Çağrı Cihazı ile Gelen Ölüm: İsrail’den Hizbullah’a Dijital Saldırı

5 Ocak 1996. Yaklaşık 28 yıl öncesi… İsrail’in Yahya Abdullatif Ayyaş’ı öldürdüğü gün. Hamas’ın “mühendis” lakaplı bombacısı Ayyaş, İsrail’e karşı kullanılan çeşitli patlayıcı cihazlar ve intihar bombalarını geliştirmekle nam salmıştı. Sonu, içine patlayıcı gizlenmiş bir cep telefonunun uzaktan patlatılmasıyla geldi.

Bombacı lakaplı birinin bombalı saldırıyla ölmesi bir yana, saldırının geleneksel yöntemlerin bir hayli dışına çıkan tekniği o dönem hemen herkesi şaşırtmıştı. 28 yıl sonra Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta çağrı cihazı taşıyan binlerce kişiyi hedef alan eş zamanlı saldırının yarattığı şok dalgası ise çok daha büyük görünüyor.

Sibylline Stratejik Danışmanlık Baş Analisti Noam Ostfeld, onlarca kişinin ölümüne neden olan, yaklaşık 3 bin kişinin yaralandığı son saldırıyla ilgili 1996 hatırlatmasını yapıyor. Ostfeld, “1996 yılında İsrail cep telefonlarına patlayıcı ekleyerek hedefi öldürmüştü. Bu seferki patlayıcılar daha küçük olabilir, belki 10-20 gram civarında. Ancak patlayıcının türüne bağlı olarak, daha az gramajla aynı etkiyi yaratabilirler.” diyor.

SALDIRI NASIL DÜZENLENDİ?

Lübnan’daki görgü tanıkları, “Çağrı cihazlarına gelen mesajlar sonrası patlama oldu” diyor. Cihazların içine 20 gramlık patlayıcı gizlendiği iddia ediliyor.  Hizbullah’a göre sorumlu İsrail. Tel Aviv yönetimi ise saldırıyı üstlenmiş değil.

Lübnan güvenlik kaynakları, Hizbullah’ın çağrı cihazlarını beş ay önce ithal ettiğini söylüyor. İsrail istihbaratının cihazların pillerine “PETN” maddesi yerleştirmiş olabileceği senaryolar arasında.

Şimdilik bilinen, çağrı cihazlarının Tayvanlı şirket Gold Apollo’ya ait olduğu. Şirket de bunu doğruladı. Ancak üretim için Macaristan’daki tedarikçi firma BAC’ı işaret etti.  Ortadoğu ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü Profesör Sherifa Zuhur’a göre de son saldırı büyük olasılıkla şarj cihazlarının içine yerleştirilmiş plastik patlayıcılardan ibaret. Muhtemelen zamana ayarlanmış olabilir. Zuhur, “Bu saldırı daha önceden planlanmamışsa bile en az iki hafta öncesinden planlanmış olabilir.” tespiti yapıyor.

Zuhur’a göre İsrail, Lübnan’ı işgal etmeden önce neler yapabileceğini görmek istedi. “Tam kapsamlı bir savaş istemeyebilirler, sadece neler yapabileceklerini göstermek istiyorlar. Hizbullah sadece bir direniş örgütü değil. Bunlar sadece savaşçılar değil. Bir milis yapısı içinde birçok insan başkaca işler de yapıyor. Doktorlar, hemşireler, öğretmenler, belki Hizbullah’ın sivil yapısında çalışan insanlar ve hayır kurumlarında çalışanlar var” diyor Zuhur, yani saldırılar sonrası aralarında çocukların da olduğu sivillerin de öldüğünü söylüyor.

Saldırının ardından akıllara gelen sorulardan biri “İsrail Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı mı hedef aldı?” sorusu Zuhur’a göre anlamsız. Zira bu bir mesaj. 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı sonrası başlayan ve birinci yılına yaklaşan Gazze Savaşı’nın beraberinde getirebileceği örtülü savaşın bir adım ileriye taşınabileceğine dair bir mesaj olarak okunabilir.

“İSRAİL, HİZBULLAH VE İRAN’I OYUNA ÇEKMEK İSTİYOR”

Güvenlik stratejisti analist Hasan Selim Özertem’e göre de İsrail henüz söz konusu saldırıyı üstlenmese bile ortada Hizbullah ve İran’ı güreş minderine çekmek istiyor. İsrail istihbaratının 7 Ekim’de çuvallamasının ardından, temmuz ayı sonunda Lübnan’da Nasrallah’ın sağ kollarından Fuad Şükür ve İran’ın başkenti Tahran’da Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniyeh’in suikastla ortadan kaldırmasının yankıları henüz dinmemişken meydana geldi çağrı cihazı bombalaması.

Saldırının olası etkileri ve bölge üzerine okumalarına daha detaylı bir bakıştan önce operasyonun nasıl yapıldığı yönündeki senaryo ve tartışmalara kısaca bakmak gerekiyor.

SİBER SALDIRI MI FİZİKİ MÜDAHALE Mİ?

Sonuçta hedef alınan Hizbullah’ın operasyonel ağıydı. Yaralılar arasında en az 500 kişinin görme duyusunu yitirdiği öne sürülüyor. Sibylline Stratejik Danışmanlık Baş Analisti Noam Ostfeld, “Çağrı cihazları cep telefonlarından farklı olarak göğüs hizasında taşındığı için yaralanmalar genellikle ölümcül olmadı yani patlayıcının miktarının bilinçli olarak düşük tutulmuş olabileceğini düşünüyorum. Hizbullah’ın bu durumu tespit edememesi de oldukça ilginç.” diyor.

Peki bu saldırı bir yazılım vasıtasıyla mı düzenlendi? Kısacası siber bir saldırı mıydı? Yoksa birer mini ölüm cihazına evrilen çağrı cihazları fiziksel olarak, insan marifetiyle mi tahrif edilmişti? Ostfeld, “İlk başta Hizbullah’ın siber saldırı olduğunu iddia etmesine rağmen, kanıtlar daha çok cihazların fiziksel olarak tahrif edildiğini gösteriyor. Daha önce de cep telefonlarının patladığını gördük, ancak o zaman pil sorunları vardı ve bu kadar büyük bir hasara neden olmamıştı. Ancak dün gördüğümüz patlama oldukça güçlüydü, bu da cihaza patlayıcıların eklenmiş olabileceğini gösteriyor.” yorumu yapıyor.

“17 EYLÜL 24 İNSANLIK TARİHİNİN YENİ BİR EVRESİ”

Fikir Gazetesi’nin görüşlerine başvurduğu bir başka isim ise savaş teknolojileri ve güvenlik konularında uzmanlığıyla bilinen emekli kurmay albay Ünal Atabay. Türkiye’de 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Terörizmle Mücadele Araştırma Merkezi’nin başkanlığını da yürüten Atabay, 17 Eylül 2024 tarihini “İnsanlık tarihinin yeni bir evreye girdiği gün” olarak nitelendiriyor. Atabay, “Mücadele evresinde insanların aklına gelmeyecek, daha doğru ifadeyle gelmesi güç olan metotların artık bu dijital teknolojiler üzerinden geliştirileceği anlaşılıyor. Dolayısıyla kendi silahımızla kendimizi vurdurmak, kendi silahınızı silah olarak kullanmak gibi metotlara başvurulacağı ve söz konusu mücadelenin hızla gelişip sertleşeceği anlaşılıyor.” değerlendirmesinde bulunuyor.

Son olay ve askeri teknolojiler arasında ilişki kuran emekli asker, “Öz malınız olmayan her şey size silah olarak geri dönebilir. Söz gelimi bununla ilgili önleme sistemleri olmasına karşın ABD menşeli tank motorları kilitlenebilir, savaş uçakları yerde bloke edilebilir” diyor.

NASRALLAH’IN ŞUBAT AYINDAKİ SÖZLERİ

Konuyla ilgili görüş bildiren güvenlik analisti Hasan Selim Özertem ise yaklaşık yedi ay önce Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın verdiği bir mülakatı hatırlatıyor. Nasrallah o röportajda İsrail istihbaratının akıllı telefonları etkin şekilde kullanmasından dolayı artık bunların kullanılmaması gerektiğini, mümkün olduğu kadar kara hatları ve hatta kuryelerin kullanılacağını duyurmuştu. Acil durumlar için başvurulacak kaynak ise bugün dünyanın konuştuğu çağrı cihazlarıydı. Özertem çağrı cihazlarının bu açıklamayla birlikte yeniden gündeme gelip satın alınmaya başlandığını söyleyip şu tespiti yapıyor:

 “Bu sevkiyatın gerçekleşmesi sürecinde özellikle gümrük sürecinin ve sevkiyatın kısacası lojistiğin yönetilmesi sürecinde İsrail istihbaratının bu noktalarda sızmış olup olmayacağı sorusu geliyor akıllara. Özellikle üretim aşamasında da İsrail bu tarz çabalar içine girmiş olabilir. Lübnan’daki Beyrut Limanı’nın patlama sonrası ardından artık işlevini yitirmiş olması, Beyrut’a özellikle yönetilen sevkiyatın artık daha karmaşık yollarla gidiyor olması, çağrı cihazlarının değiştirilmesi veya çağrı cihazlarına patlayıcıların yerleştirilmesi veya bazılarında iddia ettiği üzere siber saldırıya açık hale gelmek üzere belli programların yerleştirilmesine imkân sağlamış olabilir.”

Bu noktada çağrı cihazlarının markasının Tayvan, üreticinin ise Macaristan’da bir şirket olduğunu not etmek elzem. BAC Consulting adlı Budapeşte merkezli şirkete dair neredeyse hiçbir şey bilinmiyor. Şirketin internet sitesine bakıldığında bilgisayar oyunlarından petrol endüstrisine geniş bir yelpazede hizmet verdiği görülse bile Reuters haber ajansı firmanın internet sitesinde belirtilen adreste şirketin adının bir A4 kağıdına yazılı halde kapıya asılı olduğunu bilgisini paylaşıyor.

“EYLEM OLARAK HARİKA STRATEJİK OLARAK SON DERECE APTALCA”

İsrailli gazeteci Gershon Baskin’e göre ise Lübnan’daki beeper bombaları alışılmışın dışında bir operasyon. Eylem olarak “harika” ancak aynı zamanda tam ölçekli bir savaşı engellemeye yönelik bir strateji olarak inanılmaz derecede aptalca. Baskin, “Operasyonun arkasında bulunanların caydırıcılık sağlayacağını düşünmeleri Hizbullah’ın zihniyetini tam olarak anlamaktan ne kadar uzak olduklarını bir kez daha ortaya koydu. Bu operasyon çok daha geniş bir savaşa dev bir adım daha yaklaştırdı.” sözleriyle endişelerini açık açık ortaya koyuyor.

ÖRTÜLÜ SAVAŞIN ÜSTÜNDEKİ ÖRTÜ KALKAR MI?

O zaman bu sofistike saldırının örtülü savaşın üzerindeki örtüyü açıp açmayacağı ve 40 bini ölü 90 bini yaralı yaklaşık 130 bin insanın hayatını altüst eden Gazze Savaşı’na nasıl etki edeceği sorusunu sormanın tam zamanı.

İsrail-Lübnan çatışması ve Hizbullah hakkındaki yazılarıyla tanınan, Cardiff Üniversitesi’nden Lübnanlı siyasi analist Amal Abdo Saad-Ghorayeb, İsrail’in operasyonunu benzeri görülmemiş ve son derece karmaşık güvenlik operasyonu olarak nitelendirip, “Hizbullah için kesinlikle büyük bir darbedir.” diyor.

Lübnanlı uzman, tıpkı Hasan Selim Özertem gibi “Hizbullah, Nasrallah’ın terimlerini ödünç almak gerekirse ‘İsrail’in teknolojik üstünlüğünü basitlikle etkisiz hale getirip İsrail’in komuta ve kontrol sistemini bozmasını engelledik’ sözü bu saldırıyla tarihe karıştı” tespiti yapıyor:

“Soru şu: İsrail, bu büyüklükte bir kesintinin savaşın gidişatını değiştirebileceği tam kapsamlı savaş bağlamı dışında bu kartı neden erken oynamayı seçti? İsrail, Hizbullah’ın şimdi tüm iletişim protokollerini gözden geçireceğini ve düzelteceğini kesinlikle biliyor, bu da İsrail’in tam savaştan çok uzak olabilecek başka amaçları olduğunu gösteriyor. İsrail, Lübnan’a karşı savaşında benzersiz bir askeri-güvenlik paradigması geliştirmiş gibi görünüyor: İHA savaşı yoluyla gerçekleştirdiği günlük suikast kampanyası, uzun süreli güvenlik önlemleri ile geleneksel savaş arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor. Son saldırı, daha çok tam kapsamlı geleneksel savaşın yerine geçen bu yeni paradigmayı pekiştiriyor. En azından şimdilik.”

Profesör Sherifa Zuhur’a göre Hizbullah artık bir şekilde harekete geçmek zorunda kalacak. Zuhur, “Soru nasıl olacağı. Daha önce gördüğümüz gibi füze saldırısı işleri çözmez. Belki de İran şimdi bir şeyler yapabilir.” deyip ilave ediyor:

“Ancak asıl sorduğum büyük soru şu: İsrail ne kadar etkili? İsrail, yurtdışında suikast tekniklerinde çok etkili olabilir. Ancak yine de 7 Ekim’deki saldırısı gerçekleşti. Oysa ki; önceden uyarıların olduğu duyulmuştu. Sanırım hiçbir örgüt kendi topraklarında bir saldırıyı tamamen önleyemez ya da yurtdışında bir saldırıyı başarıyla gerçekleştirme konusunda tamamen etkili olamaz. Ama bu sefer, çok etkili oldu. İnsanlar İran’ın suikasttan sonra saldırmamasına şaşırdı. Bence İsrail, İran’ın İsrail ile büyük bir savaşa çekilme isteksizliğini doğru şekilde değerlendirdi. İran şu anda İsrail ile büyük bir savaşta iyi performans gösteremez. Belki de son günlerde, yani sadece çağrı cihazı saldırısından 48 saat önce Nasrallah’ın İsrail’e düzenlediği saldırı beklenmedikti. Ama bu İran değil, bu Nasrallah. Ve evet, füzeleri büyük zarar vermedi ama İsrail’in savunma sisteminden geçtiler. Bu yüzden bence Netanyahu’nun işaret ettiği, Lübnan’a yönelik tam ölçekli bir saldırı hakkında ne sinyal verdiğini artık düşünmemiz gerekiyor”

Güvenlik analisti Hasan Selim Özertem ise Gazze’deki İsrail operasyonlarının büyük ölçüde olgunluğa ulaştığını neredeyse bitme noktasına geldiğini söylüyor. “Gazze’deki savaşların bitmesi ardından Netanyahu’nun siyasi kariyerinin tekrar konuşulmaya başladığı bir döneme gireceğiz. Ama yeni bir cephe açılması, İran veya Hizbullah gibi özellikle İsrail’in uzun dönemli düşmanlarının veya rakiplerinin mindere çekilmesi bu meşru zemini hazırlayacak ve savaş kabinesinin bir süre daha görevine devam etmesini ve hatta belki de Netanyahu’nun bir şekilde popülaritesinin özellikle radikal kesimler arasında artmasında sağlayacak bir husus.” diyor. Özelikle rehineler konusundaki tutumu nedeniyle ülkesinde daha geniş kitlelerin hedef tahtasına oturan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun saldırılar sonrası politik ömrünün uzayıp uzamayacağı ile ilgili akıllara takılan soruya böyle yanıt veriyor Özertem.

SNOWDEN’IN ÖNGÖRÜSÜ NE KADAR OLASI?

Ve Lübnan’daki saldırılar sonrası bir başka önemli soru. O soruyu yöneltip tespiti yapan kişi ise 11 yıl önce gizli NSA belgelerini ifşa eden eski CIA çalışanı Edward Snowden’dan başkası değil. Amerikalı bilişim uzmanı X hesabından paylaştığı mesajında “Eğer fabrikadan patlayıcılarla çıkan iPhone’lar olsaydı, medya bugün yaşananların ne kadar korkunç olduğunu daha iyi anlardı. Öyle değil mi?” diye soruyor. Sorular soruları beraberinde getiriyor. Belki son 24 saattir olayla ilgili ilgisiz herkesin üzerine konuştuğu şey “Telefonum bir saldırı aracına dönüşebilir mi?” sorusu. Sibylline Stratejik Danışmanlık Baş Analisti Noam Ostfeld bununla ilgili şu yorumu yapıyor:

“Snowden’ın açıklamasını çoğunlukla biraz ‘fırsatçı’ bir yorum olarak değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Genel olarak, Snowden’ın burada kastettiği kişisel telefonlarının risklerine daha fazla odaklanmaktır. Sadece patlayıcılar açısından değil, casus yazılımlar açısından hükümetlerce artan bir casus yazılım kullanımı söz konusu. Bu, Snowden’ın vurguladığı risklerden biri. Bence bu olayı, çağrı cihazları patlaması üzerinden kendi görüşlerini güçlendirmek için kullanıyor. Bu durum dünya için endişe verici olmamalı çünkü çok sınırlı ve odaklı bir operasyondu. Geniş çaplı bir saldırı değildi, fiziksel bir müdahale ile sınırlıydı.”

Gazze’den Kurşun Sesleri Arasında Yükselen Çığlık: Acil Çadır, Hijyen Kiti ve Hemen Ateşkes!

“Kâşan Seccadesi” Lübnan’ın Hüzünlü Hikayesi