Latin Amerika’da Sol Belediyecilik yazı dizimize ikinci bölümle devam ediyoruz…
Latin Amerika’da neoliberal belediyeciliğin başlangıcı ve gelişimi, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ithal ikameci sanayileşme politikalarına, merkezi planlamaya, devletin ekonomi üzerindeki vergi ve denetim müdahalelerine karşı kırsal ve ikincil şehirlerin tepkisi olarak şekillenmiştir. İthal İkameci politikalar büyük şehirlerde sanayi çıkarlarını desteklerken, kırsal alanlardaki tarım ve ticaret elitlerini göz ardı etmiş ve bu da ekonomik dengesizliklerin derinleşmesine neden olmuştur. ABD’nin mali ve siyasasi desteğiyle, kırsal ve ikincil şehirlerdeki sermaye çevreleri, belediyelerin de katkısıyla bu dengesizlikleri dengelemek amacıyla serbest ticaret bölgeleri (FTZ) gibi neoliberal yapıları devreye sokmuşlardır. Bu bölgeler, yabancı yatırımları çekmek için, vergi indirimleri, düzenleyici serbestlikler, sendikasız ve iş güvencesiz çalıştırma, düşük ücretli iş gücüne dayanan politikalarla desteklenmiş ve bu durum neoliberal belediyeciliğin altyapısını oluşturmuştur. Özellikle Meksika, Porto Riko ve Dominik Cumhuriyeti gibi ülkelerde söz konusu politikalar hızla benimsenmiş ve yerel düzeyde uygulanmaya başlanmıştır.
Porto Riko’nun neoliberal belediye politikaları, 20. yüzyılın ortasında serbest ticaret bölgelerinin ülkeye yerel entegrasyonuyla daha belirgin bir hâl almıştır. Bu süreç, ABD tarafından atanmış olan Vali Rexford Tugwell’in liderliğinde ve Ekonomik Kalkınma İdaresi (Fomento) aracılığıyla şekillenirken; Kuzey Amerika menşeli Arthur D. Little (ADL) danışmanlık şirketi, adada alternatif istihdam olanaklarını yaratma görevini üstlenmiştir. ADL’nin önerdiği ‘davet yoluyla sanayileşme’ stratejisi doğrultusunda, ABD’li şirketler, vergi muafiyetleri, yatırım teşvikleri ve düşük maliyetli iş gücü gibi avantajlarla adaya çekilmeye çalışılmıştır. Bu süreçte, belediye yetkilileri ADL’nin başlıca muhatapları olarak önemli roller üstlenmiş ve serbest ticaret bölgeleri gibi ihracat platformları, yerel ve bölgesel sermaye gruplarının kararları ve teşvikleriyle şekillendirilmiştir. Dolayısıyla, Porto Riko’da neoliberal dönüşümün, hem yerel hem de uluslararası çıkar gruplarının kesişiminde somutlaştığı ve bu süreçte iktidar dinamiklerinin yeniden yapılandırıldığı gözlemlenmektedir.
Meksika’da neoliberal belediyeciliğin gelişimi, özellikle Kuzey Meksika’daki maquiladora sistemini teşvik eden Sınır Sanayileşme Programı (BIP) aracılığıyla somutlaşmış ve Mexico City ile sınır şehirleri arasındaki tarihsel çatışma bağlamında derinleşmiştir. Maquiladora sistemi, Meksika’nın özellikle kuzey bölgelerinde, ABD sınırına yakın yerlerde faaliyet gösteren fabrikalar ağıdır. Maquiladora fabrikaları, genellikle ABD ve diğer ülkelerden getirilen hammaddelerin düşük maliyetli iş gücü kullanılarak işlenmesi ve tekrar ihracat edilmesi üzerine kurulmuştur.
Meksika hükümeti, BIP’in uygulanması için Ciudad Juárez’in eski belediye başkanı Antonio Bermúdez’i görevlendirmiştir. Bermúdez, bölgesel kalkınma stratejisini oluşturmak amacıyla Porto Riko’daki gibi ABD kökenli danışmanlık firması Arthur D. Little (ADL)’yi devreye sokmuş ve bu stratejinin merkezi yönetim tarafından kabul edilmesi için yoğun lobi faaliyetleri yürütmüştür. Bu çabalar sonucunda, sınırdaki geniş pamuk tarlaları, düşük ücretli işçilerin çalıştığı, penceresiz ve tek katlı üretim tesislerine dönüştürülmüş, bu da maquiladora sisteminin belirgin bir örneği olarak bölgenin ekonomik yapısını değiştirmiştir. Bu üretim tesisleri, düşük ücretli işgücüne dayalı olarak hızla sermaye birikimi sağlayan merkezler haline gelmişlerdir.
Mexicali, Tijuana ve Matamoros gibi sınır şehirlerindeki sermaye grupları, belediyelerin desteğiyle BIP’in sunduğu vergi indirimleri ve gümrük avantajlarından yararlanarak kendi sanayi parklarını inşa etmişlerdir. Bu bölgelerdeki belediyeler sermaye grupları ve emek kesimleri arasın bir koordinatör gibi çalışmış, sınır şehirlerinin küresel sermayeyle entegrasyonunu hızlandırmış ve yerel ekonomilerin dönüşümünü sağlamıştır. Maquiladora modeli, Meksika’nın neoliberal ekonomik kalkınma stratejilerinin temel yapıtaşlarından biri haline gelmiş ve ülkenin küresel kapitalizme uyum sağlayan en belirgin ekonomik modeli olarak kabul edilmiştir.
Dominik Cumhuriyeti’nde neoliberal belediyeciliğin yükselişi ise, Kuzey Amerikalı yatırımcıların çıkarlarını gözeten ve ABD’nin bir sömürge valisi gibi davranan Balaguer yönetimi tarafından şekillendirilmiştir. Yönetim, serbest ticaret bölgelerine yönelik hoşgörüsüyle ikincil şehirlerdeki ihracatçıları ve onların çekmeyi hedeflediği yabancı yatırımcıları koruma altına alarak, vergilerin getirdiği yükleri bertaraf etmeyi amaçlamıştır. Bu bağlamda, 1960’ların sonlarında ülkenin ilk serbest ticaret bölgesi La Romana’da kurulmuş ve 1970’lerin başında ABD merkezli yan kuruluşlardan bölgeye dayanıksız tüketim malları üretimi aktarılmıştır. Tarım ve ticaret elitleri, kaynakların başkente ve sanayi şehirlerine aktarılmasına duydukları öfkeyle, belediyelerin de büyük altyapı desteği ile birlikte 1973 yılında San Pedro de Macorís’te ikinci serbest ticaret bölgesini kurmuşlardır. Bir yıl sonra ise, kuzeydeki Santiago de los Caballeros şehrinde üçüncü bir bölge kurulmuş, böylece neoliberal dönüşüm hız kazanmıştır.
21. yüzyılın başlarına gelindiğinde, Dominik Cumhuriyeti yaklaşık 50 Serbest Üretim Bölgesi’ne (EPZ) ve bu bölgelerde faaliyet gösteren 500 işletmeye ev sahipliği yaparak, neoliberal ekonomi politikalarının yerel düzeydeki en önemli mekanizmalarından birine dönüşmüştür. Bütün bu süreçte belediyeler sermaye gruplarının ucuz emek gücü ile buluşmasında aracı bir ajans gibi faaliyet yürütmüş ve çeşitli fiziksel altyapı yatırımları ile serbest bölgelerin gelişimine katkıda bulunmuşlardır.
Ancak 1980’lerin sonu ve 1990’larda tüm Latin Amerika genelinde uygulanmaya başlanan kapsamlı ticaret reformlarıyla, belediyecilik düzleminde neoliberalizmin inşasını sağlayan serbest bölgeler sistemi işlevini yitirmiş; serbest bölgelerin sunduğu teşvikler, Dünya Ticaret Örgütü ve benzeri uluslararası aktörler tarafından sınırlandırılmıştır (Schrank, 2001; Beattie ve Fifield, 2005). Yirminci yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise, neoliberal paradigmanın ulusal ölçekli siyasal-yönetsel ve ekonomik yapılanmalarda baskın hale gelmesiyle, güvencesiz, sendikal haklardan yoksun ve düşük ücretli çalışma rejimi, ülke genelinde sistematik bir biçimde yerleşiklik kazanmış ve yerel yönetimler sermaye birikimine katkıda önemli işlevler üstlenmiştir. Washington Mutabakatı (1989) çerçevesinde IMF ve Dünya Bankası’nın teşvikiyle uygulanan ekonomik ve idari reformlar, başta Şili olmak üzere Latin Amerika yerel yönetimlerindeki neoliebral yönelimi sistemleştirmiştir. Kıta’da neoliberal politikaların başını çeken Şili’de Pinochet rejimi, bu politikaları 1980 Anayasası ile kurumsallaştırarak belediyelerin kamusal hizmet sunma kapasitesini önemli oranda sınırlamıştır.
Carrión’a (2019) göre, Latin Amerika’da hızlı kentleşme, uzun süreli askeri diktatörlük rejimlerinden sonra burjuva demokrasisine geçiş denemeleri ve kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi gibi faktörler, neoliberal belediyeciliği güçlendiren temel etkenlerdir. Bu süreç, ulusal devletin işlevlerinin daralmasına ve yönetimsel anlamda bir ademimerkezileşmeye yol açmış, bu da belediyelere ulusal ve bölgesel politikaların yerel düzeyde genişleyen gündemlerini uygulama sorumluluğunu yüklemiştir. Ancak Cravacuore (2009) ve Montecinos’un (2005) belirttiği gibi, Arjantin ve Şili örneklerinde görüldüğü üzere, belediyeler ne bu görevleri yerine getirebilecek kapasiteye, ne de kaynak ve donanıma sahiptir.
Yukarıda özetlenen gelişmeler, neoliberal belediyeciliğin sosyal ve ekonomik sorunları çözmede yetersiz kaldığını gösterdiği gibi, Latin Amerika’da neoliberalizme karşı toplumsal direniş hareketlerinin de yükselmesine zemin hazırlamıştır. Özellikle 20. yüzyılın sonuna doğru, küreselleşme ve kamu kaynaklarının özelleştirilmesine karşı yeni toplumsal hareketler ortaya çıkmış ve bu hareketler Latin Amerika’da sol belediyecilik akımının yükselmesine vesile olmuştur.