Beşar Esad rejiminin devrilmesi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da 2011 yılında başlayan devrimci süreçler devamlılığının bir parçasıdır. 1970’ten bu yana iktidarda olan Esad ailesi rejiminin devrilmesi, 2011 Mart ayında yaşanan halk ayaklanmasından bu yana verilen mücadelelerin birikimidir. Kasım 2024’te başlayan, silahlı muhalif grupların öncülüğündeki askeri saldırı ise, birkaç hafta sonra aralık ayında son darbeyi indirmiştir.
Suriye’nin geleceği ve özellikle de demokratik bir toplumun kurulmasına yönelik temel tehditlerin neler olduğu konusunda birçok soru gündeme gelmektedir. Bazı liberal ve demokrat yorumcular, entelektüeller ve aktivistler, bugün ülkeye yönelik başlıca tehdit olarak, başta güvenlik sektörü ve ordu olmak üzere eski rejimin “feloul” veya kalıntılarına odaklanmış durumdalar. Sosyal ağlarda, Sisi’nin Temmuz 2013’te Müslüman Kardeşler üyesi Cumhurbaşkanı Mursi’ye karşı gerçekleştirdiği darbeyle ilgili bir Mısır senaryosundan sık sık söz ediliyor.
Öte yandan, HTŞ liderliğindeki mevcut yönetime karşı görece eleştirel olmayan veya ciddi anlamda eleştiriler yöneltmeyen bazı yorumcular ve demokratlar da mevcut. Genel anlamda bu Selefi gruba geçiş aşamasını yönetme konusunda güven sergiliyorlar.
Bu makale, Suriye’nin, ülkede yaşayan herkes açısından sosyal adalet ve eşitlik anlamına gelen demokratik geleceğine yönelik ana tehditlerin neler olduğunu incelemeyi amaçlıyor. İlkin eski rejimin kalıntılarının temsil ettiği tehdidi analiz edip, ardından HTŞ’nin yeni Suriye üzerinden iktidarını pekiştirme politikasını inceleyeceğiz.
Esad Rejiminin Doğası Neydi?
Öncelikle, eski rejimin doğasının ne olduğunu analiz etmek önemli. Esad ailesi Suriye’de despotik ve patrimonyal bir rejim kurdu. Bu despotik ve patrimonyal rejim, birbirlerine aile, aşiret, mezhep ve Beşar Esad ile ailesinin liderliğindeki Cumhurbaşkanlığı Sarayı tarafından sembolize edilen kayırmacılık bağlarıyla bağlı olan küçük bir bireyler grubunun devlet üzerindeki mülkiyeti yoluyla işleyen mutlak anlamda otokratik ve kalıtsal bir iktidardı. Silahlı kuvvetler, ekonomik araçlar ve yönetim araçlarında olduğu gibi, Mahir Esad liderliğindeki Dördüncü Tugay tarafından temsil edilen praetorian muhafızların (yani bağlılıkları devlete değil yöneticilere olan bir gücün) hakimiyeti altındaydı. Suriye rejimi, tamamen Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na (Beşar Esad, Esma Esad ve Mahir Esad) bağımlı olan, kayda değer servetler biriktirmek için Saray güçleri tarafından güvence altına alınan hâkim pozisyonlarını sömüren küçük bir grup iş insanının egemen olduğu bir tür ahbap kapitalizmi geliştirdi. Ekonominin rantçı yapısı da devletin patrimonyal yapısını güçlendirdi. Başka bir deyişle, Suriye rejimi içindeki (siyasal, askeri ve ekonomik) iktidar merkezleri, Muammer Kaddafi yönetimindeki Libya, Irak’taki Saddam Hüseyin veya Körfez Monarşilerine benzer şekilde tek bir aile, Esad ailesi ve onun kliğinde yoğunlaşmıştı. Bu durum rejimi egemenliğini korumak için elindeki tüm şiddet imkanlarını kullanmaya itiyordu.
Modern patrimonyal devletin kuruluşu, Hafız Esad’ın 1970 yılında iktidara gelmesiyle başladı. Esad, gayri resmi iktidar ve himaye ağları üzerinden yönetilen mezhepçilik, bölgecilik, aşiretçilik ve kayırmacılık gibi çeşitli yollarla iktidarı güvence altına alabileceği bir devleti sabırla inşa etti. Bunu da her türlü muhalefete karşı sert bir baskı uygulayarak gerçekleştirdi. Bu araçlar, rejimin farklı etnik kökenlere ve dini mezheplere mensup grupları entegre etmesine, güçlendirmesine veya zayıflatmasına imkân sağladı. Bu durum, devlet veya Baas yetkilileri, istihbarat görevlileri ve yerel toplumun belirli yerel bölgeleri idare eden (din adamları, aşiret üyeleri, iş insanları gibi) önde gelen üyeleri dahil, rejime itaat eden çeşitli aktörlerin iş birliği ile yerel düzeye tercüme edildi. Hafız Esad, 1960’lardaki radikal politikaların aksine, ekonomik liberalleşmenin ilk adımlarının da önünü açtı.
Beşar Esad’ın 2000 yılında iktidara gelmesi, ahbap-çavuş kapitalistlerinin ağırlığının özel bir biçimde artmasıyla birlikte devletin patrimonyal doğasını da önemli ölçüde güçlendirdi. Rejimin yükselişe geçen neoliberal politikaları, rejimin köylülerden, hükümet çalışanlarından ve burjuvazinin bazı kesimlerinden oluşan toplumsal tabanının giderek, merkezinde yandaş kapitalistlerin- (Esad’ın annesinin ailesi olan Makhlouf ailesi liderliğindeki) rant peşinde koşan bir politika simsarları, rejim yandaşı burjuvazi ve üst orta sınıflardan oluşan bir ittifakın- bulunduğu bir rejim koalisyonuna doğru evrildi. Bu kaymaya, işçilerin ve köylülerin geleneksel korporatist örgütlerinin ve bunların himaye ağlarının güçsüzleştirilmesi ve yerlerine sermaye gruplarının ve üst orta sınıfların geçirilmesi eşlik etti. Ancak bu durum, rejimin önceki destek tabanını dengeleyip telafi etmedi. Daha genel anlamda, devletin güçlenen patrimonyal yapısı ve Baas partisi aygıtının ve korporatist örgütlerin zayıflaması, klientelist, aşirete ve mezhebe dayalı bağlantıları daha da önemli ve topluma yansır hale getirdi.
2011’deki ayaklanmanın ardından, rejimin baskıları ve politikaları büyük ölçüde eski ve yeni ana destek tabanına dayanıyordu: ahbap kapitalistler, güvenlik güçleri ve devlete bağlı yüksek dini kurumlar. Aynı zamanda, popüler düzeyinde harekete geçebilmek için de mezhepçi, kayırmacı ve kabileci bağlantıları aracılığıyla patronaj ağlarından yararlandı. Rejimin derinleşen Alevi mezhepçi ve kayırmacı yönü savaş sayesinde büyük kopmalara yol açmazken, patronaj bağlantıları farklı toplumsal grupların çıkarlarını rejime bağlamaya devam etti.
Rejimin popüler tabanı, devletin doğasını ve iktidar elitinin toplumun geri kalanıyla, daha doğrusu bu örnekte kendi popüler tabanıyla inşa edilmiş ve geniş bir sivil toplum aracılığıyla değil de modern ve arkaik toplumsal ilişki biçimlerinin bir karışımı yoluyla nasıl ilişki kurduğunu gösteriyor. Rejim esasen baskıcı eylemleri ve korku salmayı içeren zorbaca güçlere dayanmak zorundaydı ama dayanakları yalnızca bunlardan ibaret değildi. Rejim, gerçekte varoşları sık sık isyanların yuvası haline gelse de Şam ve Halep gibi iki ana şehirdeki kentli hükümet çalışanlarının geniş kesimlerinin ve daha genel anlamda da orta sınıf tabakaların pasifliğine veya en azından aktif olmayan muhalefetine yaslanabiliyordu. Bunlar rejim tarafından dayatılan pasif hegemonyanın bir parçasıydı.
Dahası bu durum, rejimin popüler kitlesinin, bunlar baskın durumda olsa da Alevi ve/veya dini azınlık nüfuslardan gelen kesim ve gruplarla sınırlı olmadığını, rejime destek beyan eden çeşitli mezhep ve etnik kökenlerden gelen kişiler ve grupları da kapsadığını gösteriyordu. Daha genel olarak, rejimin mezhepsel, aşiretsel ve kayırmacı bağlantılar aracılığıyla harekete geçirilen popüler tabanının önemli bir kesimi, giderek rejimsel baskıların aracıları olarak da hareket ediyorlardı.
Bu dayanıklılığın, rejimin yabancı devletlere ve aktörlere olan bağımlılığını önemli ölçüde artırmanın yanı sıra bir bedeli de vardı. Rejimin var olan özellikleri ve eğilimleri güçlendi. Suriye burjuvazisinin geniş kesimleri, rejime verdikleri siyasal ve mali desteği kitlesel anlamda geri çekerek ülkeyi terk ederken, küçük bir ahbap kapitalistler grubu güçlerini önemli ölçüde artırdı. Bu durum, rejimi, ülkede kalmaya devam eden iş sahipleri sınıfından giderek artan şekilde ihtiyaç duyulan gelirleri elde ederken daha da yağmacı tavırlar benimsemeye zorladı. Ayrıca, rejimin kayırmacı, mezhepçi ve aşiretçi özellikleri de pekiştirildi. Rejimin mezhepçi Alevi kimliği, özellikle ordu gibi kilit kurumlarda ve daha sınırlı ölçüde devlet idarelerinde güçlendirildi. Ancak aynı zamanda Alevi nüfusu arasında son birkaç yıldır toplumun sürekli yoksullaşması ve rejim milislerinin kendilerine karşı uyguladığı baskılar nedeniyle hayal kırıklıkları da artıyordu.
Daha genel anlamda, bazı kurumların, özellikle de silahlı baskı aygıtının Alevileştirilmesine rağmen, rejimi sadece Alevilikten ibaret görmek, iktidar dinamiklerini ve yönetme sistemini kavramaktan uzaktır. Üstelik rejim bir bütün olarak Alevi nüfusunun siyasal ve sosyo-ekonomik çıkarlarına da hizmet etmiyordu, bunun tam tersi geçerliydi. Orduda ve diğer milislerde artan sayıdaki ölümler ciddi ölçüde Alevilerden oluşuyordu; güvensizlik ve artan ekonomik zorluklar aslında Alevi nüfusu arasında da gerilimler yarattı ve rejimin memurlarına karşı düşmanlığı körükledi.
Rejimin çöküşü askeri, ekonomik ve politik anlamda yapısal zayıflığını kanıtladı. Kâğıttan bir kale gibi çöktü. Bu pek de şaşırtıcı değil çünkü askerlerin düşük maaşları ve çalışma koşulları göz önüne alındığında Esad rejimi için savaşmayacakları açıkça görülüyordu. Pek az sempati duydukları bir rejimi savunmak yerine kaçmayı ya da savaşmamayı tercih ettiler, özellikle de çoğu zaten zorla askere alınmıştı.
Rejimin yabancı müttefiklerine olan bağımlılığı da hayatta kalması açısından yaşamsal bir önem taşıyor ve zayıflığını gösteriyordu. Esad’ın başlıca uluslararası destekçisi olan Rusya, güçlerini ve kaynaklarını Ukrayna’ya karşı yürüttüğü emperyalist savaşa yönlendirdi. Sonuç olarak, Suriye’deki müdahalesi önceki yıllardaki benzer askeri operasyonlara göre çok daha sınırlı kaldı. Diğer iki önemli müttefiki olan Lübnan’daki Hizbullah ve İran ise 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail tarafından önemli ölçüde zayıflatılmıştı. Tel Aviv, aralarında Hasan Nasrallah’ın da bulunduğu Hizbullah liderlerine suikastlar düzenledi, çağrı cihazı saldırılarıyla kadrosunu yok etti ve Lübnan’daki güçlerini bombaladı. Hizbullah kesinlikle kuruluşundan bu yana yaşadığı en büyük zorlukla karşı karşıya. İsrail ayrıca İran’a yönelik saldırı dalgaları başlatarak İran’ın zayıf noktalarını ortaya çıkardı. Ayrıca son aylarda Suriye’deki İran ve Hizbullah mevzilerine yönelik bombalamaları da artırdı.
Başlıca destekçilerinin meşgul ve zayıflamış olması nedeniyle Esad diktatörlüğü de savunmasız bir durumdaydı. Tüm yapısal zayıflıkları, yönettiği halkın desteğinin olmaması, birliklerinin güvenilmezliği ve uluslararası ve bölgesel destekten yoksun olması nedeniyle, isyancı güçlerin şehir şehir ilerlemesine karşı koyamadığı ortaya çıktı ve bunlar üzerindeki hakimiyeti kâğıttan bir kale gibi çöktü.
Bu bağlamda, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın siyasal anlamda ölmüş olduğunu söyleyebiliriz. Esad ailesi ülkeyi terk etti, Mahir Esad liderliğindeki dördüncü tugay artık organize bir askeri birlik olarak mevcut değil ve başlıca iktidar ağlarından geriye kalanlar da bunlar ister yandaş kapitalistler, dinsel, aşiretsel dayanaklar olsun, önemsiz hale gelerek hiçbir güce sahip olmayan az sayıdaki bireye indirgendi. Bu arada, bazı aşiret reisleri, dini liderler ve ekonomik çevreler de yeni Suriye bayrağını benimsemeleriyle sembolize olan biçimde, yeni iktidar makamlarına olan bağlılıklarını sergilemeye başladılar.
Eski Rejimin Geri Dönüşü mü?
Bu perspektiften bakıldığında, Mısır darbe modelinin Suriye’de bir potansiyeli bulunmakta mıdır? Eski rejim ve onun kalıntıları Suriye’ye yönelik asıl tehdidi mi oluşturuyor? Bunun sorunlu bir analiz olduğuna inanıyorum. Birbiriyle bağlantılı iki ana neden var: Rejimin doğasının farklılığı ve tehdidin bireylere indirgenemez iktidar yapılarıyla ilişkili olması.
Suriye’nin aksine, diktatör Hüsnü Mübarek’in devrilmesi Mısır rejiminin sonu anlamına gelmedi. Mısır örneğinde, siyasal sistem bir neo-patrimonyalizm formuna daha yakındı. Nepotizm ve kayırmacılık, Mısır rejiminde Mübarek ailesi aracılığıyla var olmuştu ve bugün de Sisi’nin başında olduğu mevcut rejimde devam ediyor. Başka bir deyişle, yöneticilerin değiştirilebilir olmasına rağmen devletin yöneticilerden az çok özerk olduğu, kurumsallaşmış otoriter bir cumhuriyetçi sistem. Aslında, Mısır devletinde, silahlı kuvvetler siyasal yönetimin ve iktidarın merkezi kurumunu oluşturur. Hiçbir aile, Esad ailesi yönetimindeki Suriye rejiminde olduğu gibi, üyelerinin her istediğini yapacak derecede devletin sahibi değildir. Mısır devleti, bunun yerine, askeri yüksek komuta tarafından kolektif anlamda yönetilir. Bu durum, ordunun 2011’de rejimi korumak için neden Mübarek ve çevresinden kurtulduğunu da açıklamaktadır. Cemal Mübarek ve yandaşları iktidar koalisyonundan ve eski iktidar partisi Ulusal Demokrat Parti’nin ağlarından kovuldular ve İçişleri Bakanlığı’nın Silahlı Kuvvetler karşısındaki gücü zayıfladı.
Benzer şekilde, Mursi’nin 2012’de cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesi bile, askeri yüksek komuta tarafından yönetilen Mısır rejiminin sonu anlamına gelmedi. Üstelik, Mursi ve Müslüman Kardeşler, 2011’deki ayaklanmanın ilk günlerinden itibaren, ordunun siyasi ağırlığını ve onlarca yıldır süren baskıcı rolünü çok iyi bildiklerinden, başlangıçta orduyla doğrudan ittifak kurmaya çalıştılar. Müslüman Kardeşler, devrimin ilk günlerinden itibaren, Mursi’nin Temmuz 2013’te devrilmesi sonrasına kadar orduya yönelik eleştiri ve protestolara siper oldu. Ondan önce de orduyu protesto edenleri karşıdevrimci ve isyancı olmakla suçladı. Müslüman Kardeşler tarafından desteklenen Aralık 2012 anayasası, ordu bütçesini parlamenter denetimden korumaya ve silahlı kuvvetlerin gücünü garanti altına almaya devam etti. Mursi ve Müslüman Kardeşler, Mısır’daki halk ve işçi sınıfı hareketlerine karşı durup hatta bu hareketleri bastırıp orduyu savundular. Gerçekten de Mursi, protestocuları hapse attığını ve işkence ettiğini gayet iyi bildiği Sisi’yi ordunun başına getirdi.
Müslüman Kardeşler’in orduyla iş birliği yapma çabalarına rağmen, ordu Mursi’yi devirdi ve Müslüman Kardeşler hareketini ve solcular ve demokratlar da dahil her türlü muhalefeti kitlesel şekilde bastırdı. Sonuçta, ordu ve Müslüman Kardeşler, kapitalist sınıfın farklı bölgesel destekçileri olan farklı kanatlarını temsil ediyorlardı ve uzlaşma sağlayamadılar. Çok daha güçlü olan ordu, sonunda tüm Mısır’ın zararına olacak şekilde kendi doğrudan diktatörlük yönetimini ortaya koymaya karar verdi. Sisi, Mısır’ın onlarca yıldır gördüğü en baskıcı rejimi yarattı; IMF’nin kemer sıkma önerilerinin tamamını en acımasızca uygulayan, kitlesel yoksullaşmaya ve devasa enflasyona yol açan diktatöryel bir neoliberal rejim.
Bu bağlamda, Mısır’daki iktidar merkezi hiçbir anda ve şimdi de devrilmiş değildir, bunun tam tersi geçerlidir. Yukarıda açıklandığı gibi Suriye örneğinde ise, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na bağlı iktidar yapıları artık mevcut değildir ve bu nedenle de Mısır senaryosu ile yapılan karşılaştırmalar faydalı değildir.
Bununla birlikte, eski rejimin mensupları, özellikle de milisler, güvenlik servisleri ve Dördüncü Tugay’a bağlı askerler, Suriye’de istikrara yönelik bir tehdit oluşturabilir. Özellikle Esad rejiminin devrilmesinden bu yana büyük ölçüde yerleştikleri kıyı bölgelerinde ve daha az oranda da Humus’ta mezhepçi gelişmeleri beslemek çıkarlarına hizmet etmektedir. Bu durum, 25 Aralık’ta sahil kasabası Tartus yakınlarında HTŞ güçlerine yönelik düzenlenen ve 14 kişinin öldüğü, 10 kişinin yaralandığı saldırılara da yansıdı. HTŞ güçleri buna yanıt olarak “Esad milislerinin kalıntılarını takip etmek için” baskınlar başlattılar. Benzer şekilde İran’ın da ülkede bulunan ağlarına bağlı bireyleri kullanarak mezhepsel gerginlikler yoluyla istikrarsızlık yaratmakta çıkarı bulunuyor.
Eski rejimin bazı kalıntıları, Halep’teki bir Alevi türbesinin tahrip edildiğini gösteren ve yayınlanmasından birkaç hafta önce gerçekleşen bir videonun sosyal ağlarda dolaşmasının ardından Humus ve kıyı bölgelerinde yaşanan son olaylarda gerçekten de harekete geçtiler. Ancak, bu gösteriler sadece dışarıdan İran veya eski rejim kalıntıları tarafından gerçekleştirilen olaylar olarak görülmemeli, Alevi nüfus kesimleri arasında yeni yönetici aktör HTŞ’ye dair korkular mevcut ve Esad rejiminin devrilmesinin ardından intikam çağrıları yapılıyor.
Bu nedenle rejimin yıkılmasından bu yana münferit veya en azından sistemik olmayan mezhepsel olayların artması, özellikle de intikam dinamiklerine sahip infaz ve suikastlara dikkat etmek gerekiyor. Bu durum, özellikle Alevilere yönelik siyasal ve mezhepsel intikam gerekçelerinin de sıklıkla birbirine karıştığı eski rejimin işlediği suçlara karışmış kişilere açısından geçerli. Esad rejiminin işlediği suçlar Suriye toplumunu param parça etti ve arkasında bir vahşet ve büyük bir acı mirası bıraktı. Bu bağlamda mağdurların acil ihtiyaçlarına yanıt verecek koordineli bir eylemin hayata geçirilmesi, kapsamlı ve uzun vadeli bir geçiş dönemi adaleti çerçevesi için mekanizmaların kurulması gerekiyor. Sürdürülebilir ve barışçıl bir yolun açılması için Esad rejiminin sistemik zulüm mirasının hedef alınması şart. Geçiş dönemi adaleti, intikam eylemlerine ve mezhepsel gerginliklerin artmasına karşı yaşamsal bir rol oynayabilir.
Geçiş dönemi adaletini teşvik eden ve ister eski rejimin ister diğer muhalif silahlı grupların, savaş suçlarına karışan tüm mensuplarını cezalandıran bir sürece ek olarak, uzun vadede istikrarı yalnızca halk sınıflarının çeşitli demokratik ve toplumsal konularda karar alacağı ve bunlarla mücadele edeceği aşağıdan geniş katılımına imkân veren yeni bir siyasi döngü sağlayabilir.
Sonuç
Başta güvenlik birimleri ve ordu olmak üzere eski rejimin kalıntıları, yukarıda da belirtildiği gibi kısa vadede kesinlikle Suriye’nin istikrarına yönelik bir tehdit oluşturuyor. Durdurulmaları ve işledikleri suçlardan dolayı yargılanmaları gerekli.
Ancak ve bu birey grupları tarafından temsil edilen tehditleri hafife almayarak, bunların iktidara geri dönmek ve bir diktatörlüğü yeniden dayatmak şeklinde bir tehdit teşkil etmedikleri de belirtilmeli. Böyle bir hedefe ulaşacak siyasal, askeri ve ekonomik araçlara sahip değiller. Esad rejiminin doğasını ve Mısır senaryosuyla olan farkı anlamak önemli. Suriye’deki eski rejim, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın ve bu saraya bağlı ağların ortadan kalkmasının da yansıttığı gibi, yapısal anlamda ölüyken, Mısır’da, Mübarek’in 2011’de devrilmesi ve Mursi’nin Temmuz 2012 ile Temmuz 2013 arasındaki yönetimine rağmen, askeri yüksek komuta içindeki güç merkezleri iktidarda kalmaya devam etti.
Bu dinamikleri anlamak, yeni iktidar aktörü HTŞ’ye yakın bazı yorumcuların ve medyanın, HTŞ’yi eleştiren veya ona karşı gösteri yapan herkese karşı yönelttiği “feloul” suçlamalarına karşı uyarıda bulunmak açısından da önemli. Bu, bireyleri, grupları ve siyasi taleplerini itibarsızlaştırmanın bir yolu. Benzer şekilde, birkaç hafta önce Şam’da demokratik ve laik bir devlet için yapılan gösteriye karşı da feloul suçlamaları gündeme getirildi; çünkü birçok kişi, bazen hatalı bir şekilde, eski rejimin destekçisi olmakla suçlandı. Binlerce protestocu arasında potansiyel olarak eski rejimi destekleyen birkaç kişinin varlığı bir yana, asıl amaç gösteriyi ve gösteriyle bağlantılı talepleri itibarsızlaştırmaktı. Üstelik, laiklik ve sosyalizm gibi bazı konuları eski rejimle bağlantılı ve/veya Batı’dan ithal ilan ederek itibarsızlaştırma isteği de mevcut.
Aslında bu da bizi, makalenin ikinci bölümüne götürüyor. Yine, eğer eski rejimden geriye kalan birey grupları ülkenin istikrarı için bir tehdit oluşturuyorsa, demokratik ve ilerici bir Suriye için esas büyük tehdit, Türkiye ve Katar tarafından desteklenen HTŞ ve onun Suriye Milli Ordusu içindeki yandaşlarının iktidarlarını pekiştirmesinde yatıyor.
HTŞ’nin İktidarını Pekiştirmesi mi, Gelecekteki Demokratik ve İlerici Suriye’ye Yönelik Bir Tehdit mi?
HTŞ’nin Aralık 2024’te Esad rejiminin devrilmesiyle sonuçlanan askeri saldırıdaki öncü rolü, örgüte ve lideri Ahmed El Şara’ya (El Colani) büyük bir popülerlik kazandırdı. O zamandan bu yana, HTŞ hakimiyetindeki bölgelerde siyasal ve askeri egemenliğini pekiştirmek için bir tür “devrimci” meşruiyetten yararlanıyorlar.
Grup, Suriye ulusal çerçevesinde faaliyet göstermeyi amaçlayan bir aktör haline gelmek için ulusötesi cihatçı hedeflerini terk ederek siyasal ve ideolojik anlamda evrim geçirmiş olsa da bu durum, HTŞ’nin demokratik bir toplumu destekleyen, eşitliği ve sosyal adaleti teşvik eden bir aktör haline geldiği anlamına gelmiyor, bunun tam tersi geçerli.
Bu perspektiften bakıldığında, toplum üzerindeki iktidarlarını nasıl pekiştirmeye ve yeni bir otoriter düzen kurmaya çalıştıklarını analiz etmek önem taşıyor.
HTŞ İktidarını Pekiştiriyor
Rejimin çöküşünden sonra Ahmed El Şara, Muhammed el-Beşir’i güncel işlerden sorumlu geçiş hükümetinin başına atamadan önce, iktidar geçişini koordine etmek üzere ilk olarak eski Başbakan Muhammed el-Celali ile görüştü. El Beşir öncesinde Kurtuluş Hükümetine (KH) başkanlık etmişti. Her halükârda 1 Mart 2025’e kadar görevde kalacak. Yeni hükümet ise yalnızca HTŞ saflarından gelen veya ona yakın kişilerden oluşuyor.
Ahmed El-Şara ayrıca HTŞ’ye veya SMO’suna yakın silahlı gruplara bağlı kişileri yeni bakanlar, güvenlik görevlileri ve çeşitli bölgelerin valileri olarak atadı. Örneğin Enes Hattab (aynı zamanda Ebu Ahmad Hudud olarak da bilinir) istihbarat servislerinin başına getirildi. Kendisi Nusra Cephesi’nin kurucu üyelerinden biri ve cihatçı grubun bir numaralı güvenlik referansıydı. 2017 yılından itibaren, HTŞ’nin içişleri ve güvenlik politikasını yönetti. Göreve getirilmesinin ardından güvenlik hizmetlerinin kendi otoritesi altında yeniden yapılandırılacağını duyurdu.
Benzer şekilde yeni Suriye ordusunun kuruluşu da Ahmed el-Şara ve iktidardaki yandaşları tarafından gerçekleştiriliyor. Yeni Savunma Bakanı ve HTŞ’nin uzun süredir üst düzey komutanlarından olan, General unvanı verilen Murhaf Ebu Kasra gibi HTŞ komutanlarını en yüksek rütbeli subaylar olarak atadılar.
Suriye ordusunun yeniden yapılandırılmasında, HTŞ hükümeti, bu süreci ve aldığı önlemleri gerekçelendirerek, devlet kontrolü dışında herhangi bir aktörün silah taşımasını yasaklamak suretiyle ülkenin parçalanmış silahlı grupları üzerindeki kontrolünü ve hâkimiyetini pekiştirmeyi hedefliyor ve yalnızca Suriye Savunma ve İçişleri Bakanlıklarının silah bulundurma yetkisine sahip taraflar olduğunu belirtiyor. Tüm silahlı grupların yeni bir Suriye ordusunda birleştirilmesine doğrudan karşı çıkılmasa da Suveyda’daki Dürzi toplumu ve Kuzey Doğu’daki Kürtlerin, merkezî olmayan bir yönetim ve gerçek bir demokratik geçiş süreci gibi bazı garantiler olmaksızın bu sürece karşı çıktıkları görülüyor.
Ahmed el Şara da son röportajlarından birinde, gelecek seçimlerin organizasyonunun dört yıl kadar sürebileceğini, yeni anayasa taslağının hazırlanmasının ise üç yıla kadar sürebileceğini açıkladı. Aynı zamanda, başta 4 ve 5 Ocak 2025 için planlanan ve 1,200 kişiyi bir araya getirmesi beklenen “Suriye Ulusal Diyalog Konferansı” da gelecekteki bilinmeyen bir tarihe ertelendi. Bu isimlerin nasıl seçildiğine dairse her valiliğin, farklı sosyal ve bilimsel sınıflardan tüm kesimlerin, gençlerin ve kadınların temsilcileri de dikkate alınarak 70 ila 100 kişi arasında temsil edileceği hariç, herhangi bir bilgi verilmedi.
Suriyeli avukatlar yakın zaman önce yeni yetkililerin seçilmemiş bir sendika konseyini atamasının ardından özgür sendika seçimleri yapılması çağrısında bulunan bir imza kampanyası başlattılar.
HTŞ, dış güçlerin korkularını yatıştırmaya, bölgesel ve uluslararası güçlerle temas kurmaya ve müzakere yapmanın mümkün olduğu meşru bir güç olarak tanınmaya çalışarak kontrollü bir geçiş süreci gerçekleştirirken kendi iktidarını da pekiştirmeyi hedefliyor. Bu tür bir normalleşmenin önündeki engellerden biri, Suriye hala yaptırımlar altındayken HTŞ’nin ABD, Türkiye ve Birleşmiş Milletler tarafından hâlâ terör örgütü olarak görülüyor olması. Ayrıca ABD Başkanı Joe Biden 23 Aralık’ta, Beşar Esad rejiminin düşmesine rağmen, 2025 Mali Yılı Ulusal Savunma Yetki Yasası kapsamında, Sezar Yasası’nın uygulamasının 31 Aralık 2029’a kadar uzatılmasını imzaladı. Beş yıl önce önceki Başkan Donald Trump tarafından imzalanıp yasalaştırılan bu metin, Suriye rejiminin askeri faaliyetlerini güçlendirecek veya Suriye’nin yeniden inşasına katkıda bulunan kaynak veya teknoloji elde etmesine yardımcı olan -yabancılar dahil- tüm aktörlere yönelik yaptırımlar öngörüyor.
Ancak bölgesel ve uluslararası sermayelerin HTŞ’ye dönük tutumlarında değişim yönünde unsurlar olduğu şimdiden görülüyor. Açıkçası, Ankara yeni Suriye’nin başlıca siyasal ve askeri destekçisiyken, Katar ekonomik bir destek olarak önemli bir rol oynayacak. El-Şara diğer Arap devletleriyle, bölgesel ve uluslararası aktörlerle de ilişkiler kurmaya çalışıyor. Örneğin, HTŞ lideri Şam’da bir Suudi heyetiyle görüştü ve Vizyon 2030 projesine atıfta bulunarak Suudi krallığının iddialı kalkınma planlarını överek Şam ile Riyad arasında gelecekteki iş birliğine ilişkin iyimserliğini dile getirdi. Suudi Arabistan ve diğer Körfez monarşileri için yeni Suriyeli liderlerle ilişkilerin evrimi, ülkenin siyasal yapısına ilişkin endişelerini giderme ve Suriye’nin bölgesel istikrarsızlığın bir başka kaynağı haline gelmesini engelleme becerilerine bağlı olacak. Başta Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve istihbarat servisleri başkanından oluşan bir Suriye heyeti de Suudi Krallığını ziyaret etti.
Batılı güçler düzeyinde bile, ABD de dahil bir yön değişikliği göze çarpıyor. Amerikan diplomasisinin Orta Doğu sorumlusu Barbara Leaf, Aralık 2024’ün sonlarında Şam’da Ahmed el-Şara ile görüştükten sonra, bu ülkedeki siyasal geçişin geleceği konusunda “iyi, çok verimli ve ayrıntılı bir toplantı” yaptıklarını söyledi. Ayrıca Ahmed el-Şara’yı “pragmatik bir adam” olarak nitelendirdi ve Washington’un, Nusra Cephesi’nde oynadığı rol nedeniyle 2013’ten bu yana başına koyduğu 10 milyon dolarlık ödülü geri çektiğini duyurdu.
El Şara’nın HTŞ’nin dağılacağı yönündeki son açıklamaları da bu sorunlardan bazılarını çözebilir.
Ancak İsrail hâlâ Suriye’nin istikrarına yönelik bir tehdit oluşturuyor ve özellikle bir demokratikleşme süreci görmeye de pek meraklı değil. İsrail’e sınırlarında istikrar güvencesi veren Esad rejiminin devrilmesinin ardından İsrail işgal ordusu, Golan Tepeleri’ndeki Hermon Dağı’nın Suriye bölümünü işgal ederek Suriye topraklarındaki işgalini genişletti ve uçak bataryaları, askeri havaalanları, silah üretim tesisleri, savaş uçakları ve füzelere yönelik 480’den fazla saldırı gerçekleştirdi.
Füze gemileri, 15 Suriye donanma gemisinin yanaştığı El-Bayda limanı ve Lazkiye limanındaki Suriye donanma tesislerini vurdu. Bu baskınlar, Suriye’nin askeri yeteneklerini yok ederek bunların İsrail’e karşı kullanılmasını engellemeyi amaçlıyor. Aynı zamanda, gelecekteki hükümetin İsrail’in çıkarlarına hizmet etmeyen düşmanca bir tutum benimsemesi durumunda İsrail işgal ordusunun her an siyasi istikrarsızlığa neden olabileceği mesajını da veriyor.
İslami Neoliberalizm
Esad rejiminin devrilmesinin ardından, Suriye’nin geleceği, özellikle ekonomik toparlanma ve yeniden kalkınma açısından birçok zorlukla dolu. Şimdiden yeniden inşanın maliyetinin 250 milyar ila 400 milyar dolar arasında olduğu tahmin ediliyor ve yaptırımlar işlerin yakın zamanda düzelmesinin önünde hâlâ engel teşkil ediyor.
Suriye’de güvenli ve istikrarlı bir ekonomik durumun bulunmaması, yerli ve yabancı yatırımların artmasının önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Doğrudan yabancı yatırım (DYY) aslında 2011’den bu yana düşük düzeyde kaldı ve çoğunlukla İran ve Rusya ile sınırlandı. Körfez, nüfuzunu artırmak için ülkede bazı yatırımlar yapmakla ilgilenebilecekse de HTŞ’nin şu anda oynadığı rol, birçok bölge devleti tarafından olumsuz algılandığı için buna engel olabilir.
Örneğin BAE cumhurbaşkanı Şeyh Muhammed’in diplomatik danışmanı Enver Gargash, “iktidardaki yeni güçlerin doğası ve bunların Müslüman Kardeşler ve El Kaide ile bağlantıları oldukça endişe verici göstergeler” dedi.
Ayrıca Suriye lirasının istikrarsızlığı da önemli bir sorun. Rejimin çöküşünün ardından karaborsadaki değeri büyük ölçüde artmış olsa da bir ABD doları için 15.000 SYP’de sabitlenmeden önce, daha gidilecek uzun bir yol var. SYP’nin istikrarsızlığı, ülkedeki yatırımlardan elde edilecek hızlı ve orta vadeli getiri ve kâr potansiyelinin çekiciliğini zayıflatıyor.
Ayrıca, SYP’deki ciddi değer kaybından zarar gören piyasaları istikrara kavuşturmak için son birkaç yıldır Türk lirasını kullanan kuzeybatıdaki bölgelere ilişkin sorular da var. İstikrar sağlanamadığı takdirde Suriye lirasının bu bölgelerde ana para birimi olarak yeniden kullanılması sorunlu olabilir.
Aynı zamanda altyapılar ve ulaşım ağları da ciddi şekilde zarar görmüş durumda. Yüksek üretim maliyeti, temel malların ve enerji kaynaklarının (özellikle akaryakıt ve elektrik) kıtlığı da ek sorunlar. Suriye’de ayrıca nitelikli insan gücü sıkıntısı yaşanıyor ve vasıflara sahip olanların geri dönüp dönmeyeceği de henüz belli değil.
Çoğunluğu sınırlı kapasiteye sahip küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşan özel sektörde dahi, 13 yıldan fazla süren savaşın ardından hâlâ çok fazla modernizasyon ve yeniden inşaya ihtiyacı var. Devlet kaynakları da ciddi ölçüde kısıtlı ve bu da ekonomiye, özellikle de üretken sektörlere yapılan yatırımları sınırlandırıyor.
Ayrıca, nüfusun yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve bu da satın alma güçlerini oldukça zayıflatıyor ve dolayısıyla iç tüketimi olumsuz etkiliyor. Çünkü Suriye’de iş bulma sıkıntısı yaşanmazken, insanlara günlük ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar ücret ödenmiyor. Bu bağlamda, Suriyeliler hayatta kalabilmek için giderek daha fazla dövize bağımlı hale geliyor.
Yeni hükümetin Ahmed el-Şara’nın kendisi gibi bazı yetkilileri, asgari ücreti 1,123560 SYP (yaklaşık 75 dolar) yaparak, önümüzdeki günlerde işçilerin ücretlerini yüzde 400 oranında artırmak için çalışacaklarını duyurdu. Bu doğru yönde atılmış bir adım olsa da devam eden yaşam maliyeti krizi sırasında insanların ihtiyaçlarını karşılamaları için yeterli olmayacak. Gerçekten de medya kuruluşu Kassioun Ekim 2024’te Şam’da yaşayan beş kişilik Suriyeli bir ailenin ortalama yaşam maliyetinin 13,6 milyon SYP’ye (yaklaşık 1.077 dolar) ulaştığını açıkladı. Asgari miktar ise 8,5 milyon SYP’ye (yaklaşık 673 dolar) ulaştı.
Tüm bunların üstüne, İsrail’in son işgali ve askeri altyapıların sürekli tahrip edilmesinin de gösterdiği gibi, Suriye’deki dış güçlerin nüfuzu hâlâ bir tehdit ve istikrarsızlık kaynağı olmaya devam ediyor. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki, özellikle de Kürt çoğunluğun yaşadığı bölgelere yönelik sürekli saldırılarını ve tehditlerini de unutmamak gerekiyor.
Ülkedeki belirsizlik denizinin ortasındaki en büyük sorunlardan biri, HTŞ de dahil, önde gelen siyasal aktörlerin çoğunluğunun alternatif bir politik ekonomik programa sahip olmaması.
HTŞ’nin neoliberal ekonomik sisteme bir alternatifi yok ve önceki rejimde var olan ahbap kapitalizminin dinamikleri ve biçimlerine benzer şekilde, grup bu uygulamaları (eski ve yeni kişilerden oluşan) sermaye ağları arasında geliştirmek için can atıyor. Önceki yıllarda Kurtuluş Hükümeti, özel sektörün gelişmesini ve HTŞ ile El Colani’ye yakın iş ortaklıklarının kurulmasını desteklemişti.
Bu arada, başta sağlık ve eğitim olmak üzere sosyal hizmetlerin çoğu STK’lar ve uluslararası STK’lar tarafından sağlanıyor.
Şam Ticaret Odası Başkanı Bassel Hamwi, rejimin devrilmesinin ardından HTŞ tarafından atanan yeni Suriye hükümetinin iş dünyası liderlerine serbest piyasa modelini benimseyeceklerini ve ülkeyi küresel ekonomiye entegre edeceklerini söylediğini ifade etti. Hamwi, Esad’ın devrilmesinden birkaç hafta önce, Kasım 2024’te şu anki görevine “seçildi”. Kendisi aynı zamanda Suriye Ticaret Odaları Federasyonu’nun da başkanı.
Lider El Şara ve Ekonomi Bakanı da bu ekonomi odalarının temsilcileri ve farklı bölgelerden gelen iş insanlarıyla çok sayıda toplantılar yaparak ekonomik vizyonlarını açıkladılar ve çıkarlarını tatmin etmek amacıyla yaşadıkları sorunları dinlediler. Eski rejimin çeşitli ekonomi odalarının temsilcilerinin büyük çoğunluğu hâlâ görevlerinde bulunuyor.
Sonuçta, HTŞ’nin otoriterizmiyle birleşen bu neoliberal ekonomik sistemin sosyo-ekonomik eşitsizliklere ve Suriye nüfusunun sürekli yoksullaşmasına yol açması muhtemel ki bunlar 2011 ayaklanmasının ana nedenleri arasındaydı.
HTŞ’ye bağlı yeni Ekonomi Bakanı, “sosyalist bir ekonomiden… İslami yasalara saygılı bir serbest piyasa ekonomisine geçeceğiz” dedikten birkaç gün sonra bu neoliberal yönelimi yineledi. Önceki rejimi sosyalist olarak tanımlamanın kesinlikle büyük bir yanılgı olmasına rağmen, bakanın sınıfsal yönelimi, “özel sektörün… Suriye ekonomisinin inşasında etkili bir ortak ve katkı sağlayıcı” olacağı vurgusunda açıkça yansımasını buldu.
Ülkenin gelecekteki ekonomisinde işçilerden, köylülerden, kamu sektörü çalışanlarından veya herhangi bir sendika ve meslek birliğinden hiç söz edilmedi.
Sonuçta, yeniden yapılanma süreci ülkenin geleceğine katılacak toplumsal ve siyasal güçlere ve bunlar arasındaki güç dengesine bağlı. Bu bağlamda, nüfusun yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve daha genel olarak demokratik haklar ve sosyal adalet ve eşitliğe dayalı bir ekonomik sistem için mücadele edilmesi açısından özerk ve kitlesel sendikal örgütlerin inşası hayati önem taşıyacak.
Gerici İdeoloji
Benzer şekilde HTŞ gerici ideolojisini doğrulayan birçok açıklama ve karara imza attı.
Örneğin HTŞ yetkilileri, kadınların toplumdaki rolüne ve bazı sektörlerde çalışabilme yeteneklerine ilişkin açıklamalarda bulundular. Örneğin, HTŞ üyesi ve Askeri Operasyonlar Komutanlığı (CMO) Siyasi İşler sözcüsü Obeida Arnaout, 16 Aralık’taki bir röportajda, kadınların “rollerinin kadınların yapabilecekleriyle uyumlu olması gerektiğini” belirtti. “Mesela bir kadının Savunma Bakanı olması gerektiğini söylersek bu onun doğasına ve biyolojik yapısına uygun olur mu? Kuşkusuz uygun olmaz”.
Birkaç gün sonra, Suriye’nin yeni atanan Kadın İşleri başkanı ve şu ana kadar Suriye’nin geçiş hükümetindeki tek kadın olan Ayşe el-Dibs, ülkedeki feminist örgütlenmelere tanınacak “alan” hakkındaki soruya şöyle yanıt verdi: “Bu tür örgütlenmelerin eylemleri kuracağımız modeli destekliyorsa memnuniyetle karşılanacaklardır” ve şöyle devam etti: “Benim düşüncelerime katılmayanların önünü açmayacağım.” Kadınları “Allah vergisi doğalarının verdiği önceliklerin dışına çıkmamaya” ve “aile içindeki eğitici rollerini” bilmeye çağırarak kadının toplumdaki rolüne ilişkin gerici bir vizyon geliştirerek röportajı sürdürdü.
Buna ek olarak, Suriye Eğitim Bakanlığı okul müfredatında, evrim teorisinin bilim müfredatından çıkarılması da dahil daha İslami muhafazakâr bir vizyona yönelik değişiklikler yaptı. Yahudiler ve Hıristiyanlar artık doğru yoldan “sapmış” kişiler olarak anılmaya başlandı veya “ulusun savunulması” ifadesinin yerine “Allah’ı savunmak” ifadesi konuldu. Bu değişikliklere yoğun eleştirilerin gelmesinin ardından Milli Eğitim Bakanı ertesi gün “Tüm Suriye okullarındaki müfredat, müfredatı inceleyip denetleyecek uzman komiteler oluşturulana kadar aynı kalacak. Biz sadece fesih Esad rejimini yücelten ifadelerin silinmesi yönünde talimat verdik ve bütün okul kitaplarına fesih rejimin bayrağı yerine Suriye devrim bayrağı görsellerini yerleştirdik…” dedi. Böylece yapılan bazı değişiklikler iptal edildi.
O halde dini veya etnik azınlıklara hoşgörü veya kadın haklarına saygı konusunda net olmayan açıklamalar yapmak yeterli değil. Esas mesele, ülkenin geleceğinin kararlaştırılmasına katılan eşit vatandaşlar olarak haklarının tanınması. Daha genel anlamda ise HTŞ yetkilileri, İslami yönetim ve Şeriat Hukuku’nun uygulanmasına ilişkin tercihlerini ifade ettiler.
Kürt Sorununa Çözüm Yok
Aynı zamanda HTŞ’nin SDG ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin, özellikle Kürt ulusal haklarına ilişkin taleplerini desteklemeye istekli olması da pek olası değil. Sonuçta, kuzeydoğu bölgeleri başta petrol ve tarım olmak üzere doğal kaynaklar açısından zengin ve dolayısıyla stratejik ve sembolik açıdan önemli. Sonuç olarak, HTŞ, Kürt ulusal haklarına düşman olan, sürgündeki muhalif aktörler olan Suriye Ulusal Konseyi ve Ulusal Muhalefet ve Devrimci Güçler Koalisyonu’ndan farklı değil.
Türkiye, Esad rejiminin devrilmesinin ardından ülkedeki en önemli bölgesel aktör haline geldi. Ankara, Heyet Tahrir El Şam’a (HTŞ) destek sunarak Suriye üzerindeki gücünü pekiştiriyor. Türkiye’nin Suriyeli mültecileri zorla geri göndermeyi gerçekleştirmek ve gelecekte yeniden inşa aşamasındaki ekonomik fırsatlardan yararlanmak dışındaki temel hedefi, Kürtlerin özerklik isteklerini reddetmek ve daha özgün olarak da Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni baltalamak. Bu durum, Türkiye’deki Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı konusunda bir emsal oluşturacak.
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, HTŞ lideri Ahmed el Şara ile düzenlediği ortak basın toplantısında, Suriye’nin toprak bütünlüğünün “müzakere edilemez” olduğunu ve PKK’nın ülkede “yerinin olmadığını” açıkladı. Birkaç gün sonra ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, SDG’nin “ya silahlarına veda edeceğini ya da Suriye topraklarına gömüleceğini” açıkladı. Türk ordusu ayrıca 2023 yılı sonundan bu yana Suriye’nin kuzeydoğusundaki sivilleri ve kritik altyapıları sürekli bombalıyor.
HTŞ, son haftalarda SDG’ye karşı herhangi bir askeri çatışmaya katılmasa da örgüt Türkiye öncülüğündeki saldırılara karşı herhangi bir itiraz dile getirmedi, tam tersi geçerli. HTŞ’nin üst düzey komutanlarından ve geçici hükümetin yeni atanan Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, “İnşallah Suriye bölünmez ve federalizm olmaz. Allah’ın izniyle bu bölgelerin tamamı Suriye’nin yetkisine girecek” dedi. Benzer şekilde El Şara da federalizme karşı çıkıyor.
Ayrıca bir Türk gazetesine konuşan El Şara, Suriye’nin bundan sonra Türkiye ile stratejik ilişkiler geliştireceğini belirterek, “Suriye topraklarının Türkiye’yi ve diğer yerleri tehdit etmesini ve istikrarsızlaştırmasını kabul etmiyoruz” dedi. Ayrıca SDG’nin elindeki bölgelerdekiler de dahil tüm silahların devlet kontrolüne girmesi gerektiğini belirtti.
Tüm bunlar, SDG yetkililerinin HTŞ ile müzakere yapılmasını isteyen açıklamalar yapmasına rağmen gerçekleşiyor. SDG Komutanı Mazlum Abdi gelecekteki Suriye ulusal ordusunun (garantilerle birlikte) bir parçası olmaya açık olmakla birlikte, federalizmden değil, devletin ademi merkeziyetçiliğinden ve özyönetimden yana olduklarını açıkladı. SDG’nin PKK’nın uzantısı olmadığını ve ateşkes sağlandıktan hemen sonra Suriyeli olmayan savaşçıları sınır dışı etmeye hazır olduklarını ifade etti.
El Şara, geçtiğimiz günlerde Suriye’nin kuzeydoğusundaki krizin çözümü için SDG ile görüşmelerde bulunduklarını ve Suriye Savunma Bakanlığı’nın Kürt güçlerini kendi saflarına entegre edeceğini belirtmişti. Ancak bunun nasıl ve hangi koşullarda olacağı henüz bilinmiyor.
Demokratik Alanı Savunmak İçin Zamana Karşı Yarış
Mart 2011’deki Suriye halk ayaklanmasının köklerini oluşturan demokratik toplumsal örgütlenmeler ve güçlerin büyük çoğunluğu kanlı bir şekilde bastırıldı. Başta Suriye rejimi, ama aynı zamanda çeşitli silahlı İslamcı köktendinci örgütler tarafından da. Aynı durum, yerel halka hizmet sağlayan koordinasyon komiteleri ve yerel konseyler gibi, göstericiler tarafından kurulan yerel alternatif siyasal kurum veya kuruluşlar için de geçerli oldu. Bununla birlikte, Suriye topraklarında, özellikle de Suriye’nin kuzeybatısında, çoğunlukla STK türü örgütlerle bağlantılı olmasına rağmen, ayaklanmanın başlangıcındakilerden farklı dinamiklere sahip bazı sivil gruplar ve ağlar mevcut.
Aynı zamanda, daha az yoğunluklu olsa da başka mücadele deneyimleri de gelişti. Örneğin, ağırlıklı olarak Dürzi azınlığın yaşadığı Süveyde vilayetinde Ağustos 2023’ün ortalarından bu yana halk protestoları ve grevler sürüyor. Daha genel anlamda, protesto hareketi sürekli olarak Suriye’nin birliğinin, siyasal mahkumların serbest bırakılmasının ve sosyal adaletin önemini vurgularken bir yandan da BM’nin siyasal geçiş çağrısı yapan 2254 sayılı kararının uygulanmasını talep etti. Aslında yakın zaman önce uzun süredir aktivist olarak hareket eden Muhsina el-Mahitavi’yi Süveyde vilayetinin valisi olarak seçen de yerel ağlar ve gruplar oldu.
Başta Dera valilikleri ve daha az ölçüde Şam’ın banliyöleri olmak üzere Suriye rejiminin kontrolü altındaki diğer şehirler ve bölgeler de çok daha küçük ölçekte de olsa zaman zaman protestolara sahne oldu.
Bu muhalefet biçimleri kısmen Esad hanedanlığının çöküşünden önceki günlerdeki ayaklanmaların temelini attı.
Daha genel olarak, popüler sivil direniş açısından en önemli dinamik olan halk ayaklanmasının ilk yıllarında biriken deneyim, bu deneyimleri yaşayan aktivistlerin aktarımları ve ayaklanmanın yazılar, video kayıtları, tanıklıklar ve diğer delillerle daha önce görülmemiş bir şekilde belgelenmesiyle korunmuş durumda. Sivil direniş hareketini konu alan bu geniş belgesel arşivi halkın hafızasına aktarılabilir ve gelecekteki direnişçiler için önemli bir kaynak oluşturabilir.
Esad rejiminin sona ermesinin ardından, öz-örgütlemeyi ve aşağıdan katılımı teşvik etmek ve sivil barışı garanti altına almak için farklı bölgelerde yerel komiteler veya aktivist ağları oluşturmaya yönelik yerel girişimler çoğalıyor. Özellikle kadınlara karşı yapılan gerici açıklamaları kınamak için gösteriler zaten gerçekleştiriliyor.
Bununla birlikte, örgütlenebilme ve yeni iktidar aktörüne açıkça karşı çıkabilme yeteneğine sahip bağımsız, demokratik ve ilerici bir bloğun bariz biçimde mevcut olmadığı gerçeğiyle de yüzleşmemiz gerekiyor. Bu bloğu inşa etmek zaman alacak. Bu bloğun otokrasiye, sömürüye ve her türlü baskıya karşı mücadeleleri birleştirmesi gerekecek. Bu bloğun ülkenin sömürülenleri ve ezilenleri arasında dayanışma inşa etmek için demokrasi, eşitlik, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı ve kadınların özgürlüğü taleplerini yükseltmesi gerekecek.
Bu ilerici blok, söz konusu talepleri ilerletmek için sendikalardan feminist örgütlere, topluluk örgütlerinden ulusal yapılara kadar uzanan tüm halk örgütlerini bir araya getirecek şekilde inşa edilmek ve yeniden inşa edilmek zorunda olacak. Bu da toplum çapındaki demokratik ve ilerici aktörler arasında el birliğini gerekli kılacak.
Buna ek olarak, kilit görevlerden biri de ülkenin merkezi etnik bölünmesi olan Arap ve Kürtler arasındaki bölünmenin üstesinden gelmek olacak. İlerici güçler, bu bölünmeyi aşmak ve bu halklar arasındaki dayanışmayı güçlendirmek için Arap şovenizmine karşı açık bir mücadele vermeli. Bu, 2011’deki Suriye devriminin başlangıcından beri karşılaştığı bir zorluktu ve ülke halkının gerçekten özgürleşmesi için ilerici bir şekilde yüzleşilmesi ve çözülmesi gerekecek.
Sonuç
HTŞ’nin esasen, halk ayaklanmasını ve ayaklanmanın demokratik örgütlenmelerini kanlı bir şekilde bastıran ve kendisini giderek daha da militarize eden Suriye rejiminin önderlik ettiği karşı devrimin bir sonucu olduğu hatırlanmalı. Bu tür İslami köktendinci hareketlerin yükselişi çeşitli nedenlerin sonucu gerçekleşir; ilk başta rejimin yayılmalarını kolaylaştırılması, protesto hareketinin bazı unsurların radikalleşmesine yol açacak şekilde bastırılması, bu hareketlere mensup grupların daha iyi örgütlenmesi ve disipline edilmesi ve nihayet yabancı ülkelerin desteği.
HTŞ de sonrasında, diğer silahlı İslami köktendinci örgütler gibi birçok açıdan karşı-devrimin Esad rejiminden sonraki ikinci kanadını oluşturdu. Topluma ve Suriye’nin geleceğine dair vizyonları, ayaklanmanın ilk hedeflerinin ve onun demokrasi, sosyal adalet ve eşitlik yönündeki kapsayıcı mesajlarının tam tersi. İdeolojileri, siyasal programları ve pratiklerinin yalnızca rejim güçlerine karşı değil, aynı zamanda sivil ve silahlı demokratik ve ilerici gruplara, etnik ve dini azınlıklara ve kadınlara karşı şiddet uygulamaya dayalı olduğu kanıtlandı.
Sonuç olarak, demokratik ve ilerici bir toplumu korumak ve bunun için mücadele etmek, mevcut HTŞ yetkililerine güvenerek veya onlara idare ve geçiş aşamasının yönetimi konusunda geçer notlar vererek veya onları aklayarak değil, demokratik ve ilerici ağları ve birlikleri bir araya getiren bağımsız bir karşı-iktidar inşa etmekle olur.
Seçimlerin örgütlenmesi ve yeni bir anayasanın yazılması için zaman dilimlerinin belirlenmesi veya “ulusal diyalog konferansına” katılacak isimlerin seçilmesi tartışmaların ve eleştirilerin konusu olabilir, ancak asıl mesele bu tür karar alma süreçlerine aşağıdan katılımın mevcut olmaması ve HTŞ’yi taviz vermeye zorlayacak biçimde baskı yapma yeteneğinin bulunmaması. Karar verme yetkisi yalnızca HTŞ’nin elinde. Bu süreç aynı zamanda ana destekçileri olan Türkiye ve Katar; ancak daha genel olarak bölgesel ve uluslararası güçlerin büyük çoğunluğu tarafından da destekleniyor. Daha genel olarak, Suriye ve bölgede otoriter bir istikrar formunu (yeniden) empoze etmek gibi ortak bir hedefleri var. Bu elbette bölgesel ve emperyal güçler arasında birlik anlamına gelmiyor. Her birinin kendine ait ve çoğu zaman da birbirleriyle uzlaşmaz çıkarları var ama Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın istikrarsızlaşmasını istemiyorlar.
Esad’ın devrilmesinin ardından daha iyi bir gelecek umudu havada uçuşuyor. Bütün bunlar Suriyelilerin mücadeleyi aşağıdan yeniden inşa etme becerisiyle bağlantılı. Şu anda HTŞ’nin toplum üzerindeki iktidarı ve kontrolü hala tamamlanmış değil, çünkü tüm Suriye’yi yönetebilecek insani ve askeri kapasiteleri sınırlı ve bu nedenle de örgütlenmek için bir miktar alan mevcut. Bu alanın kullanılması gerekiyor.
Sonuçta, yalnızca demokratik ve ilerici talepler uğruna mücadele eden halk sınıflarının öz-örgütlenmesi gerçek kurtuluşa ve özgürleşmeye giden yolu açacak.
En azından şu anda bunun için bir fırsat mevcut ama bir yarışın içindeyiz ve Suriye halk sınıflarının demokrasi, sosyal adalet ve eşitlik için Devrim’e yönelik ilk özlemlerini gerçekleştirmek için yaptığı bütün fedakarlıkları savunmak için örgütlenmesi zorunlu.
* Siyaset bilimci, “Suriye’de Savaş Dönemi ve Çatışma Sonrası Projesi” (Wartime and Post-Conflict in Syria) katılımcısı, “Syrian Trajectories: Challenges and opportunities for peacebuilding” proje koordinatörü. Hezbollah: Political Economy of the Party of God (Pluto Press, 2016) ve Syria After the Uprisings: The Political Economy of State Resilience (Pluto Press 2019) kitaplarının yazarı, Syria Freedom Forever blogu kurucusu.
Orijinali Syria Untold sitesinde yayımlanan bu yazı, Fikir Gazetesi için çevrilmiştir.
📷 Görsel: Suriyeli bir isyancı Şam’da eski Devlet Başkanı Beşar Esad’ın posterini kaldırıyor, 14 Aralık 2024 – Hussein Malla, The AP & Euronews.
🔗 Bu Haberlere de Göz Atabilirsiniz:
HTŞ, ‘Şara’laşan Colani ve Post-Esad Dönem: “İdlib Deneyimi ve İp Üzerinde Yürümek”
HTŞ, ‘Şara’laşan Colani ve Post-Esad Dönem: “İdlib Deneyimi ve İp Üzerinde Yürümek”
Siz Olsanız Suriye’ye Dönmek İster misiniz?
Suriye Kırılması: Kimler Kazandı Kimler Kaybetti?