Sivil toplum uzmanı Gizem Bülbüller, sosyal politikalar alanında yaptığı çalışmalarıyla dikkat çekiyor. İstanbul Üniversitesi’nden mezun olan Bülbüller, yüksek lisans tezini sosyal dayanışma ekonomileri üzerine yazarak İzmir özelinde derinlemesine bir inceleme gerçekleştirdi. Sosyal dayanışma ekonomisinin dezavantajlı ve yoksul gruplar için sağladığı olanaklara işaret eden Bülbüller, bu sistemin sosyal adalet ve eşitlik sağlama potansiyeline inandığını söylüyor.
Fikir Gazetesi 30. sayısında sivil toplum uzmanı olarak görev yapan ve kadın güçlenmesi üzerine gönüllü çalışmalarına devam eden Gizem Bülbüller’in tezinde yer verdiği kadın kooperatifler ve sosyal dayanışma ekonomisi teorisini, Türkiye’deki sosyal dayanışma ekonomisinin örneklerini, belediyeleri ve küresel krizlerin dayanışmaya olan etkisini ele alıyor.
“DAYANIŞMA EKONOMİSİ KAPİTALİST SİSTEMİN SINIRLARINI AŞAR”
Sosyal dayanışma ekonomisi temel olarak nedir? Modern ekonomi bağlamında düşünüldüğünde dünyada nasıl bir karşılığı var?
Sosyal dayanışma ekonomisi kavramı, başlangıçta sosyal ekonomi ve dayanışma ekonomisi olarak iki farklı çerçevede tanımlanıyor. Daha sonra bu iki kavram birleştirilerek kullanılmaya başlanıyor. İlk kez, 2002 yılında Porto Alegre’de gerçekleşen 2. Dünya Sosyal Forumu’nda kullanılmaya başlanıyor. Forumda sosyal dayanışma ekonomisinin, alternatif bir küreselleşme için uluslararası bir hareket olma potansiyeli taşıdığı görülüyor. Tabi alanda çalışan akademisyenlerin, aktivistlerin desteğiyle kavram daha da geliştiriliyor. Sosyal dayanışma ekonomisi, üretimi, dağıtımı ve dolaşımı alternatif bir ekonomik modelle düzenlerken; dayanışma kısmı ise üretimin demokratik örgütlenmesi, eşitlik ve karşılıklı dayanışma ilişkilerine vurgu yapıyor. Bu çerçevede kooperatifler, sosyal işletmeler, yardım grupları ve sivil toplum kuruluşları gibi yapıların sosyal dayanışma ekonomisinin temel unsurları arasında yer aldığı söylenebilir. Ekonomik faaliyet yürütme anlamında ise en baskın sosyal dayanışma ekonomisi organizasyonlarının kooperatifler olduğunu görüyoruz. Kavramsal olarak sosyal ekonomi, dayanışma ekonomisi ve sosyal dayanışma ekonomisi birbirine yakın olmakla beraber, her biri farklı uygulama politikaları ve ilkeleri içeriyor. Sosyal ekonomi, kapitalist sistemin bir parçası olarak görülebilirken, dayanışma ekonomisi kapitalist ekonomik sistemin sınırlarını aşarak insanları ve gezegeni merkeze koyan bir paradigma öneriyor.
“TÜRKİYE’DE KOOPERATİFLERİN GELİŞİM GÖSTERMEMESİ ŞAŞIRTICI DEĞİL”
Peki senin gözlemlediğin kadarıyla Türkiye’de sosyal dayanışma ekonomisinin iyi örnekleri var mı?
Türkiye’de üçüncü sektör, faaliyet alanları, finansal kaynaklar, gönüllü katılım ve hukuki altyapı bakımından dünya örnekleriyle kıyaslandığında daha sınırlı bir yapıya sahip. Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin sayısı ve gönüllü katılım oranı Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelere kıyasla daha düşük; ayrıca finansal kaynakları genellikle uluslararası fonlar ve devlet hibeleri ile sınırlı. Dünya genelinde, özellikle Batı’da üçüncü sektör daha geniş kapsamlı, bağımsız ve güçlü bir etkiye sahip olup gönüllülük kültürü daha yaygın. Türkiye’de ise STK’lar politika yapım süreçlerine daha az etki edebilmekte ve hukuki düzenlemelerle sınırlanmış bir alan içinde faaliyet gösteriyor. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği’nin yayımladığı “Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri: Örgütlenme Özgürlüğü ve Katılım Hakkı Raporu” bunu göstermekte. Yine Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı’nın (TÜSEV) araştırmasına göre Türkiye’de STK’ların yüzde 77’sinin tam zamanlı ücretli çalışanı bulunmuyor. Tüm bunlar sosyal dayanışma ekonomisinin gelişimi önünde büyük engeller teşkil ediyor. Yine devlet politikasına baktığımızda sosyal dayanışma ekonomisi organizasyonlarından en fazla gelir getirici faaliyette bulunan kooperatiflerin başarılarına borçlu oldukları, genellikle otonomi, demokrasi, eşitlik ve adalet gibi ilkesel özellikleri yerine ekonomik kalkınma aracı olarak değerlendirildiği görülüyor. Kooperatiflerin başarısı, ilkelerine ve kurum kültürlerine bağlı olduğundan, Türkiye’de bu kooperatiflerin gelişim gösterememesi şaşırtıcı değil. Tüm bunların yanında Türkiye’de sosyal dayanışma ekonomisi organizasyonu denemeleri sürüyor. Örneğin, Genç İşi Kooperatif, 2015 yılında kurulmuş olup sosyal kooperatifçilik alanında çalışmak isteyen kuruluşlara eğitim ve danışmanlık hizmeti veriyor. Bu kooperatif, sosyal dayanışma ekonomisi kapsamında diğer kooperatiflerle bilgi paylaşımını desteklemekte ve Türkiye’de bu alanda öncü bir rol üstlenmekte. Bunun dışında, Albatros Bilişim İçin Dayanışma Kooperatifi, bilişim sektöründe sürdürülebilir, demokratik ve adil bir çalışma düzeni kurmak amacıyla kooperatifleşmenin ilk adımlarını attı. Kooperatif, eşitlik, yatay hiyerarşi, konsensüsle karar alma ve adil gelir paylaşımı gibi ilkelere dayalı olarak örgütlenmiş ve bilişim sektöründe alternatif bir ekonomik yapı sunuyor. Web yazılımından ürün geliştirmeye kadar birçok alanda hizmet veren kooperatif, teknolojik altyapıları demokratik bir işleyişle kurarak sektörde önemli bir yer edinmekte ve umarım başarıları sürer. Bunların yanı sıra, çok başarılı kadın kooperatifi örnekleri de bulunmakta. Ancak sosyal dayanışma ekonomisi organizasyonu kooperatifler hala Ticaret Kanunu’na bağlı çalışmasına dayalı ağır vergi yükleri altında eziliyor, ekonomik, bürokratik engellerden dolayı potansiyelini gerçekleştirmekte engellerle karşılaşıyorlar.
“KADIN KOOPERATİFLERİNİN BİR HEDEFİ DE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ”
Tezinde ele aldığın kadın kooperatifleri ve sosyal dayanışma ekonomisi teorisi ilişkisinden bahsedebilir misin?
Ekonomi kavramı, ilk olarak Antik Yunan’da tarım ve evin geçimiyle ilişkilendirilmiştir ve tarih boyunca kadınlar bu süreçlerde aktif özne olmuştur. Ancak, kapitalist liberal ekonomi ile birlikte ekonomi piyasaya indirgenmiş ve bu da kadınların ekonomik süreçlerdeki rolünü silikleştirdi. 18. yüzyılın rasyonalist geleneğine dayalı iktisadi görüş, bireyleri rasyonel seçimler yapan atomize varlıklar olarak ele aldı. Ancak feminist iktisatçılar, bu klasik iktisat teorilerinde ele alınan “rasyonel bireyin” aslında erkek olarak kurgulandığını ve kadın bakış açısının dışlandığını vurgular. Kapitalist model, ekonomiyi sadece piyasa faaliyetleriyle sınırlandırdığı için piyasa dışındaki emek görünmez hale geldi. Kadınların büyük bir kısmı bu “görünmez” emeği üstlendi ve bu durum onların ekonomik süreçlere eşit katılımını engelledi. Sosyal dayanışma ekonomisi organizasyonları bu anlamda kadınların bu görünmez emeğini görünür kılmak ve onlara ekonomik bağımsızlık sağlamak için önemli bir araçsallık sağlıyor. Dünya genelinde özellikle sosyal kadın kooperatifleri, kadınların eşit ekonomik katılımını sağlamak amacıyla bakım emeğinin adil paylaşımını ve görünmez emeğin ücretlendirilerek kapitalizm-ataerki ilişkisini aşındırma anlamında anlamlı bir katkı sağlıyor. Kadın kooperatifleri, bu bağlamda sadece ekonomik güçlenmeyi değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliğini ve dayanışmayı da hedefleyen önemli yapılar olarak öne çıkıyor.
DEMOKRATİK YÖNETİME DAYALI ORTAK MÜLKİYET ANLAYIŞI
Sosyal dayanışma ekonomisi örneklerinin finalde kapitalist ekonomiye bağlı olması bağlamında kalıcı bir alternatif üretmiyor olduğuna dair eleştiriler var. Aynı zamanda sosyal devlet anlayışı ve uygulamalarını zorlamak ve bunun için mücadele etmek yerine sisteme alternatif değil sistem yerine çözümler ürettiğine dair başkaca eleştiriler de mevcut. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Çoklu krizler çağı olarak adlandırılan bir dönemde yaşıyoruz. Bu da birbirine bağlı ve aynı anda ortaya çıkan çeşitli küresel krizlerin etkisi altında olduğumuzu gösteriyor. İklim değişikliği, ekonomik eşitsizlik, pandemiler, siyasi istikrarsızlık, göç, enerji krizi, çevresel sorunlar.. Tabi bir de en önemlilerinden biri olan istihdam sorunu, yani dünyanın insanlara insana yaraşır bir gelire kavuşacak iş alanları, imkanları yaratmaması, giderek daha kötüleşen çalışma şartları, uzun saatler, düşük ücretler.. Kapitalist sistem yapısı gereği ekonomik olarak kriz üreten bir sistem zaten. Mevcut kapitalist liberal sistemde büyüme mal ve hizmetlerin artışıyla tanımlanıyor, ancak bu artış işletmelerin sermaye sahipleri için daha fazla kâr yaratma amacı taşıyor. Bu süreçte çalışanlara mümkün olan en az insan kaynağıyla ve düşük ücretle sağlanır ki işletme sahiplerine daha fazla kar kalsın. Oysa sosyal dayanışma ekonomisi, demokratik yönetime dayalı ortak mülkiyet anlayışını benimser. Bu uluslararası organizasyonlarca da kabul edilen bir gerçeklik, mesela Birleşmiş Milletler Sosyal Kalkınma Araştırmaları Enstitüsü (UNRISD), sosyal dayanışma ekonomisinin kapitalist sistemin büyüme anlayışına karşı bir duruş sergilediğini vurguluyor. Bu alternatif anlayışta büyüme, tüketimi artırmak yerine ekolojik kaygıların dikkate alındığı, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir gelişmeyi ifade ediyor. Kapitalist model, ekonomiyi piyasa ile özdeşleştirirken piyasa dışındaki tüm faaliyetleri ekonomik süreçlerden dışlıyor. Bu durum, piyasa dışındaki emeğin görünmez kılınmasına neden olur. Sosyal dayanışma ekonomisi, tabandan demokratik mekanizmalar kurarak, kapitalist sistemin aksine, daha eşitlikçi bir toplumsal düzen ve ekonomik model önerir. Bu model, uzun çalışma saatlerine, düşük ücretlere ve sermaye birikimine dayalı kapitalist sistemin karşısında durarak, toplumda adil bir paylaşım ve yaşam fırsatlarına erişim sağlıyor. Sosyal dayanışma ekonomisi, kapitalist sistem içinde yer almakla eleştiriliyor olsa da bu yapılar mülkiyet modelleri, yönetişim biçimleri yani çalışanlarına sağladığı sosyal ve ekonomik haklarla kapitalizme karşı alternatif modeller sunarak önemli bir rol oynuyor. ABD’de yapılan araştırmalar, kooperatiflerin diğer işletme türlerine göre daha uzun ömürlü olduğunu ve ekonomik sürdürülebilirliklerinin daha yüksek olduğunu gösteriyor. (Sanchez ve Roelants, 2013). Bu dayanıklılığın, kooperatiflerin demokratik yönetişimi, risklerin ve ödüllerin üyeler arasında paylaşılması ve ortak mülkiyet sistemiyle açıklanabileceği belirtiliyor. Kooperatifler, yalnızca ekonomiye alternatif bir model sunmakla kalmıyor, aynı zamanda içinde bulundukları toplulukların ihtiyaçlarına daha duyarlı oluyorlar. Üyelerinin söz sahibi olduğu bu işletmeler, topluluk odaklı çözümler geliştirme konusunda esneklik gösteriyor. Bu özellikleri, geleneksel işletmelerin aksine uzun vadeli sürdürülebilirliklerini artırıyor. Geleneksel işletmelerde ise kısa vadeli kâr odaklı yaklaşımlar, uzun vadede maliyetli olabilir. Bu bağlamda, sosyal dayanışma ekonomisinin tamamen kapitalist sistemle entegre olduğu eleştirisi dikkate değer olmakla birlikte, bu yapılar aslında kapitalist sistem içinde farklı bir ekonomik örgütlenme modeli sunarak alternatif oluşturma potansiyeline sahip.
“KADIN KOOPERATİFİ MEZARLIĞINA DÖNEN TÜRKİYE…”
Son olarak sosyal dayanışma ekonomilerinin belediyeler ve diğer kamu kurumları ile ilişkisi nasıl oluyor ve nasıl olmalı?
Neoliberal dönemde yönetişim, sosyal politika gibi alanlar belediyelerin, sivil toplum kuruluşlarının -ki Türkiye gibi ülkelerde yukarda bahsetmeye çalıştığım üzere hala çok güçsüz ve kırılganlar- belediyelerin inisiyatifine bırakıldı. Dolayısıyla sosyal dayanışma ekonomisi organizasyonları da sürdürülebilirlikleri için gerekli olan ürün/hizmet pazar, market, kapasite geliştirme, örgütlenme alanlarında bu kuruluşların desteğine ihtiyaç duyuyor. Bu alanda yapılan çalışmalara ve araştırmalara baktığımızda genel itibariyle belediyelerin kooperatif ve dernekleri desteklemek adına geliştirdikleri en önemli hizmet, mekân tahsisi. Kooperatiflerin ve derneklerin en önemli sorunlarından biri olan pazara erişim sorununa ilişkin bazı belediyeler, kendi dükkanlarında kooperatif ürünlerini satmakta ya da satış ve sergileme izni vermekte. Yerel yönetimler diğer kamu kurumlarıyla da iş birliği içerisinde, kadın kooperatifleri ya da derneklerine yönelik, içerisinde hem eğitim hem üretim aşamalarının yer aldığı bazı tarımsal üretim projeleri yapıyorlar. Bu projelerde eğitimin yanı sıra fide ya da üretim araç gereci hibe edilebilmekte, kooperatif ya da derneklerden belli bir süre için belli bir ürünün üretilmesi bekleniyor. Bu çalışmalardaki sorunlardan en önemlisi üretilen ürünün satışının sağlanacağı pazara ulaşma olanaklarının önceden planlanmaması. Ticaret İl Müdürlükleri, Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi’nin ve kadın derneklerinin bağlı olduğu kurumlar olduğundan bu kooperatiflerin ve derneklerin desteklenmesi konusunda sorumluluğu olan kurumlar. Buna rağmen, işletmecilik konusunda verilen muhasebe, e-ticaret gibi eğitimler dışında etkin bir girişimleri olmadığı görülüyor. Diğer yandan sosyal dayanışma ekonomisi organizasyonları olan kooperatiflerinin sadece gelir getirici model olarak benimsenerek desteklenmesi, destekleyici kuruluşlar olan kamu kuruluşları, belediyelerin kooperatifçilik ilkelerinden başlıcası olan otonomi ilkelerini gözetmediği, kadın kooperatiflerinin desteklenirken otonomilerinin zedelenerek destekleyici kuruluşlar tarafından absorbe edildiği alanda yapılan araştırmalar sonucunda getirilen eleştirilerden. Bu nedenle yapılan destekler özellikle kapasite geliştirme, pazar geliştirme anlamında çok sınırlı olsa da yapılan desteklerin sınırlarını doğru çizmek hayati önemde. Yukarıda özetlemeye çalıştığım üzere kooperatiflerin dünya çapında başarıları örgütlenme modellerine, yönetişimlerine yani daha somut ifade edecek olursak kooperatif üyelerinin çalışanlarının ortak mülkiyetine ve yönetimine ve dolayısıyla bu enerjiden gelen performansla çalışmadan ve üretmeden alıyor. Belediye ya da diğer organizasyonlar tarafından otonomisi zedelenen oluşumların üyeleri de çalışma motivasyonlarını kaybediyor ve bu genelde kapanan, batan kooperatiflerle sonuçlanıyor. Türkiye’nin son yıllarda kadın kooperatifi mezarlığına dönmesini biraz da bununla alakalı olarak okuyorum.
Tek Soru Üç Cevap: TES ile Kıdem Tazminatı Tarihe mi Karışacak?