₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Sinem Nazlı Demir: Şiddet ve istismar görünenden çok daha fazla

2025 yılı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Aile Yılı” ilan edildi. Hem bakanlık hem de başkaca kamu kurumları bu ilanın ardından aile konulu çalışmalar yapmaya başladı. Evlenecek çiftlere verilecek krediden yeni doğan yardımına kadar pek çok teşvik ortaya atıldı.

Öte yandan aile yılı kapsamında yapılan çalışmalarda LGBTİ+’lar ötekileştirilmeye ve kriminalize edilmeye çalışılıyor. Kadın cinayetleri de ne yazık ki hız kesmeden devam ediyor.

Erdoğan’ın aile yılı ilanının ardından basının da konuya ilgili artmaya başladı. Ancak haber başlıklarında ve haber yazımında cinsiyetçi ve eril bir dilin hâkim olduğunu söylemem mümkün.

İlgili konuları kadın cinayetleri, istismar ve medyadaki haber dili üzerine çalışan gazeteci ve yazar Sinem Nazlı Demir ile konuştuk.

Öncelikle medyadaki haber başlıkları ve haber içeriklerinden başlayabiliriz. Haber başlıklarında ve haber metinlerinde cinsiyetçi dil ve eril söylem kendini nasıl gösteriyor? Bu bağlamda Türkiye’yi ve dünyayı takip ettiğini biliyorum. Dünyadaki ve Türkiye’deki durum karşılaştırmalı olarak nasıl değerlendirirsiniz?

Kadına yönelik şiddete ve kadın cinayetlerine yönelik yazılan haberlerin başlıklarında kadınların hikâyeleri genel olarak “öldü ama ölüme giden yolu kendi seçti” bakış açısıyla anlatılıyor. Kadınlar katledildikten sonra yazılan haberlerde kadınların yaşam tarzı, boşanmak istemesi, nafakayı artırma talebi veya öldürüldüğünde nerede hangi kıyafetle olduğu bilgisi veriliyor.

Kadınların yaşam hakkı “boşanmak istediği için öldürüldü”, “direndiği için öldürüldü”, “aldattıktan sonra öldürüldü” gibi manşetlerle ikinci kez ellerinden alınıyor. Bu durum dünya, özellikle Avrupa basınında da bizim medyamızdaki kadar olmasa da maalesef bu görüş ile ilerliyor; cinsel yönelimi nedeniyle birçok kişi hedef tahtası haline getiriliyor. Kamuoyunun “bizim ailemizde böyle biri yok, bizim başımıza gelmez” cümlesini kurması ve bu sayede de magazin diliyle yazılmış haberleri ve yayınları tüketmesi sağlanıyor. Ancak unutmayınız, komşunun çocuğu da toplumun çocuğudur. Şüpheniz varsa, ihbar ediniz. Şahit olduysanız, ihbar ediniz. “Benim başıma gelmez” demeyiniz, çünkü istatistikler bize şu cümleyi kurdurtuyor: “Tetikte değilsen, güvende de değilsin.”

“KADINLARIN MÜCADELESİ TARİH YAZIYOR”

Türkiye’de kadın hareketi oldukça önemli bir yer tutuyor. Kadın ve çocuk haklarına dair epey çalışma yapılıyor. Ancak öte yandan kadına ve çocuğa şiddet haberleri de günden güne artıyor. Türkiye’de kadın haklarının durumuna dair neler söyleyebilirsin?

Türkiye’de kadınların mücadelesi tarih yazıyor çünkü en güçlü muhalefeti kadınlar yapıyor. Ancak özellikle bu nedenle iktidar ve iktidarın organları da en çok kadınların haklarını gasp etmeye, hayatları ve özel yaşamları hakkında söz sahibi olmaya çalışıyor. Baskıcı rejimler genellikle ilk olarak kadınları kısıtlar, içinde olduğumuz sistemde de bunu görüyoruz. Tüm bu karşı saldırıya rağmen asla davasından vazgeçmeyen kadınların olduğu bir ülkedir Türkiye.

Hayvanları, çevreyi, çocukları ve gençleri ilgilendiren her eylemde en önde kadınlar var. “Bu gidişe bir dur diyeceğiz” cümlesini en çok kadınlar kuruyor çünkü iktidarın eylem ve söylemlerinden de en çok kadınlar etkileniyor. Türkiye’de asla susturulamayacak, doğuştan hak ettiği haklarını teslim etmeyecek kadınların sayesinde insan haklarından bahsedebiliyoruz. Bir gün çocuklar ve kadınlar için daha yaşanılabilir bir ülkeyi inşa edeceğiz. Yol uzun ancak varılamayacak kadar da uzak değil.

“BASININ DİLİ AYRIŞTIRICI”

Toplumsal cinsiyet eşitliği, medyadaki haber dili ve daha pek çok alanda atölyeler ve söyleşiler düzenlediğinizi biliyorum. Bu atölye ve söyleşilerden bahseder misiniz?  Katılımcılardan nasıl dönüşler alıyorsunuz?

Atölyelerimde interaktif bir şekilde haber manşetlerini inceleyerek basının dilinin kadınlar özelinde ne kadar ayrıştırıcı olduğuna parmak basıyorum. Geçmişte yayınlanmış haberlerden ve emsal davalardan bahsederek medyanın dilinin, kamuoyunun görüşünü nasıl etkilediğini gösteriyorum. Atölye sonlarında bir farkındalık ve samimi eleştiri olmasının yanı sıra, genelde atölye bitiminden birkaç saat sonra sosyal medya hesabıma “ben de istismara uğradım ama anlatamadım” şeklinde mesajlar geliyor.

Bu da aslında özellikle şiddetin ve istismarın ülkemizde görünenden çok daha fazla olduğunu kanıtlıyor. Çünkü istismara maruz bırakılmış kişiler de bu atölyelere katılıyor ve şikâyet edemedikleri suçu en iyi onlar biliyorlar. Bizler şiddet ve istismar istatistiklerini açıklarken resmî kurumlara yansımış dosyalardan örnekler veriyoruz. Peki ya hiç yansımayanlar? Hiç basında yer almayanlar? Karakola dahi uğrayamamış olan mağdurlar? İşte biz bu sorulara yanıt verebildiğimizde asıl istatistikleri öğrenmiş olacağız.

Bir de “Katilimi Tanıyorum: Türkiye’de Kadın Kırımı” isimli kitabınız var. Bu kitap nasıl ortaya çıktı? Kitabın yayımlanmasının ardından gelen tepkiler nelerdi?

Bu kitabı hazırlamaya başladığım ilk aşamada sadece kadın cinayetlerine dikkat çeken bir araştırma yayınlamak istiyordum ancak süreçle birlikte kitabım da şekillendi. Cinayete giden sistemin çocukluk öğretilerinden başladığını gördükçe kitabımı konuya en uygun olacak şekilde bölümlere ayırmaya başladım ve uzmanların da yardımıyla kitabımı tamamladım. Kitabıma yönelik gelen en sık eleştirilerden biri “çok ağır” olması idi. Ancak kitabın son hali, ilk halinden yaklaşık 40 sayfa daha az çünkü tetikleme unsuru olabilecek tüm kısımları çıkartmaya çalıştık. Bu çabamıza rağmen okunması zor bir kitap olduğunun zaman içinde farkına vardım.

Farkına Var Derneği’nin de önemli çalışmalar yaptığını görüyorum. Biraz dernekten bahsedip bu çalışmaları açar mısınız?

19 yaşımdayken Farkına Var isimli resmi bir dernek kurdum. Farkına Var Derneği, dezavantajlı bölgelerde yaşayan veya yaşamış olan çocukların psikososyal gelişimlerine ve eğitim hayatlarına destek olmak için uzun vadeli ve resmî kurumlarla çalışan projeler düzenleyen bir dernektir.

Hem çocuk cezaevinde hem de çocuk esirgeme kurumunda ailevi ilişkileri nedeniyle sosyal ve psikolojik anlamda dezavantajlı büyümüş çocuklarla birlikte sivil toplum projeleri düzenledik. Akran zorbalığı, hayır deme özgürlüğü, öz güven ve öz şefkat atölyeleri verdik. 3,5 yıl boyunca İstanbul’da bulunan Maltepe Çocuk Cezaevi’nde atölye verdim ve 2 ayrı çocuk yetimhanesinde gönüllü olarak çalıştım. Türkiye’de 14 köy okuluna kütüphane kuran kitap projesinin yazarlığını ve liderliğini üstlendim. Derneğimiz halen çalışmalarına devam ediyor ve özellikle çocuk alanında projeler üstleniyor. Amacımız çocuk haklarını, “minik insanların istekleri” olarak değil; “çocuğun üstün yararı” ilkesine dayanarak hak ettiği konuma yerleştirebilmek.

Son olarak, Türkiye’de ve dünyada medyadaki haber dilinin cinsiyetçi diline, kadın haklarının ilerletilmesine dair ne tür çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? Yeni projeleriniz var mı?

Yeni projem, bir sonraki kitabım olacak. İkinci kitabımda ensest gerçeğine ve çocuk cinayetlerine odaklanıyorum. Okuyuculara, özellikle de haber okuyucularına tavsiyem ise kadın ve çocuk haklarına yönelik ihlal yapan hiçbir basın kurumunu takip etmemeleri.

Konu ne olursa olsun kadınlar ve çocuklar etiketlenmemeli, ayrıştırılmamalı, mağdur suçlayıcılığa maruz bırakılmamalı ve suçluymuş gibi lanse edilmemelilerdir. Sizlerden ricam, kadınları ve çocukları “araç” olarak kullanan haberlerden kaçınmanız, hak savunuculuğu yaparken hak ihlali içeren haberleri tüketmemeniz. Tüketmemek, en büyük gücümüzdür. Etik ihlal haberlerini tüketmeyiniz.