₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Bir eşitlik hayali, beş nesillik bekleyiş: Cinsiyet uçurumunun anatomisi

 “Kadından siyasetçi mi olur?” sorusu hâlâ kulağımızda yankılanıyorsa, bu sadece geçmişin sesi değildir; bugünün ve hatta geleceğin de sessizliğidir. Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 2024 Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre, dünya genelinde toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak için yaklaşık 134 yıl daha beklememiz gerekiyor. Yani biz değil, bizden sonraki dört kuşak daha bu eşitsizlikle yaşamaya devam edecek.

146 ülkenin yer aldığı WEF 2024 sıralamasında Türkiye 127. sırada. Bu, yalnızca bir istatistik değil, aynı zamanda sosyal yapının, siyasal tercihlerinin ve kültürel kodların açık bir yansıması. Türkiye; istihdamda, siyasette, karar alma mekanizmalarında kadınları yeterince göremediğimiz bir tablo çiziyor. Rapora göre kadınların parlamentodaki temsili %19,9; bakanlık düzeyindeyse bu oran %5,88’e düşüyor. Yerel yönetimlerde ise durum daha da vahim: Belediye başkanlarının yalnızca %5,5’i kadın.

Bu karamsar tabloyu anlamak ve yerelden küresele değişimin rotasını çizmek adına mikrofonumuzu bu alandaki en deneyimli saha isimlerinden biri olan Dr. Ayşe Kaşıkırık’a uzattık. Kaşıkırık, toplumsal cinsiyet eşitliği alanında yalnızca akademik katkı sunmakla kalmayan, aynı zamanda Türkiye’nin dört bir yanındaki mahallelerde kadın muhtarlarla birebir çalışan bir saha araştırmacısı. Röportajımızda onun rehberliğinde, istatistiklerin ötesine geçip kadınların görünmeyen emeğini, siyaset arenasındaki görünmez duvarları ve Türkiye’nin neden hâlâ Suudi Arabistan, Pakistan gibi ülkelerle aynı sıralarda yer aldığını sorguladık.


Dr. Ayşe Kaşıkırık rapordaki verileri saha gözlemleriyle harmanlayarak, Türkiye’deki cinsiyet uçurumunun ardındaki yapısal ve kültürel faktörleri aydınlattı. Röportajımızda, kadınların siyasete katılımının önündeki engellerden yerel yönetimlerdeki temsil eksikliğine, ataerkil kültürün etkisinden çözüm önerilerine kadar pek çok konuyu ele aldık.

Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 2024 Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’nun genel çerçevesini ve temel bulgularını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu rapor, dünya genelinde kadınlar ve erkekler arasında ekonomik katılım ve fırsat eşitliği, eğitime erişim, sağlık ve hayatta kalma ile siyasi güçlenme başlıklarında mevcut olan imkanlara, fırsatlara ve kaynaklara erişimdeki farkları, engelleri ve uçurumu gözler önüne sermektedir.

Sağlık ve hayatta kalma ile eğitime erişim alanlarında belirli bir ilerleme sağlanmış olsa da ülkelerin en zayıf kaldığı başlıklar ekonomik katılım ve özellikle siyasi güçlenme alanlarıdır. Cinsiyet eşitsizliğinin en derin şekilde hissedildiği alan ise siyasettir.

Nitekim, raporun bulgularına göre dünya genelinde henüz hiçbir ülke tam olarak cinsiyet eşitliğine ulaşamamıştır. Raporda yer alan tahminlere göre, 2023 yılında 131 yıl olarak hesaplanan küresel cinsiyet uçurumunun tamamen kapatılması artık 134 yıl sürecek; bu da yaklaşık beş nesil anlamına gelmektedir.

Türkiye bu yıl 146 ülke arasında 127. sırada yer aldı.  Size göre bu yılın verileri bize ne anlatıyor? Geçen yıla göre küçük bir sıçrama görülse de hâlâ çok gerideyiz. Sizce bu artış yapısal bir ilerleme mi yoksa geçici bir istatistik mi?

Aslında geçen yıla kıyasla kaydedilen ilerleme, kalıcı bir iyileşmeden ziyade geçici ve istatistiki bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Türkiye, cinsiyet eşitsizliği alanında Avrupa ülkeleri arasında son sırada yer almaktadır.

Küresel sıralamada ise Türkiye; Malezya (114.), Tunus (115.), Bahreyn (116.), Ürdün (123.), Nijerya (125.) ve Suudi Arabistan (126.) gibi ülkelerin gerisinde konumlanmaktadır. Türkiye’nin altında yer alan ülkelerin çoğu ise savaş, kriz, doğal afet veya benzeri akut sorunlarla karşı karşıya kalan ülkelerdir. Bunlar arasında Hindistan, Lübnan, Mali, İran, Çad, Pakistan ve Sudan gibi ülkeler bulunmaktadır.

Rapora göre Türkiye, kadınların siyasal güçlenmesinde 114. sırada. Parlamentodaki kadın oranı ise sadece %19,9. Bakanlık düzeyindeki kadın oranı %5,88 ile oldukça düşük. Sizce bu temsil eksikliği sistemsel bir dışlama mı yoksa siyasi tercihlerden mi kaynaklanıyor?

Ataerkil dünya düzeni, bir başka ifadeyle erkek egemen oyun kuralları, kadınların siyasette yer almasının önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Kadınların siyasetin dışında bırakılması, sadece bireysel tercihlerin değil, aynı zamanda yapısal ve kültürel engellerin sonucudur.

Siyasetin finansmanı, kadınlar açısından kritik bir eşik olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim, Türkiye’de kadınların istihdam oranı %31,3 iken erkeklerde bu oran %65,7’dir. Bu fark, kadınların ekonomik kaynaklara erişimindeki dezavantajlı konumlarını açıkça göstermekte ve siyasete katılım süreçlerini doğrudan etkilemektedir.

Özetle, kadınların siyasetteki eksik temsilini “siyasetin cinsiyeti” başlığı altında ve dört temel faktör çerçevesinde açıklamak mümkündür:

  1.     Toplumsal cinsiyet eşitsizliği
    (Ataerkil sistemin sürekliliği, kültürel kodlar, bakım emeğinin büyük ölçüde kadınlara yüklenmesi vb.)
  2.     Ekonomik faktörler
    (Kadınların finansal kaynaklara sınırlı erişimi, kampanya ve siyasal faaliyetleri finanse edememesi)
  3.     Eğitim ve iş gücüne eşit katılımın sağlanamaması
    (Kadınların yeterli düzeyde eğitime ulaşamaması ve istihdamdaki düşük temsiliyeti)
  4.     Siyasete katılımı teşvik eden mekanizmaların eksikliği
    (Kota sistemlerinin yetersizliği, siyasi partilerde kadın adayların desteklenmemesi, kadın dostu siyasal ortamların yokluğu)

Türkiye’de kadınların milletvekili adayı olma süreçlerinde herhangi bir yasal engel bulunmamasına rağmen Avrupa’da son sırada yer alırken Pakistan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle benzer sıralarda yer alması nasıl açıklanabilir? Türkiye yasal çerçevede Avrupa’ya yakınken, uygulamada neden bu ülkelerle benzerlik gösteriyor? Burada rol oynayan kültürel veya yapısal faktörler nelerdir?

Kadın adaya oy mu verilir? Kadından siyasetçi mi olur? Kadının yeri evidir, eşinin ve çocuklarının yanıdır.” gibi toplumsal kalıp yargılar ve ataerkil kodlar, kadınların siyasete katılımının önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Bu söylemler, yalnızca bireysel önyargıları değil, aynı zamanda yapısal cinsiyet eşitsizliğini de pekiştirmektedir. 

Oysa Türkiye, tarihsel olarak birçok Avrupa ülkesinden daha önce kadınlara siyasal haklar tanımış bir ülkedir. Kadınlar 3 Nisan 1930’da belediye seçimlerinde, 26 Ekim 1933’te muhtar ve ihtiyar heyeti üyeliğinde, 5 Aralık 1934’te ise milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazanmıştır. Bu tarihsel gelişmeler, Fransa (1944), İtalya (1945), Belçika (1948), Yunanistan (1952), İsviçre (1971) ve Portekiz’den (1975) daha erkendir. 

Ancak bu kazanımların pratikte yeterince karşılık bulmadığı çok açıktır. Nitekim kadınların siyasal temsildeki düşük oranları ve bu raporun ortaya koyduğu veriler, hukuki hakların varlığının tek başına yeterli olmadığını, sosyal, kültürel ve ekonomik engellerin aşılmadığı sürece gerçek eşitliğe ulaşılamayacağını net biçimde göstermektedir.

Türkiye’de yerel yönetimlerde kadın temsili, genel siyasetteki oranların da oldukça gerisinde: Belediye başkanlarının sadece %5,5’i, muhtarların %3,5’i, belediye meclis üyelerinin ise %15’i kadın. Oysa dünya genelinde kadınlar, genellikle yerel siyasette daha fazla yer bulabiliyor. Türkiye’de durum neden tam tersi? Kadınlar yerel yönetimlerde neden bu kadar az temsil ediliyor? Bu tabloyu siz nasıl açıklıyorsunuz?

Türkiye’de yerel yönetimler uzun süredir rant, imar ve ihale üçgenine sıkışmış bir yapının etkisi altındadır. Bu sistem, büyük ölçüde erkek egemen oyun kurallarına göre şekillenmiş olup, karar alma süreçlerini dar bir çıkar çerçevesine indirgemektedir. Bu kısır döngü içerisinde kadınlara gerçek anlamda yer açılmamaktadır.

Çünkü kadınlar, bu sistemin aksine daha fazla sorgulayan, araştıran ve her şeye onay vermeyen bir tutum sergilemektedir. Bu özellikleriyle mevcut çıkar odaklı yapıya “uyum sağlamadıkları” için, çoğu zaman sürecin dışında tutulmakta ya da bilinçli olarak dışlanmaktadırlar.

Bir başka ifadeyle, kadınlar artık yerel yönetimlerde “vitrin” ya da “dolgu malzemesi” olarak görülmeyi reddetmektedir. Temsilde yalnızca nicel değil, niteliksel bir dönüşümün gerekliliğini savunmakta; karar alma mekanizmalarında aktif, belirleyici ve dönüştürücü bir rol üstlenmek istemektedirler.

Siz saha deneyimi çok fazla olan bir akademisyensiniz saha da “Siyaset erkek işidir” algısı sizce hâlâ güçlü mü? Kadın adaylar kampanya finansmanı, medya temsili ve toplum algısı gibi alanlarda hangi görünmez engellerle karşılaşıyor?

Kadınların siyasete katılımı ve seçilme şansları üzerinde, aday oldukları bölgenin nüfusu ve sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda, iki temel eğilim dikkat çekmektedir:

Bir yandan, kırsal ve düşük nüfus yoğunluklu bölgelerde, kadın adaylara oy verme davranışının görece daha düşük olduğu görülmektedir. Bu durum, yerel düzeyde kişisel tanınırlığın etkili olması, seçmenin adayla doğrudan ilişki kurabilmesi ve aidiyet hissinin daha güçlü olmasıyla açıklanabilir.

Öte yandan, sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi arttıkça, yalnızca kadınların aday olma motivasyonunun değil, aynı zamanda seçmenlerin kadın adaylara oy verme eğiliminin de yükseldiği gözlemlenmektedir. Eğitim seviyesi, toplumsal cinsiyet farkındalığı ve demokratik değerlerin daha yüksek olduğu bölgelerde, kadınların siyasi alanda daha fazla destek bulabildiği anlaşılmaktadır.

Bu iki farklı eğilim, kadınların siyasette karşılaştıkları engellerin yalnızca kültürel değil, mekânsal ve sosyo-ekonomik bağlamlara göre de değişiklik gösterdiğini ortaya koymaktadır.

Yanılmıyorsam 20 farklı ilde kadın muhtarlarla yürütülen bir projede yer aldınız. WEF’in 2024 Raporu’nu, birbirinden farklı sosyoekonomik yapıya sahip bu kentlerde edindiğiniz saha deneyimleri ışığında nasıl değerlendirirsiniz? Ayrıca, bu çalışmalar kadınların yerel siyasetteki görünürlüğünü nasıl etkiledi?”

Gerçek değişim ve dönüşüm, yerelin de yereli olarak tanımlayabileceğimiz mahallelerden başlayacaktır. Bu dönüşümün lokomotifi ise kadınlar ve gençler olacaktır. 2024 yerel seçimlerinde bu etkinin, en azından kısmen de olsa hissedildiğine tanıklık ettik.

Sahada yürüttüğüm gözlemler sırasında, birçok kadın adayın tüm zorluklara rağmen inançla mücadele ettiğine bire bir şahit oldum. Toplumsal önyargılara, kaynak yetersizliğine ve siyasi yapıların dışlayıcı tutumlarına rağmen geri adım atmadılar. Her şeye rağmen, zoru başardılar ve seçilmeyi başardılar.

Bu başarı, yalnızca bireysel bir kazanım değil; aynı zamanda kadınların yerel siyasette daha görünür, daha güçlü ve daha kararlı bir şekilde var olabileceğinin açık bir göstergesidir. Önümüzdeki dönem, bu kazanımların kalıcı hale gelmesi ve daha kapsayıcı bir siyasal yapının inşa edilmesi açısından kritik öneme sahiptir.

Parlamentodaki kadın temsil oranının artması için siyasi partilere ve seçim sistemine yönelik ne tür reformlar önerirsiniz?

Cinsiyet kotası, kadınların siyasette eşit temsilini sağlamak açısından yeterli değildir. Mevcut uygulamalar genellikle sembolik düzeyde kalmakta ve kadınların karar alma mekanizmalarında gerçek anlamda yer almasını sağlamamaktadır.

Bu nedenle, milletvekili ve belediye meclisi üyelikleri aday listeleri, mutlaka “fermuar sistemi” ile düzenlenmelidir. Yani, aday listelerinde bir kadın, bir erkek sıralaması zorunlu hale getirilmelidir. Bu uygulama, yalnızca kadınların sayısal temsiliyetini artırmakla kalmaz; aynı zamanda siyasal alanın daha kapsayıcı, dengeli ve eşitlikçi bir yapıya kavuşmasına katkı sağlar.

Ayrıca, belediye başkanlığı gibi yürütme yetkisi barındıran pozisyonlarda ve tüm aday belirleme süreçlerinde şeffaf ve demokratik ön seçim mekanizmalarının işletilmesi zorunlu hale getirilmelidir. Böylece, adaylık süreçlerinde liyakat, temsil gücü ve toplumsal karşılık esas alınarak kadınların siyasette önü açılabilir.

İzlanda gibi ülkeler %93,5’lik eşitlik oranlarıyla 15 yıldır lider durumda. Bu farkı yaratan politikalar neler? Türkiye bu deneyimlerden ne öğrenebilir?

İzlanda, cinsiyet eşitsizliğini %90’dan fazla kapatan tek ülkedir. Ayrıca, 2018’de İzlanda, işverenlerin erkek ve kadınlara eşit iş için eşit ücret ödeme zorunluluğunu getiren ve aksi takdirde ağır cezalar uygulanacağını duyuran ilk ülke oldu. 

İzlanda’da, istihdam yaşındaki kadınların yaklaşık %90’ı çalışıyor, bu oran, Avrupa Komisyonu’nun 2021 verilerine göre %68 olan AB ortalamasının çok üzerindedir. Bu yüksek oran, kadınların iş gücüne katılımının ne denli güçlü olduğunu ve eşitlikçi politikaların iş gücü üzerindeki olumlu etkisini gözler önüne seriyor.

İzlanda’da cinsiyet eşitliği, yasal düzeyde fiilen korunuyor ve “Eşit İşe Eşit Ücret” uygulaması zorunlu hale getirilmiştir. Ülkede ayrıca:

  •       Şirket yönetim kurullarında en az yüzde 40 kadın temsili sağlanmak zorunda.
  •       Eşitlikçi ebeveyn politikalarıyla tüm dünyaya örnek oluyor. 
  •       Çocuklar, kreşten üniversiteye kadar cinsiyet eşitliğinin önemini öğreniyor.
  •       Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı önemli işlevler üstleniyor.

İzlanda’nın ebeveyn izni politikası, ebeveynlerin her ikisinin de 90 gün izin alması zorunluluğu ile eşitlik çıtasını yükseltmiştir. Böylece, çocuk bakımı politikaları ile kadınların iş gücüne katılımını teşvik etmektedir. Bu politikalar, hem iş yaşamında kadınların güçlenmesini sağlamakta hem de bakım emeğinin toplumsal olarak yeniden paylaşılmasına katkıda bulunmaktadır.

Bugüne dek yürüttüğünüz 25’ten fazla projeden hareketle, toplumsal cinsiyet eşitliği adına size en fazla umut veren saha tecrübeniz hangisiydi?

“Eşitlik mahallede başlar” ve “Daha eşit ve kapsayıcı mahalleler için 1 Kapı da Sen Aç” diyerek yola çıktığımız Kadın Muhtarlar Projesi, benim için unutulmaz, umut dolu ve son derece heyecan verici bir deneyim oldu.

Edirne’den Siirt’e, İzmir’den Van’a, Kayseri’den Amasya’ya, Adana’dan Ankara’ya uzanan geniş bir coğrafyada kadınların adaylaşma sürecine tanıklık etmek; onların kararlılığına, cesaretine ve değişim arzusuna birebir şahit olmak tarifsiz bir ilham kaynağıydı.

Bu proje sadece bir seçime hazırlık süreci değil, aynı zamanda kadınların mahallelerinden başlayarak siyasetin en yerel düzeyinde nasıl söz sahibi olabileceklerini gösteren somut bir adımdı. Her bir adayın hikâyesi, sadece kendi mahallesinde değil, Türkiye’nin dört bir yanında daha adil, eşit ve kapsayıcı bir gelecek hayalini büyüttü.

Türkiye’de kadınların potansiyelini boşa çıkaran temel faktör sizce nedir: ekonomik sistem, politik yapı mı, yoksa ataerkil kültürel normlar mı?

Nüfusun yarısını oluşturan kadınların, sadece seçmen değil, aday olarak da görülmelerinin önündeki en temel engel, ataerkil kültürdür. Bu kültür, kadınların nasıl davranmaları gerektiğini belirleyen ve karar alma süreçlerini şekillendiren kültürel normlar aracılığıyla, kadını ev işleri ve bakım emeği ile sınırlayarak adeta özel alana hapseder. Bu algı, kadınların toplumsal ve siyasal yaşamda eşit bir temsile sahip olmalarını engellemektedir.

Oysa temsilde eşitlik sağlandığında, demokrasi güçlenir, çeşitlilik artar, çok kültürlülük ve kapsayıcılık ön plana çıkar. Bu sadece kadınların hakları için değil, toplumun genelinde daha adil, daha katılımcı ve daha dengeli bir sistemin inşası için kritik öneme sahiptir.