Hekimler Anlatıyor: Sağlık İhtiyacımızı Karşılayabiliyor muyuz?

İhtiyaçlar, belirleyicidir. İhtiyaçları karşılanmayan bireyler,  ya o ihtiyacını giderme yoluna gider ya da çevresinden talep etmeyi seçer.  Özellikle insan için “ihtiyaçlar” denildiğinde akla ilk gelen fizyolojik ihtiyaçlar arasında yer alan sağlık ihtiyacı ise insan için mutlak bir önceliğe sahiptir. 

Dengeli metabolizmaya sahip bir insan ya da akıl sağlığı yerinde olan bir toplum, “sağlıklı” olarak kabul edilebilir olsa da sağlık ihtiyacı sonsuz bir olgu olarak öne çıkar. Beşeri açıdan temel bir hak olarak kabul edilen ancak karşılanamayan sağlık gereksinimi ise hiç kuşkusuz ki toplumu oluşturan bireylerin yaşam (a) kalitesinin düşük olduğunu işaret edecektir. 

Tüm bunlarla birlikte, Psikolog Abraham Maslow’un insanın sosyal ihtiyaçlarını kategorize ettiği “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı”nı ortaya koyarken, ‘Hasta insanı tanıyoruz, peki ya sağlıklı insan?’ sorusu ise akıllara bir fizyolojik ihtiyaç olarak ortaya konan sağlığın, birey ve Türkiye toplumu veri alındığında ne kadar karşılanabileceği gündemini de dayatmış oluyor. 

Fikir Gazetesi’ne toplumsal “sağlık ihtiyacı” ve “toplumun sağlık ihtiyaçlarını ne kadar karşılayabildiği” konularında görüşlerini aktaran Aile Hekimliği Uzmanı ve İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Hekim Emrah Kırımlı ile Prof. Dr. Fazıl Necdet Ardıç, bu konudaki mevcut eksiklikleri gözler önüne seriyor.

“Eğer ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyor olsaydık…”

“Toplum olarak sağlık ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyor muyuz? Karşılayamıyorsak, neden?” sorusuna yanıt veren hekim Emrah Kırımlı, “Toplum olarak sağlık ihtiyaçlarımızı karşılayamıyoruz. Karşılayabiliyor olsaydık bu kadar çok sayıda muayene sayısı ya da acil başvurusu olmazdı. Genel olarak verimsiz bir sağlık sistemimiz var. Tümüyle tetkik istemi, ilaç yazma, hastanın tekrar tekrar sağlık kurumlarına başvurması ya da direkt hekime başvurması şekilde yürüyen bir süreç var” ifadelerini kullanıyor.

“Toplum olarak sağlıklı olabilseydik, sağlıkta dönüşüm programının başladığı 20 sene öncesine göre, ülkemizde daha az hipertansiyon, diyabet, tüberküloz hastası görülürdü, bulaşıcı hastalıklar daha az olurdu. Bizim, boğmacadan ölen, kızamıktan hastaneye yatan ya da kuduz sebebiyle ölen çocuklarımız, yurttaşlarımız var” diyerek sözlerini sürdüren Kırımlı, “Hala hastalıklarla yaşadıklarını ve sağlığı korumayı değil, sağlık üzerinden para kazanmayı hedefleyen, sağlıkta ticarileşmeyi savunan bir sağlıkta dönüşüm programının içinde” olduklarını söylüyor.

“Toplum olarak sağlıklı olduğumuzu söylemek mümkün değil”

Kırımlı şöyle devam ediyor: 

“Vergilerimiz ve SGK prim kesintilerimizle hazırlanan sağlık bütçesi özel, ticari hastanelere, diyaliz merkezlerine, özelden kiralanan yoğun bakımlara, taşerondan kiralanan görüntülenme merkezlerine, laboratuar ve tahlil merkezlerine ya da şehir hastanelerine harcanıyor. Sağlığımızı korumaya para ayırmıyoruz. Bu da toplum olarak sağlıksız olmamıza neden oluyor”

Ek olarak,  Sağlık Bakanlığı’nın bu sorunları çözmek için bir girişimi olmadığını, Türkiye’nin “bağışıklama” açısından kimi başlıklarda 20 yıl öncesinden bile geri kaldığını, aşı tereddütünün ve aşısız nüfusun arttığını ifade eden Kırımlı, Türkiye’de hastalıkların erken tespit edilemediğini, edilse dahi düzgün tedavi edilemediğini, bir gösterge olarak anne ya da bebek ölümlerinin azalmadığını ifade eden hekim Kırımlı, sağlık sisteminin dayanıksız olduğunu ve bu durumun da bilinçli olarak yaratıldığını vurguluyor.

“Katlamalı bir muayene sistemi var, tedavi için öncelikle güven ortamı gerekli”

Öte yandan Fikir Gazetesi’nin “toplumun, sağlık ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamadığı ve bireylerin sağlık hizmetine erişebilirliği” hakkındaki sorusuna yanıt veren Prof. Dr. Necdet Ardıç ise soruyu “mümkün değil” olarak cevaplarken, hasta ile hekim arasındaki güvenilirlik ilişkisine de değiniyor.

Ardıç, konuya ilişkin, “Sağlık sorununa çözüm arayan bir kişi aile hekimi ya da devlet hastanesine başvurduğunda, hekimin hastaya ayıracağı süre yaklaşık 5 ila 7 dakika arasında. Bu süre içinde hastayla konuşup muayene etmek ve hastayı, hastalığı konusunda eğitmek mümkün değil. Bu nedenle hekim ile hasta arasında bir güven sorununun oluşması oldukça doğaldır. Hastalar ise bunu aşmak için farklı basamaklardaki hastane ve sağlık kurumlarına başvurma yoluna gidiyor. Bu da sistemimizde katlamalı bir muayene sistemi oluşturuyor. Bir kişi yılda 8 ya da 10 kere başvuruyor ancak OECD verilerine göre bu 6 civarında. Hasta ile hekim arasında güven oluşmazsa tedavi de başarılı olmaz. Çünkü tedavinin yüzde 50’si güvene dayanır” değerlendirmesinde bulunuyor.