Türkiye’de artan şiddet olayları, toplumun güvenlik ihtiyacını ve arayışını giderek daha önemli bir gündem maddesi haline getiriyor.
Hem bireysel hem de toplumsal düzeyde şiddet vakalarının sayısında yaşanan artış, sokakta, iş yerinde ve ev içinde bireylerin güvenlik kaygılarını artırıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, ülkede işlenen şiddet suçlarının sayısında son yıllarda belirgin bir artış gözlemleniyor. 2023 yılında işlenen cinayet, yaralama ve cinsel saldırı vakaları, bir önceki yıla kıyasla yüzde 10’un üzerinde bir artış gösterdi.
2014 yılından bu yana medyaya yansıyan silahlı şiddet haberlerinin çetelesini tutarak her yıl “Türkiye’nin Silahlı Şiddet Haritası”nı yayımlayan Umut Vakfı verilerine göre 2023 yılında 3 bin 773 silahlı şiddet olayı basına yansıdı. Basına yansıyan bu olaylarda 2 bin 318 kişi öldü, 3 bin 820 kişi de yaralandı.
Toplumda hem büyük bir infial yaratan hem de derin bir güvensizlik duygusunu körükleyen bu olaylar bireylerin güvenlik ihtiyaçlarını da şekillendiriyor.
Nil Mutluer, Leipzig Üniversitesi’nde Çoklu Sekülerlikler Araştırma Programı’nda yer alan bir sosyal bilimci.
Toplumda artan şiddet olaylarını Fikir Gazetesi’ne değerlendiren Dr. Nil Mutluer “Türkiye’de artık yurttaşını, kadın yurttaşını, çocuk yurttaşını, daha aciz olan, güçten daha uzak olan erkek yurttaşını, LGBTİ’si yani non-binary cinsiyet kimliğine sahip kişiyi, hayvanı, doğayı, yaşlıyı koruyacak ve bunun için onlara da eşit yurttaşlık alanı sağlayacak bir toplum sözleşmesinin varlığı çok büyük bir soru işareti.” açıklamalarında bulunuyor.
Son dönemde Diyarbakır’da, Kayseri’de gençlerle beraber yaptığı saha araştırmalarından örnek veren Mutluer, “İnsanlar kendilerini güvende hissetmiyor.” vurgusunda bulunuyor.
Ekonomi ve hukuk alanında güvenin azaldığına dikkat çeken Mutluer, medyada, televizyonlarda, sinemalarda yer alan içeriklerin de şiddeti normalleştirdiğini belirterek bireyleri kendi güvenliklerini sağlama yoluna ittiğini belirtiyor.
NASIL GÜVENLİK ÖNLEMLERİ ALINMALI?
Güvenlik ihtiyacı göz önünde bulundurulduğunda merkezi hükümetin, yerel yönetimlerin ve toplumsal öznelerin rolü ne olmalı?
Örnek olarak savunma kurslarını dile getiren Dr. Mutluer, “Savunma kursları şiddete yöneltmez. İnsanın ölmesini engeller. O yüzden bu tip kursların açılmasının hiçbir zararı olmadığını düşünüyorum. Ama bu yeter mi? Yani karşınıza biri silahlıyken...” diye soruyor.
Devletin yetersiz kaldığı noktalarda yerel örgütlenmelerin şiddete karşı farkındalık yaratmak zorunda kaldığını belirten Dr. Mutluer, iş birliklerinin de önemini vurguluyor:
“Yerel dinamikleri, yerelden konuşmak belki o merkezden üretilen şiddeti kırmanın temellerinden olacaktır.”
ARTAN ŞİDDET OLAYLARI GÜVENLİK İHTİYACIMIZI NASIL ETKİLİYOR?
İnsan hakları hukuku kapsamında Türkiye’de toplumun güvenliğini sağlayan koruyucu/önleyici yasalar nasıl değerlendirilmeli?
Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı Ertuğrul Cem Cihan, günümüzde artan şiddet olaylarının olayın birincil mağduru kadar, haberdar olan kişiler üzerinde de travmatik etkiler yarattığına dikkat çekiyor.
“Şiddet içeren her türlü olayın sonrasına odaklanmak yerine, travmatik etkiler doğuran şiddet olaylarında önleyici mekanizmaların işlevsel hale getirilmesi büyük bir zorunluluktur.” diyor Avukat Cihan.
İstanbul Sözleşmesi’ni de örnek olarak gösteriyor:
“İstanbul Sözleşmesi sistematiği itibari ile toplumsal cinsiyet temelli şiddet olaylarında öngördüğü önleyici mekanizmalar ve uygulanabilirliği açısından sade olması nedeni ile çok kıymetli bir belgedir.”
Fakat bu sözleşmeyi 11 Mayıs 2011’de imzalayan ve 24 Kasım 2011’de parlamentosunda onaylayan ilk ülke olan Türkiye, 20 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Kararı ile sözleşmeden ayrılan da ilk ülke oldu.
Yargı sisteminin getirmiş olduğu cezasızlık pratiği ve infaz hukukunun suçlunun ıslah edilmesi amacından uzaklaşılmış olması karşısında, ağır cezalar öngören yasal düzenlemeler yerine önleyici tedbirler ile herhangi bir mağduriyet ortaya çıkmadan kişi güvenliğinin korunmasının bir zorunluluk olarak karşımıza çıktığını belirten Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı Ertuğrul Cem Cihan, şiddet olaylarını ele alan mevcut yasal çerçeve yeterli olup olmadığına da değiniyor:
“Mevcut yasal düzenlemelerimiz ağırlıklı olarak suçun işlenmesi ile başlayan bir sürece yönelik olup, failin tespiti ve cezalandırılması amacını kabul etmiştir. Torba yasa pratiği başta olmak üzere bütünlüğünden kopuk yasal düzenlemeler neticesinde, şiddet eyleminde mağdur olan kişi yargı sistemimizde pasif bir konuma getirilmiş, ayrıca bu süreçte korunmasız bırakılmıştır.”
Bu korunmasızlık sonucunun ise yasal yetersizlikten ziyade uygulayıcıların konuya gereken önemi vermemesinden kaynaklandığını belirtiyor.
“Eldeki kanunlar en verimli şekilde mevcut olaylara uygulansa idi, belki günümüzde yasal düzenlemelerin yetersizliğini de tartışabilirdik” diye konuşan Avukat Ertuğrul Cem Cihan yeni yasal düzenlemelerin de önemli bir ihtiyaç belirterek “Ülkemizin imzacısı olduğu işkenceye ve kötü muameleye karşı uluslararası sözleşmeler, toplumsal cinsiyet temelli şiddete yönelik uluslararası belgeler uygulanmazken ve siyasi iktidarın tercihi ile terkedilirken, çözümü sadece yeni yasal düzenlemelerde aramak gerçeklikten uzak bir tarif olacaktır.” ifadelerini kullanıyor.
342 BİN 526 KİŞİ CEZAEVLERİNDE TUTULUYOR
1 Temmuz 2024 itibarıyla Türkiye’de toplam 403 cezaevi bulunuyor. Bu cezaevlerinde 295.064 hükümlü ve 47.462 tutuklu bulunmakta olup, toplam 342.526 kişi cezaevlerinde tutuluyor.
“Ülkede kaç cezaevi varsa, o kadar farklı infaz hukukunun yürürlükte oluyor.”
Avukat Cihan, bir şiddet failinin aldığı cezadan daha önemli olan bir konu olarak nitelendirdiği failin bir daha suç işlememek konusunda gerekli sürece tabi tutulup tutulmadığına bakmak gerektiğine işaret ediyor:
“Ülkemizde vücut dokunulmazlığına karşı suçlar konusunda, malvarlığına karşı işlenen suçlardan daha az ceza öngörülmektedir. Seçim dönemlerinde kampanya konusu yapılan, cezada indirim sağlayan infaz düzenlemeleri neticesinde, fail bir ceza almış olsa dahi, ıslah edilmesi mümkün olmayan bir sürede, toplumda bu kişinin bir daha suç işlemeyeceği yönünde bir kanaat oluşmadan, failin cezaevindeki süreci tamamlanmış kabul edilmektedir. Dolayısı ile birbirinden kopuk yasal düzenlemeler, kişilerde cezasızlık algısının yerleşmesine ve failler açısından caydırıcılıktan uzaklaşmaya yol açmaktadır.”
“BİR BÜTÜN OLARAK ELE ALINDIĞINDA CAYDIRICI OLMAKTAN UZAK”
Türkiye’deki şiddet olaylarının artışı göz önüne alındığında güvenlik arayışı içindeki toplum için hukuk sistemi ne anlam ifade ediyor?
Ülkedeki mevcut ceza hukukunun bir bütün olarak ele alındığında, ortaya çıkardığı sonuç itibari ile caydırıcı olmaktan uzak olduğunu belirten Avukat Ertuğrul Cihan, yapılan yasal düzenlemelerin, toplumun genel olarak içinde bulunduğu durumdan bağımsız olarak ele alınmasının mümkün olmadığına dikkat çekiyor.
“Ekonomik krizin ortasında yaşam savaşı veren bir toplumda, hırsızlık suçu için ne kadar ağır cezalar öngörseniz de, bu hırsızlık suçu ile mücadele etmenizde kolaylık sağlamaz. Mevcut sorunu ortaya çıkaran asıl sorunları ortadan kaldırmak önceliklidir. Toplumsal cinsiyet konusunda kutuplaştıran ve bireysel özgürlükleri tanımayan söylemlerin devletin en üst perdesinden rahatça dile getirildiği bir toplumda, nefret suçlarını ne kadar ağır cezalarla yaptırıma bağlasak da, netice almak mümkün olmayacaktır.”
Toplumsal yaşamı düzenleyen birçok kural olduğuna (örf adet kuralları, ahlak kuralları, dini kurallar gibi) vurgu yapan Avukat Cihan; hukuk sistemini oluşturan yazılı, belirli, üzerinde anlaşmaya varılmış kuralların ise bu tür kurallardan en önemli farkını maddi bir yaptırım gücüne sahip olması olarak açıklıyor.
Avukat Cihan, toplumda bu kuralları ihlal eden kişilerin, cezalandırma tekelini elinde bulunduran devlet tarafından, ölçülü bir yaptırıma tabii tutulması ve kuralın bir daha ihlal edilmemesini sağlaması gerektiğini söylüyor.
“Türkiye’deki hukuk sisteminin işlevsel olmaktan çok uzak olduğunu kabul etmek gerekir.”
Hukuk sistemi bir bütün olarak bireylere öngörülebilir, güvenli bir yaşam sunmak için varolmalı iken, amacından çok uzak, insanların hak aramaktan kaçındığı bir yapıya büründüğünü belirten Avukat Cihan, “Toplumda şiddet olaylarının arttığı dönemlerde, mevcut yapısal bozukluklar nedeni ile kronik olarak ikincil travmaya yol açan hukuk sistemimiz, maalesef ki bireysel cezalandırma yolunun tercih edilmesini teşvik edecek bir hale dönüşmüş ve bu sarmal nedeni ile de toplumda şiddet olaylarının artmasını tetikleyici bir mekanizma ortaya çıkarmaktadır.” ifadeleri ile cümlelerini sonlandırıyor.