HTŞ, ‘Şara’laşan Colani ve Post-Esad Dönem: “İdlib Deneyimi ve İp Üzerinde Yürümek”

Suriye’de Esad iktidarının devrilmesinin üzerinden kısa bir zaman geçti.

Bu kısa zamanda, Suriye’nin ve bölgenin geleceğine ilişkin birçok yorum ortaya konarken, Esad’ın Rusya’da olduğunun anlaşılmasının ardından gözler Suriye’deki gelişmelere ve iktidarı ele geçiren Heyet Tahrir-uş Şam yani Şam Kurtuluş Heyeti’ne çevrildi. 

Her ne kadar yeni bir “oluşum” olmasa da şimdiki ismi HTŞ olarak kısaltılan örgüt, aslında 2016 yılında Amerikan haber kanalı CNN International ekranlarında boy göstermişti. O sırada örgütün adı El Nusra’ydı ve isimlerini de Fetih el-Şam Cephesi diye güncellemişlerdi. Değişikliği, örgütün o dönemki örgüt liderlerinden Mustafa Muhammed açıklıyordu. 

Kökenleri El Nusra ve El Kaide’ye kadar uzanan, bölgede önce bir emperyalist fikir sonra da cihadist olgu olarak ortaya çıkmasının 2016’nın çok öncesine kadar götürülebileceği bilinen, aslında homojen gerici ve işbirlikçi olmakla birlikte, sadece cihatçılıkla sınırlandırılamayacak ölçekte ve “ABD-İsrail-Suudi Arabistan” şeytan üçgenine eklemlenen, Türkiye’nin de muntazam katkısıyla birlikte emperyalist güçlerin Ortadoğu stratejisi içerisinde rol kapan ve Suriye’de yönetici güç olarak sivrilen HTŞ, şimdilerde El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi’nin kurucularından olan HTŞ lideri Colani ya da güncellenen ismiyle Ahmed eş Şara tarafından sevk ve idare ediliyor. 

HTŞ’nin ‘İdlib’ Deneyimi: Esad Sonrası Dönemde Ne Yapacaklar?

Öte yandan Esad sonrasındaki dönem için HTŞ yönetiminin ne yapacağı da merak konusu olmayı sürdürüyor. Her ne kadar bir “rejim biçimi” olarak HTŞ’nin, iktidara tutunmak adına dayandığı ve kendisini meşrulaştıran güçler olsa da, Colani rejiminin de kendi başına nasıl hareket edeceği ve edebilme becerisi sorgulanıyor. HTŞ’nin kısa süre içerisinde Şam’a girmesi ve daha öncesince bir siyasal tecrübe olarak İdlib kırsalından çıkardığı derslerle artık Suriye’nin tamamını yönetmeye talip olduğu da kimi çevrelerde tartışılanlar arasında yer alıyor. 

1.Trump döneminin Suriye Özel Temsilcisi ve ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’in 2021 yılında HTŞ için “İdlib’deki çeşitli seçenekler arasında en az kötü seçenek onlar” ifadesini kullandığı da hatırlanacaklar arasına alınırsa, İdlib deneyiminin Colani ve temsil ettikleri için önemli bir uğrak olduğu da anlaşılacaktır. 

Ek olarak, El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra’nın devamcısı olan HTŞ’nin lideri Şara (eski adıyla Colani), ülkede yer alan azınlıklara zarar verilmeyeceği mesajı veriyor. “Koşullarımız çok farklı, Afganistan olmayız” diye konuşan, önceki günlerde,  Kürt güçlerin liderliğini yaptığı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) temsilcileriyle olumlu bir görüşme yaptığı belirtilen Şara, ayrıca farklı mezheplerden Hıristiyan din adamlarıyla da bir araya geldi. Ancak hatırlanacak olursa, ülkenin kuzeyinde bir Alevi türbesine düzenlenen saldırının görüntülerinin ortaya çıkmasının ardından binlerce Suriyeli protesto gösterileri düzenlemişti. Hama’da da Noel ağacının cihatçı gruplarca yakılması sonrası yüzlerce kişi, başkent Şam’ın farklı mahallelerinde yürüyüşler düzenlemişti.

Bu gelişmeler, HTŞ liderliğinin “yeni” dönem politikaları için tezatlık içeren örneklerdendi.

İktidarı ‘İttifakla’ Tutmak: Hannei ve Roy’un İdlib Raporunda Neler Var?

Tüm bunlarla birlikte, Suriye’nin İdlib bölgesinde saha araştırması yapan Patrick Haenni ve Olivier Roy tarafından yayımlanan “2017-2024 yılları arasında İdlib bölgesinde HTŞ’nin dini hukuk ve polis yönetimi” başlıklı rapor, Suriye’deki yeni yönetimin İdlib bölgesindeki deneyimine ilişkin önemli ipuçlarıyla öne çıkıyor.

Bilindiği üzere, HTŞ, son beş yıldır Suriye’nin kuzeybatı bölgesinde, çoğunlukla yerinden edilmiş yaklaşık 4 milyon Suriyelinin yaşadığı İdlib’i fiilen yönetiyordu.

Ayrıca Colani liderliğindeki HTŞ’nin, bunu büyük ölçüde bölgede askerleri olan, yerinden edilmiş Suriyelilere insani yardımlar gönderen Türkiye’nin desteğine borçlu olduğunu da not etmek gerekiyor.

Cihatçı yönetimin, kendi eğilimlerini terk etmese de bunu inceltip “ortaklıklar ve ittifaklar” peşinde yeni araçlar aradığının altını çizen yazarlar, HTŞ için iktidarda kalmanın bir formülasyonu olarak, işbirliklerinin kritik olduğunu, HTŞ’nin yönetim kadrosunun bunu İdlib örneğinde ortaya koyduğunu, halka “sadece sopa gösteren” bir tarzla yol alamayacaklarını fark ettiklerini belirtirken, bir uyum ve denge stratejisi planlandığını söylüyor.

“Denge, Diyalog ve Denklem…”

Rapor, HTŞ lideri Colani’nin (Ahmet el Şara) İdlib’de izlediği 8 senelik yönetim politikasını masaya yatırıyor. Raporda yer alan çıkarımlara göre, 2017’den sonra Colani, selefi din adamlarından gelen karşı baskılara rağmen yerel kurum ve yapılanmalara daha fazla yetki devrediyor ve üniversitelerde cinsiyet ayrımını kaldırıyor. Bununla birlikte, din adamlarının önerdiği bazı şeriat temelli cezaları uygulamaktan da kaçınan Colani, “yumuşak ve inceltilmiş” bir geçiş modeli benimserken, sadece diğer siyasi gruplara el uzatmakla kalmayıp Suriye’nin birden çok etnik köken içeren ve çok dinli bir toplum olduğunu da benimsiyor.

Bunlara ek olarak, HTŞ için iktidarı tutmanın merkezinde, “ittifaklar” politikasının örülmesinin yanı sıra emperyalist merkezler ile bölge hamiliğine soyunan güçlerle diyalog içerisinde kalmak ve kamuoyunda meşruiyet kazanma ihtiyacı olduğu kadar; Suriye sermayesinin ve Suriye topraklarına üşüşen diğer sermaye temsilcilerinin “güvenini kazanmak” da başat bir rol oynuyor.

HTŞ’nin iktidar yolculuğunda “denge, diyalog ve denklemler” öne çıkıyor.

Kafa Karıştıran Soru: “Yönetmek İçin mi, Devirmek İçin mi Yetiştirildiler?”

Hem yerel ve ulusal hem de uluslararası kamuoyunda ve bu konuda tam bir uzlaşının olup olmadığından bağımsız olarak, Colani’nin göstermeye çalıştığı bu esnemenin bir yönetim stratejisi mi yoksa gerçek bir nitelik mi olduğu ise kimi kesimlerce tartışılıyor. Bu durum, HTŞ’nin “samimiyet testine” tabi olacağını gösteriyor.

Kısa bir zaman öncesinde çıkan başka bir çalışmada,  HTŞ liderleriyle görüşmeler yürüten analist Jerome Drevon, İdlib ile ilgili izlenimlerini Deutsche Welle (DW) ile paylaşmış ve HTŞ’nin son yıllarda dini azınlıklara açılmaya başladığına dikkat çekmişti. HTŞ’nin bu amaç doğrultusunda, Türkiye ve Irak ile stratejik ilişkilerini geliştirme niyetini beyan ettiğine de dikkat çekmeyi ihmal etmeyen Drevon, “Hatta Ruslarla da ilişki kurabileceklerini söyleyen bir bildirileri bile vardı” diye eklemişti. 

Drevon, 2011 yılındaki kuruluşunda HTŞ, cihatçı El Kaide militanları ile bağlantılıydı. Ancak HTŞ daha sonra “küresel halifelik” iddiasından vazgeçtiğini açıkladı. Kimi uzmanlar bu nedenle İslamcı bir yapıya sahip olmak ve Suriye’de bir “İslam Cumhuriyeti” kurmayı hedeflemekle birlikte artık HTŞ’nin cihatçı bir yapı olarak tanımlanamayacağını savunuyor” sözlerini sarfetmişti.

Siyasal İslam’ın Klasiği Vurgusu: HTŞ, İdeolojik Esneme Yolunu mu Seçiyor?

Yine de bu durum, kendisini özellikle Batılı ülkelerde “mesafeli bir iyimserlik” ile gösterirken, Haenni ve Roy’un raporunda dikkat çeken nokta, İdlib’te yaşayan halk ile cihatçı ve paramiliter örgütün, selefi doktrini arasında bir gerilim olduğu yönünde. 

Yine raporda, 2023 yılında çıkarılan “Genel Ahlak Yasası” örnek olarak işaret edilirken, İdlib’te tabanı da olan daha muhafazakar bir kesimin baskısı sonucunda çıkan bu yasanın çok eleştirildiği de sonuçlar arasında yer alıyor. Öte yandan muhafazakar kesimin rahatsız olduğu temel hususun, günbegün arttığı öne sürülen “açıklık” ile “kadın ve erkeklerin AVM’lerde bir arada bulunması” olarak not ediliyor.

Raporda, ifade edildiği haliyle, HTŞ hareketi içerisinde ve dışarısında tanımlanan din adamları ile liderlik arasında yaklaşım farklılıkları da bulunuyor. Rapor, dini bakış açılarını önceleyen ve bu şekilde motive olan din adamlarıyla, aldıkları ya da alacakları kararları siyasi pozisyonlara göre belirleyen bunları gözeten liderlik arasındaki çekişmenin Siyasal İslam’ın klasikleşmiş bir özelliği olduğunu savunuyor.

Öte yandan raporda geçen ifadeleriyle, hem 4 Mart 2020 tarihindeki ateşkes ve ardındaki savaş durumu hem de pandemi sonrası dönemde, İdlib’te kademeli olarak ortaya çıktığı öne sürülen “kamusal alan” ve utangaç bir eğlence kültürünün doğmasına verilen izin de İdlib deneyiminin uğrak noktaları arasında yer alıyor. Bu dönemde İdlib’te yaklaşık 29 alışveriş merkezi açılırken  azımsanmayacak sayıda popüler ve küresel ortamdan etkilendiği belirtilen restoran ve kafeterya da ortaya çıkıyor. İlave olarak, İdlib Üniversitesi’ndeki 25 bin öğrenci arasında kadınların çoğunlukta olduğu da not edilenler arasında yer alıyor.

Bunlarla birlikte, ortaya konan rapor, iki kamusal alanın mevcut olmasının bir çelişki doğurduğunu da işaret ediyor. Biri, savaş zamanı muhafazakarlığı ile tanımlanan daha siyasi, dini ve medya alanlarında kuralcı pozisyonları tarif ederken; diğeriyse tüketim ve boş zamanın öne çıktığı, apolitik bir kamusal alana işaret ediyor. HTŞ liderliğinin niyetinin ise bu “kutuplaşan ve uçları sivrilen” kamusal alanı yönetme ve dengelemeye çalışmak. Rapor, HTŞ’nin İslami normlara uygunluk ile küreselleşme ve piyasanın tüketim gibi büyük trendlerine uyum arasında bir denge noktası aradığını ve buna belli ölçülerde katkıda bulunduğunu öne sürüyor.

HTŞ’nin Sınırlandırılmış Yasakları: Selefi Popülizmi mi?

Devam verilecek olursa, HTŞ liderliği kadın ve erkeklerin birlikte bulunmasını tamamen yasaklamıyor olsa da bunu sınırlandırma yoluna gidiyor. İşyerlerinde yasaklanan kimi kalıplar, kamusal alanda daha serbest durumda. Ya da müzik tamamen yasaklamıyor olsa da İslam’a ve geleneklere uygunluğu da gözeten bir şekilde yeniden üretiliyor. Bu kurallar, namaz sırasında dükkanların sistematik olarak kapatılmasını zorunlu kılmıyor fakat sadece Cuma namazı sırasında bu kural mecburi olarak uygulatılıyor. Aslında rapordan anlaşılacağı üzere,  HTŞ liderliği dini ve klerikal tepkilerden çok, siyasi ve pragmatik bir pozisyon almaya çalışıyor. 

Ancak bunun, HTŞ’nin öz niteliğini ve ideolojik motiflerini yitirdiğine ya da dağılma emaresi gösterdiğine ilişkin bir dürtüyü beslediği iddiasını öne sürmek ise zorlama olmayı sürdürüyor.

Bunların yanı sıra HTŞ, rapora göre, Taliban’ın uygulamalarının aksini ortaya koyan siyasi ve taktiksel bir duruş sergiliyor. Taliban örneğinde görüldüğü üzere, kendisini yukarıdan dayatmıyor, ideolojik aklını direkt olarak zerk etmiyor ancak kutuplaşmış bir toplumu yönetmeye çabalayarak bir dengelemeye gitmeye çalışıyor. Hareketin liderliği, pratiklerinde siyasetin önceliğini ortaya koyuyor. HTŞ, bir denge politikası yürütmeye çalışırken, bölgesel ve ulusal dinamikleri de kendince manipüle etmeye çalışıyor.   

Raporun yazarları Haenni ve Roy, HTŞ’nin siyasi kimliğinin temeli olan İslam’ı savunma arzusuyla hareket ettiğini vurgularken, örgütün dini taleplere kayıtsız kalamadıklarını da ifade ediyor. Haenni ve Roy, cihatçı paramiliter örgütün, siyasi olarak sıkıştıklarında yani din ile politika arasında baskılandıklarında, yanıtlarının genel olarak, dini referans noktalarını sorgulatmadan, söz konusu ilkenin uygulanmasını ertelemek, görmezden gelmek veya dondurmak olarak somutlandığını ileri sürüyor.

Sonuç olarak, yazarlar HTŞ’nin, popülist taleplerle karşılaştığında klasik davranma eğilimleri göstereceklerini ancak henüz eski Selefi cihatçı radikalizmini aşamamış olan HTŞ gibi bir hareket için bu popülist akımın yükselişinin yeni zorluklar doğuracağını aktarıyor.

Son Gelişmeler Ne Anlatıyor?

Öte yandan son gelişmelerde, iktidardaki HTŞ’nin yeni atanmışlarının, İsrail’in Suriye topraklarını işgal etmesi ya da altyapıyı bombalamasına çok büyük tepki vermediği ve HTŞ’nin Şam Valisi Mahir Mervan’ın, ABD radyosuna konuşarak “İsrail ile daha iyi ilişki kurmamızı kolaylaştırın” mesajı verdiği de not edilenler arasında yer alıyor. Bunun yanı sıra uluslararası denge politikası gözeten güçlerin, Suriye’de iktidarı ele geçiren Heyet Tahrir’uş Şam (HTŞ) tarafından oluşturulan geçici hükümetin düzenlenmesi beklenen “Ulusal Diyalog Konferansı”nın ancak Ocak ortasında ya da sonunda başlayacağı da belirtiliyor. Bu durum, İdlib raporunu kaleme alan yazarların yeni bir statü kazanmaya çabalayan HTŞ güçleri için öne sürdüklerinin bir karşılığı olduğunu da göstermekte.

Raporun Yazarlarından Olivier Roy Daha Önce Ne Demişti?

Hem son hem de ek bir bilgi olarak, “Siyasal İslam” üzerine farklı çalışmalar yapmış,“2017-2024 yılları arasında İdlib bölgesinde HTŞ’nin dini hukuk ve polis yönetimi” başlıklı çalışmayı hazırlayanlardan biri olan ve “Siyasal İslamın İflası” kitabı 2020’de Türkçeleştirilen, araştırmacı Olivier Roy’un, kitabının hemen başında yazdığı girişten öne çıkan bir pasajı da hatırlatmayı önemli buluyorum:

“Yüzyılımızın sonu, Batı kamuoyuna ‘İslami tehdit’ dönemiymiş gibi görünüyor. İslam’ın siyaset sahnesine yaptığı baskın, çoğu kez bir geriye dönüş, bir arkaizm olarak algılanıyor: 20. yüzyılın göbeğinde Ortaçağ’a nasıl geri dönülebilir? Her yerde, camilerden ve köylerden çıkan sakallı mollaların, modernliğin Babil Kuleleri’ne saldırarak, akıl dışı, şiddet yanlısı ve gerici bir dünya kurdukları görülür gibi oluyor. Halbuki tarihimiz bize, barbarlığın tam da kentlerin bağrında bulunduğunu ve asla geçmişte var olanlara geri dönüş anlamına gelmediğini öğretti. Modernlik çağında ve modernliğin ardından geri gelen Ortaçağ değildir. Modernlik, kendi muhalif biçimlerini üretmektedir”

 

🔗 Bu haberleri de okuyabilirsiniz:

Geriye Göç, Ekonomi ve Daha Fazlası: “Yeni Suriye”, Türkiye’yi Nasıl Etkileyecek?

Geriye Göç, Ekonomi ve Daha Fazlası: “Yeni Suriye”, Türkiye’yi Nasıl Etkileyecek?

Siz Olsanız Suriye’ye Dönmek İster misiniz?

Siz Olsanız Suriye’ye Dönmek İster misiniz?

 

Suriye Kırılması: Kimler Kazandı Kimler Kaybetti?

Suriye Kırılması: Kimler Kazandı Kimler Kaybetti?