uluslararası toplumun gözünde adalet algısını zayıflattığını ve insan hakları ile uluslararası adalet ilkelerine aykırı göründüğünü ileri sürüyor.
11 Eylül’ün hem ABD hem dünya genelinde İslamofobinin yükselişine yol açtığı ise sır değil. Bu durum sıklıkla Müslüman toplulukları etkiledi, ayrımcılık ve sivil haklara yönelik zorluklarla karşılaşmalarına neden oldu. Adalet algısı, özellikle sosyal adalet açısından etkilendi. Zira birçok Müslüman, hem hükümet politikaları hem toplumsal önyargılar tarafından haksız bir şekilde hedefe alındı. Bir başka deyişye 11 Eylül, bir yanıyla da çok kültürlü toplumlara nur topu gibi bir güvensizlik mirası bıraktı.
23 yıl sonra dünyanın daha güvenli bir yer olmadığı aşikar. Amerika Birleşik Devletleri iki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra tek kutuplu bir dünyanın patronu olabileceğini hesap etmişti. Emeritus Profesör Turan’a göre 11 Eylül bu bağlamda yorumlandığı zaman Amerika’nın tek başına dünyaya hükmetmek girişimlerinde ne gibi güçlüklerle karşı karşıya olacağını ortaya çıktı.
Bir başka deyişle 11 Eylül, Amerikan gücünün sınırsız kullanımının ne gibi sınırlamalarla karşı karşıya kalabileceğini çok net gösteren bir olay olarak hatırlarda kaldı. Bush’un yıllar önce Ulusal Birlik konuşmasında dediğinin aksine savaş kazanılmadı, küresel terör yenilemedi. Sadece geçen yıl 2,4 trilyon dolar askeri harcama yapan dünyada son 23 yılda tehdit rüzgârlarının artık çok daha geniş bir coğrafya üzerinde estiği kesin.
Adalet Sarayları ve Adalet Kavramı Arasında Hukukun Türkiye’deki Patinajı
Tahran-Moskova Hattı Gerildi: “Zengezur Koridoru” Açılacak mı?