Daha Çok Hastalanıyoruz Ama Neden: Hangi Bulaşıcı Hastalıklar Kapıda?

Son yıllarda dünya genelinde hastalıkların artışı ve çeşitlenmesi üzerine yapılan araştırmalar, insan sağlığını tehdit eden yeni risklerin ortaya çıktığını gösteriyor. Küresel ısınma, iklim krizi, savaşlar, bölgesel kuraklık, kıtlık, çevre kirliliği, yoğun kentleşme ve stresli yaşam koşulları, hem bulaşıcı hem de kronik hastalıkların yayılmasını hızlandırıyor. 

Özellikle COVID-19 gibi insanların sağlık sistemlerini zorlamış pandemi ölçeğindeki hastalıklar, bireylerin bağışıklık sistemine olan etkilerini tartışmaya açıyor. Bunun yanında obezite, diyabet ve kalp hastalıkları gibi yaşam tarzına bağlı kronikleşmiş rahatsızlıklar, güvencesiz, düşük ücretli, yoğun çalışma hayatının da bir bedeli olarak giderek yaygınlaşıyor. Çalışma acısı hastalığı diye bir hastalık da böylece ortaya çıkıyor. Ve hastalıklar üzerinde göz ardı edilmeyen bir diğer gerçek de yoksulluk!  

Fikir Gazetesi 47’inci sayısında, ‘Daha çok mu hastalanıyoruz?’ çerçevesindeki haberimizde, hastalıklardaki artışları, ne tür bulaşıcı hastalıklarla karşı karşıya olduğumuzu, bireylerin ve toplumun hastalıklarla mücadelesinde kamuya, yerel yönetimlere, sivil topluma ve bireylere düşen görevler, taleplerin neler olduğu sorularının yanıtlarını aradık. 

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol dünya genelinde sağlık sistemlerinin erişilebilirlik noktasında sorunlu olduğuna işaret ederek, Türkiye’nin sağlık politikalarındaki yanlışlıklara dikkat çekiyor. COVID-19 pandemisinden kimsenin ders almadığının altını çizen Şenol, daha çok hastalanmamızın bir nedeninin de hastalıklardan korunamadığımız bir sistemin içerisinde bulunmamızdan kaynaklı olduğunu söylüyor.

“Koruyucu Değil Tedavi Edici Sistem Kurgulanıyor” 

Amerika Birleşik Devletleri’nde çıkan (ABD) yangınların; hastalıklar, salgınlar noktasında ne tür sonuçları olabileceğine yönelik önemli tespitlerde bulunan Prof. Dr. Şenol, derin yoksulluğun dünyada ve ülkemizde her geçen gün artan bir gerçek olduğunu belirterek, yoksulluğun hastalandırıcı değil öldürücü etkisinin yadsınmaması gerektiğinin altını çizerek, “Daha çok hastalanıyoruz, evet. Bunun birinci nedeni dünya da çok daha fazla hastalanıyor. İkincisi de dünyada bazı bölgelerde bulaşıcı hastalıklar neredeyse bütün sağlık sistemini tüm mevsimler boyunca meşgul ediyor. Nedeni de dünyanın da pek çok yerinde aslında koruyucu sağlık sistemi yerine tedavi edici bir sistemin kurgulanmış olmasıdır. Ve nitelikli sağlık sisteminin dünyada da erişilebilir, ulaşılabilir olmamasıdır.” değerlendirmesinde bulunuyor. 

“Pandemiden Asla Ders Alınmadı” 

Sağlık sisteminin ne kadar kötü olduğunu COVİD-19 Pandemi’sinin gösterdiğini belirten Şenol, “Pandeminin bize gösterdiği resme rağmen, bütün ülke yönetimleri o resme baka baka çok daha derinleştiren sorunlara imza atıyorlar.” diyor. 

‘Pandemiden bir ders alındı mı?’ sorumuza ise şöyle yanıt veriyor: “Asla alınmadı. ABD’de Kaliforniya eyaletindeki yangında da gördüğümüz yaşanan durumun tümüyle iklim krizinden değil, iklim krizine karşı alınmayan önlemlerden, o kadar kritik bir bölgenin tümüyle korunmasız bırakılmasından ve yangını söndürme konusundaki beceriksizlikten kaynaklandığını söylemek mümkün. Ve şimdi göz göre göre gelen birkaç tane salgın olasılığı var.” 

‘Amerikan Virüsü’ Kapıda! 

Göz göre göre gelen birkaç tane salgın olasılığına işaret eden Prof. Dr. Esin Şenol, “Çin değil bu sefer ki tehdidin adına ben ‘Amerikan Virüsü’ diyorum” diyor, kuş gribi salgınının ABD’de ayuka çıkmış durumda olduğuna dikkat çekiyor. 

Kuş gribinin geldiğinde, göz göre göre geliyor olacağını, ‘biz bunu demiştik diyeceklerini’ ifade ediyor ve şunları ekliyor: “Salgınlardan hiçbir ders alınmadı. Çünkü dünya popülasyonu kırılgan bir hale geldi. Biz artık bulaşıcı olmayan hastalıklardan çok muzdaribiz ama o da bizi bulaşıcı hastalıklara karşı çok duyarlı kılıyor. Bu nedenle çok hastalanıyoruz. İkincisi, COVID zaten bizi, bağışıklık sistemlerimizi gerçekten yıprattı, hırpaladı. Çünkü COVID artık şöyle tarif ediliyor. İz bırakan, kalıntı bırakan, defalarca geçirildiğinde kişinin bağışıklık sistemi cevaplarını bozan bir hastalık. Sadece basit gripal bir hastalık değil. Ama bunu bile bile, şimdi Türkiye’de tekrar aşıları yok ama mesela ben Amerika’ya gittiğimde tekrar aşısını 200 dolara yaptırdım. Ama dediler ki siz vatandaş da olsanız zaten 140 dolara yapacağız. Yani ücretsiz aşıdan ki Amerika’da da biliyorsunuz ne kadar parçalıdır sosyoekonomik durum ve aslında bulaşıcı hastalıklara karşı çok duyarlı olanların da bu aşıyı olamayacağını anlıyoruz. Dolayısıyla onlarda da evet tekrar aşıların yapılma hızı son derece düşük bu yüzden. Dolayısıyla evet daha çok hastalanıyoruz ve daha çok hastalananlar da korunmasız ve koruyucu sağlık yaklaşımsız bırakılıyor. Hem aşı, hem hava temizliği, çalışma düzeni, çalışan insanların istirahat alabilmesi hastalandıkları zaman, çocukların gittikleri okullarda el yıkamaya, havalanmaya erişim, sınıf düzeninin bulaşıcı hastalıklara karşı önlem alınarak az sayıda çocukla eğitim verilmesi gibi koşulların hiçbirisi sağlanmıyor.”

“Türkiye’de Sağlık Sistemi Yönetilemiyor” 

“Türkiye insanları acil zonlara sokuyor” diyerek başka bir duruma dikkat çeken Prof. Dr. Şenol, “Başı ağrıyan, gözü akan, hapşıran acil servislerde… Milyonlarca insan acil servislere girip çıkıyor. Yani bir ülkeye siz şöyle bir komut verseniz; ‘sağlıklı bütün popülasyonunuzu da nasıl hastalandırırsınız?’ deseniz, çıkaracağı plan ve proje ancak bu olabilir. Gündüz yeterince erişemediği sağlık sistemini gece açayım. Gece oraya toplansın ve hasta olsunlar gibi…” diyerek bu durumun da ayrı bir hastalanma ve bulaşma silsilesine neden olduğunu söylüyor. 

“Türkiye’de sağlık sistemi yönetilmiyor. Sağlık ticareti anlayışı var. Sağlık sistemi, şehir hastanelerinin parasını ödeyecek kadar çeviriliyor. Benim değerlendirmem, gördüğüm tablo maalesef böyle” diyen Esin Şenol, “Hastanenin içine aldığım hastaları  çok güç tedavi edebiliyorum. Çünkü çok dirençli mikroplarla karşı karşıyayız. Ve maalesef karşımızda korkunç bir tablo var. O da yaşlı popülasyon. Hastane mikropları kapıyorlar. Tekrar çocuklarının kucaklarında evlerine yollamaya çalışıyoruz. Bu bakımdan da feci durumdayız. O yüzden çok daha sık hastalanıyoruz, birbirimizi hastalandırıyoruz. Hastanelerde toplanıp, buluşup hastalıkları yayıyoruz.” değerlendirmesini yapıyor. 

“Kontrolsüz Bir İlaç Pazarı Var” 

Prof. Dr. Şenol aşı ya da ilaç noktasında da Türkiye’de bir yatırım yapılmadığını söyleyerek şunları belirtiyor: “Sağlık hizmeti çok pahalı. Hastanın hastaneye giriş çıkışı, hastaneye gelirkenki yol parası vesaire… Ben hastama bir tane burun spreyi yazsam, giriş yaptığı için verdiği katkı payı 200-250 liradan aşağı bir gidiş geliş maal olmuyor.  Türkiye kontrolsüz bir ilaç pazarının yani küresel olmayan ama kontrolsüz montaj ilaçlarının pazarının böyle sürdüğü kaçak ilaç sorununun yaşandığı bir ülke haline geldi.”

Stresli Çalışma Hayatının Getirisi: Çalışma Acısı Hastalığı 

Türkiye’de mavi yakalı, beyaz yakalı hiçbir yurttaşın işinden kolay kolay izin alamadığını, hasta yakını olan genç kuşak hasta yakınlarının üç gün işe gitmediklerinde işten atılma riskiyle karşı karşıya olduğunu, yine çocuğu hasta olduğunda bırakacak bir yeri olmayan çalışanların, çocuklarını hasta olmalarına rağmen okula götürmek mecburiyetinde bırakıldıklarını belirten Şenol, ülkemizdeki çalışma hayatı sistemindeki sorunların da hastalıkların yayılmasındaki etkisine dikkat çekiyor. 

Bu noktada çok önemli bir kavrama vurguda bulunuyor: Çalışma acısı! 

Bireylerin güvencesiz işlerde çalışırken, iş ortamı, koşulları, unsurlarından kaynaklı olarak  stresten kalp hastası olabildiklerini ifade eden Prof. Dr. Şenol, “Bireylerin çalışma ortamlarının, koşullarının yarattığı psikolojik etkiler de hastalıkların ortaya çıkmasında çok önemlidir. İşte bu nedenlerle ortaya çıkan hastalığa dair hazırlanan raporlar var ve buna bir isim verilmiştir. Bunun adı da çalışma acısıdır.” bilgisini paylaşıyor. 

“Yoksulluk Hastalandırıcı Değil Ölümcül Bir Şeydir!” 

Ve derin yoksulluk… Yoksulluk ve hastalanma arasındaki ilişkiyi sorduğumuz Esin Şenol, “Yoksulluğu bütün bilim insanları yazmalıdır. Yoksulluk hastalandırıcı değil ölümcül bir şeydir” diyerek çok önemli bir tespitte bulunuyor ve devam ediyor: “İnsanı obez, diyabet, kalp hastası, tüm geçirdiği enfeksiyonları ölümcül hale getiren bir hastalıklı durumdur yoksulluk. Yoksulluk toplumsal bir şiddettir. Ve yoksulluk artık erken ve sürünerek ölmektir. Yoksulluk dünyanın her yerinde bir halk sağlığı sorunudur. Bizim ülkemizde de çığ gibi büyüyor. Beslenme sorunu, hareketsizlik, üç kuşağın bir arada yaşadığı kalabalık ve sağlıksız evlerle karşımızda duruyor.”

Çocuklarımızı Hastalıklara Karşı Koruyabiliyor Muyuz? 

Bulaşıcı hastalıklar noktasında eğitim süreci içerisindeki çocukları nasıl koruyacağımız? noktasında da önemli açıklamalarda bulunan Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol, “Önce ishalle başladı. Okullar açılır açılmaz büyük salgınları oldu. El yıkama ve tuvalet koşulları ve çocukların temel hijyenle ilgili bilgilendirilmesinin olmadığı bir eğitim süreci hakim. Bütün bunlar önemli neden çocuğun okula devamlılığıyla ilişkili koşulların düzenlenmemesi başka sorunları da beraberinde getiriyor. Anne baba çalışıyor ve çocuk ishalli hali ile okula tekrar geliyor ve büyük bir bulaşma zinciri oluşturuyor. Sonra gripal enfeksiyon çıktı karşımıza. İnfulenza B dediğimiz bizim bu aşının içine de koyduğumuz gribin dört tane alt türünü yerleştirdiğimiz daha az salgın yapandı. Sonra büyük R büyük S ve büyük V olarak kodladığımız RSV diye böyle astımla yakın ilişkisi olan bir hastalıktır. Ve bu işte Çin’de falan duyunca paniklediğimiz human metapnömovirus (hPMV) hep oluyor. Türkiye’de her mevsim oluyor. Ve soğuk algınlığı tabloları. Şimdi de H1N1, mevsimsel grip dediğimiz o domuz gribi ile çok karşı karşıya çocuklar. Çocuklar da özellikle kreş çocuklarında bu söylediğim tablolar ölümcül olabilir. Ciddi sakatlıklar bırakabilir.” uyarılarında bulunuyor. 

“Bütün Hastalıklarda Antibiyotik Basılıyor” 

Türkiye’de bütün öldürücü olmayan ayaktan hastalıkların, ambulansla hastanelere gidilmesine gerek olmayan, kendi ayaklarımızla hastaneye gittiğimiz bütün hastalıkların üzerine antibiyotik basıldığını belirten Şenol, “Üzerine antibiyotik basılıyor lafını kasıtlı olarak kullanıyorum. Bu durumu, yangın söndürücüye köpük koyup onunla yangını böyle cılız cılız söndürür gibi düşünebiliriz. O antibiyotikler bağışıklık sistemimizi daha çok çökertiyor ve bir sürü yan etki çıkartıyor, alerjilere yol açıyor. Böyle bir kısır döngünün içindeyiz.” tespitinde bulunuyor.  

“Türkiye, Uluslararası Toplumlarda Çocuk Acillerinde Antibiyotik Birincisi!”

Toplumda hasta olan bireylerin başvurduğu doktor antibiyotik vermezse kendisi ya da çocuğu iyileşmeyecek gibi bir algı olduğu yönünde bir algı olduğunu ve bu durum hakkındaki düşüncesini sorduğumuz Şenol, “Bu söylediğiniz çok önemli. Avrupa ülkelerine bakınca, bir kişinin 18 yaşına gelene kadar bütün ömrü boyunca 7-8 kez antibiyotik kullandığını görüyoruz. Uluslararası toplumlarda Türkiye çocuk acillerinde antibiyotik birincisi diye sunumlar yapılıyor. Yabancı ülkeler bize sunumlar yapıyor.  Yani bizim birinci olduğumuz en önemli konu, Türkiye’deki çocuk acillerindeki antibiyotik kullanımı. Siz ciddi bakteri, streptokok, idraryolu enfeksiyonunu, bir zatürreyi ya da bazen kana karışan enfeksiyonu tedavi etmezseniz hasta ölür tabii ki. Ama bu ayaktan giden her hastaya antibiyotik verilerek kullanılacak bir şey değildir. Sağlık sisteminin tanısal testlerle beslenmesi ve insanları koordine etmesi gereken bir süreçtir.” önerisinde bulunuyor. 

Sağlık sisteminin kaliteli hale getirilmesinde birinci basamağın önleyiciliğin önemine değinen Esin Şenol, “Birinci basamağı iyi koordine ederek ve yanına bir doktora 5-6 tane yardımcı sağlık personeli ile destekleyerek sistemi çok daha kaliteli bir hale getirebilirsiniz. Ama bu şu demek. O zaman büyük hastaneler hastasız kalacak, benim bu dediklerimi yaparlarsa ya gribin burun spreyi olan çocuk büyük hastaneler hastasız kalacak demek. Benim dediklerimi yaparlarsa. Türkiye’ye gribin burun spreyi formundaki çocuk aşısını getirirlerse çocuk orta kulak iltihabı olmayacak örneğin.” konularına dikkat çekiyor.

Aşı Konusunda Bilimsel Çevrelerde Bir Tartışma Yok” 

Ve aşılar… COVİD-19 Pandemi sürecinin en tartışmalı konusu hala güncelliğini koruyor. Pandemiden yıllar sonra kalp krizi veya farklı sağlık sorunları yaşayan yakınlarına halk arasında ‘aşıdan oldu’ yorumlarını çok sık işitiyoruz… 

Bilim insanları aşının koruyuculuğuna dikkat çekiyor ama aşı karşıtlığı da çığ gibi büyüyor… 

Esin Şenol’a bu konular hakkındaki fikirlerini sorduk ve şu yanıtı aldık: “Aşı konusunda bilimsel çevrelerde hiçbir tartışma yok. Aşı komşu dedikodusu gibi bazı kişiler tarafından güven ve işin başında para kazanan, bu sistemden nemalanan, yani kapsülünü satan, kitabını satan bazı yaratılmış kişiler tarafından basın işbirliğiyle güdülenen bir süreçtir. Sistem kendini denetlese ve sistem kaçaklara izin vermese… Amerika’da da bugünlerde böyle komplocu, ulusalcı bir kesimin çok dile getirdiği aşı karşıtlarından servet edinmiş, güya bir entelektüel (!) avukat kişi var. Aşı karşıtlarından servet ediniyor çünkü onlar dava açmaya koşuyorlar. Orada inanç olduğu için fikir olmadığı için orada paralarını pullarını veriyorlar inanın. İnandırmak kolaydır zaten anlatmak, kavratmak güçtür.” 

Aşı Üretim Meselesi Hakkında 

“Aşılar eğer ölümcül en ufak bir yan etkiye neden olmuş olsaydı COVID sürecinde ortaya çıkarılması düşünülen pek çok aşı geri çekildi” diyen Prof. Dr. Şenol şu noktalara parmak basıyor: “Ölümcül bir yan etkisi olduğu için değil, en ufak bir şüphe olduğu için geri çekildi. Tabii ki aşı bir endüstri, kapitalist sermayenin COVID nedeniyle milyonlarca kişiyi aşılayacağız diye heves ettiği bir şey. Ama bunun alternatifi olarak, ülkelerin yaptığı aşıya ve girdiği aşı maceralarına dönüp baktığınızda; Rusya’nın aşısı örneği hemen gözümüzün önüne geliyor. Birinin kendine yetecek aşı yapabilmesi ne şahane ama Çin de en başta aşılarla ilgili etki konusunda yan etki konusunda değil ama etki konusunda bazı hileler yapılıyor. Demek ki hükümetler aslında bizim çok kızdığımız endüstriden daha az güvenilir davranıyorlar. Bunun nedeni onları denetleyebilecek, onlara hukuksal süreç işletecek hiçbir mekanizma yok. Ama aslında bütün gücüne rağmen, savunduğum için söylemiyorum. İki şıklı bir denklem var karşımızda. Evimizde yapamayacağımıza göre aşıyı ya hükümet yapacak ya da işte arabamızı, evimizi de yapan endüstri yapacak. İkisinden birisi yapacak yani. Bu taraf hukukun dişini geçirebildiği ve bu taraf aslında sistemden daha korkan ve onun için daha çok verisi bağımsız kuruluşlarca denetlettiren bir tablo çıkarıyor.” 

“Bizi Aşıdan Başka Koruyacak Hiçbir Şey Yok” 

Şu andaki insan popülasyonunu, şu andaki hastalıklar, salgınlar ve savaşlara karşı aşıdan başka koruyacak elimizde hiçbir şey olmadığını söyleyen Esin Şenol, bizi koruyacak, kollayacak ve eşitleyecek tek şeyin aşı olduğunu vurguluyor. 

“Ve artık giderek teknolojiyle buluştuğu için aşılar çok etkili artık ve asla güvenliklerinden ödün verilmiyor” diyen Şenol sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çünkü onlara dişleri geçiyor. COVID aşılarıyla ilgili bizim kafamızı kurcalayan hiçbir yan etki yok. Hatta ABD’de de olan aşılarla ilgili de hiçbir yan etki yok. Yoksa kuduz. tetanoz aşısı yaptırdığınızda da bir sürü yan etki olabilir.  Ama bu hiçbiri ölümcül değildir. Kişiyi öldürmez. Üstelik hastalıktan korur. Ama biz bu yan etkileri kaydeder, izler ve yönetiriz. Yan etkisiz demiyoruz ama kabul edilebilir, makul yan etkiler, hiçbirisi ölümcül değil de hepsi yönetilebilir yan etkiler diyoruz.”

Virüslerle Yaşamaya Alışmalı mıyız? 

“Virüslerle yaşamak, buna alışmamız mı gerekiyor Peki nasıl alışacağız? diye sorduğumuz Prof. Dr. Şenol son olarak şunları söylüyor: “Bunun cevabı evet. Hem birey olarak almamız gereken çok ciddi önlemleri hem de aslında bütün sağlık sistemlerinin bu sürece hazır olması konularına değineceğim. Neden daha çok hastalanacağız? Birincisi iklim krizi meselesi var. İklim krizi ısınan denizlerle birlikte canlı çeşitliliği, iklim krizinin sürüklediği susuzluk göçleri, o bölgelerle gelen, bölgeler aşan hastalıklar ve İki türleri aşan hastalıklar var. Yani bize sıçrama ihtimali olan bir milyon tane virüs var. Her zaman böyle bir tehdit var. Ama bunların sıçrama ihtimalini bize iklim krizi, bölgesel yoksulluklar, bölgesel savaşlar, bölgesel kıtlık ve susuzluk meseleleri mevcut. Şu anda dünyanın yüzde 58’i temiz suya erişemiyor. Bu söylediğimde hemen aklınıza kolera salgınları gelebilir.”

“Dünyanın Yüzde 50’den Fazlası Sivrisinekten Bulaşan Hastalık Riski Altında!” 

Vektör aracılıklı hastalıklara da vurgu yapan Şenol, dünyanın yüzde 50’sinin risk altında olduğu bir bulaşıcı hastalığa dikkat çekti. Sivrisineklerden bulaşacak hastalıklar! Her bir derece ısı artışında bu ihtimalin yüzde 2-3 daha da arttığını belirtiyor. 

Prof. Dr Şenol, Amerika’da çıkan yangının yarattığı türler arası geçişi kolaylaştıracak virüslere de değinerek şunları belirtiyor: “Yanan ormanlar, ormanlardan fırlamak zorunda kalan canlılar gibi. Yani yer küreyi, sanki bir el, böyle bir büyük çubukla altını üstüne getirmeye çalışıyor gibi. Biz de onun üzerinde yaşamaya çalışıyoruz gibi bir tablo var karşımızda. Bizi en çok hastalandıran, insanlık tarihi boyunca 20. yüzyılın başına kadar bulaşıcı hastalıklardı. 40’lı yaşlarda ölüyorduk. Veremden, gripten, difteriden, çocuk felcinden ölüyorduk ve sakat kalıyorduk. Ama biz 20. yüzyılın ortalarından itibaren ancak bulaşıcı hastalıklarla baş edebilmeye başladık. Bu sefer de yoksulluk, bu sefer de obezite, diyabet gibi bulaşıcı hastalık zemini hazırlayan başka hastalıklar karşımıza çıktı.”

Birey Olarak Hastalıklardan Nasıl Korunuruz? 

“Birey olarak hastalıklardan korunmak için yapmamız gerekenler neler?” sorumuza Prof. Dr. Esin Şenol önemli sağlık hatırlatmalarında bulunarak yanıt verdi: “Birey olarak yapmamız gereken en önemli şey ise bizi korumayan bu sağlık sisteminde; öncelikle hareketli olmaktan hiç vazgeçmemektir. İnsan türünü gerçekten iyi ve sağlıklı tutan en önemli şeyin egzersiz olduğu artık kanıtlanmış vaziyettedir. Kapalı ya da lüks spor salonlarından bahsetmiyorum. Açık havada yapacağınız 15-20 dakikalık yürüyüş ya da evin içinde bir kanal açıp yapacağınız günlük 15-20 dakikalık hareket çok önemlidir. Hareketli olmanın yanında iyi beslenmek önemlidir. İyi beslenmekten kastım tropikal bitkilerle, organik falan da değil ki zaten organik gıda bir pasarya, bir safsatadır. Çünkü neyin ne kadar katkılı olduğunu ölçemiyoruz. Yani günlük bir bitkisel yani yeşilliğin dahil edildiği, bir tane elmanın, bir tane portakalın yenilmeye çalışılması gibi günlük sebze meyve ihtiyacının ve mümkün olduğu kadar protein ihtiyacını karşılayacak balık, tavuk gibi ki besinlerin yer aldığı bir beslenme düzenimiz olmalıdır. Ben bunların da endüstriyel olanlarını öneriyorum çünkü diğerleri çok daha bulaşık ve kirli. O nedenle endüstriyel ve ucuz bulduklarınızı alın, gerekirse buzluklarınızda depolayın. Yumurtanın çok kaliteli bir gıda olduğunu biliyoruz ve yumurtaya da beslenme listelerinde yer vermeliler. Bunlara dikkat ederek bir beslenme düzeni oluşturmalarını öneriyorum. Ve aşı size önerilen ne aşı varsa yapın. Daha az antibiyotik kullanmaya çalışın. Hastalandığınızda iki, üç gün istirahat edebilmeye dikkat edin. Bol sıvı alarak, el yıkamaya özen göstererek, kapalı ortamlarda çok uzun kalmadan evleri de sürekli havalandırarak hastalıklardan korunmaya çalışabilirler.”

Diğer haberleri de okuyabilirsiniz:

Post-Pandemi Dönemde Bulaşıcı Hastalıklar Toplumu Esir mi Alıyor?

Post-Pandemi Dönemde Bulaşıcı Hastalıklar Toplumu Esir mi Alıyor?

İnsanlığın ‘Hastalıklarla’ İmtihanı: Yeni Bir Salgınlar Çağında mı Yaşıyoruz?

İnsanlığın ‘Hastalıklarla’ İmtihanı: Yeni Bir Salgınlar Çağında mı Yaşıyoruz?

HEYAD: “Çöken Sağlık Sistemi İçinde Hastalanmaya Korkuyoruz!”

HEYAD: “Çöken Sağlık Sistemi İçinde Hastalanmaya Korkuyoruz!”