Trump ile Dünyayı Daha Zor Günler Bekliyor

Siyaset Bilimci Doç. Dr. Yonca Özdemir ile Trump’ın dönüşünü ve bu dönüş ile birlikte Amerika’yı ve dünyayı nelerin beklediğini konuştuk.

ABD’de Kasım ayında yapılan seçimlerde Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump, Demokrat Parti’nin adayı Kamala Harris’e karşı seçimi kazanarak ikinci kez ABD başkanı seçildi. Trump 20 Ocak’ta Biden’den görevi devralacak. ABD, William & Mary Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci Doç. Dr. Yonca Özdemir ile Trump’ın dönüşünü ve bu dönüş ile birlikte Amerika’yı ve dünyayı nelerin beklediğini konuştuk. Doç. Dr. Özdemir, Trump yönetiminde öncelikle Amerikalıları zor günlerin beklediğini ve Trump’ın Amerika’daki vahşi kapitalizmi daha da güçlendirecek politikalar izleyeceğini söyledi. Trump ile birlikte ABD’nin Avrupa Birliği ve Rusya ile ilişkiler açısından Biden dönemine kıyasla ciddi farklılıklar söz konusu olacağını öngördüğünü belirten Doç. Dr. Özdemir, Türkiye ile ilişkilerin ise Erdoğan’ın düşündüğü kadar sorunsuz gitmeyeceğini tahmin ettiğini belirtiyor. 

“Trump, Amerika’daki Vahşi Kapitalizmi Daha da Güçlendirecek”

ABD’de Trump geri döndü. Size göre o “Zaten hiç gitmemişti. O hep orada bir tehdit olarak duruyordu.” Trump’ın kazanmasına şaşırdık mı? Temel esasları ile Biden’in kaybetmesini ve Trump’ın kazanmasını nasıl değerlendirirsiniz?

Hayır, Trump’ın kazanmasına çok şaşırmadık çünkü birçok anket Trump’ın az bir farkla önde olduğunu zaten gösteriyordu. Asıl şaşırtıcı olan, Trump’ın beklenenden çok daha kolay ve büyük bir farkla galip gelmesiydi. Yedi salıncak (değişken) eyaletin tamamını kazanması beklenmiyordu. Büyük bir hata yaparak Biden, sağlık sorunlarına ve düşük performansına rağmen geçtiğimiz temmuz ayına dek yarışta kaldı. Seçimden yalnızca dört ay önce Biden’ın çekilmesi ve Harris’in aday gösterilmesi umutları yükseltti, ancak Demokrat Parti’nin Cumhuriyetçiler karşısında geride olduğu açıktı.

Harris baştan aday gösterilseydi kazanır mıydı? Bence yine hayır. Demokratların seçimi kaybetmesinde üç temel faktör rol oynadı: Demokrat Parti’nin stratejik hataları, ekonomik kriz ve küreselleşme. İlk olarak, Harris seçim kampanyasında kendisini Biden’dan ya da son dört yıldaki Biden politikalarından ayırt edecek bir duruş sergilemedi. Bu durum, Biden yönetiminde ekonomik ve siyasi açıdan sönük geçen dört yılın tüm eleştirilerinin doğrudan hedefi olmasına yol açtı. Harris’in kadın olması sebebiyle de bazı kesimlerden oy alamadığı söyleniyor. 

İkinci ve üçüncü faktörlere gelince, bunlar neoliberalizm ile yakından ilgili. Trump’ın zaferinin en büyük nedenlerinden biri ekonomik sıkıntılar olarak değerlendirilebilir. Hayat pahalılığı ve maaşların yerinde sayması, çalışan kesimlerin maddi yükünü artırdı. 2008 ekonomik krizi Obama’yı iktidara taşımıştı, ancak Obama’nın sosyal politikaları ekonomik sorunları tamamen çözmedi. 2020’deki COVİD krizi ise tüm dünyada enflasyonist etkiler yarattı. Amerikan çalışan nüfusunun bu krizlerden Avrupalılara nazaran daha fazla etkilenmesinin temel nedeni, ABD’de sosyal politikaların yetersizliği ve sendikalaşma oranının daha düşük olması.

Buna bir de küreselleşmenin etkilerini eklemek lazım. İmalat sanayisinin Çin gibi ucuz iş gücü sağlayan ülkelere kayması, fabrikaların kapanıp mavi yakalı işsizlerin artması ve serbest piyasa koşullarında reel ücretlerin yerinde sayması—hatta düşmesi—gibi faktörler de Trump’ın yükselişinde etkili oldu. Nitekim ABD’nin savunduğu ekonomik küreselleşme ve neoliberal kapitalizm, çalışan kesimden çok çok uluslu şirketlerin çıkarlarını gözeten politikalar izlenmesine yol açtı. Bu yeni bir olgu değil, ancak 2020’lere geldiğimizde bu politikaların artık iflas ettiğini ve ABD gibi gelişmiş ülkelerde bile çalışan nüfuslara önemli zararlar verdiğini görüyoruz.

Sonuç olarak, Trump tam da Amerikan rüyasının sona erdiği ve bu sisteme karşı öfkenin büyüdüğü bir dönemde ortaya çıkan bir popülist oldu. Trump’ın milliyetçi ekonomik söylemleri, küreselleşmeden kaybeden kesimler için oldukça cazipti. Buna ek olarak, göçmen karşıtı söylemleri de bu politikaların bir parçası haline getirdi; çünkü ekonomik sıkıntıların faturasını göçmenlere yüklemek, diğer sağ popülist liderler gibi Trump için de etkili bir yöntem oldu.

Trump, 20 Ocak’ta Biden’den görevi devralacak. Trump ile birlikte Amerika’yı ve dünyayı neler bekliyor? ABD’nin, AB, Rusya, Çin ve Türkiye olan ilişkilerinde temel bir değişiklikler olur mu?

Öncelikle Amerikalıları zor günlerin beklediğini belirtmem gerek. Ekonomik sıkıntıların Trump’a zaferi getiren temel sebep olduğunu söylesem de Trump’ın bu koşulları iyileştiremeyeceği oldukça net. Neden? Çünkü Trump’ın ekonomi söylemi her ne kadar dışarıya karşı milliyetçi olsa da ülke içinde yoksul ve çalışan kesimleri koruyacak politikalardan yoksun. Milyarder bir iş insanı olarak Trump, çalışan sınıfların sıkıntılarını anlamak ya da çözmek isteyen bir siyasetçi değil. Aksine, sosyal politikalara karşı olduğu bilinen bir isim. Kabinesine ve bazı kritik kurumlara yaptığı atamalara baktığımızda, Amerika’daki vahşi kapitalizmi daha da güçlendirecek politikalar izleyeceğini söylemek mümkün. Trump, merkezi yönetimi ve federal programları küçültmeyi hedefliyor ve devleti adeta bir şirket gibi yönetmeyi planlıyor. Örneğin, başına Elon Musk’ı atadığı Devlet Verimliliği Bakanlığı vasıtasıyla devleti yarı yarıya küçültmeyi amaçlıyor. Eğitim Bakanlığı’nı tamamen kapatmayı ve sağlık sisteminde yoksullar ve yaşlılar için getirilen bazı sosyal korumaları kaldırmayı planlıyor. Sonuç olarak, şirketlere ve zenginlere vergi indirimleri getirirken yoksul kesimlere tanınan sosyal hakların büyük ölçüde geri çekileceğini görebiliriz.

Avrupa Birliği ve Rusya ile ilişkiler açısından Biden dönemine kıyasla ciddi farklılıklar söz konusu olacaktır. Biden döneminde Avrupa ile ilişkiler, İkinci Dünya Savaşı sonrası geleneksel politikalar doğrultusunda yakın bir iş birliği ile sürdürülüyordu. Ancak Trump’ın Avrupa’ya karşı daha mesafeli duracağını öngörmek zor değil. Trump, Avrupa’yı yükselen gümrük vergileri ve savunma konusunda yalnız bırakma politikaları ile zorlayacaktır. Trump’ın NATO’yu zayıflatacağını da Avrupa’nın kendi savunmasını kendisinin finanse etmesi gerektiğini açıkça dile getirmiş olması sebebiyle biliyoruz. Dolayısıyla Avrupa’yla ilişkiler, Macaristan gibi istisnalar dışında, daha çok gerilecek ve soğuyacaktır.

Aksine Rusya ile ilişkilerin daha iyiye gideceği kanaatindeyim. Biden’ın Rusya’ya uyguladığı yaptırımların gevşetildiğini ve diğer politikaların da yumuşatıldığını göreceğimize inanıyorum. Elbette bu durum, Ukrayna savaşının gidişatına da bağlı.

Çin politikası ise muhtemelen büyük ölçüde değişmeyecektir. Trump’ın Çin’e yönelik söylemleri Biden’a nispeten daha sert olabilir, ancak Biden döneminde de Trump’ın ilk dönemindeki politikalar büyük ölçüde korunmuştu. Hem Trump hem de Biden, Çin’i ABD için en büyük tehdit olarak görmekte. Ancak Trump, gümrük vergilerini daha da artırarak ve ithalat kısıtlamalarını genişleterek Çin’e karşı daha agresif bir tutum sergileyebilir. Bu nedenle Çin ile ilişkilerin daha da gerginleşmesi muhtemel.

Türkiye-ABD ilişkileri açısından, hükümetin beklediği kadar büyük bir değişiklik olmayabilir. Trump, dış politikada kişisel ilişkiler kurmayı tercih eden bir lider. Dışişleri Bakanlığı’nı devre dışı bırakıp kendi gibi otoriter karakterli popülist liderlerle doğrudan ilişki kurmayı sevdiğini biliyoruz. Bu bağlamda, Erdoğan ile Biden’a kıyasla daha fazla iletişim kurması beklenebilir. Zira Biden yönetimi, son dört yılda Türkiye’yi büyük ölçüde dışlamıştı. Ancak bu durum Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin sorunsuz olacağı anlamına kesinlikle gelmiyor. Trump’ın ilk döneminde de Türkiye ile ciddi gerginlikler yaşanmıştı. Trump, dış politikada dengesiz ve öngörülemez bir lider olarak davranmayı ve bu tutumu bir koz olarak kullanmayı seviyor. Dolayısıyla Trump’ın hangi adımı atacağını önceden kestirmek zor. Bu nedenle Türkiye ile ilişkilerin Erdoğan’ın düşündüğü kadar sorunsuz gitmeyeceğini tahmin ediyorum. Ancak Erdoğan şundan emin olabilir: Trump, Türkiye’deki otoriterleşme ve demokratik hak ihlalleri konusunda herhangi bir rahatsızlık duymayacaktır. Peki, Trump Suriye’de Türkiye’nin istediklerini yapmasına izin verecek mi? Ben o konuda da şüpheliyim. 

Üçüncü dünya savaşında değiliz ama bölgesel savaşlar dünyamızı tehdit ediyor. Rusya-Ukrayna, İsrail-Filistin, İsrail-İran ve Suriye’deki son gelişmeler ile birlikte Orta Doğu yangın yeri. Trump ile birlikte bölgesel savaşlarda ABD politikalarında bir değişiklik öngörüyor musunuz?

Trump’ın seçim kampanyasında verdiği vaatlerden biri, seçilmesi halinde 24 saat içinde Rusya-Ukrayna savaşını bitireceğiydi. Trump’ın bu savaşı bu kadar kısa sürede bitirebilmesi tabi imkânsız, ama Trump döneminde bu savaşın çok da fazla sürmeyeceğini düşünüyorum. Neden mi? Çünkü Ukrayna’ya Amerika’nın verdiği destek kesilecek ve bu durumda Ukrayna Rusya’yla masaya oturmaya zorlanacak ve toprakların bir kısmından da vazgeçmek zorunda bırakılacak. Bu da Rusya savaşı galip şekilde bitirecek ve saldırgan davranıp başka bir ülkenin topraklarını ilhak etmiş olacak demek. Bu, uluslararası hukuk açısından tam bir felaket. Üstelik şimdi Trump’ın kendisinin Kanada, Grönland ve Panama üzerinde benzer ilhak istekleri olduğunu duyuyoruz. Görünen o ki, Trump döneminde zorbalıkla toprak kazanma girişimleri daha da normalleşecek. Dolayısıyla Trump’ın iktidarı, dünyanın uluslararası prensiplerin iyice çiğnendiği bir döneme girmesine neden olabilir.

İsrail-Filistin meselesine gelirsek… Bence orada zaten artık maksimum vahşet ve yıkım yaşandı ve daha fazla yıkılacak çok bir şey de kalmadı gibi. Demokratların seçimi kaybetme sebeplerinden biri olarak Biden’ın tüm bu yaptıklarına karşın İsrail’e sürekli arka çıkması da gösteriliyor. Fakat Trump’ın bu konuda daha da ileri gideceğini ve İsrail’in elini tamamen serbest bırakacağını düşünüyorum. Trump’ın Dışişleri Bakanlığı veya Savunma Bakanlığı gibi kritik görevlere yaptığı ya da yapmayı planladığı atamalara baktığımızda, tamamının İsrail yanlısı ve Siyonist görüşlere sahip kişiler olduğunu görüyoruz. Kendisinin Netanyahu ile yakın bir dostluğu olduğu da biliniyor. Bu nedenle Filistin konusunda sadece daha kötü senaryolar bekliyorum. Şu anda Katar’ın aracı olduğu hâlihazıra sonuçlandırılmaya çalışılan bir barış planı var ve muhtemelen Trump başa geldikten az sonra imzalanır. Belki savaş durur ama bu Filistinlilerin çilesi bitti anlamına gelmez tabi ki. Fakat dediğim gibi, zaten orada olacak olanlar oldu, binlerce insan öldü, her yer yıkıldı. Daha kötü ne olabilir derseniz, herhalde Gazze’nin tamamen İsrail kontrolü altına girmesi ve Batı Şeria’da da İsrail’in topraklarını genişletmesi diyebiliriz. 

İsrail ve İran konusuna gelirsek, bence İsrail Trump yönetimindeki Amerika desteği ile İran’ı daha fazla hedef alacaktır. Bu doğrultuda İran’ın daha da zayıflatılması ve hatta rejimin yıkılmasına yönelik politikalar izlenebilir. Zaten şu anda İran’ın gücü Lübnan ve Suriye’de neredeyse tamamen kırılmış durumda. İran’ın Irak’taki etkisi ise halen mevcut, ancak bu gücün de zayıflatılması için yoğun bir çaba gösterileceğini öngörüyorum. Özellikle ABD’nin bu konuda dikkatli ve stratejik davranacağını düşünüyorum. 

Suriye meselesine gelirsek, son gelişmeler yaşanana dek Trump’ın buraya yönelik net bir politikası yoktu. Bölgede, Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) destekleyen yaklaşık 2.000 Amerikan askeri bulunuyor. Bu askerler çekilecek mi? Bence yakın zamanda çekilmeyecek ve ABD’nin PYD/YPG’ye desteği sürecek. Türkiye ise PYD/YPG’yi ulusal güvenliğine bir tehdit olarak görüyor ve etkisiz hale getirilmesini istiyor. Ancak ABD, Kürtleri Suriye’de öncelikli müttefik olarak konumlandırıyor. ABD’nin Türkiye’nin bölgede Kürtler konusunda istediği adımları atmasını engellemeye devam edeceğini düşünüyorum. Bu nedenle Suriye, Türkiye ile ABD arasında bir çekişme konusu olmaya devam edecektir.

Bunların dışında Trump, Ortadoğu’daki çatışmalara doğrudan müdahil olmak istemeyecektir, tabii ki gelişmeler Amerikan çıkarlarına doğrudan bir tehdit oluşturmadığı sürece.

Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinin ardından bir kaos yaşanıyor. Rejimin yönünün nereye evrileceği henüz net değil. Sizce Suriye’de nasıl bir harita ortaya çıkacak?

Evet, Suriye’de kimsenin beklemediği kadar hızlı bir şekilde bir rejim değişikliği gerçekleşti ve bu durumun yarattığı şaşkınlık hala sürüyor. Şu anda iktidarda olan HTŞ’nin tam olarak ne olduğu ve ne yapmak istediği konusunda net bir bilgi yok. Türkiye’nin bu yeni rejim üzerinde önemli bir etkisi olduğu görünüyor, fakat bu etkinin ne kadar kalıcı olacağı belirsiz.  Bölgedeki Suudi Arabistan ve Katar gibi diğer ülkeler de Suriye’nin yeni yönetimi üzerine nüfuz sağlamak için uğraşıyor. Amerika ve Avrupa ülkeleri de hemen yeni yönetimle resmi temaslara geçti. Bir yandan İsrail Suriye’nin toprakların bir kısmını, Golan Tepelerini, işgal etmiş durumda. Dolayısıyla, yeni rejimin tam olarak nasıl şekilleneceği ve hangi ülkenin etkisi altına gireceği belirsizliğini koruyor. HTŞ, eski IŞİD bağlantılı gruplardan oluşan bir yapı; özünde cihatçı gruplardan oluşuyor. Ancak iktidara geldikten sonra hızlı bir dönüşüm geçirerek takım elbiselerle, kravatlarla ve daha ılımlı söylemlerle sahneye çıktılar. Türkiye’nin bu dönüşümde etkisi olduğu sıkça dile getiriliyor ve bu iddia muhtemelen doğru. Ancak bu sürecin ne kadar samimi olduğu konusunda şüpheler var. Kesin olan tek şey, bu yönetimin demokratik olmayacağıdır. Nitekim Al-Şara, en erken seçim tarihinin dört yıl sonra olacağını belirtti. Farklı etnik grupların yönetimde temsil edilmesi yönünde uluslararası baskılar mevcut, ancak bu taleplerin ne ölçüde karşılanacağı henüz bilinmiyor. Bir yandan Alevilere yönelik saldırılar başladı, diğer yandan Dürziler silah bırakmayı reddediyor ve Kürtlerin durumu belirsizliğini koruyor. 

Suriye’nin çeşitli etnik grupların adil şekilde temsil edildiği istikrarlı bir yönetim kurabileceğinden emin değilim. Zira hiçbir demokratik geçmişe sahip olmayan bir ülkeden bahsediyoruz. Üstelik ekonomisi harap durumda. Görünen o ki, bu yeni yönetim altında Suriye, başka ülkelerin etkisinden bağımsız bir şekilde hareket edemeyecek. Bunu başarabilmesi için, üzerinde nüfuz sağlamaya çalışan ülkeler arasında çok akıllıca bir denge kurması gerekiyor. Ancak yeni Suriye liderliğinin bu kapasiteye sahip olup olmadığını henüz bilmiyoruz.

Dolayısıyla Suriye’de ne olacağını öngörmek şu anda oldukça zor. Kesin olan tek şey, bu rejimden demokratik bir yönetim çıkmayacağıdır. Bunun dışında birçok sürpriz yaşanabilir.

Türkiye’de adını çözüm süreci denmese de Kürt sorununu çözümü yönünde bir süreç başlatıldı. MHP lideri Bahçeli’nin çağrısı başlatılan süreç hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu açılımın Orta Doğu ve Suriye’deki son gelişmeler ile bir bağlantısı var mıdır?

Bence bu süreç birkaç ay önce Bahçeli’nin eliyle başlatıldığında Suriye ile doğrudan bir bağlantısı yoktu. Bu daha çok iç siyasi hesaplarla başlatılmış bir hamleydi. Bazı uzmanlar başka türlü düşünüyor, ama ben bu fikrimde ısrarcıyım. Daha açık söylemek gerekirse bu sürecin anayasa değişikliği için gereken DEM Parti desteğini almak amacıyla başlatıldığına inanıyorum. Anayasa değişikliği de Erdoğan’ın tekrar seçilip iktidarını sürdürmesi için gerekli. Suriye’deki gelişmelerin bu hamle yapıldığında henüz öngörülmediğine inanıyorum. Ancak Suriye’de yaşananlar, bu sürece yeni bir boyut kazandırdı ve farklı bir ivme yarattı. Bugün gelinen noktada, bu süreci Suriye’deki gelişmelerden bağımsız düşünmek mümkün değil. Ayrıca, Suriye’deki gelişmelerin Erdoğan ve AKP’nin Türkiye’deki halk desteğini artırmış göründüğünü de belirtmek gerekiyor. Bu ne anlama geliyor? Popülaritesini kaybetmekte olan bir hükümet, siyasi risk alarak Kürt sorununun çözüm sürecini başlatmıştı. Şimdi ise halk desteği yeniden artan bir hükümet, bu süreci daha güçlü bir şekilde yürütme imkânı bulmuş olabilir. Ancak, bu sürecin nasıl sonuçlanacağını ve başarılı olup olmayacağını şimdiden söylemek zor. Önceki çözüm süreçleri düşünüldüğünde, çok farklı sonuçlar doğurmaması muhtemel. Çünkü Türkiye’de hâlâ demokrasi yok, hatta 2010’lu yıllara kıyasla daha da otoriter bir yapı söz konusu. Demokratik olmayan bir rejimden, demokratik bir adım beklemek bana gerçekçi gelmiyor. 

Bu süreçten olumlu bir sonuç çıkması hem Türkiye’nin iç barışı hem de bölgesel barış açısından önemli bir kazanım olurdu. Ancak mevcut koşullar nedeniyle fazla ümitli olamıyorum, özellikle de onlarca gazeteci ve Osman Kavala, Can Atalay ve Selahattin Demirtaş gibi kişiler hala hapisteyken. Kanımca, Türkiye’de genel bir demokratikleşme olmadığı ve Kürt sorunu çözümü bunun bir parçası olarak ele alınmadığı sürece, bu tür adımlar her zaman iktidarın gücünü korumak için başlattığı ve her an geri çekebileceği siyasi manevralar olmaya mahkumdur. Tabi umarım yanılırım!

Bu yazıları da okuyabilirsiniz:

Fiili Oligarşi, Toplumsal Hareketlilik ve Trump’ın Gölgesi: ABD’de Neler Oluyor?

Fiili Oligarşi, Toplumsal Hareketlilik ve Trump’ın Gölgesi: ABD’de Neler Oluyor?

Toplama Kampı, İç Savaş ve Göçmen Düşmanlığı: Trump, ABD’yi Nereye Sürüklüyor?

Toplama Kampı, İç Savaş ve Göçmen Düşmanlığı: Trump, ABD’yi Nereye Sürüklüyor?

Trump’ın Zaferi ve “Küreselleşme”nin Sonu

Trump’ın Zaferi ve “Küreselleşme”nin Sonu

HTŞ, ‘Şara’laşan Colani ve Post-Esad Dönem: “İdlib Deneyimi ve İp Üzerinde Yürümek

HTŞ, ‘Şara’laşan Colani ve Post-Esad Dönem: “İdlib Deneyimi ve İp Üzerinde Yürümek”

Demokratik ve İlerici Suriye’nin Önündeki Tehditler

Demokratik ve İlerici Suriye’nin Önündeki Tehditler