Kadınların Güvenlik Sorunu Kimin Sorunu?

Fotoğraf: Hülya Çetinkaya / csgorselarsiv.org

Kadına yönelik şiddet kavramı 1970’lerden sonra kullanılmaya başlandı. Bu şiddet türü, kadına fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya acı veren/verebilecek her türlü eylemdir. Zarar tehdidi, herhangi bir şeyi yapmaya zorlama veya kadının yapmak istediği bir şeyi yapmasına engel olunması, kadının bir yere kapatılması da bir şiddettir.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre, 2024 yılının başından ekim ayına kadar 296 kadın cinayeti işlenirken, 10 aylık zaman dilimi içerisinde toplamda 184 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. 

4 Ekim günü İstanbul’da Semih Çelik adlı bir adam, yarım saat ara ile iki ayrı kadını katletti. Hem de TCK’deki tanım ile “canavarca hisle”. Bu kısmı basından yeterince öğrendik tüm detayları ile. O nedenle burada katilin kadınları hangi biçimde öldürdüğüne ilişkin ayrıntı vermeyeceğim. Aynı şahıs, cinayetleri işledikten sonra da surlardan atladı ve intihar etti. 

Kadına yönelik bu sistematik şiddet özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ile katlanarak arttı. Öncesinde de yok değildi, çoktu. Fakat fesih tartışmaları ile birlikte şiddet katlanarak arttı. 

Uygulatmak için dahi akla karayı seçtiğimiz İstanbul Sözleşmesi, kadınlar için bir can simidi idi. İstanbul Sözleşmesi taraf olan ülkelere yerel yasa yapmalarını, yasal düzenlemeler ile kadına yönelik şiddeti önleyici tedbirler alıp, koruma mekanizmaları işletmelerini söylüyordu. Bu bağlamda artık adını herkesin bildiği 6284 Sayılı Yasa metni ortaya çıktı. Koruyucu tedbirleri içeren bu yasa metni, şiddeti tamamen önlemede başarılı olamadı. Çünkü kadına yönelik şiddeti engellemek, kadınları korumak bir politikadır. Oysa ülkemizde var olan kurumlar dahi işletilmiyor. Maalesef bu ülkede siyasi iktidarın kadını korumak, şiddeti önlemek gibi bir derdi yok. Tersine, kadınları erkeklere tabi hale getirmek, birer eklenti yapmak için uğraşılıyor. 

Kadınların onlarca yıldır mücadele ile elde ettikleri kazanımlar, birer birer budandı. YRP gibi partilerin iktidar partilerinin ittifak ortağı olması ile birlikte, bu kez 6284 Sayılı Yasa hedefe alındı. YRP ve benzerlerinin gerekçesi ise klasik. Manevi değerler, örf adetler ve süresiz nafaka yalanı…

Maksat çok açık. Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak var olmaya başlaması elbette egemenlik alanını yitirenlerin işine gelmedi ve işte maksat egemenliği yeniden sağlamak, iktidar olmak. Siyasi iktidarı elinde tutanlar da bunun vermiş olduğu rahatlıkla kadın düşmanı politikaların dozunu her geçen gün arttırarak, kadınları sokağa çıkamayacak hale getirmek istiyorlar sonuç olarak. 

Ülkede hemen her gün kadın katliamı oluyor. Her gün en az 3 kadın, kocaları, eski kocaları, sevgilileri, eski sevgilileri, ayrılmaya/boşanmaya çalıştıkları erkekler, ailelerindeki erkekler veyahut sokaktaki herhangi bir erkek tarafından öldürülüyorlar. Kadınlar sokaklarda, iş yerlerinde ve evlerinde güvende değiller. Nasıl güvende olsunlar? Bir adam, biri eski sevgilisi, biri şimdiki sevgilisi olduğu söylenen iki genç kadını ‘canavarca hisle’ öldürüyor. Ardından intihar edip etmemesi çok da önemli değil. Açıkça bir cezasızlık politikası yürütülüyor bir yandan. Katiller, şiddetin filleri, ceza almayacaklarını biliyorlar. Buna eminler. Pek çok kez duymadık mı karısını öldüren yahut öldürmeye çalışan adamların ağzından “Ben namusum için yaptım. Yine olsa yine yaparım.” 

Denetim yahut adli kontrol altındaki erkekler dahi, ellerini kollarını sallayarak, otobüs bileti almak suretiyle şehirlerarası yola çıkabiliyorlar ve kendilerinden boşanmaya çalışan, başka bir şehirde yeni bir hayat kurmaya çalışan kadını 17 yerinden bıçaklayarak öldürebiliyorlar. Şiddet, cinayet, göstere göstere geliyor. İşte bu bir politikadır. Kadınları zapturapt altına alma politikası. Erkek egemenliğini güçlendirme, şiddeti egemen kılma politikası… 

Erkek egemenliğinin güçlenmesi sermayenin de işine gelir kaldı ki. Kadınlar en kötü ve eşitsiz koşullarda çalıştırılırlar. Kadınların emeğinin değersizleştirilmesi patriyarkaya dairdir. Eşit işe eşit ücret söylemi tam da bu nedenle önemlidir ve kadınlar hak mücadelesinin bir parçasıdır. Kadınların emeğinin değersizleştirilmesi, erkeklerin emeği karşısında daha da ucuz olması, erkek egemenliğinin bir sonucu. O nedenle bugün hala eşit işe eşit ücret talebi geçerliliğini koruyor. Ev eksenli çalışan kadınların durumu ise hala vahim. Ne iş güvenceleri var, ne insanca çalışma koşulları. Çalışma saat sayısı daha az olacağından, kadınlara hamile kalmama koşulu bugün hala iş yerlerince dayatılıyor. 

Kadınlar OHAL hukukuna rağmen sokaklara çıkmaya ve haykırmaya devam ediyorlar. Koşullar bir zamanlar olduğu gibi değil elbet. Yıllardır OHAL hukuki ile idare ediliyoruz fiilen. Kocaeli Kadın Platformu’ndan kadınlar, İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in katledilmesine ve kadın cinayetlerine karşı yaptıkları eylem gerekçesiyle ifadeye çağrılıyor. Bu bir parmak sallama, bir çeşit tehdit. İşte bu koşullara rağmen kadınlar haklarına ve hayatlarına sahip çıkıyor. 

Peki ne yapmalı ? Kadın yönelik şiddet gerçeğini tüm açıklığı ile görüp, kabul edip topyekun mücadele etmek zorundayız. Tüm muhalefet partilerinin samimiyet ile bir araya gelmesi ve ses çıkarması, kitlelerini eyleme geçmeye çağırması gerekirken, ana muhalefetin de böyle bir derdinin olmadığını görüyoruz maalesef. Tüm hak örgütlerinin, toplumun tüm kesimlerinin bu meseleye dair söz söylemesi, eyleme geçmesi elzem. Zira toplumun yarısını oluşturan kadınlar, sınıfları, inançları ve yaşlarına bakılmaksızın tehlike altındalar ve artık bir güvenlik sorunu bu. Bu ülkede kadın olmanın kendisi başlı başına bir tehlike. İşte bu durum, adım adım, tane tane ve organize bir biçimde örüldü, örgütlendi. Bir belediye başkan adayı dalga geçerek, “seçilirsek giyeceğiniz çarşafın rengine karışmayacağız” diyebildi. 

Hiçbir olağanüstü yönetim koşulu toplum için özgürlük ve eşitlik içermez. OHAL koşulları en başta ve elbette kadınların aleyhine oldu. Vicdanı, eşitlik ve adalet duygusu olan herkesin kadın hakları gerçeğini kabul etmesi, kadına yönelik şiddet gerçeğine karşı etkin bir biçimde mücadele etmesi şart. Sokaklar bugün kadınlar için güvenli değilken, kadınlar sokağa çıkamadığında erkekler için güvenli olacak mı? 

Erkekler bir düşünmeli. Toplumun, toplumsal yaşamın bir parçası olmaları nedeniyle, üzerlerine düşen sorumluluğu düşünmeli. Zira kadınların güvenliğini ve eşitliğini, evde, iş yerinde, sokakta gözetmeyenler kendi hem cinsleri. Kendi pozisyonları ile sokakta bir kadının pozisyonunun farkını görmeleri zor değil. Hiç değil. Samimi olan, yaşamın içinde olanlardan biraz olsun rahatsız olan her erkek, kadınları anlamak için uğraşır, çaba gösterir. Toplumsal eşitliği, adaleti, hukuk güvenliğini isteyen her birey şu olanlara karşı ses çıkarır, en azından çevresinde farkındalık yaratır. Her erkeğin yaşamında öyle yahut böyle kadınlar var. O kadınlar bu erkeklerin, annesi, kardeşi, akrabası, eşi, dostu, arkadaşı, komşusu, sevgilisi yahut meslektaşı. Birlikte vakit geçirdiği insanlar. İşte bu kadınların yaşamlarını nasıl sürdüğünü, gündelik hayatlarında neler yaşadıklarını görmek, öğrenmek, erkek şiddetinin kadınların hayatlarını ne hale getirdiği bu denli ortada iken, konfor alanını terk etmeyip, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak, bu olanları onaylamaktır. O nedenle, avantajlı pozisyona sahip erkeklerin kendi egemenlikleri ile yüzleşmeleri ve hasarı tamir etmeleri de gerekir. 

Erkek egemenliğine karşı en etkili yollardan biri, eşitlik ve adalet duygularının örülmesidir de. Bunu toplumun tüm kesimleri ile birlikte yapabiliriz ancak. Mücadelenin öznesi kadınları anlamak, onlara hayatı dar eden hem cinslerini örgütlemek, onların bilinçlerini yükseltmek de erkeklerin görevi. Kadınları anlamak, onlar için bir şeyler yapmak istiyorlarsa erkekler, önce iş bölümü, evde, işte, sokakta, temsilde eşitlik üzerine düşünselerdi, bugün biz çok daha ileride olurduk.

8 Martlarda kadınlarla yürüme ısrarı yıllarca sürdü. Ancak aynı erkekler kendi evlerinde, iş yerlerinde kadınlara nasıl davrandı bunu hepimiz biliyoruz. O nedenle kadınlara has, kadınların hak ve mücadele tarihlerini anlatan günlere inadına ve ısrarla gelmek değil çözüm. Çözüm erkeklerin bu meseleye dair gerçekten ve samimiyetle kafa yormaları ve bunu belli etmeleri, göstermeleri. 

Çocuğunu altını her gün defalarca değiştiren bir kadın bunu anlatma ihtiyacı duymuyor. Fakat her nedense, hayatı boyunca sadece birkaç kez bunu yapan bir baba bunu anlata anlata bitiremiyor. Eşitsizliğin göstergelerinden biri işte tam da bu. Bir baba elbette çocuğunun bakımı ile yükümlüdür. Çocuk, anneye zimmetli bir varlık değildir. Soy bağı kurmaya gelince babanın ‘malı’ olan, babanın hak sahibi olan çocuk her nedense, bakımı ile ilgilenilmesi gerektiğinde anneye teslim edilir. Tüm bunlar kadın erkek eşitliğinin tesisi için kökünden değişmesi gereken olgular. 

Bugün iktidar bloğuna oy veren kitlelerin de durumdan memnun olmadığı, kadına yönelik çoklu şiddete karşı ses çıkardığı ortada. O nedenle, iyiliği, eşitliği, güven içinde bir arada yaşamayı örgütlemek zorundayız, kadınların güvenliğine ilişkin acil önlem almak zorundayız. Bu toplumun durumdan rahatsız olan tüm kesimlerinin görevi. Ama en büyük görev, erkeklerin şapkalarını önlerine alıp bir düşünmeleri. 

Değişime Uyumlanamayan ve Şiddete Karşı Duramayan Erkeklerin Utancı! 

Avukat Figen Özbek ile Çocuk Hakları Mücadelesinde Sivil Toplumun Gücü