Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) 60. Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde “barışın ve bilimin ışığında ruh sağlığını ve yaşam hakkını korumak” teması ile acil çağrıda bulundu.
Savaşların tüm coğrafyalarda sıradanlaşması, katliamların uluslararası kamuoyunda konuşulmamasından hareketle yapılan açıklamada, “barış olmaz ise ruh sağlığı olmaz” diyerek seslenen TPD, Türkiye’nin de şiddet sarmalında olduğunu, kadına, çocuğa, hayvanlara yönelik cinsel istismar, katliamlar noktasında kritik eşikte bulunduğuna dikkat çekiyor.
Türkiye için bireyden topluma, koruyucu ve önleyici ruh sağlığı hizmetlerinden tedaviye yeni bir ruh sağlığı politikası çağrısında da bulunan TPD açıklamasında, “Dolaylı ya da doğrudan giderek artan ve sıradan hale gelen şiddet olayları gündelik yaşamı ve güvenlik algısını tehdit edecek boyutlardadır artık. Bir çocuğun en güvende olması gereken ailesinin yanında öldürülmesi, çocukların ve kadınların güvende olmamaları ve geleceklerinin göz göre göre yok olması, başta kurumlar olmak üzere hepimizin faili ve sorumlusu olduğu bir suçtur. Şiddet artık haber değeri bile taşımamaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dokunulmaz olan kürsüsünde ise yani ülkenin ahlaken en korunaklı olması gereken mekanında ise kan akmıştır. Tam da bu noktada biz şiddetin ve şiddet uygulayanların mahkum edilmediği, şiddet eylemine gerekçe bulunduğu taktirde bu yaklaşımların çok ağır sonuçları olacağını söyledik” vurgusunda bulunuyor.
Fikir Gazetesi 40. Sayısı’nda barışın ve bilimin ışığında ruh sağlığının ve yaşam hakkının nasıl korunabileceği üzerine Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı ve Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Gülin Özdamar Ünal ile bir söyleşi gerçekleştirerek sorularımızı yönelttik.
TPD, 60. Ulusal Psikiyatri Kongresinde ‘Bilim ve Barışın Işığında Ruh Sağlığı ve Yaşam Hakkı Korunması’ temalı bir açıklama yaparak acil çağrıda bulunma ihtiyacını neden duydu?
60. Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde bilim ve barışın ışığında ruh sağlığı ve yaşam hakkı korunması temalı bir açıklama yaparak acil çağrıda bulunmamızın nedeni, savaşların ve şiddetin bireylerin ruh sağlığını ve yaşam alanlarını ciddi şekilde tehdit ettiği bir dönemde yaşıyor olmamızdır. Savaşların sıradanlaştığı, uluslararası kamuoyunun katliamları görmezden geldiği, bilimin gerekliliklerinin yok sayıldığı ve bilim dışı yaklaşımların yaşam kurtaran uygulamaları engellediği bu ortamda, barış olmadan ruh sağlığının mümkün olamayacağını vurgulamak istedik. Toplumsal güven ortamlarının zarar görmesi, bilimsel tedavilerin değersizleştirilmesi ve bireylerin yaşam haklarının ihlal edilmesi gibi sorunlara dikkat çekmek, bu çağrıyı zorunlu kıldı. Bu gerçekleri yüksek sesle dile getirerek, toplumun ve yetkililerin harekete geçmesini amaçladık.
“TÜRKİYE KONTROL EDİLEMEZ BİR NOKTAYA İLERLEMEKTEDİR”
Ruh Sağlığı ve Yaşam Hakkının Korunması noktasında ülkemize dair bir değerlendirmede bulunmanızı istesek ne söylersiniz? Türkiye bu meselede nasıl bir noktadadır?
Ruh sağlığı ve yaşam hakkının korunması meselesi ülkemizde kontrol edilemez bir noktaya doğru ilerlemektedir. Giderek artan ve sıradanlaşan şiddet olayları, kadın cinayetleri, çocukların ve savunmasız bireylerin yaşam hakkının ihlalleri, iş kazaları, intiharlar ve cinsiyet temelli ayrımcılık gibi sorunlar bu durumun göstergeleridir. Şiddetin gerekçelendirilmesi ve olağanlaştırılması, toplumu öngörülemez bir şiddet sarmalına sürüklemektedir. Ayrıca, ekonomik zorluklar, ayrımcılık, çocuk işçiliği, güvencesiz iş ortamları gibi insanca yaşamayı engelleyen sorunlar da ruh sağlığını ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bu durum, acil politikalar ve düzenlemeler gerektiren bir kriz haline gelmiştir.
İNTİHAR HIZI YÜKSELİŞTE!
İntihar vakaları, kadına ve çocuğa yönelik istismar, şiddet, katliamlardaki artışlar bireylerin ve toplumun ruh sağlığını nasıl etkiliyor? Sorunların çözümüne ilişkin talepleriniz neler?
İntihar vakaları, kadına ve çocuğa yönelik istismar, şiddet ve katliamlardaki artışlar, toplumda şiddetin olağanlaştırıldığını, güvenlik algısının sarsıldığını ve ruh sağlığının ciddi şekilde tehdit altında olduğunu göstermektedir. Türkiye’de intihar oranlarının ve sayıları açısından da bir artış söz konusu olduğuna işaret ederek, “İntihar ya da intihar girişimleri her geçen gün daha ‘sıradan’ hale gelmeye başlamıştır. TÜİK’in en güncel intihar istatistiklerine göre, Türkiye’de intihar hızında bazı dalgalanmalar gözlemlenmiştir. Türkiye’de 2013’te 3 bin 352 intihar vakası yaşanırken 2023’te bu sayı 4 bin 61’e yükseldi. Kaba intihar hızı 2014’te 100.000 kişide 4.11 iken 2023’te 4.76’ya yükseldi. Bu durum, intihar oranlarında belirgin bir yükselişe işaret etmektedir. İntihar girişimleri, tamamlanmış intiharlardan yaklaşık 20 kat daha fazla sayıda gerçekleşmektedir. Her bir intihar girişiminin, bireyin gelecekte intiharı tamamlama riskini yaklaşık %30 oranında artırdığı tahmin edilmektedir. Bu durum, intihar girişimlerinin, gelecekteki intihar riskinin göstergesi olarak ciddiyetle ele alınmasını gerektirir.
Bu olaylar, bireylerde travma, kaygı, depresyon ve umutsuzluğa yol açarken, toplumsal düzeyde güvensizlik, öfke, ayrışma ve sosyal dayanışmanın zayıflaması gibi sonuçlar doğurur. Şiddet olaylarındaki artış, toplumda şiddetin olağanlaştırıldığını ve bir şiddet döngüsüne yol açtığını göstermektedir. Ekonomik eşitsizlikler, güvencesiz çalışma koşulları ve sosyal destek mekanizmalarının yetersizliği, bireylerin ruh sağlığını olumsuz etkiler. Hukuki ve kurumsal eksiklikler, özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti önlemede yetersiz kalırken, bu durum mağdurların korunmasını zorlaştırmakta ve suçun cezasız kalma algısını güçlendirmektedir. Şiddetin kök nedenlerini ele almak için kamu, sivil toplum ve uluslararası kuruluşlar arasında iş birliği artırılmalı, veriler şeffaf bir şekilde analiz edilerek paylaşılmalıdır. Bu kapsamda, insan haklarını ve yaşam hakkını merkeze alan politikalar ve reformlar ivedilikle hayata geçirilmelidir. Şiddetle mücadele için caydırıcı yasaların güçlendirilmesi ve etkin bir şekilde uygulanması sağlanmalıdır. Toplumda farkındalığı artırmak için eğitim programları ve şiddet karşıtı kampanyalar düzenlenmeli, güvencesiz çalışma koşulları ve ekonomik sorunlara yönelik sosyal destek mekanizmaları güçlendirilmelidir. Kadınlar, çocuklar ve risk altındaki gruplar için güvenli sığınma evleri ve koruma programları oluşturulmalıdır. Ayrıca, ruh sağlığı hizmetleri herkes için erişilebilir hale getirilmeli ve bu hizmetler toplumun tüm kesimlerine yaygınlaştırılmalıdır.
MEDYA RUH SAĞLIĞI SORUNLARINI DAMGALAMAMALI!
Yaşanan olayların kamuoyuna sunumunda medyaya nasıl bir görev düşüyor?
Basın, şiddet ve ruh sağlığı konularını topluma aktarırken büyük bir sorumluluk taşımaktadır. Şiddet olaylarının medyada sansasyonel, dramatize edilmiş bir şekilde sunulması, toplumda korku ve kaygı atmosferi yaratmakta, güvenlik algısını sarsarak bireylerin ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle, medya kuruluşlarının şiddet içerikli haberleri aktarırken empatiye dayalı, toplumsal kaygıyı artırmaktan kaçınan ve umut ile dayanışmayı güçlendiren bir dil kullanması gereklidir. Ayrıca, psikiyatrik hastalığı olan bireylerin yalnızca şiddet vakaları üzerinden yansıtılması, bu kişilerin toplumda damgalanmasına yol açmaktadır. Medya, ruh sağlığı sorunlarını damgalayıcı bir dille ele almaktan kaçınmalıdır. Ruh sağlığı konularının değerlendirilmesinde uzman görüşlerine başvurulması ve psikiyatrik terimlerin yanlış kullanılmaması önemlidir. Medyanın, bu hassas konuları sorumlu bir şekilde ele alması, ruh sağlığına dair farkındalığın artmasına, damgalanmanın azalmasına ve toplumda dayanışmanın güçlenmesine katkı sağlayacaktır.
BİR ÜLKEDE RUH SAĞLIĞININ GÜVENDE OLMASI NE ANLAMA GELİR?
Dünyada Türkiye’nin ruh sağlığı karnesi nasıl? Ve ruh sağlığı güvenliği bir ülke için ne ifade ediyor?
Dünyada Türkiye’ye bakış, son yıllarda yaşanan şiddet olayları, toplumsal huzursuzluk ve ruh sağlığına ilişkin sorunlarla şekilleniyor. Türkiye’deki şiddet olaylarının sıklığı ve medya tarafından dramatize edilerek sunulması, uluslararası alanda ülkenin içindeki güvenlik ve istikrarla ilgili endişeleri artırmaktadır. Özellikle şiddet, kadın hakları ve çocuk istismarı gibi konulara yaklaşım Türkiye’nin uluslararası imajını etkilemektedir. Ruh sağlığı güvenliği, bir ülkenin vatandaşlarının ruhsal ve fiziksel iyilik hali için temel bir göstergedir. Sağlıklı bir toplum, yalnızca tıbbi tedavi ve tedbirlerle değil, aynı zamanda şiddet, ayrımcılık, ekonomik zorluklar gibi zorlukların çözülmesi, toplumsal güvenin ve dayanışmanın güçlendirilmesiyle mümkün olur. Ruh sağlığı güvenliği, sadece bireylerin hastalıklarını tedavi etmekle ilgili değil, aynı zamanda sosyal eşitlik, şiddet öncesi ve sonrası önlemler, stresle başa çıkma mekanizmaları ve toplumsal destek ağlarını içerir. Bir ülkede ruh sağlığı güvenliğinin sağlanması, toplumun genel refahını ve sürdürülebilir kalkınmasını destekler, ayrıca uluslararası alanda o ülkenin medeni ve insani değerlerini yansıtan bir parametre olarak kabul edilir.
Şiddet ve Güvenlik İhtiyacı Arasında Sıkışan Yaşamımız Üzerine