Özelleştirme, milli ekonomi içerisinde, kamunun, kamusal olanın rolünün en düşük hale getirilmesi yahut bütünüyle kaldırılması demektir.
Özelleştirme vesilesiyle piyasa bütünüyle serbest piyasa koşullarına uygun hale getirilmekle birlikte, elden de çıkarılır. Devlet, ekonomiden elini eteğini neredeyse tamamen çeker. Devletin ekonomiden elini eteğini çekmesi demek, en temel hakların da özelleşmesi ve o en temel haklara erişimin zorlaşması demektir.
Burada pek çok kere tartışmaya çalıştık. Sağlığa erişim, barınma hakkı, eşit ve parasız eğitim gibi sorunları konuştuk. Kamusal olması gerekenin ücretlendirilmesi, eşitliğin, temel ve sosyal haklara erişimin önündeki en büyük engel. Parasız eğitim, parasız sağlık derken, en temel haklar olan eğitim ve sağlık hakkının yaşamsal ve doğuştan gelen bir hak olduğu vurgusu yapılmaktadır. Bu haklar hem uluslararası mevzuat gereği korunmakta hatta çoğu ülke için artık bir teamül niteliğinde olmakta, hem de anayasa ile koruma altına alınan haklardan sayılmaktadır.
Devlet özelleştirme eliyle, kamusal olanı işletmelere devrederek, o işletmeleri ihya etmekle birlikte, yurttaşların sosyal haklarını da anayasa hilafına ellerinden alıyor. Bu, çok büyük bir kesimin sağlığa, eğitime, barınmaya, yaşamsal olan pek çok şeye erişiminin önünü kesiyor. Toplumun özel hastanelere mecbur edilmesine yönelik pek çok uygulamayı, girişimi de burada konuştuk.
Sağlık politikalarındaki yaklaşım, her geçen gün yurttaşların ilaca, muayeneye, tedaviye erişimini ciddi biçimde engelliyor. Hastanelerden sıra alınamıyor, aylar sonrasına ameliyat günleri veriliyor, teçhizat yetersizliği nedeniyle yapılması gereken işler kamu hastanelerinde yapılamıyor. Özel hastaneler ise dudak uçuklatan fiyatlarla sizi karşılıyor. Pekiyi, kim gidebilir bu hastanelere? Sosyal güvencesi olmayan bir yığın insanın es kaza devlet hastanesine gidebilmesi dahi zor. Bu insanların başlarını sokacak evleri olmadığı gibi, devlet herhangi bir sosyal konut girişiminde de bulunmuyor. TOKİ’ler eliyle insanlar ev sahibi yapılıyor gibi görünse de, buralar için artık ne sıra gelebiliyor, ne TOKİ’ler zamanında teslim ediliyor, ne de maddi açıdan insanlar TOKİ için dahi bütçe ayırabilecek durumdalar. Tam teşekküllü ve öğrencinin nitelikli ve sağlıklı koşullarda eğitim almasını sağlayabilecek özel okulların ücretlerinin yanına yaklaşmak ise bu en geniş yığınlar için mümkün değil. Zira bu okullar çok pahalı. Ancak devlet okullarında çocukların ne durumda oldukları malumunuz. Yetersiz beslenme, eğitime ayrılan bütçenin günbegün kısılması, çocukların kör karanlıkta okula gitmek için yola çıkması ve el yakan servis ücretleri… Her şey paran kadar yani.
Bizlere senelerce özelleştirmelerden büyük gelirler elde edileceği, bu gelirlerin yatırım için kullanılacağı söylendi. Ancak özelleştirmeler gelir yaratmak bir yana, ciddi gelir kaybına ve mali yok oluşa neden oldu. Kamu, milyarlarca dolar gelir kaybına, dolayısıyla zarara uğradı. Özelleştirme siyaseti, vatandaşların geleceğinde çok ciddi hasarlar oluşturdu. Bu özelleştirmeler nedeniyle kamu bütçesine bir gelir dahil olmadığı için, vatandaşa daha da fazla vergi yükü bindirildi. Daha fazla zam ve daha az kamu hizmeti de bunun bir neticesi.
24 Ocak İstikrar Programı denilen program neoliberal ekonomik politikaları uygulamaya koyarak sosyal devleti bertaraf etmeyi, kamuda özelleştirmeyi amaçlamıştı. Ülke ekonomisinin kökünden değişmesine neden olan 24 Ocak kararları bizi hala etkiliyor. Bugünler o kararların eseri. Kararları Turgut Özal’ın hazırladığını hepimiz biliyoruz. 80 darbesi ile darbe iktidarı kendisini ekonominin başına geçirmişti. Göreve getirilmesinin hemen ardından Özal, adı geçen kararları uyguladı ve ‘’bu kararlardan dönüş olmayacak’’ dedi. 1986’dan 2020’ye kadar milyarca dolarlık özelleştirme yapıldı. Bu oranın çok büyük bir bölümü ise mevcut siyasi iktidarca gerçekleştirildi.
Elektrik dağıtımı şirketlere devredildi ve bizler kabaran faturalarla karşı karşıya kaldık. Çalışma koşulları esnek hale getirildi, kötüleşti, emek sömürüsü daha da arttı, ithal edilenKemal Derviş’in mimarı olduğu ekonomi politikaları eliyle emek ücreti düştü, çalışma saatleri uzadı, kamu işletmelerinde çalışan işçiler özelleştirmeler ile birlikte işten çıkarıldı, güvencesiz çalışma koşulları dayatıldı, işsizlik arttı ve Türkiye tamamen neoliberalizmin esiri oldu.
Bu, tüm sosyal hakların, yaşamsal ihtiyaçların budanması, pek çoğunun yok edilişi, kamusal olması, kamu eliyle yürütülmesi gereken hizmetlerin çok daha pahalı yani neredeyse erişilemez biçimde özel şirketlerin eline bırakılması sonucunu yarattı. İnsanlar gün itibarıyla ekmeğe erişebilmek için dahi halk ekmek kuyruklarında metreler oluşturuyor. Özelleştirmeler ulaşımdan tarıma kadar her alanı etkiledi.
Gelinen noktada, özelleştirme geçmişte madencilerin o büyük yürüyüşünde de itiraz ettikleri, karşısında durdukları ve bugünü yaratan olguydu. Yakın geçmişin o meşhur sloganı ‘özelleştirme güzelleştir’ doğru bir tespiti içeriyordu.
Kamusal olan en güzel, erişilebilir, adil ve eşittir. İhtiyaç neyse o karşılanır ve herkesin erişimine açıktır. Bugün olduğu gibi devlet okullarında çocukların tuvaletlerine bir tane sabun, bir rulo tuvalet kağıdı konulmayan koşulları yaratmaz. Eğitime de, sağlığa da, ulaşıma da, adalete de, sosyalleşmeye de erişilebilir, insanlar daha huzurlu ve sağlıklı bir hayat sürer. Bugün dışarıda iki yudum çay içip, eşiyle dostuyla sohbet edemeyen yurttaşların durumu bize bir zamanlar özelleştirmelere karşı ses çıkaran emekçilerin dediği gibi, ‘özelleştirme güzelleştir’ demenin gerekliliğini hatırlatıyor. Zira milyonlarca insan özelleştirmelerin yarattığı pahalılık ve eşitsizlik nedeniyle temel haklara erişemiyor.
Bir Liberal Rota Hikâyesi: “24 Ocak Kararları ve Piyasanın Eli”
45 Yıldır Değişen Bir Şey Yok: “Hala 24 Ocak Kararlarının Çizdiği Çerçevenin İçerisindeyiz”