Tabuttaki Gelinlik ve Çocukların Yaşam Hakkı Üzerine

Narin 8 yaşında bir çocuktu. Bu ülkedeki yüz binlerce çocuktan sadece biriydi. 21 Ağustos 2024 günü kayboldu ve 19 gün sonra, 8 Eylül 2024’te köyünün civarında bir derede bulundu. Otopsi yapılmak üzere Narin’in bedeni Adli Tıp Kurumu’na (ATK) götürüldükten hemen sonra bir HÜDA PAR yetkilisi Vedat Turgut, açıklamalar yaptı. Şahsen ne anlatmak istemeye çalıştığı konusunda zihnimi zorladım. “Müstehakız” dedi, “Bunlar Avrupa, Amerika, İsrail kültürü” dedi, dedi de dedi… Sonra AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, “Aileyi yakından tanıyorum, bazen bilip söylemememiz gereken şeyler var. Çünkü aile de bizim dostlarımız. Bu meseleleri, siyaseti bu işlere bulaştırmamak lazım” diye bir açıklama yaptı. Tüm bu açıklamaların bize neyi düşündürtmesi gerekiyor peki?

Bir düşünelim. Tam tamına 24 kişi gözaltına alındı. (11 Eylül Çarşamba itibarıyla sayı bu) Gözaltına alınanlar arasında anne, baba, ağabeyin de olduğunu öğrendik. Bununla birlikte Narin’in üç amcası ile köyün imamı gözaltında. Diyarbakır Barosu Başkanı sevgili Nahit Eren, otopsinin her anında orada olan biri olarak Narin ile ilgili açıklamalar yaptı. Cesedin deforme olduğunu, nasıl öldürüldüğünü söylemenin zor olduğunu ifade etti.

Ülke 20 gündür Narin’i konuşuyor. Can katliamları ülkesi olan ülkemiz, çocuk kayıpları ve katline hiç yabancı değil. Ancak TÜİK 2016 yılından bu yana kayıp çocuklara ilişkin veri paylaşmıyor. Veri yokluğu ile amaçlanan ne peki? 2008-2016 arasında Türkiye’de toplam 104 bin 531 çocuk kaybolmuş. Ancak TÜİK, belirttiğim gibi 2016’dan beri kaybolan veya kaybedilen çocuklara ilişkin veri açıklamadı. Çocukların yüzde 13,7’sinin cinsel suçlar nedeniyle güvenlik birimlerine gittiğini biliyoruz. Çocukların başka nedenlerle güvenlik birimlerine başvurma sayısı inanılmaz. Yüz binlerce çocuk, farklı farklı sebeplerle güvenlik birimlerine gidiyor ülkede. Çoğu zaman mağdur, zaman zaman kabahat işleyerek.

TÜİK’in verileri bıçak gibi kesmesi nedeniyle, Türkiye’de kayıp çocuk verisi bulunmuyor. Kaybolan çocukların çok büyük kısmı bulunmuyor. Elde veri yok ve son 8 yılda kaç çocuğun kaybolduğuna dair ilgili bakanlığa sorulan soruların yanıtı alınamıyor.

Kaybedilen, katledilen, her türlü istismara uğrayan çocuklara ilişkin elde ‘her nedense’ veri olmayınca, “Şu sayıdır” diyemiyoruz tabi. Çocukların yaşam haklarının bu denli yok sayıldığı, çocukların bu denli gözden çıkarıldığı bir dönemdeyiz. Narin’in tabut başına gelinlik koyacak kadar şuursuz insanlar topluluğun içindeyiz. Hoplayıp zıplayarak hayatına devam eden bir çocuğun son isteği bu olmaz. O çocuk kaybedildi, günlerce bulunamadı, sonra çuvala konmuş halde bulundu ve üstelik sürecin başından itibaren şüphelilerin ifadeleri son derece çelişkili görünüyor.

Çocukların yaşam haklarını, çocukların toplum içerisinde güvenli bir biçimde yaşama haklarını umursamayanlar; buna ilişkin veri tutulmamasını dert edinmeyenler, “Müstehakız, bu işlere siyaseti karıştırmayalım” diye açıklamalar yapa dursunlar, küçücük çocukların tabut başlarını gelinliklerle donata dursunlar, çocuklarını sonsuz bir sevgi ile kucaklayan insanların huzuru da yok artık.

Çocuk oynar, zıplar, ağaçlara tırmanır, ip atlar, top oynar, saklambaç oynar, düşer dizini çizer, dondurma yer, çikolata yer ve zamanı geldiğinde okula gider. Küçücük çocuk Kur’an kursuna yollanıyor, en son orada görülüyor ve bir daha yok… Onu dini bütün, inançlı, dindar olsun diye daha bu yaşta Kur’an kursuna gönderenler, ona din eğitimi verenler şimdi gözaltında.

Bir çocuk elbette din eğitimi alabilir. Ancak en iyi din eğitimi araştırılarak ve kendi seçimi ile alınır. Doğruyu, iyiyi, güzeli, paylaşımı, dayanışmayı çocuğuna evde öğretemeyen yığınların olduğu bir ülkede, çocukların ne can güvenliği vardır, ne akıl sağlığı garantisi, ne onlara yönelik işler bir adalet mekanizması.

Malum, ülkenin başka meselelere dair adaletsizliği de dillere destan. Pek çok kötücül hususta ilklerde, iyicil olanlarında ise son sıralardayız. Hukukun işlemezliği, hukuk sisteminin çökertilmesi, bir siyasi parti yahut ona yakın cemaate adliyelerin teslim edilmesi düşünüldüğünde durum apaçık izah oluyor esasında.

Buna ek olarak, toplumsal adalet diye bir şey kalmadı elimizde. Günbegün, adım adım yok edildi. Planlı ve programlı bir biçimde… Yapboza dönen eğitim sisteminin yapboza döndürülmesinin bir nedeni vardı. Okullardaki bir takım derslerin seçmeli hale gelmesinin, programdaki sayılarının azaltılmasının ama bir anlayışın öğretilerinin egemenliğindeki malum dersin sayısının artırılmasının da…

Arzu edilen sonuç bu sonuçtu çünkü. Zorba, toplumsal adaletsiz, biatçı, itaatkar, kendi kendini tüm bunlarla değersizleştiren, sürekli tüketen, bencil ve çıkarcı bir toplum. Böyle bir toplumu yönetmek de, yönlendirmek de çok kolaydı zira. Toplumsal adaletin olmadığı, hukukun askıya alındığı bir toplumda tek adamlık da, tek seslilik de kolaylıkla işlerlik kazanırdı.

Ancak bu kadar adaletsizlik bize ne getiriyor uzun uzun düşünmeye dahi gerek yok. Sonuç ortada. Bir şehirde aynı hafta içinde üç kadın saldırıya uğruyor. Biri boşanma aşamasında olduğu erkekçe bacaklarına kurşun yağdırılarak sakat bırakılıyor, öbürü adamdan kaçmak için balkondan atlıyor, “İntihar etmeye kalktı” deniyor, bir diğeri ise evinde ölü bulunuyor, eski sevgilisi evden çıkarken görülüyor ve buna da “İntihar” deniyor. Sonra, kara para aklayan, milyonları dolandıranlar serbest kalıp sosyal medyada binlerce yeni takipçi kazanıyor.

Ülkenin adım adım çöküşünü izliyoruz. Ne sıradan insanların can güvenliği, sağlık güvenliği, iş güvenliği vesair pek çok hak güvencesi var ülkede ne mutluluk ve sevinç hakkı. Ama birileri ihya edilirken, görmezden gelinirken, 8 yaşında bir çocuk bizden esası hala gizlenen, hem de yüksek mertebeli adamlar eliyle gizlenen bir şeyden dolayı can çekiştirerek öldürüldü.

Olan ya kendini savunamayacaklara oluyor ya arkası sağlam olmayanlara. İşte hukuksuzluğun, adaletsizliğin resmi. Çocuk hakları ihlalleri sıralamasında şu an kaçıncı sıradayız bilmiyorum ancak günde ortalama 32 çocuk kayboluyor Türkiye’de. İlgili bakanlık kendisine sorulan soruları muhatap almıyor. “En az üç çocuk” diyenler bu üç çocuğun geleceğini niye önemsemiyor peki? E, o zaman niye “En az üç, üç de yetmez beş” deniyor? Her şey tabut başına konulan gelinlikte ve “Bu işe siyaset bulaştırmayın” sözünde gizli bana kalırsa.

İsrail’e, Avrupa’ya, Amerika’ya suç atmak manipülasyondan ve suç örtmekten başka bir şey değil. Hem de çok kolay ve hala kullanışlı. Birileri kendi açıklarını kapatmak için, dikkati başka yere çekiyor, iftiraya başvuruyor. Hepsi bu.